30 Eylül 2016 Cuma

                    Uyarlamak Zorunda Mısın Dedirten Kitap Uyarlamaları


    Edebiyat ve sinema kol kola kanka gibi takılsalar da bir edebi eseri sinemaya ayarlamak zordan ötedir. Bir edebi eseri sinema ya da televizyona uyarlamanın başarısı uzun yıllar tartışılagelen bir konu aslında. Çoğu insan edebi eserin sinema ya da televizyon uyarlamasını başarısız bulur. Ne kadar kaliteli senaryo ve işinin ehli bir yönetmenin eline teslim edilirse edilsin bir edebi eserin uyarlaması her zaman kitabın gölgesinde kalır. Bunun sebebi çok basittir aslında, her kitap kendisini okuyan kişinim zihninde yeniden yazılır. Böylece ortada bir kitap varmış gibi görünse de aslında aynı kitap onu okuyan kişi kadar çoktur. Hal böyle olunca uyarlamaya çalıştığınız kitap best seller diye tabir edilen kitapların arasındaysa hemen o kitabı yere bırak ve senaristine özgün bir fikirden yola çıkmasını emret sayın yapımcı. Çünkü o kitaptan uyarladığın film nereden tutsan elinde kalacaktır. Her kafadan bir ses çıkacak kimi karakterleri kimi olay örgüsünü beğenmeyecek, sosyal ortamlarda yazdığı yazılarla seni ayrı yönetmeni ayrı senaristi ayrı çileden çıkaracaktır. Ha bir de insanın hayal gücüne zincir vurulmaz malum, 1900lerin başında yaşayan bir yazar eline kalemi alıp güzide uydumuz Ay’a seyahat edebilir, su altındaki kayıp şehir Atlantis’i kalemine dolayabilir. Ama senin teknolojin bu filmi 2000lerde bile çekmeye yetmeyecek düzeyde olabilir. Uyarlama deyip geçmeyin sayın okuyucu bu kitap uyarlamaları kaç yazar ve yönetmen can ciğer kuzu sarması arkadaşları kavga ettirdi bilseniz. Sinema Tv’nin entel ortamlarında Hollywood’un ünlü yönetmeni asabi dahi Stanley Kubrick ve psikolojik gerilim edebiyatının mistik yazarı Stephan King’in The Shining yüzünden arasının açıldığını bilmeyeni tripotla dövüyorlar. Ayrıca Türk Sinemasının hepinizden tiksiniyorum bakışlı huysuz yönetmeni Metin Erksan ve Ege’nin çeşmeden sonraki incisi aslen Yunanistan göçmeni Necati Cumalı’nın Susuz Yaz kavgası da ayrı bir efsane. Birisi yerli öbürü yabancı olan iki yazarında ortak paydası yazdıkları edebi eserin sinemaya aktarımını beğenmeyip arkadaşı olan yönetmenlerle mahalle kavgasına girmeleri. Benim yazdığım kitap bu mu şimdi diyen King ve Cumalı, Kubrick ve Erksan’ı darlamakla kalmayıp her röportajlarında da çekilen filmi beğenmediklerini belirtmişler. Hatta King parsıyla değil mi deyip kitabı Shining’i yeniden çekmiş. Çektiği filmle eleştirmenler tarafından yerden yere vurulan King örneğinde de görüldüğü gibi bir edebi eseri yazarı bile filme uyarlayamıyor. Aşağıda bulunan dokuz yerli uyarlamayı irdelerken bir kez daha hatırlatmakta fayda var ki bizde uyarlama olsun ya da olmasın dizilerin asıl sorunu sürelerinin sinema filminden aşağı kalmaması. Bu yüzden her hafta en az doksan sayfa senaryo yazmak zorunda kalan senaristler uzaylı olmadığı için bir süreden sonra mavi ekran veriyor. Kırk beş dakika süren uzun bakışmaları eleştirirken bir defa da kendinize sorun acaba ben bir dizi sezonu boyunca her hafta en az doksan sayfa temposu hiç düşmeyen bir hikaye anlatabilir miyim diye. 

Dramın suyunu çıkartıp sakız gibi uzatan Yaprak Dökümü


Üstte değindiğim konuya en güzel örnek Yaprak Dökümü. Orta okul yıllarında Türkçe dersinde hocanın zoruyla kitap okuyup özetini çıkarmaya mahkum olan öğrencilerin bir numaralı tercihi olan Yaprak Dökümü, bu popüleritesini sayfa sayısının 130’u geçmeyişine borçludur. Yani liseden mezun olup da şu kitabı okumayan öğrenci yoktur, bu da Yaprak Dökümü’nü ülkemizin best selleri yapar. Nasıl olsa dizi tuttu diye 120 sayfalık kitaptan altı sezonluk dizi çıkıyorsa o dizi için klişelerden klişe beğenmemek imkansız. Her bölüm mutlaka bir dram olacak,Ali Rıza bey amca kalp krizi geçirip duracak, inmelerden inme beğenen Ali Rıza amca nankör evlatları ve şirret karısı yüzünden çok çekecektir. Toplam bakışma süresi üç baş rolün repliklerinin toplamından uzun olacaktır? Her hafta en az doksan sayfa senaryo yazmak nedir dostum? Senaristler de insan o ağzınızın suyunu akıtarak izlediğiniz yabancı diziler iki haftada doksan sayfa senaryo yazmıyorlar yahu? Getir Game of Thrones’in senaristini o yazsın bakalım haftada doksan sayfalık senaryoyu, hem de temposunu düşürmeden. Vallahi adam kafayı yer, inme iner, arkasına bile bakmadan kaçar ülkeden.

Ancak kısa film senaryosu olabilecek hacimdeki kitaptan 200 küsur bölüm çıkaran Üvey Baba


Çocukluk travmamız Üvey Baba ise Kemalettin Tuğcu’nun haddinden fazla acıklı ve aşırı kısa kitabından uyarlanmıştır. Hayır, Cin Ali serisi kalınlığındaki kitaptan nasıl yüz kusur bölüm çıkardınız sayın senaristler. Vallahi dünya üzerindeki tüm dizi sektörü camiası önünüzde diz çöküp daktilonuzdan tövbe istemeli. Aşırı inandırıcı Halil Güneşli karakteri ve aşırı keriz üvey kızı Lamia’nın sado mazo ilişkileri üzerine kurulu hikayede yan karakterler başına gelmedik bela kalmayan Semiha ve dayak yemekten bir hal olan Sabriye de göz dolduruyordu. Uslanmaz bir kumarbaz olan Halil, kızı Semiha’ya aşırı düşkün olmasına rağmen parasızlık bunalımıyla ne zaman dellense elinin altında ezik üvey kızı ya da dayak cennetten çıkmadır sözünü kendisine matto edinen karısı Sabriye yoksa kızına iki tokat indirmekten de çekinmezdi. Üvey kızı kerizlik sınırını zorlayan Lamia’nın parasının üstüne yatmak için dansöz sevgilisinden aldığı akılla her bölüm mutlaka Lamia’yı öldürme teşebbüsünde bulunan Halil, gene her bölüm kumar borcu olan mafya babasının adamları tarafından dövülürdü. Filmde fiks olan tek şey dövülmekti, biraz daha zorlasak ülkemizin Fight Club’ı olacak dizinin dayaksız tek bölümü geçmedi. Her bölüm mafyalar Halil’i Halil evdekileri döverdi.  Filmden çıkan sonuç bir dönem ülkemizde dayak konusu üzerine yüz kusur bölümlük dizi çıkabiliyordu.  

Başrol oyuncusunu bile ölmek istiyorum diye haykırtan Bugünün Saraylısı


Refik Halit Karay’ın aynı adlı eserinden uyarlanan film değişen yaşam koşullarını eskinin İstanbullularının yerini Anadolu zenginlerinin almasını konu alan bir eser. Dizinin TRT versiyonu kitabın birebir uyarlaması. Anadolu'dan gelen saf bir Ayşen yerine evin beyinden damadına kadar herkesi parmağında oynatan güzel ve kurnaz bir Ayşen var. Günümüz uyarlamasında Ayşen evin hizmetçisinin evin oğlundan olma kızı ama evin kötü kalpli hanımı hamile kalan hizmetçiyi Kayserili kahya Yaşar’la evden göndermiş. Daha sonra kahya Yaşar ticaretten anlayan bir Kayserili olmanın avantajlarını kullanıp zengin bir iş adamı olur. Ata beyse batar ve yalısını satılığa çıkarır, Ata’nın gösteriş düşkünü karısı Üftade ve kızı Feride adamcağız sanki parasını pavyonda nataşalarla yemiş gibi Ata’ya tepki gösterir. Ulan adam batmış kızı gösterişli düğün, oğlu spor araba peşinde. Karısı desen kasıla kasıla gittikleri apartman dairesini beğenmiyor. Damadı olacak iç güveysi de kızı Feride’yi hani baban bize ev alacaktı diye darlıyor. Ata bey battıktan sonra kendini vursaydı da bu dizi, dizi olacağına Kuderet Sabancı’nın kısa filminden ibaret kalsa daha iyiydi. Nerede TRT’nin cam gözlü fettan Ayşen’i nerede günümüz dizisinin masum gösterilmeye çalışılan ama bildiğin keriz olan Ayşen’i. Yahu temiz kalpli olunur da bu kadar olunmaz, Ayşen’i saf temiz Anadolu kızı yapalım derlerken geri zekalının önde gideni yapmışlar. Bir insanın o kadar saf olması mümkün mü canım? Hele kız daha dizinin ilk bölümünde İstanbulu dizilerden tanıdım derken. İstanbul’da geçen dizilerimiz entrikalarıyla bilinen diziler, bu kız o kadar dizi izlemiş ama Feride’yle meymenetsiz kocasının şirketine yamanmaya çalıştığını anlamıyor. Barış Arduç’un oynadığı mühendis olmasa o kenafir gözlü Feride ve kocası olacak zevat bunun malını mülkünü kendi üstlerine geçirecek. Kitapta anlatılan sonradan görme Savaş ( Rüştü ) karakteri desen İstanbul sosyetesinin Don Juan’ı, sevgilisi olan kıvırcık her fırsatta Ayşen’e kezban diyor da hareketlerine bakarsak asıl kezban kendisi. Üftade’yle Rezzan’a ayrı sayfa açmaya gerek yok, o kadınlar da birbirinin klonu zaten. TRT kitabı orijinaline uygun şekilde dört bölüme sığdırıp elli iki dakikada sınırlı bıraktı, doksan dakikalık bilmem kaç bölüm olarak tasarlamadı.

Hangi Aslı yahu? Şinasi’nin küçük kardeşinin adı Nezahat değil mi?


