28 Ağustos 2017 Pazartesi

Mutlu Sonun Neredeyse Farz Olduğu Yeşilçam’da İzleyenin İçini Kıyacak Cinsten Trajik Sonla Biten 10 Film

    Yeşilçam’ın kodlarını bilen bilir. Yeşilçam’da kesinlikle esas kız ve esas erkek ölmez, araba çarpması sonucu kötürüm kalır, kör olur hatta ve hatta kambur olup sürünür ama asla ölmez. Esas kız striptiz neyim yapmaz, o en asil duyguların insanıdır. Evli erkeklerle aşk yaşar ama masumdur, hem zaten adam da istemeden evlenmiştir. Evliliğinde saadeti hiç bulamamıştır, bu evlilik ona kabir azabı yaşatıyordur. Mesela melek gibi masum esas kızımız hiç utanmadan sıkılmadan kayınbabasına ya da kayınçosuna aşık olabilir. Olsun zaten filmin sonunda eşi aslında kayınbabasının oğlu değildir ya da kayınçosu aslında başka bir adamdandır. Yani ne kadar ahlaki rezilliği yaşasalar da onlar inatla izleyiciye en asil duyguların örnek insanı olarak taktim edilirler.
   
   Yeşilçam’ın en bilinen kodu ise “Yeşilçam filmleri asla mutsuz sonla bitmez!” mattosuna uygun filmler yapmaktır. Esas kız ve esas oğlan çeşitli badireleri atlatıp nikah masasına oturur ve ikili pembe panjurlu yuvalarında, aşklarının meyvesi olan evlatlarıyla, sonsuza dek mutlu yaşarlar. Ama birazdan okuyacağınız listedeki filmler kesinlikle Yeşilçam tipi mutlu sonlara sahip değil. Mutsuz, kasvetli ve karanlık sonlara sahip on filmi listelediğim bu haftaki yazım Yeşilçam senaristlerinin sektörleşip sanayi halini alan sinemamız karşısında psikolojik sorunlar yaşamaya başladıklarının göstergesi gibi. Bu nedir böyle sayın senaristler? Sonu belirsiz karakterler, intihar edenler, sonsuzluğa karışıp sevdiceğini kahredenler…

Katil (Ömer Lütfi Akad – Osman Fahir Seden)


1953 yapımı Ömer Lütfi Akad filmi Katil, işlemediği bir suç yüzünden hapse atılan Kemal ve ailesinin yaşadıklarına odaklanıyor. Kemal hapse düştükten sonra karısı Nevin, oğluna bakabilmek için çamaşırhanede işe girer. Fakat çamaşırhanenin yöneticisi randevuevi patroniçesiyle anlaşmalıdır ve Nevin’i deyim yerindeyse kötü yola düşürmeye çalışmaktadır. Nevin ilk başlarda kadını tersler fakat oğluna araba çarpıp da çocuk kör olma tehlikesiyle karşı karşıya kalınca mecburen kadının teklifini kabul eder. Bin Bir Gece dizisindeki Şehrazat’ın haminnesi olduğundan şüphelendiğimiz Nevin, maalesef ki Şehrazat kadar şanslı da değildir. Oğlunun kısa sürede gözlerinden ameliyat olması gerektiğinden pahalı olan ameliyat masraflarını karşılamak zorunda olan genç kadın, tam gerekli parayı toplayıp randevuevinden ayrılmak istediği sırada evi polis basar. Baskındaki tüm kadınlar gibi Nevin de karakolda vesikalanır. Oğlunun ve kocasının adını kirletmemek için göz ameliyatını yaptırdığı oğlunu bir arkadaşına emanet eder. Arkadaşından kocasına da öldüğüne dair bir mektup yazmasını ister. Suçsuzluğu ispatlanan kocası ve gözleri açılan oğlu İstanbul’dan uzağa giderken oğluyla bile gizli gizli vedalaşan Nevin, filmin sonunda yalnız başında bilinmeze doğru ilerler. Sinemanın tiyatrallıktan çıktığı ve gerçek manada sinemaya geçildiği ellili yıllarda mutlu son sever izleyici kitlemize bu yapılır mı sayın senaristler?