Kuzenim üniversitedeki edebiyat ödevinin Peyami Safa’nın Fatih Harbiye’si olduğunu söyleyince a ben onu okudum kısa ve sürükleyici bir kitap dedim. Demez olaydım kuzenimin arkadaşı sen kitabı okuyup bitirdinse şu Aslı’nın durumu ne olacak söylesene dedi. Ben tabi ki bu durumda mavi ekran verip Aslı kim ola ki diye sordum. Kız da sen bu kitabı okuduğuna emin misin? Aslı, Şinasi’nin küçük kardeşi deyince ben ne oluyoruz yahu Şinasi’nin küçük kardeşi Nezahat’ti dedim. Kız , hayır,  Nezahat Şinasi’nin ablası Aslı var ya hani sevgilisi Emre tecavüz edince onunla evleniyordu. Uyuz bir kaynanası filan vardı, kıza kötü davranıyordu. Tamam dedim, tamam sen o Aslı’dan bahsediyorsun. Valla Aslı’ya ne olduğunu öğrenmek istiyorsan al kitabı da oku, kitabın sonunda Aslı’nın başına ne geldiğini öğreniyorsun dedim. Bu sayede bir edebi eser daha  Aşkı Memnu’nun kitabı çıkmış biliyo musuun diyen kör zihniyetin elinden kurtulacaktı. Ama ben de merak etmiştim bir kere eve gidince internetten Fatih Harbiye’yi izledim. Aman yarabbi, Neriman’ın neyzen semavi ekolünden yetişmiş babası mı desem ( bence o adamcağız orijinaline en uygun karakterdi ) evin hizmetçisi olacakken halası olan Gülter mi desem Neriman’ın kankası olan kız mı desem ( o da dizideki en iyi oyunculuğu sergiliyordu) kime şaşırayım şaşırmışken. Şinasi’nin kardeşi Aslı’yı oynayan kızı anası telefonla konuşurken yakalayıp kıza zorla acıklı bir müzik eşliğinde ağır çekime alınmış bekaret kontrolü yaptırdı. Anam sahne o kadar uzundu ki ileri sarıyorum sarıyorum bitmiyor. Şinasi eve gelince o müzisyen çocuk gidiyor yerine içine namus belasına kardeşini öldürmeye hazır aşiret çocuğu geliyor. Kardeşini duvara çarpan Şinasi kıza kiminle birlikte olduğunu soruyor, ağzıyla burnunun yer değiştirmesinden korkan Aslı da sevgilisi Emre’nin adını verir. Arenada matador arayan kızgın boğa gibi Emre’yi arayan Şinasi, Godfather’in bacısını dövdü diye eniştesini sokakta pataklayan Santino’su gibi Emre’yi tuttuğu gibi yere çalar. Sokak ortasında esnaf tekmesiyle daldığı Emre’yi kapıcı tekmesiyle paralayan Şinasi eğer bacısını almazsa Bruce Lee tekmesiyle ölüm vuruşu yapmakla tehdit eder. Dayaktan sonra evinin yolunu tutan Emre’nin anasını görünce o kızı mahallenin delisine verin ama bu çocuğa vermeyin dedim. Hayır, bir de damadın anası kınalı kızıl saçından gaz alıp kendini İrlanda prensesi mi sanıyor nedir? Bizim ailenin ağırlığı var, biz asil bir aileyiz tribine girmiş. Sarayda mı büyüdün kıvırcık diyesi geliyor insanın. 

Erdal hangisi ya da İskender nerede?


Orhan Kemal’in aynı adlı romanından uyarlanan dizide insanın kafasını karıştıran ve tez zamanda cast ekibinin cevap vermesi gereken bir soru var. Yahu bu çocuklardan hangisi Erdal?  Casta baktım Erdal’ın karşısında Barış Aytaç yazıyor, o zaman kitapta çirkinliğinden dem vuran ayva suratlı İskender’i Özgür Çevik oynuyor. Yahu bu ne biçim şaka? Özgür Çevik’in çirkin bir adamı oynaması için karşıdan karşıya geçerken tır altında kalması filan gerekir. Bayağı bayağı yakışıklı adama ayva suratlı İskender karakterini nasıl oynatıyorsunuz siz? Bir de bu Kıvanç Tatlıtuğ tipi Adanalı nedir? Adana’dan göç eden ailenin Selanik göçmeni gibi oğulları var, hem de o anne ve babadan. Yahu Şemsi İnkaya ile Bedia Ener’in nasıl sarışın mavi gözlü çocukları olabilir?

Shura ve Petro seçimine şapka çıkartıyorum


Ülkemizin yeni dönem Best selleri olan Kurt Seyit ve Shura’nın diziye uyarlanacağı haberi gündeme bomba gibi düşünce ben bi heyecanlanmıştım. Dizi için sağlam prodüksiyon yapılmış, yapımcı da kesenin ağzını açmıştı ki dizinin reytinglerin epey altında kalması resmen soğuk duş etkisi yarattı. Bence bunda en büyük etken dizinin doksan küsur dakika olmasından çok başarısız cast seçimiydi. Bahsi geçen kitap Aşkı Memnu gibi lise edebiyat hocasının not zoruyla okuttuğu bir klasik değildi, dizisi çekilmeden önce bile otuz kusur baskı yapmış bir kitaptı. Yani Kıvanç hayranı ergenler dahil bu kitabı okumuşlardı, casttaki görmesi imkansız hataların onlar da farkındaydı. Bak sayın yapımcı bey ağabey o dizi için hayvan gibi para verip deve yüküyle de para kazanmak istiyorsan elimde olan oyuncularla bir şey yapın ya kafasında olmayı geçeceksin bir kere. Ünlü ama karakterle hiç alakası olmayan oyunculara reklam yapıp Arap Boşnak kökenli kızı ülkemizin Avrupai yüzü diye radyo yayınlarında reklam etme. Çünkü yetiştiğin toplumu sen de gayet iyi biliyorsun ki bizde Penelope Cruz’a değil Scarlett Johansson’a Avrupai tipli denir. Siyah beyaz resminde bile sarışın mavi gözlü olduğu görülen tipik Rus kızının Farah Zeynep’le ne alakası var? Petro desen kitabı okurken bu kaşlarına kadar sarışın olan saman sarısı saçlı, gözleri birbirine yakın mavi gözlü sinsi elemanın adının geçtiği yerlerde aklıma hep Alman futbolcu Bastian Schweinsteiger gelmişti. Ama diziyi izleyince yakışıklılıkla alakası olmayan Petro’yu best model Birkan Sokullu oynamış. Üstelik saman sarısını geçtim adamın şifa niyetine ucundan köşesinden bir tel sarı saçı bile yok! Tatya desen Tatar’ın uzun boylusu olması gerekirken Shura’dan daha Rus. Dizide başarılı olan tek cast seçimi Valentina, çünkü gerçekte de Valentina hanım bacısı Shura’dan dizide olduğu gibi daha güzel. Ha dizi memlekette tutmaz ama Orta Doğu ve Balkanları kasıp kavurur orası ayrı, çünkü Orta Doğu ve Balkanlardaki izleyici dizinin uyarlandığı kitabı bilmiyor. Onlar sadece Kıvanç’la Farah çift olarak yakışmamış filan derler.   

Sıska fabrika işçisi Güllü ve İstanbul beyefendisi Muzaffer bey


Orhan Kemal’in aynı adlı romanından uyarlanan dizide yeğeninin aşık olduğu kıza göz koyup onu kendine alan Sorbonne Üniversitesinde eğitim görmüş gibi Fransız, İstanbul beyefendisi gibi Türkçe konuşan Adanamızın güzel şivesinden nasibini almamış bir Muzaffer bey var ki Aman Allah’ım adam adeta beyaz atını evde unutmuş bir prens. Güllü desen sabahtan aksama kadar fabrikada sürünen kırk beş kiloluk kürdan bacaklı, fabrikada canı çıkmasına rağmen elinde bir gram nasır olmayan tırnağı bile kırılmamış bir hanım kızımız. Orjinalde ise Muzaffer bey böylem Erol Taş gibim kaba saba bir ağabeyimiz Güllü de tosun gibiydi maşallah.

Sarı çıyan(!) Kamran diyor ve susuyorum 


Yazıktır günahtır bu kitap biri film ikisi dizi olmak üzere üç defa uyarlanmasına rağmen üçünde de cast ekibi Kamran karakterini seçerken neyi düşünüyormuş muamma. Acaba zavallı cast masum da her şey yapımcının suçu mu? Bakınız Feride karakteri üç yapım için de kitaptan fırlamış kadar orjinale yakınken Kamran karakterinin kitapla uzaktan yakından alakası yok. Şimdiye kadar kitaptaki Kamran karakterine en yakın Kamran yeşil gözlerinin hatırına Kenan Kalav. Kitapta sarışın, yeşil gözlü, kadınsı derecede nazik olan Kamran’a Feride kendisinde olmayan  bu özelliklerden dolayı aşık oluyor. Aldatıldığını öğrenince çılgına dönen Feride Kamran ne zaman aklına gelse ona sarı çıyan diyerek nefretini dile getiriyor, Kamran’ın yeşil gözlerini hatırlatıyor diye incir reçelinden tiksiniyor kadın. Allah aşkına sırasıyla Kartal Tibet, Kenan Kalav ve Burak Özçivit’i Kamran karakteri için seçenlerin aklından ne geçiyordu acaba? Hele son dizi uyarlamasında cilveli Feride neyin nesiydi? Kamran’a olan ilgisini belli etmek kim Reşat Nuri’nin çılgın Çalıkuşu kim? Dul Neriman’ı Begüm Kütük gibi bir afete oynattık bari kadını daha fazla gösterelim diye Kamran’a yamamak nedir? Ayrıca gençlik tribine giren Neriman da gerçek dışı yahu, o kadın zaten genç. Arzu Tramvayı’nda yaşlılık bunalımına giren Blanche’nin kardeşini oynayan Stella’dan daha genç göstermesi gibi genç olmasına rağmen kendisinden dört yaş küçük Kamran’ın annesiymiş gibi tribe giren bir Neriman var. 