Sevmek Zamanı (Metin Erksan)


Sinemamızın mutsuz sonları en çok seven yönetmenlerinden Metin Erksan, Sevmek Zamanı filminde kırk bir kere maşallah denilecek yakışıklılıktaki Müşfik Kenter’i bir resme aşık ederek izleyiciyi dakika bir gol bir misali şok eder. Ama bu şok meğer asıl şok değil artçı şokmuş, çünkü Müşfik bey resmin sahibine değil sadece resme aşıkmış. Resmin sahibi kızcağız da ama o resimdeki benim, resme aşıksanız demek ki bana aşıksınız gibi düz ama etkili bir mantık yapar. Tabi ne münasebet efendim, Metin beyin yazdığı senaryoda siz hiç düz bir mantık düşünebilir misiniz? Asla! Zaten kıza değil resme aşık olması Müşfik için en iyisi olacakmış, kızın elde dürbünlü tüfekle gezen manyak eski sevgilisi filmin sonunda ikiliyi gölde vurarak sinema tarihimizde bir ilke imza atmıştı. Dürbünlü tüfekle kayıktaki çifti vurmak nedir, bu nasıl bir zalımlıktır? Bir de vurmadan evvel acı çekiyordu, ağlamaktan karar vermekte zorlanıyordu eski sevgili.

Kuyu (Metin Erksan)


Metin Erksan’ın okuduğu bir haberden etkilenerek yazdığı bu senaryonun ana kahramanlarından Fatma aslen ölmemiş, tecavüzcüsünü öldürüp şerefiyle hapis yatmış bir ablamızdır. Ama üst maddede de değindiğim gibi Metin bey mutsuz sonları mutlu sona tercih eden bir yönetmenimiz olduğu için filmin sonunda Fatma da kendini asarak filmin mutsuz bitmesine neden olmuştur. Aslında toplumsal gerçekçi sinemamızın mihenk taşlarından olan film, erkeğin kadın üzerindeki mülkiyetine başkaldırı niteliğindedir. On dört yaşındayken karşı komşusunun oğlu Osman tarafından kaçırılan Fatma, Osman’ın tecavüzüne uğrar. Jandarmalar Osman’ı yakalayıp çocuk istismarından hapse atar, Osman’ın anası da oğlunu kurtarmak için Fatma’nın anasının peşinden ayrılmaz. Gel inat etme, kızını oğluma ver, komşuyuz şunun şurasında, yüz yüze bakıyoruz der. Çünkü eğer Fatma razı olur da Osman’la evlenirse Osman hapisten çıkacak. O zamanlar ceza yasamızda mağdur ve tecavüzcünün evlendirilmesi tecavüzcünün serbest kalması demek. Fakat ne Fatma ne de kızın anası Osman’ı haklı olarak istemez ama Osman da boş durur mu? Hapisten çıkar çıkmaz Fatma’yı tekrar kaçırır, film boyunca Osman tarafından düzenli aralıklarla kaçırılmaktan devreleri yanan Fatma, filmin sonunda psikopata bağlar. Önce su almak için kuyuya inen Osman’ın girdiği kuyuyu ağzına kadar kayayla doldurup tecavüzcüsünü öldüren genç kadın, ardından da kendisini asar.

Haremde Dört Kadın (Halit Refiğ – Kemal Tahir)


Halit Refiğ’in olay filmi Haremde Dört Kadın’da yakışıklılığı başına dert olan Cüneyt abimize amcası Sadık paşanın Boşnak hanımı Mihrengiz fena halde abayı yakmıştır. Tabi bunda Cüneyt abimizin de bir hataya düşüp kadının attığı zarfa karşılık vermesinin payı büyüktür. Oysa Cüneyt abimiz uzaktan akrabası olan haremin mahzun güzeli Ruhşan’a aşıktır. Kız da Cüneyt abimize boş değildir ama gel gör ki, Sadık paşa da Ruhşan’ı kendine dördüncü kadın olarak almak istemektedir. Bu sırada Cüneyt abimizin tıbbiyeden arkadaşı Emin bey, polis baskınında yaralanır. Sadık paşanın konağına gelip Cüneyt abimize sığınır. Ama o da ne? Emin beyin hemen ardından konağı önderliğini Hüseyin Baradan ve bıyıklarının yaptığı polisler basmasın mı? Meğer Emin bey Jön Türk çıkmasın mı? Tabi ona yardım eden Cüneyt abimiz de en jönünden bir Jön Türk imiş. Amcası onun Jön Türk olduğunu öğrenince hain oğlan diye konaktan kovar, Cüneyt abimiz de sevgilisi Ruhşan’ı düğün günü kaçırmak için gizlice konağa girer. Tam kızı alıp kaçıyorken zaptiye Kara Ali ve Rüştü’nün amcasına tuzak kurduğunu öğrenir. Ruhşan’a beni dışarıda bekle amcama bu tuzağı haber vermeliyim der. Fedakar Cüneyt abimiz, yiğit Cüneyt abimiz, amcasına kurulan tuzağa engel olayım derken fettan ve psikopat yengesi Mihrengiz tarafından bıçaklanıp merdivenlerden yuvarlanır. Garibim Ruhşan da sevdiğinin ölümünden habersiz dışarıda sevdiğini bekler. Film Ruhşan’ın bekleyişi ile son bulur.    

Fakir Gencin Romanı (Fikret Arıt)


Leman ve Nermin kardeştir, Nermin’i babası sevdiği gençle evlendirmez ve genç kız valizini de toplayıp ablasına sığınır. Leman’ın kocası da bu ve sevgilisine acıyıp ikiliyi evlendirir, hatta Leman’ın kocası Orhan’la ortak bir iş bile kurar. İşsiz güçsüz bir serseriyken parayı bulan Orhan’da ilk fırsatta Leman ve eşine kazık atıp adamın ölümüne neden olur. Önceleri biz bir aileyiz diyen Orhan ve Nermin, Leman’a ve oğlu Turgut’a sahip çıkar. Fakat sonra kadına ve oğluna kötü davranırlar, Turgut’un Orhan tarafından tokatlanması ise Leman için bardağı taşıran son damla olur ve oğlunu da alıp gider. Yıllarca yokluk içinde oğlunu büyüten Leman, Turgut’un mimarlık fakültesini kazanmasıyla derin bir nefes alır. Fakat bu fakülte kadının son nefesini vermesine yol açacaktır. Şöyle ki Turgut sınavda yeni tanıştığı Filiz isimli tembel bir kıza kopya vererek onun haksız yere İTÜ’yü kazanmasına neden olur. Zaten zengin bir kız olan Filiz’in mezun olduktan sonra mimarlık yapacağı da yok. Artık Filiz yüzünden sıralamada bir geri sıraya düşüp üniversiteye giremeyen elemanın bedduası mıdır nedir meğer Filiz Nermin ve Orhan’ın kızıymış. Turgut annesine Filiz’den bahseder, evlenmek ister. Leman da Filiz’i istemek için kızın evine gidince gerçekleri öğrenir. Kardeşi Nermin’in alaycı tavırları yüzünden üzüntüden kalp krizi geçiren kadın sizlere ömür olur. Turgut, Filiz’den hoşlansa da Filiz onun yerine kendisiyle aynı sosyal sınıfa mensup Fikret’le evlenir. Annesinin ölümünden Filiz ve ailesini sorumlu tutan Turgut da katiller diye düğünü basar. İntikam yemini eden Turgut kendini işine verip ülkenin ve Avrupa’nın en iyi mimarı olur. Filiz ve Fikret’in evliliği ise içgüveysinden hallicedir. Kumarbazın önde gideni çıkan Fikret, Orhan’ın malını mülkünü kumarda kaybeder. Filiz, Fikret’ten olma oğlunu da yanına alıp baba evine gider. Sarhoş halde evi basan Fikret, kızının üzerine yürüyünce Orhan, damadına kurşun yağdırır. Turgut Mimar Sinan’a bağlamışken Filiz’in aile trajedisi yaşaması tipik Yeşilçam fakir ama gururlu genç filmleri için uygun olsa da bu filmde Filiz bayağı karaktersiz bir karakterdi. Filmin sonunda intihar etmesi bile kızı masumlaştıramadı. Diyeceksiniz ki, kız Turgut’u zamanında reddetti diye mi kabahatli? Hayır, zamanında sevmez anlarım da resmen çocuğa yüz verdi. Sonra kalktı Fikret’le evlendi, Fikret’in yanlış seçim olduğunu anlayınca tesadüfen karşılaştığı Turgut’a resmen yanaşmaya çalıştı.  