İlkbahar yaz sosyete kreasyonu’nu bize tanıtan Aşkı Memnu


Ah Bihter vah Bihter, kitabı okuyanın haline acıyacağı kendisinden güzel ve gençler diye kızlarını çekemeyen şirret bir anaya sahip kadın dizi sayesinde fettan bir seks objesine döndü. Halit Ziya Uşaklıgil’in Gustav Flaubert’in Madam Bovary’sinden esinlenerek yazdığı fakat Madam Bovary’den bile daha çarpıcı olan kitap zamanın çok ötesinde. Ne bileyim bana yazar yürek yemiş gibi geldi. Fransa da bile kocasını kan bağı olmayan adamlarla aldatan Madam Bovary ortalığı ayağa kaldırmışken Müslüman ve gelenekçi bir ülkede kocasını adamın yeğeniyle aldatan Bihter’in ortalığı ayağa kaldırması beklenir. Halit Ziya döneminin en cesur yazarlarından biri, zira Yunan mitolojisinden aşırı etkilenen yazarın Aşkı Memnu’su Elektra kompleksli kadınlardan geçilmiyor. İki dizide de hissedilmese de kitapta bariz olan şey Nihal’in babasına olan aşırı düşkünlüğünün Elektra kompleksinden kaynaklı olmasıydı. Bülent’i kardeşi değil oğlu gibi gören Nihal, çocuğun Bihter’e anne demesiyle çılgına döner. Dizinin aksine kitapta Bihter’i oldukça darlayan Nihal evlat olsa sevilmez cinstendi. Öte yandan babasını annesinin aşüfteliği yüzünden çocuk yaşta kaybeden Bihter de Adnan beyi ikinci bir baba gibi görmekte. Hatta Adnan onunla birlikte olmak istedi diye adama beni çok kırdınız Adnan bey diye sitem etmekte. Çünkü kadın kocasını kocadan çok baba olarak görüyor. Yani dizideki gibi Adnan’a aşık olup da daha sonra hormonlarının etkisine kapılıp kaslı Behlül’ün çekim gücüne kapılmıyor. Behlül desen dizideki gibi Bihter’in mezarı başında zırıl zırl ağlayacak kadar kadına aşık değil, gerçekler ortaya çıkınca kendi kıçını kurtarmak için ardına bile bakmadan kaçıyor. Evin hizmetçileri desen adeta gıybet canavarı haşereler, dizinin meraklı ama zararsız hizmetçileriyle alakası yok. Nihal’i gördükleri yerde kenara çekip Bihter konusunda atıp tutuyorlar. Kızı, Bihter konusunda dolduruşa getiren hizmetçiler hiçte dizide gösterildiği kadar masum değil. Fakat incelediğimiz dokuz diziden yola çıkarak uyarlamalar konusunda şu kesin bilgiyi verebilirim; Eğer bir kitap uyarlayacaksanız bunu çoğunluğun okuduğu, çok satan kitaplardan değil de lisede silah zoruyla okutulan Türkçeye çevrilmiş halini bile dedelerimizin zor anlayacağı kitaplardan seçin. Mesela Aşkı Memnu gibi… Çok iyi hatırlıyorum isminde yasak aşk geçiyor diye kitabı alıp da iki sayfa okuyamadan ben bundan bir şey anlamadım diye kitabı geri koyan bir yığın öğrenci olduğunu. Aşkı Memnu ve Yaprak Dökümü sakız gibi uzadı, suyu çıktı diye çok eleştirilmiş. Konusundan iyice saptı diye rahmetli öbür taraftan da mı yazmaya devam ediyor diye tepkilerle karşılansa da zamanında not olsun diye özetini okuyan lise öğrencilerinin okuduğu kitaplardan altı sezon dizi çıkarken çoğunluğun okuduğu Kurt Seyit ve Shura gibi bir kitaptan prestij olsun diye yirmi bir bölümlük dizi zor çıkar. 





13 Eylül 2016 Salı

                   Kadınlara Rahat Bir Nefes Aldıran İntikam Filmleri

Maalesef tecavüz, çocuk istismarı dünyanın tüm ülkelerin iğrenç bir gerçeği. Bitmeyen bu iğrençliğe karşı sinema sektöründen kadınların içlerinin yağını eritecek rahatlatıcılıkta filmleri derledim. Filmleri sadece popüler Hollywood sinemasından değil Avrupa’dan Asya’ya kadar ülke sinemalarına açılarak derlemekteki amacım üstte bahsettiğim iğrençliklere karşı verilen kültürel tepkileri ölçmektir. Malum sinema kültürdür ve her sinema, ülke kültürünün olaya bakış açısını gösterir. Amerikan kültürü Rambo kadın figüründen çekinmezken Asya kültüründe kadının intikamını almak genelde aileden bir erkeğe düşüyor. Uzak doğu sinemasında ise kadın ölse de hortlayıp tecavüzcülere musallat olmayı tercih ederken Avrupa sinemasında psikopata bağlayan koca ve baba görmek mümkün. Öte yandan sabi sübyanın da sübyancıya ölümüne tepki gösterdiği filmler de mevcut. İzleyeni ferahlatıp, oh be dedirtecek rahatlatıcılıktaki filmlerden çıkan sonuç alma kadının çocuğun ahını çıkar hadım hadım.

 The Last House On The Left: Benim babam senin babanı döver


Wes Craven’in yazıp yönettiği 1972 yapımı Soldaki Son Ev’in ilk kısmı doğum gününde kanlı bir cinayete kurban giden Mari ve arkadaşının hikayesine odaklanıyor. İkinci kısımda en az birinci kısım kadar kanlı. Çünkü Mari ve arkadaşını kaçırıp zevk için işkence eden psikopatlar ormanda Mari’yi ellerinden kaçırır, olay yerinden kaçmaya çalışırlarken de kaza geçirirler. Yaralı bir halde sığındıkları evse Mari’nin ailesinin evidir, öte yandan yaralı haldeki Mari de güç bela evine gelir. Anne ve babası kızlarının halini görünce psikopata bağlar, ona ve arkadaşına zevk için işkence eden psikopatların evdekiler olduğunu anlayınca da filmin efsane intikam kısmı başlar. Baba doktor olunca cerrahi yeteneklerini konuşturur, en son grup lideri kıvırcığı elindeki elektrikli testereyle köşeye sıkıştırmıştı. 

I Spit On Your Grave: Dokunulmazlık oyununda zor anlar


Yönetmen Meir Zarchi arabasıyla giderken yol kenarında tecavüze uğradığı için şoka girmiş bir kızla karşılaşır, onu hastaneye götüren Zarchi kızın halinden çok etkilenir ve 1978 yapımı en vahşi on film listesine girmiş Mezarına Tüküreceğim filmini çeker. Genç bir yazar olan Jennifer kitabını yazmak için sessizliğe ihtiyaç duyar ve dağ evine gitmek için yola çıkar. Yolda uğradığı benzincideki hayvan ( soldan birinci ) buralardan değilsiniz diye laf açmaya çalışır. Kadın da yazar olduğunu kitabını yazmak için rahat ve sesiz bir ortama ihtiyaç duyduğunu söyler. Bu hayvan ve iki arkadaşı gece kadının evini basar, adamların elinden kurtulan kadını yolda şerefsiz şerif bulur. Kadın şerife başına gelenleri anlatır, şerif kadını evine götürüp etrafı kontrol eder. Bundan sonra olanlar insanda sinir bırakmayacak derecede iğrenç, zavallı kadını tek bulan şerifte kasabadan tanıdığı gençlerle bir olur. Yahu salonda kadına tecavüz ederlerken şerif olacak insanlık müsvettesini kızı arar. Evet, bir de bu hayvan bir kız çocuk babası. Kadının ağzını kapatmalarını emreden şerif bey kızıyla nasılsın canımın içi, ben de seni seviyorum bebeğim, şu anda görevdeyim ama sabah yanında olacağım diye sevgi dolu bir baba gibi konuşur. İnsan özellikle de bu ikiyüzlü iğrenç an karşısında sinirlerine hakim olamıyor. Film boyunca tecavüzcülerin topuna beddualardan beddua beğenirsiniz de en fazla da şerif olacak o hayvana söversiniz. Görevi insanları korumak olan bu hayvan çaresiz buldu diye, yalnız diye kadıncağıza yapılan herşeye göz yumup tecavüzcülerle bir oluyor. Kadın ormana kaçıp bu gelişimini tamamlamamış yaratıklardan kurtulmaya çalışıyor ama başaramıyor. Tecavüze uğramış, dövülmüş, vücudu yara bere içindeki kadının haline bakıp kendilerinden utanacakları yerde olanlar duyulmasın diye zaten ölmek üzere olan kadını öldürmek istiyorlar. Jennifer ise göle atlayıp kayıplara karışıyor, nasıl olsa ölmüştür diye hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam etme şıkkını seçen tecavüzcüler ise birkaç hafta sonra doğduklarına pişman oluyor. İntikam için geri dönen Jennifer, kendisine tecavüz edip öldürmeye çalışanlardan intikamını teker teker alıyor. İntikamların hepsi çok iyi de en iyisi tabi ki ikiyüzlülük sınırlarını zorlayan şerif beye biçilen intikam şekliydi.

Teeth: Vagina Dentata!


Dawn’ın bekarete önem veren bir hanım kızımız olarak bekaret gurubuna üyedir. Yalnız üvey ağabeyi olacak manyak hayatı kıza zehreder. Sınıf arkadaşı olacak çemçük ağızlı Ryan ise kızın bekaretini alacağına dair arkadaşlarıyla iddiaya bile girmiştir. Yine birgün bu utanmaz çemçük Dawn’ın etrafında dolaşırken Dawn’a üç yaşından beri hasta olan üvey ağabeyi, Ryan’ı eşek sudan gelene kadar pataklar. Dawn’ın etrafı yeterince sorunlu erkekle dolu değilmiş gibi bir de bekaret gurubunda tanıştığı Tobey adlı sinsi çıkar. Tobey önceleri bence bekaret bir kadının en kutsal hazinesidir ayakları çekerek Dawn’ın gözlerinin önünde yıldızları uçurur. Zavallı kızcağız ay tam hayallerimin erkeği, ben telimle duvağımla Tobey’in olmalıyım diye hayaller kurar. Fakat o ne? Kızı pikniğe davet eden Tobey hadi yüzelim diye tutturur, suya girdiklerinde de rahat durmayan çakal Tobey Nuri Alçovari çakallıklarla saftirik Dawn’ı kandırmaya çalışır. Bak şu mağaranın içinde çok güzel şeyler var, gel göstereyim diye mağaraya tıktığı saf kızceğize tecavüze yeltenir. Fakat ava giderken avlanan Tobey’ın çığlıkları mağarayı inletir, Dawn’ın ağzı yerine başka bir yerinde çıkan dişleri kızı Tobey’in tecavüzünden kurtarır. Film boyunca bende bir anormallik var diye ağlayan Dawn jinekologa gidip muayyene olmak ister fakat muayyene sırasında jinekologun da parmakları kopar. Kızım korkup ağlayacak ne var Allah aşkına, Allah’ın sevdiği kuluymuşsun da mevlam sana doğal koruma vermiş işte. Keşke tüm dişilerde kızlık zarı yerine sendeki dişlerden olsaydı tecavüz oranı sıfıra inerdi.

 One Way: Arkadaşlık yok, dostluk yalan


Reto Salimbeni’nin yazıp yönettiği 2006 yapımı One Way ise aşk, para ve arkadaşı arasında kalıp aşk ve parayı seçen Eddie’nin vicdan azabına odaklanıyor. Bir zahmet vicdan azabı çeksin odun. Zira işinin ehli bir reklamcı olan Eddie bir yandan patronunun güzel kızıyla nişanlıyken bir yandan da iflah olmaz bir çapkındır. Adamın hallenmediği tek kadın, asistanı Angelina da zaten arkadaşıdır. Öte yandan kayın biraderi olacak Anthony de aşırı yükselişini kıskandığı Eddie’den hiç hazzetmediği için adamın açığını arıyor. Bunun için de Eddie’nin peşine adam takmış ve bu sayede de Eddie’nin kardeşini aldattığını öğrenip şantaj için Eddie ve sevgilisinin çarşaf çarşaf fotoğraflarını çektirmiş. Allah’ım Brezilya dizisi gibi entrikalı filmin intikam neresinde dediğinizi duyar gibiyim. Filmde intikamın kralı var sayın seyirciler, şöyle ki ünlü bir hava yolu şirketiyle milyon dolarlık reklam anlaşması yapılmasını sağlayan Eddie’ye kayınpederi yüzde on ortaklık verir. Zaten Eddie’den nefret eden Anthony, babasının teklifiyle küplere biner ve Eddie’nin başarısında büyük payı olan asistanı Angelina’ya tecavüz eder. Kızı garajda ağlarken bulan Eddie de olanları öğrenince arkadaşının yanında olur ve Anthony’ye dava açması için Angelina’yı cesaretlendirir. Fakat Anthony zamanında adam tutup bunun ve sevgilisinin fotoğraflarını çektirdiği için Anthony’nin şantajına boyun eğip arkadaşını mahkemenin ortasında yalnız bırakır. Geçmişinde başka bir tecavüz vakası daha olan Angelina, Anthony’nin mahkemedeki aşağılayıcı tavırları yüzünden iyice çileden çıkar. Filmin en güzel noktası Anthony ve Angelina’nın arabadaki konuşmasıydı. Kadın ve erkeğin tecavüze bakış açısını çok net bir biçimde vurgulayan bu kısımda erkek yaptığının suç olduğunu kabullenmiyor. Bu yüzden de hiçbir vicdan azabı hissetmiyor, çünkü yaptığı şey suç değil. Alt tarafı seksti. Ne yani daha önce hiç sevişmedin mi sanki? diye bağırıyor Anthony kızın suratına. O zaman da Angelina ne hissettiğimi bilmek ister misin? Deyip yaşadığının aynısını Anthony’ye yaşatarak intikamını alıyor.  

American Mary:  Size ufak bir estetik müdahalede bulunalım hocam


Tıbba tapan, doktor olmak için çıldıran Mary evinde aşkla hindi diken bir tıp öğrencisidir. Fakat tıp fakültesi pahalı bir bölümdür ve Marycik faturalarını ödemekte bile zorlanmaktadır. Bir gün gene dersi pür dikkat dinlerken alacaklılar tarafından aranır, kızın telefonla meşgul olduğunu gören disiplin manyağı hocası Dr. Grant küplere biner. Madem dersimi dinlemiyorsun söyle bakalım şu sorunun cevabı ne diye kıza sağlı sollu soruları kurşun gibi yağdırır. Fakat Mary hepsine çatır çatır cevap verir, ders çıkışı derste telefonu çaldığı için hocasından özür diler. Derste kıza on kaplan gücünde kükreyen Dr. Grant da sende başarılı bir cerrah olacak potansiyel var ama kendini daha fazla derse vermelisin çünkü bir cerrahın hata yapma lüksü yok diye kıza öğüt verir. Buraya kadar her şey normal anormal olan kısımsa Mary’nin geçim sıkıntısıyla boğuştuğunu gören ideal hocası Dr. Grant’ın, birkaç hafta sonra pahalı okul kitaplarını alıp üzerine yeni bir steteskop bile alan Mary’i fahişe görünüşlü bir kadınla gördü diye fahişe sanması. Bunun üzerine Dr. Grant, asistanlarından birine evinde yapılacak partiye Mary’i de davet ettirip partide kıza tecavüz eder. Sırf yanında fahişeye benzer bir kadın gördü diye öğrencisini fahişe sanmasını, diğer doktor arkadaşlarıyla kız hakkında dedikodu etmesini bile anlarım da bir insan sırf fahişe diye tecavüzü hak ediyor mu? Film okumak cehalet alır eşeklik baki kalır atasözümüze güzel bir örnek olmuş. Tabi tecavüze uğrayan Mary’nin gösterdiği tepki de alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste denecek cinsten. Araba modifiye eder gibi vücut modifiye etmeye karar veren Mary, arkadaşına kaçırttığı hocasına haklısınız hocam bir cerrahın hata yapma lüksü yok o yüzden tıpta yeni alanım olan vücut modifikasyonunda hata yapmamak için sizi denek olarak kullanacağım der. Cerrahi yeteneklerinden ve hayal gücünden ilham alan Mary, ağzını burnunu deldirmekten bıkıp dilini ayırtmak, alnında boynuz çıkartmak isteyenlerin bir numaralı tercihi olur. Tabi bu yeteneklerini geliştirmesinde hocasının da katkısı yok değil.

Audition : Derine daha derine acımı kazıyayım tenine


Aoyama karısının ölümünden sonra ikinci bir evlilik yapmamıştır. Ama oğlu büyüyüp yavaş yavaş kendi hayatı üzerine odaklanmaya başlayınca, Auyama’nın arkadaşı artık evlenmesinin vakti geldiğini düşünür. Auyama önce bu fikre pek sıcak bakmaz fakat arkadaşı bu konuda ısrarcıdır. Çekecekleri filme kadın oyuncu aradıklarını söyleyip gelecek kadınlardan birini kendine eş olarak seçmesi konusunda Auyama’yı ikna eder. Auyama’ya da bu fikir mantıklı gibi gelir ve arkadaşının teklifini kabul eder. Bunda tuhaf olan ne, adam kendine can yoldaşı arıyormuş, oğlu büyümüş, çocuk yarın öbür gün evlenince babasıyla yaşayacak değil ya? Adam, oğlu evlendikten sonra yalnız mı kalsın? Aslında mantıklı değil mi, sonuçta yalnızlık Allah’a mahsus. Ama Auyama bey yarışmaya katılacak kızların yaşının kendisine değil de oğluna yakın olmasını istiyor, yani abimiz sözde kendisine can yoldaşı arıyor ama kırklarının sonunda olmasına rağmen yirmi otuz yaş aralığında bir kadınla evlenmek istiyor. Allah belasını vermiş midir nedir? Yarışmaya o kadar kız başvurmasına rağmen Auyama abimiz seçe seçe çocukluğunda üvey babasının cinsel istismarına uğradığı için balatayı sıyırmış melek yüzlü şeytanı seçiyor. 

Candy Hard:  Yumurtanın sarısı gitti Jeff’in yarısı


Fotoğrafçı olan Jeff internetten tanışıp buluşmaya gittiği Hayley’in sabinin teki olduğunu görmesine rağmen kızı evine davet etmekten çekinmez. Sen misin on dörtlük sübyanı eve davet eden meğer kız memleketteki tüm sübyancıların listesini tutup evlerine gidince onları teker teker öldüren bir psikopatmış. Jeff bey aman da ne şeker kız, ben bunun evde uygunsuz fotoğraflarını çekerim hihihi diye gülerken Hayley’de bu pis sübyancının ölümüne nasıl intihar süsü versem diye düşünmektedir. Eve vardıklarında Jeff’in içkisine ilaç atan Hayley, bayılınca elini kolunu bağladığı adama daha önce kaç çocuğun uygunsuz fotoğraflarını çektiğini sorar. Jeff önce kabul etmez ama iyice köşeye sıkışınca sübyancı olduğunu kabul eder. Hayley, çıplak fotoğrafları çekildiği için intihar eden küçük kızdan bahsedince Jeff kızın ölümünde bir payı olmadığını söyleyip tüm suçu arkadaşı olan diğer fotoğrafçıya atar. Bilmediği şeyse Hayley’in işkencesinden geçen arkadaşının da suçu Jeff’e atmasıdır. Hayley açık açık onu öldüreceğini, onun gibilerinin yaşamaya hakkı olmadığını Jeff’e söyler. Jeff’te onu vazgeçirmek için adam öldürmenin suç olduğundan bahseder, hapis cezası alacağından belki de idam edileceğinden bahsedip kızı korkutmak ister. Ama Hayley de son derede hazır cevap bir kardeşimizdir ve kendisini korkutmaya çalışan Jeff’e “Bana tecavüz etmeye çalıştığın için kendimi korumaya çalıştığımı söyleyip mahkemede ağlarım, dünya üzerinde tecavüze uğrayan her kadın bana sadece bir dolar gönderse ülkenin en iyi avukatını tutarım!” der. Jeff, kızın söylediklerinden sonra artık kaçacak yeri olmadığını anlar. Jeff’e son teklifini yapan Hayley, eğer intihar edersen sübyancı olduğuna dair tüm delilleri yok ederim. Böylece kimse senin nasıl biri olduğunu bilmez der. Kızın söylediklerinin en mantıklısı olduğunu anlayan Jeff kendini evin çatısından atarak intihar eder ama Hayley verdiği sözü tutmaz. Ölmüş olsa da bir sübyancı sübyancıdır ve insanların bunu bilmeye hakkı var.

The Girl With The Dragon Tattoo: Döverim seni 


Kitapta ayrı dizide ayrı sövülmek kimseye kolay kolay nasip olmaz Nils Bjurman. Ailecek hatta sülalecek toplanıp sövülecek bir karakterde olduğunun farkındasın değil mi? Devlet tarafından vasisi olarak atandığın Asperger sendromlu kıza kendine ait parasını vermek için bile ilişki teklif etmek nasıl bir öküzlüktür? Üstelik ilişki teklifinde bulunduğun kız 1.50 boylarında kırk kilo civarında kız çocuğu görünümlü bir şey, galiba yılda en az iki kez uzak doğu ülkelerini ziyaret eden kuzey ayılarından birisin. Lisbet Asperger sendromundan mustaripti ama sanırım sen de ağır sosyopattın, avukat olup iş yaşamında psikopatlıklar yaptığın için seri katil olmayı es geçmiş bir sosyopattan başka bir şey olamazsın. İki kız çocuğu babasısın ama sübyancı olabiliyorsun demek ki empatiden yoksunsun, devletin sana emanet ettiği sorunlu kıza kötü davranabileceğini düşünüyorsun çünkü o çaresiz. Rahatsızlığından dolayı kendi karalarını vermekte bile özgür olmayan bir kıza kim inanır ki, değil mi? Sen toplum tarafından saygı duyulan bir mesleğe sahipsin ama o çocukluğunda akıl hastanesinde yatmış bir deli, senden şikayetçi olsa kendini çok kolay savunursun. Mahkeme de sana inanır. Neden? Çünkü Lisbeth hasta, o kendi karalarını bile veremiyor. Eğer kendi parasını almak istiyorsa senin iznine ihtiyacı var, izni almak istiyorsa sana ya oral seks yapacak ya da sapık fantezilerini karşılayacak. Sinir kestim ulan senin yüzünden, kızı Emrah’ın anasından beter duruma düşürdün. Kitapta Lisbeth’ten para vermene gerek olmayan bir fahişe diye bahsettiğin kısımda bende beddua bitti ama sende öküzlük bitmedi. Kız alışverişe gidip yiyecek bir şey alacak bankadaki parasını kullanmak için bu hayvanın yanına geliyor, para mı istiyorsun Lisbeth o zaman benim mikrofonu tutacaksın. Kız laptopunu çaldırıyor yenisine ihtiyacı var çünkü işi gereği araştırma yapması lazım. Bjurman beyin yanına gidip durumu anlatıyor, öyle mi o zaman bu gece evime gelmen lazım. Yahu kız borç para filan istemiyor, istediği para zaten kendisine ait sen neyin köpekliğini yapıyorsun? Lisbeth bunun hayvanlıklarına daha fazla dayanamaz ve çantasına gizli kamera yerleştirip avukatın evinin yolunu tutar. Bu sayede adamın sapıklıklarından kurtulacağını sanır, fakat evde sadistçe tecavüze uğrar. Çantasındaki gizli kamera tecavüzü görüntüler, yani kızın adamın tacizlerinden kurtulduğunun garantisi vardır. Ama Lisbeth bununla da yetinmez, bir dövme makinesi alıp avukatın evine gider. Etkisiz hale getirdiği adamın karnına tecavüzcü bir domuz olduğunu yazan Lisbeth, anal seksten hoşlanan avukat beye tecavüz gecesi yaşadığı acının aynısını yaşatır.

 Speak: Siz benim neden sustuğumu nerden bileceksiniz?


Melinda neşeli, kıpır kıpır, on dört yaşında bir genç kızdır. Arkadaşlarıyla gittiği bir partide tanıştığı Andy’nin tecavüzünden sonra şoka giren Melinda polisi arar. Partiyi polis bastığı için okuldaki herkesin nefret odağı olan Melinda, yaşadığı tecavüz olayı üstüne bir de okulda dışlanma yaşadığı için iyice içine kapanır. Kimseyle konuşmayan Melinda, suskunluğu yüzünden okul yönetiminden de tepki görür. Okulun anlayışsız müdür yardımcısının hışmına uğrayıp duran kız, suskunluğu savunma mekanizmasına dönüştürmüştür. Okula yeni gelen resim öğretmeni dışında kimsenin anlamadığı genç kız zor günler geçiredursun tecavüzcü Andy bey utanıp sıkılmadan güle eğlene okulda dolanmaktadır. Hatta zamanında Melinda’nın en yakın arkadaşlarından biri olan kıvırcık Rachel’la çıkmaya başlamıştır. Geçmiş güzel günlerin hatırına arkadaşını uyarmak isteyen Melinda, konuşmasa da bir kağıda yazarak Andy’nin ona tecavüz ettiğini söyler. Kıvırcık önce inanmaz ama sonra kuşkuya kapılıp Andy’ye sorar, hem suçlu hem güçlü utanmaz Andy inkar etse de şüpheden kurtulamayan Rachel durumu diğer kızlara da anlatır. O sırada Andy kudurmuş köpek gibi Melinda’nın peşine düşer ve kızı resim atölyesinde bulur. Melinda’ya hakaret edip saldırmaya kalkan Andy bu sefer yaş tahtaya basar. Bir yıldır fırtına öncesi sessizlik moduna giren genç kız, Andy’ye karşı kasırga gibi yıkıcı olur. Bu sırada Rachel’den tecavüz olayını duyan Melinda’nın eski arkadaşları ellerinde hokey sopalarıyla kızın yardımına koşar. Eline geçirdiği tineri Andy’nin yüzüne boca eden Melinda, karşısında çocuk gibi zırlamaya başlayan Andy’ı bırakıp bitkin bir şekilde koridora çıkar. Filmin sonunda Melinda arkasından öküz gibi neler oluyor diye bağıran anlayışsız ve saçsız müdür yardımcısını ve ona inanmak için biraz geç kalan arkadaşlarını geride bırakıp yürür gider.

Shutter: Boynu altında kalasıca Tun


Mazisi karanlık bir fotoğrafçı müsveddesi olan Tun, kız arkadaşı Jane’yi de alıp okul arkadaşının düğününe gider. Dönüş yolunda Jane bir kadına çarpar ve korkuya kapılır, kadına bakmak ister ama Tun kaçmaları konusunda ısrar eder. Aradan zaman geçer Tun olacak zevat mezuniyet fotoğrafları çekmek için gittiği okulda öğrencilerin fotoğrafını çekerken öğrencilerin arasında karartı görür. Önceleri bunun bir pozlama hatası olduğunu düşünse de büyüteçle bakınca karartının kadın yüzüne benzediğini fark eder. Bundan sonraki günlerde ağzı yüzü kan revan içinde bir korkunçlu kadın, Tun ve sevgilisi Jane’ye musallat olur. Çarptıkları kadının ruhunun kendilerine musallat olduğunu düşünen gençler, araştırmacı gazeteci gibi kazadaki kadın hakkında araştırma yapar ama bir halt bulamazlar. Öte yandan Tun’un okul arkadaşları birer birer intihar etmeye başlar, en son birkaç ay evvel düğününe gittikleri meymenetsiz arkadaşı da intihar eder. Tun ve Jane cenaze evine gittiklerinde adamın perişan olmuş karısı, kocasını intihara sürükleyen şeyin ne olduğunu anlayamadığını, son bir haftadır kocasının kendisini rahatsız eden hayalet bir kadından bahsettiğini söyler. Bahsi geçen kadının kazadaki kadın olduğundan şüphelenen Jane’nin kafası karışır, kadına çarpanın o olmasına rağmen hem Tun hem de arkadaşlarının hayalet bir kadının saldırısına uğramasına anlam veremez. Kafası iyice karışık olan Jane, Tun ve intihar eden üç arkadaşının tek ortak noktasının okulları olduğunu düşünüp sevgilisinin eski okuluna gider. Yıllıklara bakan Jane, ismi Natre olan bir kızın Tun’un çektiği fotoğraftaki karartıya çok benzediğini fark edip Natre’ye ne olduğunu öğrenmek için kızın adresine gider. Bundan sonraki kısım insanın kanını donduracak kadar iğrenç, film boyunca insanı korkudan battaniye altına saklanmaya iten Natre’nin dramına şahit oluyoruz. Okul zamanlarında sessiz ve yabani bir kız olarak adlandırılan Natre ile Tun’un arkadaşları sürekli dalga geçer. Fakat Tun kızla arkadaşlık kurar, Natre ve Tun çıkmaya başlar ama Tun bu gerçeği arkadaşlarından saklar. Tun okul yıllarından beri fotoğraf sevdalısıdır ama gücü profesyonel bir makine almaya yetmez, bunu fark eden Natre çok istediği makineyi Tun’a hediye eder. Bir gün Tun’un mal arkadaşları Natre’nin ders çalıştığı laboratuvarı basıp kızla dalga geçerler, kızı tuhaf buldukları için dalga geçme hakkını kendilerinde bulan bu mal üçlüden biri kıza tecavüze kalkışır. Natre’nin çığlığına koşan Tun olanları görünce kalakalır, Natre ondan yardım isterken kızın üstündeki arkadaşı da Natre’nin olası şikayetini engellemek için ikisinin fotoğrafını çekmesini ister. İşte bu kısımda Tun beyin nasıl bir yaratık olduğunu anlarsınız zira beyefendi yardım isteyen, tecavüze uğramak üzere olan Natre’ye yardım edeceği yerde kız ve arkadaşının fotoğrafını çeker. Hem de kızın hediye ettiği makineyle… Şimdi böyle bir duruma Natre intikam almak için öbür dünyadan gelmesin de ne yapsın değil mi?

Raavan: Alma mazlumun ahını çıkar ustura ustura


Beera halkın gözünde bir Robin Hood olsa da kanunun gözünde bir suçludur. Kast sisteminin üst katlarında yer alan komiser Dev, Beera’yı yakalamayı aklına koymuştur. Fakat bu konuda biraz ileri gidince ortalık karışır, Beera’nın tek kız kardeşi Jamuni’nin düğününü basan polisler Beera’yı yaralar. Beera yakalanmasın diye karışıklık çıkaran halk sayesinde adamları yaralı haldeki Beera’yı kaçırır. Beera’yı kıl payı ellerinden kaçırdıkları için burnundan soluyan komiser yardımcısı Hermant, düğünü basıldığı için bir köşede sinirden ağlayan Jamuni’nin yanına gidip ağabeyin nereye kaçtı diye sorar. Kızın düğünü rezil olmuş, ağabeyi vurulmuş, kocası olacak kavat kaçmış onun derdi başından aşkınken sorulan soru karşısında tepesi atan genç kız, polislerin köpeği yok mu ağabeyimi yakalamak için onların burnunu kullanın diye tersler adamı. Hermant bey de kızı burnundan tuttuğu gibi tutuklar, karakolda tecavüze uğrayan üstüne bir de dalga geçilen Jamuni kendini kuyuya atarak intihar eder. Kardeşinin başına gelenler yüzünden deliye dönen Beera ve adamları Jamuni’nin intikamını almak için komiser Dev’in hanımı Ragini’yi kaçırır. İnancına göre öldürmek için kaçırdığı kişiyi on dört gün içinde öldürmesi gereken Beera, Ragini’ye aşık olduğu için kadını öldüremez. Fakat Ragini’ye aşık olan tek kişi Beera değildir, kocası da kadına aşıktır ve karısını kurtarmak için emrindeki tüm polisleri Beera’nın peşinden gönderir. Bunların içinde Beera’nın kardeşi Jamuini’yi tutuklayan Hermant’ta vardır, Beera’nın adamları aramalar sırasında ormanda kamp kuran Hermant’ı kaçırırlar. Saçları bir ustura yardımıyla törenle kesilen Hermant daha sonra başına kadar kuma gömülür, en son bir öküzün çektiği tahtaya bağlanıp ölmesi için bırakılmıştı. 

İrreversible: Eski koca dehşet saçtı


Rica ederim eski kocalar hep böyle dehşet saçsın, karısına değil karısına musallat olan kenelere karşı olsun. Alex, eski kocası Pierre ve sevgilisi Marcus’la bir partiye katılır. Amacı partide sevgilisi Marcus’a sürpriz yapmaktır, ama adamın çocukça tavırlarına daha fazla dayanamayıp eski kocasına veda ederek partiden ayrılır. Alt geçitten geçtiği sırada bir hayat kadını ve pezevenginin tartıştığını görür, adam bıçak çekince paniğe kapılıp bir an önce geçitten çıkmak ister. Hayat kadını pezevengin elinden kaçarak kurtulur ama o sırada karşısında Alex’si gören adam elindeki bıçakla kadını köşeye sıkıştırır. Sinema tarihinin en net, uzun ve rahatsız edici tecavüz sahnesine sahip film insan olan herkes için rahatsız edici hatta mide bulandırıcı. Ama asıl iğrenç kısım adamın tecavüzden sonra yerden kalkmaya çalışan kadının yüzüne ve karnına sert ve seri tekmeler indirmesi. Alex’e tecavüz ettikten sonra öldürmeye de çalışan adam, kadının ağzını burnunu dağıtıp gittikten sonra ambulans ve polis sirenlerini duyan Pierre ve Marcus, Alex’e olanları öğrenip deliye dönüyor. Gece boyunca Alex’e tecavüz eden adamı sokak sokak arayan ikili zor da olsa adamı pavyondan bozma bir gece kulübünde buluyor. İşte bu kısımdan sonra boşansa bile hala aşık olduğu Alex’in başına gelenler yüzünden psikopata bağlayan Pierre, eline aldığı yangın tüpüyle tecavüzcünün suratını bir güzel dağıtıyor.

La Piel Que Habito: Sarhoştum hatırlamıyorum


Robert’in çok sevdiği güzelliğine aşırı düşkün karısı geçirdiği bir kazadan sonra vücudu yanınca kendini camdan atar. Kadın ölür, daha kötü olanıysa kadın intihar ettiği sırada kızı Norma da bahçede oynamaktadır ve annesinin intiharına şahit olur. Olay sırasında henüz on iki yaşında olan Norma, yaşadığı büyük şoktan sonra psikolojik sorunlar yaşamaya başlar. Kız uzun süre klinikte kalır, doktoru babası Robert’i arayıp Norma’nın sosyalleşmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine babası da kızını yakın bir arkadaşının düğününe götürür. Düğüne davetli olanlardan biri de çapkınlık sınırlarını zorlayan Vincete’dir. Alkolün dibini vurup üstüne bir de uyuşturucu alan Vincete, kenarda sessiz sakin takılan Norma’yı gözüne kestirir. Gençler düğün saatleri ilerleyince arka tarafa geçerler, Norma’nın yanına yaklaşan Vincete kızı guruptan ayırıp tenhaya çeker. On iki yaşından beri insan içine çıkmayan Norma, Vincete’nin niyetini anlamaz. Topuklu ayakkabılarla yürümekte zorlanınca ayakkabıları çıkarıp bunlardan nefret ediyorum elimde olmazsa giymezdim. Hatta kıyafetlerden de nefret ediyorum beni boğuyorlar, elimde olsa hepsini çıkarırdım der. Kızın sözlerini yanlış anlayan kafası zaten bin beş yüz olmuş Vincete, sana yardım edeyim diye kızı soymaya çalışır. Norma’yı zorlayarak ilişkiye girmeye çalışın Vincente, kız bağırınca da ağzını kapar. Refleksle elini ısıran Norma’yı durdurmaya çalışan Vincete başarılı olamayınca kızın başını ağaca çarpar. Norma bayılınca panikle toparlanıp kaçar, Robert yolda motorla üstüne gelen birini görür. Kızını arayan adam Norma’yı ağacın altında, yarı çıplak ve baygın bulur. Kızını ayıltmaya çalışır, ama kızı ayılınca babasını tecavüzcüyle özdeşleştirip çığlık atmaya başlar. Adam kızının tecavüze uğradığına mı yansın yoksa onu bulan babasını tecavüzcüsü sanıp babasından korkmasına mı yansın şaşırmışken bir de üstüne kızı intihar edince iyice krize girer. Vincete’yi kaçırtıp karanlık mağaralara kapatan Robert asıl darbeyi en son indirir ve çocuğu özel kliniğinde ameliyata alır. Ayılınca ilk iş bana ne yaptın diye soran Vincete’e de yanıtı oldukça manidardı: Vajina… 

Ms. 45: Kadının kendi türünden başka düşmanı var mı acaba?


Thana bir moda atölyesinde çalışan dilsiz bir genç kadındır. İçine kapanık, sakin bir kız olan Thana dikkat çekici bir güzelliğe sahiptir. İş çıkışı evine giderken sokak arasında silahlı bir saldırganın tecavüzüne uğrar. Şok içinde evine gider ama evine giren hırsızın de tecavüzüne uğrayan genç kadın hırsızı başına ütü vurarak öldürür. Aynı olayın başına bir daha gelmesine engel olmak için bir silah alan Thana, kendisine yaklaşmaya çalışan her erkeğin ona tecavüz etmeye çalışacağını sanır. İyice psikolojisi bozulan Thana’ya iş yerinde de patronu asılmaktadır. Bir gün iş arkadaşlarıyla gittikleri kafede çapkın bir moda fotoğrafçısının da dikkatini çeken Thana, adamdan kaçmak ister ama ısrarla peşini bırakmayan fotoğrafçıyı da stüdyosunda öldürür. Bu kısımdan sonra Thana’da kayışlar kopar, her gece fahişe gibi giyinip silahını da yanına alan Thana kendisine yaklaşan her erkeği tenhalarda öldürmeye başlar. En son iş arkadaşlarıyla gideceği Noel partisinde toplu erkek katliamı yapmayı planlayan Thana, katliamına başladığı sırada bir adet Playboy tavşanı hanım tarafından bıçaklanarak öldürülür. Elindeki bıçağı penisi simgeler gibi tutan Playboy tavşanı, arkası dönük Thana’yı sırtından bıçakladığında katilini görmek için arkasını dönen Thana’nın yaşadığı hayal kırıklığı dilinin bile çözülmesine yol açar. Kadının son sözleri bile sister olur. Aslında film kökeni on sekizinci yüzyıla kadar uzanan feminizmin neden başarıya ulaşmadığını ve ulaşamayacağını da çok güzel anlatıyor. Sorun kadınlar değil Playboy tavşanı ruhlu kadınlar. Thana’yı öldüren bu embesil, biraz aklını kullansa kadının partidekileri değil de sadece erkekleri öldürmesinden bir anlam çıkarırdı. Hadi o panikte anlamadın diyelim bu durumda kalkıp kadını sırtından bıçaklaman mı gerekir? Yaralasan olmaz mı? Sezar’ı bıçaklayan Brütüs gibi kalleşçe sırtından bıçaklıyor bir de!

Namus: Ve söz Fato ablamızda


Bir çiftlikte kahyalık yapan Ali’nin Zeynep ve Ayşe adında iki güzel kızı vardır. Bir gün çiftlik sahibinin İstanbul’da okuyan sarışın ve şımarık oğlu Orhan, babasının yanına gelir. Çiftlikte sıkıntıdan patlayan Orhan, Zeynep’i görünce onunla gönül eğlendirmek ister. Ama ayılık sınırını zorlayan Orhan kalkıp tenhada kıza tecavüz eder, safım Zeynep’i de babama söylerim evleniriz olur biter diye kandırır. Ama yaz tatili bitince ardına bile bakmada çiftlikten gider, Zeynep’in hamile kalması üzerine kızdan gerçekleri öğrenen çiftlik sahibi Kemal bey oğluna baskı yaparak Zeynep’le evlenmeye razı eder. Kızı düğün hazırlıkları için İstanbul’a götürür ama Kemak bey düğünden önce fenalaşıp ölünce Orhan olacak sarı çiyan düğünden vazgeçer. Zeynep, babası Ali Kahya üzülmesin diye kurmaca da olsa bir evlilik için Orhan’ın ayaklarına kapanır. Ağır meşe palamudu olan Orhan da sırf arkadaşlarını eğlendirmek için bu tertibatı yapar. Ali kızının evlendiğini sanarak mutlu mesut çiftliğe döner ama Orhan başındaki bebek belasından kurtulmak için Zeynep’e pis bir oyun oynar. Kızı evden de atan Orhan mikrobu yüzünden sokaklara düşen Zeynep verem olur, babası kızının başına gelenleri öğrenince onu yanına alır. Orhan’a ait olan çiftlik evinden de ayrılıp iki kızı ve küçük kızının kocasıyla beraber yaşamaya başlar. Çiftlik evini satmak için çiftliğe gelen Orhan, derede su doldururken gördüğü Ayşe’nin peşine takılır. Hamile olan kıza ahırda tecavüze yeltenir, kardeşinin çığlığını duyup hasta yatağından çıkıp gelen Zeynep, Orhan’ın bir tokatla bayılttığı kardeşi Ayşe’ye de tecavüze yeltendiğini görünce deliye döner. Eline geçirdiği kazmayla Orhan’ı öldüren Zeynep, geçte olsa Orhan’dan hem kendinin hem de kardeşinin intikamını alır. Evet biliyorum, aslında film içerdiği ağır melodram yüzünden gerçekçiliğini yitiriyor. Ama üstteki listeyi inceledinizse tecavüze uğrayan kadınlar eğer ölmedilerse aslanlar gibi tecavüzcülere haddini bildiriyor. Tecavüz tüm dünyada var olan iğrenç bir gerçek, bu yüzden de listeyi yaparken sadece popüler Hollywood filmlerinden değil Avrupa’dan Asya’ya kadar pek çok ülkeden bu konuyu işleyen filmleri inceledim. Doğu kökenli filmlerde kadınlar tecavüze uğradıktan sonra genelde intiharı seçiyorlar ve kadının intikamını almak kocasına ya da ağabeyine, babasına filan düşüyor. Asya kökenli filmlerde de aynı durum mevcut sadece intihar eden kadın hortlayıp kendini intihara sürükleyenlerden intikamını alıyor. Hollywood filmlerinde kadın kahramandan çekinmedikleri için tecavüze uğrayan bir kadın Rambo’ya dönüşüp intikamını alıyor. Eğer tecavüze uğrayan kadın öldüyse de onun yerine intikam alacak bir ebeveyn, kardeş, sevgili, koca çıkıyor. Ama Türk sinema ve dizilerine gelince durum biraz farklı Fatma Girik haricinde o da kendisinden çok kardeşini korumak için,  tecavüzcüye karşı aktif tepki gösteren bir kadın yok. Dünyanın her yerinde tecavüze uğrayan kadın aynı şeyleri hissediyor ve tecavüzcüde de aynı hem suçlu hem güçlü olma durumu mevcut. Yani ülkecek sıkıldık artık bu gibi durumlarda zarı zarı ağlayan kadın görmekten. Gazetelerin üçüncü sayfa haberleri eve giren hırsızın tecavüzüne uğrayan nişanlısını terk edenlerle doluyken tecavüze uğrayan karısının yanında olan fantastik kocalar hiç inandırıcı gelmiyor. Ne olurdu yani Türkiye’de tecavüze uğrayan bir kadını konu alan film ya da dizi çekiliyorsa kadın karakter enik gibi ağlayacağı yerde psikopata bağlayıp tecavüzcüden hesap sorsa? İlla öldürsün demiyorum zekice bir planla tecavüzcüyü ele güne rezil etse çok mu zor yani böyle bir senaryo yazmak ve bunu filme çekmek?

Kuyu: Seviyorsan sevdiğine saygı duy bence


Osman, çok sevdiği komşu kızı Fatma’yı zorla kaçırıp tecavüz eder, jandarmaların yakaladığı Osman hapse Fatma ise evine gider. Osman’ın anası Fatma’yı istemeye gelir ama Fatma’nın anası kadını kovar. Kızının istememesi bir yana Osman, Fatma’nın adını da çıkarmıştır. Hapisten çıkar çıkmaz tekrar Fatma’yı kaçıran Osman, ikinci defa yakalanır ve hapse atılır. Jandarmalar Fatma’yı yine baba evine getirir. Ama annesi iki kere dağa kaldırılmış kızı kimse istemez, Osman’dan kurtulmak istiyorsan kusurlu da olsa biriyle evlenip yuvanı kur der. Kızı zorla kendinden yaşça büyük bir adama vermeye çalışırlar, düğünden kaçıp kendini asmaya çalışan Fatma’yı intihardan bir hapishane kaçağı kurtarır. Kendisini kurtaran adama aşık olan Fatma, adamı jandarmalar vurana kadar onun peşinden gider. Fakat jandarmalar adamı öldürünce Fatma’ya gene evinin yolu görünür, kızının kendi isteğiyle bir kanun kaçağının peşinden gittiğini bilen anası kızı eve almaz ve Fatma kötü yola düşer. Bunu duyan Osman, hapisten kaçıp Fatma’yı çalıştığı gazinodan kaçırır. Filmin başlangıcı gibi bitişinde de Osman tarafından kaçırılan Fatma, Hayır’dan anlamayan Osman’a günlerce ağzını açıp tek kelime etmez. Suları bitince su doldurmak için kuyuya inen Osman’ın başına civarda bulduğu taşları atmaya başlayan Fatma, kuyuyu ağzına kadar taşla doldurup Osman’ı öldürdükten sonra kendini asar. Yönetmen Metin Erksan’ın bir gazete haberinden yola çıkarak çektiği film bir üst maddede anlatmak istediğim noktaya geliyor. Acık gerçekçi olun, dünya üzerinde tecavüze uğrayan her kadın aynı şeyi hisseder. Utanır, ağlar, kendini kirlenmiş hatta suçlu hisseder, intihara kalkışır. Ama aynı kadının içinde tecavüzcüsüne karşı büyük bir nefrette vardır, Eline fırsat geçse onu bir kaşık suda boğmak ister. Kuyu örneğinde de görüldüğü gibi Fatma on dördünde onu dağa kaldırıp tecavüz eden Osman’a olan nefretini içine girdiği kuyuyu ağzına kadar taşla doldurarak gösteriyor. Ölmesi değil onun yok olmasını istiyor, intikamdan sonraki rahatlamayla hayatta kimsesiz olduğunu ve yalnızlığını hatırlayan genç kadın sonra da kendini asıyor. Yönetmenin şimdi çeksem Fatma kendini asmazdı dediği film, Yeşilçam’ın tecavüzcüye karşı en sert tepkisi. 













9 Eylül 2016 Cuma

         Sürekli Aynı Tip Karakterlere Can Vererek Kendini Tekrarlayan Oyuncular

Herhalde bir oyuncu için en kötü şey sürekli aynı rollerde oynayıp, kendini tekrar etmek olmalı. Sürekli aynı rolü tekrar edip oyunculuğunu bir arpa boyu kadar bile geliştirememek, belki çok istemesine rağmen sırf yapımcılar ona yakıştırmıyor diye istediği rolü oynayamamak bir oyunculuk kabusu olsa gerek. Yeşilçam’ın en iyi filmlerinden olan Aile Şerefi’ni ilk izlediğimde Münir Özkul, Adile Naşit gibi usta oyunculara rağmen benim aklımda kalan en başarılı oyunculuk Oktay karakterini canlandıran Eriş Akman’a aitti. Merak edip araştırdığımda Cennet’in Çocukları'ndaki kısa oyunculuğu haricinde bir oyunculuğunu görmedim. O zaman bana çok şaşırtıcı gelmişti, adam yetenekli ama filmlerde oynamamış. Merak edip sebebini araştırdığımda karşıma çıkan Yeşilçam kast sistemi oldu. Yönetmenler tarafından jönü oynayacak kadar yakışıklı bulunmayan oyuncu, kötü adam olmak içinse fazla temiz yüzlü bulunmuş. Karakter oyuncusu olamayacak kadar da gençmiş. Cüneyt Arkın’sa yakışıklı olduğu için sinemaya ilk girdiği dönemlerden itibaren aşk filmlerinde oynamış, bir gün Karaoğlan filminin seçmelerine girdiğindeyse yönetmen tarafından güzel kadınlarla aşk filmi çeviren yakışıklı bir adam olarak görülmüş. At üstünde hayal edilememiş, herhalde Türkan’ın buğulu gözlerine aşkla bakan adamın elde kılıç kavga etmesi fikri bile absürt gelmiş. Oysa bence Cüneyt Arkın’ın en başarılı olduğu sahnelerden biri Alın Yazısı filmindeki duş sahnesi, yani Cüneyt abimiz değil Kara Murat’ı imkan verilse psikopatı bile oynarmış. Üstteki örneklerden de yola çıkarak ekranlarda sürekli aynı rolü oynayıp kabuslardan kabus beğenen oyuncuları derledim.

İzleyende yükseklik korkusu yaşatan sahnelerin adamı James Stewart


Alfred Hitchcock’un Rear Window ve Vertigo filmlerinde oynayan James ağabey yönetmenin düşürmeyi en sevdiği oyuncusu olmalı. Rear Window’da röntgenlediği komşusunun hışmına uğrayan James’i, zalım komşusu kırık bacağına acımadam pencereden attı. Hırsız peşinde damdan dama atlayan bir polis dedektifini oynadığı Vertigo’da ise dengesini kaybedip çatıdan düşeyazdı. Gerçi izleyenlerin yüreğini ağzına getiren korkunçlu sahnelerde oynasa da aynı filmlerde kuğu kadın Grace Kelly ve cazibe merkezi gibi kadın Kim Novak’ı mühendislik öğrencisi gibi vakumlayarak öptüğü için Hitchcock tarafından kör kuyulara düşürülmediğine şükretsin. Hitchcock’un bir belediye çukuruna düşürmediği zavallı oyuncu, yönetmenin sinemaya armağanı Vertigo tekniğini bulmasına olan katkısından dolayı kalplerin Oscar’ını cebe indirdi.

Sürekli ıssız motellerde kafadan kırık otel çalışanlarına maruz kalan Janet Leigh


Hiçbir şeyden çekmedi zavallı kadın bu motel çalışanlarından çektiği kadar. Yeter ayol, Hollywood’un Janet hanıma biçtiği rol, motel odalarında korku dolu dakikalar yaşamak mı? Orson Welles’in 1958 yapımı Touch of Evil’inde kocası polis olduğu için balayı burnundan gelen bahtsız Susan’ı oynayan Janet’i kocası tehlikeden uzak tutmak ister. Sonra da hangi akla hizmetse kadını dağ başındaki ıssız bir motele gönderir. Motel çalışanıysa Norman Bates’in uzaktan akrabası gibidir. Alfred Hitchcock’un 1960 yapımı Psycho’sunda ise patronunun bankaya yatırması için verdiği paraları alıp kayıplara karışan sekreter Marion karakterine can veren Janet, Norman Betes’in işlettiği motelde kalmaya karar verince cidden kayıplara karışıyordu. 

Kardeşleri yüzünden başına gelmedik dert kalmayan mağdur kraliçe Natalie Dormer 


Kardeş işte atsan atılmaz satsan satılmaz da Natelie de bu sümüklü kardeşlerinden ne çekti be. İngiltere Kralı 8. Henry’nin hayatını anlatan The Tudors dizisinde, karalın 2. Ve en konuşulan kraliçesi Anne Boleyn’i oynayan Natalie, tam bir sinsi yılandı. İngiltere’nin Katolik olduğu dönemde koyu Katolik İspanyolların Prensesi Catherine ile evli olan çapkın kralla evlenebilmek için cilvelerden cilve seçen Anne amacına ulaşır ama sadece üç yıl için. Kral çapkın ve oğlan çocuk delisi, Anne de sadece bir kız çocuk doğuran, halk tarafından da cadı gözüyle bakılan bir kadın olunca olaylar gelişir. Kendine başka bir damızlık bulan kral eski hanımdan kurtulmak için sadakatsizlik suçlamasında bulunur. Kardeşi George de dahil olmak üzere bir çok erkekle kralı aldatmakla suçlanan Anne, mahkeme tarafından da suçlu bulununca halk önünde idam edilir. Yahu kadın kötüydü tamam da adı iyice cadıya çıksın diye kardeşiyle bile ilişkisi vardı demek nedir? Game Of Thrones’in kraliçe olmak uğruna Sultan geline bağlayan Margaery’si ise kardeşi Loras’ı korumak için yalan ifade verdi diye mahpuslara düştü. Suratsız rahibenin bir kepçe suyu esirgediği kadıncağız aklını kullanıp günahlarımın farkındayım, affedilmek için kendimi dine vereceğim dümenini çevirip rahibin gözüne girdi. Kadın tam aklı sayesinde hem kardeşini hem de kendini kurtarmıştı ki ölümcül rakibi ve kaynanası Cersei’nin yılanlığından kurtulamadı.

Kraliçelik senin karakterin mi Lena Headey?


300 Spartalı’nın Margo’su, Merlin’in Guinevere’ni, Game of Thrones’in Cercei’si kadın kraliçeden bile daha kraliçe.

Ölmek zorunda mısın Sean Bean?


Boromir ve Alec’in ölümünün bir havası vardı. Ned Stark pisipisine öldü tamam da o ineklerden kaçarken uçurumdan düşüp ölmek nedir Sean? Valla bir kafana saksı düşerek ölmediğin kaldı o da Hollywood ölüm kurallarına ters. 

 Asil ve zengin kadın olmaktan kurtulamayan Nebahat Çehre


Yılların tecrübesi Nebahat Çehre bu durumdan şikayetçi tabi ki.

Galaksiler arası aldatılan Sam Neill


Sam Neil o kadar iyi bir oyuncu ki aynı rolü bile farklı oynar. Mesela aldatılan adamı mı oynayacak? Oynar ama birinde uzaylıyla aldatılır (Possession) diğerinde kovboyla (Atlara Fısıldayan Adam).

Gazozuna ilaç atılanlar


Yeşilçam’da anayasanın ilk üç maddesi gibi kalıcı hükmü olan üç kural vardır. Bu kuralların değiştirilmesi senaristlere teklif dahi edilemez. İşte bu mühim kurallar: 1. Eğer filmde Nuri Alço varsa mutlaka kameranın zoom yapacağı bir bardak ve o bardağa atılacak bir ilaç vardır. 2. Nuri Alço’nun hazırladığı ilaç kokteylli içkiyi mutlaka resimdeki ablalar içmek zorundadır. 3. Nuri’nin hazırladığı ilaçlı kokteyli içen kızlar mutlaka bir arabeskçinin sevgilisi olmalıdır. Eğer bu üçlüden biri eksik olursa o film çekilmez, çekilemez, çekilmesi teklif dahi edilemez.  

İlaç Mümessilleri


Kaderin cilvesi midir bilinmez ama Nuri Alço sinemaya adımını atmadan evvel cidden ilaç mümessiliymiş. Üstteki kanun hükmündeki kurallar resimdeki ağabeyler için de geçerli sadece onlar ilaçlı içkiyi içen değil içiren taraf.

Itır Esen’in belalısı Eriş Akman


Aile Şerefi’nin zengin züppesi Oktay’ı, Cennetin Çocukları’nın amcakızıyla evlenmeye dünden razı Mahmut’u adamın Yeşilçam ömrü Itır Esen’in peşinde koşmakla geçti.

Hülya Koçyiğit’in belalısı Nihat Ziyalan


Eğer içinde Hülya ve Nihat’ın olduğu bir film varsa türü ne olursa olsun Nihat kesinlikle Hülya’nın peşinde koşmak zorundadır. Bir ayağının aksaması bile bu koşuşa engel değildir, olimpiyatlarda maraton koşusunun bir üst leveline eklenmesi gereken bir koşu türüdür Nihat Ziyalan beyinki. Zira adam Hülya’ya bela oldu yahu, sevdiğine kavuşmak için her pisliği yapıyordu. Kadının, öz kuzeniyle evli olması bile Nihat’ın Hülya’ya bela olmasına engel değildi.

Her seferinde kıvırcık saçlı saf bir kızcağızı ağına düşüren Kerem Bursin 


Lütfen Kerem lütfen, sen bu kötü çocuk havanla git femme fatalelere filan musalla ol. Ne işin var cimcimelerle, ev kızlarıyla? Bir şey değil sonra bu sevimli merinos koyunlarını da karanlık tarafa geçirtip psikopata bağlatıyorsun. Ne gerek var şimdi Burcu Biricik gibi bir şirinliğin içinden Cersei Lannister, Hande Doğandemir gibi bir samimiyetin içinden Margaery Tyrell çıkmasına?

Romantikte olsa dram da yaşasa ağır abi olmaktan kurtulamayan Kenan İmirzalıoğlu


Televizyona adım attığı 1998 yapımı Deli Yürek’ten beri itinayla aynı tip sert erkeği canlandıran Kenan İmirzalıoğlu romantikte olsa ağır dramlar da yaşasa asla çizgisini bozmuyor.

Sürekli asi evlatlara maruz kalan Erkan Petekkaya


Dönemler arası asi evlatlarla uğraşmaktan genç yaşında saçları beyazlayan Erkan Petekkaya’nın da dizilerde evlattan yana yüzü gülmez. Aşırı asabi oğlu Mete evi içinde babası varken yakmaya çalışırken, aşırı sağı solu belli olmayan oğlu Ozan ise silahla ev basıp, evli kadınlarla takılmaktadır. Gerçi çocukların bu halinde Erkan’ın da az payı yok değil hani, bir yandan Caroline öbür yandan Gülseren.

Acaba üvey mi sorusunu akla getiren evlatlara sahip Erkan Petekkaya


Kara yağız erkek tipinin Kenan İmirzalıoğlu’yla beraber ekranlardaki yansıması olan Erkan Petekkaya’ya cast ekibinin garezi mi vardır nedir? Anadolu’nun bağrından kopup gelen kara yağız adamın neden Selanik göçmeni gibi evlatları var sayın cast? 

Romantik prenseslikten öteye gidemediği için kırkından sonra işsiz kalan Meg Ryan


Meg Ryan’ın fettan bir kadını, akıl hastasını oynadığını hiç görmedim hep aynı türün temsilcisi. İyi de Hollywood’da( aslında bu sinema sektörünün evrensel yüzü ) da bir gerçek var en fazla otuzuna kadar romantik aşığı oynarsın ya sonrası. Yaşlanınca senin kapını kim neden çalsın? Daha gençleri zaten var. Oysa Helen Mirren yetmişine geldi ama hala oyunculuk hayatı aktif, Meryl Streep’te öyle. Çünkü bu kadınlar sinema sadece romantik komediden ibaretmiş gibi aynı tür filmlerde oynamadı. Sektör sürekli aynı rolü biçiyorsa kadın ne yapsın? Diyeceklere Erol Taş’ın bile iyi adamı oynadığı filmleri örnek gösteririm.

Sevimli çapkınlıkta bir yere kadar Hugh Grant


Üste söylediklerimin aynısı Hugh Grant için de geçerli. Belli kuralları yıkmayı başaran oyuncu sadece iyi oyuncu değil sektörde tutunabilen bir oyuncudur da aynı zamanda.

Sert ve güçlü kadını oynamaktan kurtulamayan Michelle Rodriguez


Michelle abla Rock’nin kadın versiyonu olmayı kafaya koymuş galiba? Ne diyelim bize de başarılarının devamını dilemek düşer.

Başrollerin başını yiyen suskunluğuyla Juno Temple


Susma artık be Juno, bak valla koskoca Game of Thorones bile etme bulma dünyası atasözümüzün ekseninde dönmeye başladı. Sektörde oklar sana da dönebilir, ah başrol oldum yaşasın derken bir yan rolün suskunluğu yüzünden filmde pisi pisine gidebilirsin. O kadar başrolün ahı yerde kalır mı sandın? Belki Kefaret’in Robbie’sinin başını yeme konusunda masum olabilirsin ama Cracks’ın Fiamma’sının ahı seni rahat bırakmaz. Öte yandan The Other Boleyn Girl’deki yanlış anlama performansınla Yeşilçam’ın Kartal Tibet’ini kıskandırdın. Meşhur yanlış anlaman sayesinde Anne ve George Boleyn kardeşlerin başını yemeyi de başardın bravo Juno bravo.

İyi bir karakter oyuncusu olsa da sürekli kötüyü oynayan Erol Taş


Tartışmasız Yeşilçam’ın en iyi kötü adamı Erol Taş’tır. Cüneyt Arkın’la oynadığı İki Cambaz filminde komik yanını da gördüğümüz Erol Taş’ın iyi adamı oynadığı filmlerin sayısı bir elin parmaklarını geçseydi de efsane oyunculuğunu sinemanın her türünde görseydik.  

Kadın erkek fark etmez herkesin içkisine ilaç atan fettan kadın Suzan Avcı


Yeşilçam’da içkiye ilaç atma konusunda kadrolu oyuncular olan ilaç mümessilini bile geride bırakan Suzan, bu namını kadın erkek fark etmez herkesin içkisine ilaç atmasına borçludur. Erkeğe şantaj yapmak, kadını ise kötü yola düşürmek için ilaçlı içkiyle tanıştıran Suzan tabi ki her daim amacına ulaşmasıyla da tanınırdı.

İçkiye ilaç atma tatlı dille kandırma konusunda Nuri Alço’nun bir jenerasyon öncesi yakışıklı kötü adam Önder Somer


Önder Somer bir jönü kıskandıracak kadar yakışıklı olsa da zamanında yapımcıyla filan mı kavga etmiştir nedir jön değil de kötü adam yapılmış. Önder, ilaç mümessili ağabeylerden farklı olarak genç kızları her zaman ilaçlı içkiyle elde etmez tatlı dili kullanıp kandırma yolunu da kullanırdı.

 Freddy’nin kariyerini bitirdiğinin kendisi de farkında olan Robert Englund


Robert dayının kabusları kana buladığı meşhur Freddy karakteri dışında bir karaktere can verdiğini görmedim. Zahir kendisi de görmedi ki bu rolün kariyerini bitirdiğini kendisi de dile getirmiş.

Sürekli birinci dereceden bir kadın akrabası amcasının ya da arkadaşının istismarına uğramak zorunda olan Küçük Emrah


Yeşilçam’ın anayasamızdan ilham alarak yarattığı meşhur film kurallarında ilk üçe giremese de sinemamızın örf, adet ve ananelerinden birini oluşturan Emrah’ın akrabaları kuralını bilmeyen yoktur.  En bilinen örfümüz Emrah’ın annesine her daim amcasının hallenmesidir. Eğer bir filmde Emrah’ın annesine hallenen bir amca yoksa bilin ki Emrah’ın babası tek erkek çocuktur. Yani amcası zaten yoktur. O zaman da adettendir ki eğer bir filmde Emrah’ın amcası yoksa Emrah’ın annesine temizliğe gittiği evin beyi ya da oğlu sarkar. Bunların hiçbiri yoksa Emrah’ın annesine ev sahibinin ahlaksız teklifte bulunması filmin töresidir. En olmadı fakirlik sınırının altında yaşayan Emrah’ın fedakar anasının iki ekmek için bakkala, üç kilo elma için manava, yarım kilo kıyma için kasaba elletmesi farzdır. Eğer Emrah’ın kardeşlerinin sayısı üçü bulmuşsa Emrah’ın anasının kötü yola düşüp çocuklarının karnını doyurması ise ananelerimizin ilk sırasında yer alır. Şimdi Emrah’ın bacılarına gelmek isterdim ama okuyucuyu daha fazla hayattan soğutmak istemediğimden sadece anasına bak kızını gör demekle yetiniyorum.

Acık insan ol Hugo Weaving insan



Adam ya elf ya yapay zeka ya da insanların zincir vurulamayan düşünceleri oluyor. Kendisini bir türlü homo sapiens türünü canlandırırken göremedik. Zahir Hugo ağabey Hollywood’un gözünde insanüstü bir yapıya sahip.