Zambaklar Açarken (Nejat Saydam)


Oğuz Albatros’un oğlu Mete, Roma’da tahsilini sürdürürken tanıştığı manken Perran’la evlenir. Oğlundan evlendiğine dair mektup alan Oğuz’sa Perran’ı karşılamaya gider. Başlarda Perran’ı gözü tutmasa da sonradan kıza alışır. Oğuz’un annesi Mediha parasıyla her şeyi satın alabileceğini düşünen bir kadındır. Ki oğlunu da parayla satın almıştır, Perran, Mete’nin annesi karşısındaki zayıf karakteriyle çocuktan iyice soğur. Fakat nasıl bir iticilikse kalkıp Mete’nin babası Oğuz’a aşık olur, Oğuz da ona karşı boş değildir ve skandal bir ilişki ortaya çıkıyor derken aslında Mete’nin Oğuz’un oğlu olmadığı ortaya çıkar. Bu sırada Oğuz’un komşu çiftliğinde oturan avcı arkadaşı, Perran’ı gördüğü ilk andan itibaren sanki ömründe kadın görmemiş gibi kıza asılır. Hatta kızı kaçırmaya bile yeltenir ki, kardeşim mal mısın yahu dedirtir. Perran’ın korkudan hafızayı kaybetmesi, kadın görmemiş avcı abinin Oğuz’u vurmaya çalışırken Perran’ın kendini kurşunların önüne atması, başkarakterlerin yaptığı her türlü ahlaksızlığa rağmen en asil duyguların insanı çıkarılma çabasının sonuna kadar sürdürüldüğü film, Filiz Akın’ın kariyerinin en karaktersiz rolünü oynadığı film olsa gerek. Zira masum kız olarak görmeye alışık olduğumuz zarafetin sözlük anlamı Filiz hanım, bu filmde resmen kayınbabasıyla aşk yaşıyordu. Filimin sonunda Perran karakterinin ölmesi, filmin başından beri ahlak yapısına oldukça ters bir profil çizdiği için izleyiciyi pek rahatsız etmese gerek. Ama sırf sonsuza kadar mutlu yaşadılar fenomenine sahip Yeşilçam sonu çizgisine ters olduğu için filmi listeye ekledim.

Hıçkırık (Hamdi Değirmencioğlu)


1965 yapımı Orhan Aksoy filminde Hamdi Değirmencioğlu izleyeni ağlamaktan hıçkırık krizine sokacak bir senaryo hedeflemiş olmalı ki, filmin adını bile Hıçkırık koymuş. Ediz Hun’un oynadığı Kenan karakterinin çekmediği dertler çile kalmamış, Hülya Koçyiğit’in oynadığı Nalan karakteri yaptığı yanlış seçimin sonucunu hıçkıra hıçkıra ölerek ödemiş, Kartal Tibet’in oynadığı İlhami karakteriyse Yeşilçam’ımıza psikopatça yanlış anlama tekniğini hediye etmiştir. Ah Nalan ah, Kenan’la saç tonlarınız bile aynıydı, film boyunca hem yetim hem öksüz çocuğu süründürerek eline ne geçti? Bak Kenan’ın ahı İlhami İlhami çıktı işte. Bi de bu film Yeşilçam’ın en patlayan görüntülerine sahip film olma özelliğine sahip midir nedir? Hülya Koçyiğit’in ölüm sahnesi çok acıklı olmasına rağmen deniz ve Ediz Hun’un beyaz üniforması görüntüyü öyle bir patlatmış ki kör olmamak için ekrana güneş gözlüğünden bakmak gerekiyor.

Kambur (Ayşe Şasa – Erdoğan Tünaş)


Atıf Yılmaz’ın yönettiği senaryosunu ise hanımı Ayşe Şasa ve Erdoğan Tünaş’ın yazdığı film mutsuz sonuyla tam Ayşe Şasa tarzı. Zira kedisi sinemamızın hüzünlü senaristidir, hayatı da gayet acıklıdır. Fatma Girik’in canlandırdığı Azize karakteri kambur olduğu için çevresinin hor gördüğü, dışladığı bir kızdır. Koca kasabadaki tek arkadaşı, onu insan yerine koyan tek kişi de Rum bir hayat kadını olan Tasula’dır. Bir gün yakışıklı bir genci kazadan kurtarır, çocuğun kör bir kemancı olduğunu öğrenir.  Kemancı Ali, Azize’yi yüzünü görmeden sever, Azize de Ali’yi sever. Hatta ona gözlerini bile verir. Ama Ali gibi yakışıklı bir gencin gözleri açılınca onu kambur olduğu için beğenmeyeceğini, vefa borcu duyacağı için onu yanında tutacağına inanıp, ona ayak bağı olmamak için Ali’den kaçar. Gözleri açılan Ali, her yerde Azize’yi arar. Tasula’yla Ali arasında geçen konuşma filmin en can alıcı sahnesidir ve mazide kalan saf ve temiz aşkın tanımını yapar. Filmin bu kısmı zaten yeterince boğazları düğümleyecek cinsten değilmiş gibi, bir de Ali’nin adadan uzaklaştığı geminin ardından “Beni de yanına al, Ali” diye suya giren Azize izleyiciyi ağlamaktan felç eder. Yahu filmin olanaksızlığı yüzünden Fatma’nın mavi gözlerini aldı diye, mavi lens taktığınız Kadir İnanır, zaten izleyiciyi şok etmiş. Siz niye bir de Fato ablamızı hem kör hem kambur halde Marmara’nın serin sularına saldınız? Filmin sonu boğulan bir adet feleğin tekme tokat dövdüğü Azize ile kapatılır mı? Hiç mi vicdanınız yok ey senaristler? Biz görmedik ama Allah bilir zavallı Ali’nin de ağlamaktan gemide gözleri denize akmıştır.

Dila Hanım (Sefa Önal)


Orhan Aksoy’un yönettiği, senaryosunu Sefa Önal’ın yazdığı 1977 yapımı film, Türkan ablanın devleşe devleşe bir kaldığı Yeşilçam efsanelerinden birisi. Filmin hikayesi Necati Cumalı’nın Makedonya 1900 kitabından alınma. Bir arazi anlaşmazlığı yüzünden Karadağlı Rıza, Barazoğlu İhsan beyi öldürür. İhsan beyin hanımı Dila hanımsa kocasının intikamını almaya yemin eder. Ama gel gör ki, Karadağlı Rıza olduğunu bilmeden tanıştığı Rıza’ya aşık olur. Rıza da Dila’yı sever ama bu birliktelik kesinlikle imkansızdır. Rıza ve Dila tarlada karşılaşır ve Dila Rıza’yı kolundan vurur, fakat Rıza buna rağmen kalkıp kadına tecavüz eder. Dila bu sefer hem kocasının hem kendinin intikamını almak için Rıza’nın peşinden İstanbul’a gider. Kaldığı oteli bulup Rıza’yı vurmaya hazırlandığı sırada Rıza’nın kalkıp zeybek oynadığı ve Dila’ya kendisini vurması için fırsat verdiği sahne Kadir İnanır’ın ağır çekim zeybeğine rağmen mükemmeldir. Gerçi Moğollar’ın çaldığı ritmi gayet düşük havada Kadir ağabey de daha nasıl zeybek oynasın yahu? Dila’nın Rıza’yı vuramayacağını anlayıp silahını indirmesi ve Rıza’nın da bunu fark etmesi ikilinin sonu olur. Çünkü köy düğününü basıp Dila’yı ölümüne bir dansa kaldıran Rıza, ikilinin sonunu getirir. Karadağlı ve Barazoğlu aileleri ikilinin aşkının farkına varır ve töreye ters hareketlerinden dolayı Dila ve Rıza’ya kurşun yağdırır. Filmin sonunda iki başrolün de öldüğü bir film olma özelliği gösteren Dila Hanım Yeşilçam’ımızın mutsuz sonla biten en efsane filmidir desek yeridir.

Dönüş (Sefa Önal)


Yönetmenliğini Türkan Şoray’ın yaptığı senaryosunu Sefa Önal’ın yazdığı film toplumumuzda kadına bakış açısını ve gurbetçi kültürünü anlatıyor. Belki de ülkemizdeki kadın erkek eşitsizliğinin toplumun kodlarına ne derece işlediğini en iyi ifade eden film bile diyebiliriz. Toplumumuzda kadının kıymeti sadece ana olduğu süreçte vardır ve bu filmde Türkan Şoray’ın oynadığı Gülcan karakteri kadın iken sadece cinsel bir objedir, kocasına itaat eden bir hizmetlidir. Sevgili değildir, değeri yoktur. İbrahim Almanya’ya gidip onun üzerine başka bir kadınla evlenir, muhtemel Almanya’da kalabilmek için formalite evliliği diyebileceğimiz cinsten bile değildir bu evlilik. Zira İbrahim’in Alman kadından bir de çocuğu vardır. İbrahim Türkiye’deki karısını geçin çocuğunu bile unutacak kadar karakter seviyesi düşük bir bireydir. Gülcan’a köyün ağası sarkıntılık eder, ki bu adam bile İbrahim’den daha şereflidir. Gülcan, İbrahim’e köyde yaşadığı zorlukları anlatan bir mektup göndermek ister ama okuma yazması yoktur. Köyün öğretmeninden rica eder, adam da ona okuma yazma dersleri verir. Ama köyde dedikodu çıkar ve köyün ileri gelenleri İbrahim’in adı kirlendi deyip, adama mektup yazar. İbrahim’in Almanya’da ar damarı çatlamış sayın köy ileri gelenleri, siz hala okuma yazma öğrenmeye çalışan Gülcan’a namussuz deyin. İbrahim de mektubu alınca utanmadan namusunu temizlemeye gelir, yanında da Almanya’daki karısı ve çocuğu vardır. Dönüş yolunda kaza geçirip ölen İbrahim ve Alman karısı sinema tarihimizin izleyicinin en içinin yağlarını eriten ölümü olmuştur herhalde? Filmin sonunda sevgisini hak etmeyen İbrahim’in ölümüyle yasa boğulan Gülcan, kazadan sağ kurtulan İbrahim’in, Alman eşinden olan oğlunu sahiplenerek buruk bir mutluluk yaşasa da bu film de mutsuz biter.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder