Mutlu Sonun Neredeyse Farz Olduğu Yeşilçam’da İzleyenin İçini
Kıyacak Cinsten Trajik Sonla Biten 10 Film
Yeşilçam’ın en
bilinen kodu ise “Yeşilçam filmleri asla mutsuz sonla bitmez!” mattosuna uygun
filmler yapmaktır. Esas kız ve esas oğlan çeşitli badireleri atlatıp nikah
masasına oturur ve ikili pembe panjurlu yuvalarında, aşklarının meyvesi olan
evlatlarıyla, sonsuza dek mutlu yaşarlar. Ama birazdan okuyacağınız listedeki
filmler kesinlikle Yeşilçam tipi mutlu sonlara sahip değil. Mutsuz, kasvetli ve
karanlık sonlara sahip on filmi listelediğim bu haftaki yazım Yeşilçam
senaristlerinin sektörleşip sanayi halini alan sinemamız karşısında psikolojik
sorunlar yaşamaya başladıklarının göstergesi gibi. Bu nedir böyle sayın
senaristler? Sonu belirsiz karakterler, intihar edenler, sonsuzluğa karışıp
sevdiceğini kahredenler…
Katil (Ömer Lütfi Akad – Osman Fahir Seden)
1953 yapımı Ömer Lütfi Akad filmi Katil, işlemediği bir suç
yüzünden hapse atılan Kemal ve ailesinin yaşadıklarına odaklanıyor. Kemal hapse
düştükten sonra karısı Nevin, oğluna bakabilmek için çamaşırhanede işe girer.
Fakat çamaşırhanenin yöneticisi randevuevi patroniçesiyle anlaşmalıdır ve
Nevin’i deyim yerindeyse kötü yola düşürmeye çalışmaktadır. Nevin ilk başlarda
kadını tersler fakat oğluna araba çarpıp da çocuk kör olma tehlikesiyle karşı
karşıya kalınca mecburen kadının teklifini kabul eder. Bin Bir Gece dizisindeki
Şehrazat’ın haminnesi olduğundan şüphelendiğimiz Nevin, maalesef ki Şehrazat
kadar şanslı da değildir. Oğlunun kısa sürede gözlerinden ameliyat olması
gerektiğinden pahalı olan ameliyat masraflarını karşılamak zorunda olan genç
kadın, tam gerekli parayı toplayıp randevuevinden ayrılmak istediği sırada evi
polis basar. Baskındaki tüm kadınlar gibi Nevin de karakolda vesikalanır.
Oğlunun ve kocasının adını kirletmemek için göz ameliyatını yaptırdığı oğlunu
bir arkadaşına emanet eder. Arkadaşından kocasına da öldüğüne dair bir mektup
yazmasını ister. Suçsuzluğu ispatlanan kocası ve gözleri açılan oğlu
İstanbul’dan uzağa giderken oğluyla bile gizli gizli vedalaşan Nevin, filmin
sonunda yalnız başında bilinmeze doğru ilerler. Sinemanın tiyatrallıktan
çıktığı ve gerçek manada sinemaya geçildiği ellili yıllarda mutlu son sever
izleyici kitlemize bu yapılır mı sayın senaristler?
Sevmek Zamanı (Metin Erksan)
Sinemamızın mutsuz sonları en çok seven yönetmenlerinden
Metin Erksan, Sevmek Zamanı filminde kırk bir kere maşallah denilecek
yakışıklılıktaki Müşfik Kenter’i bir resme aşık ederek izleyiciyi dakika bir
gol bir misali şok eder. Ama bu şok meğer asıl şok değil artçı şokmuş, çünkü
Müşfik bey resmin sahibine değil sadece resme aşıkmış. Resmin sahibi kızcağız
da ama o resimdeki benim, resme aşıksanız demek ki bana aşıksınız gibi düz ama
etkili bir mantık yapar. Tabi ne münasebet efendim, Metin beyin yazdığı
senaryoda siz hiç düz bir mantık düşünebilir misiniz? Asla! Zaten kıza değil
resme aşık olması Müşfik için en iyisi olacakmış, kızın elde dürbünlü tüfekle
gezen manyak eski sevgilisi filmin sonunda ikiliyi gölde vurarak sinema
tarihimizde bir ilke imza atmıştı. Dürbünlü tüfekle kayıktaki çifti vurmak nedir,
bu nasıl bir zalımlıktır? Bir de vurmadan evvel acı çekiyordu, ağlamaktan karar
vermekte zorlanıyordu eski sevgili.
Kuyu (Metin Erksan)
Metin Erksan’ın okuduğu bir haberden etkilenerek yazdığı bu
senaryonun ana kahramanlarından Fatma aslen ölmemiş, tecavüzcüsünü öldürüp
şerefiyle hapis yatmış bir ablamızdır. Ama üst maddede de değindiğim gibi Metin
bey mutsuz sonları mutlu sona tercih eden bir yönetmenimiz olduğu için filmin
sonunda Fatma da kendini asarak filmin mutsuz bitmesine neden olmuştur. Aslında
toplumsal gerçekçi sinemamızın mihenk taşlarından olan film, erkeğin kadın
üzerindeki mülkiyetine başkaldırı niteliğindedir. On dört yaşındayken karşı
komşusunun oğlu Osman tarafından kaçırılan Fatma, Osman’ın tecavüzüne uğrar.
Jandarmalar Osman’ı yakalayıp çocuk istismarından hapse atar, Osman’ın anası da
oğlunu kurtarmak için Fatma’nın anasının peşinden ayrılmaz. Gel inat etme,
kızını oğluma ver, komşuyuz şunun şurasında, yüz yüze bakıyoruz der. Çünkü eğer
Fatma razı olur da Osman’la evlenirse Osman hapisten çıkacak. O zamanlar ceza
yasamızda mağdur ve tecavüzcünün evlendirilmesi tecavüzcünün serbest kalması
demek. Fakat ne Fatma ne de kızın anası Osman’ı haklı olarak istemez ama Osman
da boş durur mu? Hapisten çıkar çıkmaz Fatma’yı tekrar kaçırır, film boyunca
Osman tarafından düzenli aralıklarla kaçırılmaktan devreleri yanan Fatma, filmin
sonunda psikopata bağlar. Önce su almak için kuyuya inen Osman’ın girdiği
kuyuyu ağzına kadar kayayla doldurup tecavüzcüsünü öldüren genç kadın, ardından
da kendisini asar.
Haremde Dört Kadın (Halit Refiğ – Kemal Tahir)
Halit Refiğ’in olay filmi Haremde Dört Kadın’da yakışıklılığı
başına dert olan Cüneyt abimize amcası Sadık paşanın Boşnak hanımı Mihrengiz
fena halde abayı yakmıştır. Tabi bunda Cüneyt abimizin de bir hataya düşüp
kadının attığı zarfa karşılık vermesinin payı büyüktür. Oysa Cüneyt abimiz
uzaktan akrabası olan haremin mahzun güzeli Ruhşan’a aşıktır. Kız da Cüneyt
abimize boş değildir ama gel gör ki, Sadık paşa da Ruhşan’ı kendine dördüncü
kadın olarak almak istemektedir. Bu sırada Cüneyt abimizin tıbbiyeden arkadaşı
Emin bey, polis baskınında yaralanır. Sadık paşanın konağına gelip Cüneyt
abimize sığınır. Ama o da ne? Emin beyin hemen ardından konağı önderliğini Hüseyin
Baradan ve bıyıklarının yaptığı polisler basmasın mı? Meğer Emin bey Jön Türk
çıkmasın mı? Tabi ona yardım eden Cüneyt abimiz de en jönünden bir Jön Türk
imiş. Amcası onun Jön Türk olduğunu öğrenince hain oğlan diye konaktan kovar,
Cüneyt abimiz de sevgilisi Ruhşan’ı düğün günü kaçırmak için gizlice konağa
girer. Tam kızı alıp kaçıyorken zaptiye Kara Ali ve Rüştü’nün amcasına tuzak
kurduğunu öğrenir. Ruhşan’a beni dışarıda bekle amcama bu tuzağı haber
vermeliyim der. Fedakar Cüneyt abimiz, yiğit Cüneyt abimiz, amcasına kurulan
tuzağa engel olayım derken fettan ve psikopat yengesi Mihrengiz tarafından
bıçaklanıp merdivenlerden yuvarlanır. Garibim Ruhşan da sevdiğinin ölümünden
habersiz dışarıda sevdiğini bekler. Film Ruhşan’ın bekleyişi ile son bulur.
Fakir Gencin Romanı (Fikret Arıt)
Leman ve Nermin kardeştir, Nermin’i babası sevdiği gençle
evlendirmez ve genç kız valizini de toplayıp ablasına sığınır. Leman’ın kocası
da bu ve sevgilisine acıyıp ikiliyi evlendirir, hatta Leman’ın kocası Orhan’la ortak
bir iş bile kurar. İşsiz güçsüz bir serseriyken parayı bulan Orhan’da ilk
fırsatta Leman ve eşine kazık atıp adamın ölümüne neden olur. Önceleri biz bir
aileyiz diyen Orhan ve Nermin, Leman’a ve oğlu Turgut’a sahip çıkar. Fakat
sonra kadına ve oğluna kötü davranırlar, Turgut’un Orhan tarafından tokatlanması
ise Leman için bardağı taşıran son damla olur ve oğlunu da alıp gider. Yıllarca
yokluk içinde oğlunu büyüten Leman, Turgut’un mimarlık fakültesini kazanmasıyla
derin bir nefes alır. Fakat bu fakülte kadının son nefesini vermesine yol
açacaktır. Şöyle ki Turgut sınavda yeni tanıştığı Filiz isimli tembel bir kıza
kopya vererek onun haksız yere İTÜ’yü kazanmasına neden olur. Zaten zengin bir
kız olan Filiz’in mezun olduktan sonra mimarlık yapacağı da yok. Artık Filiz
yüzünden sıralamada bir geri sıraya düşüp üniversiteye giremeyen elemanın
bedduası mıdır nedir meğer Filiz Nermin ve Orhan’ın kızıymış. Turgut annesine
Filiz’den bahseder, evlenmek ister. Leman da Filiz’i istemek için kızın evine
gidince gerçekleri öğrenir. Kardeşi Nermin’in alaycı tavırları yüzünden
üzüntüden kalp krizi geçiren kadın sizlere ömür olur. Turgut, Filiz’den
hoşlansa da Filiz onun yerine kendisiyle aynı sosyal sınıfa mensup Fikret’le
evlenir. Annesinin ölümünden Filiz ve ailesini sorumlu tutan Turgut da katiller
diye düğünü basar. İntikam yemini eden Turgut kendini işine verip ülkenin ve
Avrupa’nın en iyi mimarı olur. Filiz ve Fikret’in evliliği ise içgüveysinden
hallicedir. Kumarbazın önde gideni çıkan Fikret, Orhan’ın malını mülkünü
kumarda kaybeder. Filiz, Fikret’ten olma oğlunu da yanına alıp baba evine
gider. Sarhoş halde evi basan Fikret, kızının üzerine yürüyünce Orhan, damadına
kurşun yağdırır. Turgut Mimar Sinan’a bağlamışken Filiz’in aile trajedisi
yaşaması tipik Yeşilçam fakir ama gururlu genç filmleri için uygun olsa da bu
filmde Filiz bayağı karaktersiz bir karakterdi. Filmin sonunda intihar etmesi
bile kızı masumlaştıramadı. Diyeceksiniz ki, kız Turgut’u zamanında reddetti
diye mi kabahatli? Hayır, zamanında sevmez anlarım da resmen çocuğa yüz verdi.
Sonra kalktı Fikret’le evlendi, Fikret’in yanlış seçim olduğunu anlayınca
tesadüfen karşılaştığı Turgut’a resmen yanaşmaya çalıştı.
Zambaklar Açarken (Nejat Saydam)
Oğuz Albatros’un oğlu Mete, Roma’da tahsilini sürdürürken
tanıştığı manken Perran’la evlenir. Oğlundan evlendiğine dair mektup alan
Oğuz’sa Perran’ı karşılamaya gider. Başlarda Perran’ı gözü tutmasa da sonradan
kıza alışır. Oğuz’un annesi Mediha parasıyla her şeyi satın alabileceğini
düşünen bir kadındır. Ki oğlunu da parayla satın almıştır, Perran, Mete’nin
annesi karşısındaki zayıf karakteriyle çocuktan iyice soğur. Fakat nasıl bir
iticilikse kalkıp Mete’nin babası Oğuz’a aşık olur, Oğuz da ona karşı boş
değildir ve skandal bir ilişki ortaya çıkıyor derken aslında Mete’nin Oğuz’un
oğlu olmadığı ortaya çıkar. Bu sırada Oğuz’un komşu çiftliğinde oturan avcı
arkadaşı, Perran’ı gördüğü ilk andan itibaren sanki ömründe kadın görmemiş gibi
kıza asılır. Hatta kızı kaçırmaya bile yeltenir ki, kardeşim mal mısın yahu
dedirtir. Perran’ın korkudan hafızayı kaybetmesi, kadın görmemiş avcı abinin
Oğuz’u vurmaya çalışırken Perran’ın kendini kurşunların önüne atması, başkarakterlerin
yaptığı her türlü ahlaksızlığa rağmen en asil duyguların insanı çıkarılma
çabasının sonuna kadar sürdürüldüğü film, Filiz Akın’ın kariyerinin en
karaktersiz rolünü oynadığı film olsa gerek. Zira masum kız olarak görmeye
alışık olduğumuz zarafetin sözlük anlamı Filiz hanım, bu filmde resmen
kayınbabasıyla aşk yaşıyordu. Filimin sonunda Perran karakterinin ölmesi, filmin
başından beri ahlak yapısına oldukça ters bir profil çizdiği için izleyiciyi
pek rahatsız etmese gerek. Ama sırf sonsuza kadar mutlu yaşadılar fenomenine
sahip Yeşilçam sonu çizgisine ters olduğu için filmi listeye ekledim.
Hıçkırık (Hamdi Değirmencioğlu)
1965 yapımı Orhan Aksoy filminde Hamdi Değirmencioğlu
izleyeni ağlamaktan hıçkırık krizine sokacak bir senaryo hedeflemiş olmalı ki,
filmin adını bile Hıçkırık koymuş. Ediz Hun’un oynadığı Kenan karakterinin
çekmediği dertler çile kalmamış, Hülya Koçyiğit’in oynadığı Nalan karakteri
yaptığı yanlış seçimin sonucunu hıçkıra hıçkıra ölerek ödemiş, Kartal Tibet’in
oynadığı İlhami karakteriyse Yeşilçam’ımıza psikopatça yanlış anlama tekniğini
hediye etmiştir. Ah Nalan ah, Kenan’la saç tonlarınız bile aynıydı, film
boyunca hem yetim hem öksüz çocuğu süründürerek eline ne geçti? Bak Kenan’ın
ahı İlhami İlhami çıktı işte. Bi de bu film Yeşilçam’ın en patlayan
görüntülerine sahip film olma özelliğine sahip midir nedir? Hülya Koçyiğit’in
ölüm sahnesi çok acıklı olmasına rağmen deniz ve Ediz Hun’un beyaz üniforması
görüntüyü öyle bir patlatmış ki kör olmamak için ekrana güneş gözlüğünden
bakmak gerekiyor.
Kambur (Ayşe Şasa – Erdoğan Tünaş)
Atıf Yılmaz’ın yönettiği senaryosunu ise hanımı Ayşe Şasa ve
Erdoğan Tünaş’ın yazdığı film mutsuz sonuyla tam Ayşe Şasa tarzı. Zira kedisi
sinemamızın hüzünlü senaristidir, hayatı da gayet acıklıdır. Fatma Girik’in
canlandırdığı Azize karakteri kambur olduğu için çevresinin hor gördüğü,
dışladığı bir kızdır. Koca kasabadaki tek arkadaşı, onu insan yerine koyan tek
kişi de Rum bir hayat kadını olan Tasula’dır. Bir gün yakışıklı bir genci
kazadan kurtarır, çocuğun kör bir kemancı olduğunu öğrenir. Kemancı Ali, Azize’yi yüzünü görmeden sever,
Azize de Ali’yi sever. Hatta ona gözlerini bile verir. Ama Ali gibi yakışıklı
bir gencin gözleri açılınca onu kambur olduğu için beğenmeyeceğini, vefa borcu
duyacağı için onu yanında tutacağına inanıp, ona ayak bağı olmamak için Ali’den
kaçar. Gözleri açılan Ali, her yerde Azize’yi arar. Tasula’yla Ali arasında
geçen konuşma filmin en can alıcı sahnesidir ve mazide kalan saf ve temiz aşkın
tanımını yapar. Filmin bu kısmı zaten yeterince boğazları düğümleyecek cinsten
değilmiş gibi, bir de Ali’nin adadan uzaklaştığı geminin ardından “Beni de
yanına al, Ali” diye suya giren Azize izleyiciyi ağlamaktan felç eder. Yahu
filmin olanaksızlığı yüzünden Fatma’nın mavi gözlerini aldı diye, mavi lens
taktığınız Kadir İnanır, zaten izleyiciyi şok etmiş. Siz niye bir de Fato
ablamızı hem kör hem kambur halde Marmara’nın serin sularına saldınız? Filmin sonu
boğulan bir adet feleğin tekme tokat dövdüğü Azize ile kapatılır mı? Hiç mi
vicdanınız yok ey senaristler? Biz görmedik ama Allah bilir zavallı Ali’nin de
ağlamaktan gemide gözleri denize akmıştır.
Dila Hanım (Sefa Önal)
Orhan Aksoy’un yönettiği, senaryosunu Sefa Önal’ın yazdığı
1977 yapımı film, Türkan ablanın devleşe devleşe bir kaldığı Yeşilçam
efsanelerinden birisi. Filmin hikayesi Necati Cumalı’nın Makedonya 1900
kitabından alınma. Bir arazi anlaşmazlığı yüzünden Karadağlı Rıza, Barazoğlu
İhsan beyi öldürür. İhsan beyin hanımı Dila hanımsa kocasının intikamını almaya
yemin eder. Ama gel gör ki, Karadağlı Rıza olduğunu bilmeden tanıştığı Rıza’ya
aşık olur. Rıza da Dila’yı sever ama bu birliktelik kesinlikle imkansızdır. Rıza
ve Dila tarlada karşılaşır ve Dila Rıza’yı kolundan vurur, fakat Rıza buna
rağmen kalkıp kadına tecavüz eder. Dila bu sefer hem kocasının hem kendinin
intikamını almak için Rıza’nın peşinden İstanbul’a gider. Kaldığı oteli bulup
Rıza’yı vurmaya hazırlandığı sırada Rıza’nın kalkıp zeybek oynadığı ve Dila’ya
kendisini vurması için fırsat verdiği sahne Kadir İnanır’ın ağır çekim
zeybeğine rağmen mükemmeldir. Gerçi Moğollar’ın çaldığı ritmi gayet düşük havada
Kadir ağabey de daha nasıl zeybek oynasın yahu? Dila’nın Rıza’yı vuramayacağını
anlayıp silahını indirmesi ve Rıza’nın da bunu fark etmesi ikilinin sonu olur.
Çünkü köy düğününü basıp Dila’yı ölümüne bir dansa kaldıran Rıza, ikilinin
sonunu getirir. Karadağlı ve Barazoğlu aileleri ikilinin aşkının farkına varır
ve töreye ters hareketlerinden dolayı Dila ve Rıza’ya kurşun yağdırır. Filmin sonunda
iki başrolün de öldüğü bir film olma özelliği gösteren Dila Hanım Yeşilçam’ımızın
mutsuz sonla biten en efsane filmidir desek yeridir.
Dönüş (Sefa Önal)
Yönetmenliğini Türkan Şoray’ın yaptığı senaryosunu Sefa Önal’ın
yazdığı film toplumumuzda kadına bakış açısını ve gurbetçi kültürünü anlatıyor.
Belki de ülkemizdeki kadın erkek eşitsizliğinin toplumun kodlarına ne derece
işlediğini en iyi ifade eden film bile diyebiliriz. Toplumumuzda kadının
kıymeti sadece ana olduğu süreçte vardır ve bu filmde Türkan Şoray’ın oynadığı
Gülcan karakteri kadın iken sadece cinsel bir objedir, kocasına itaat eden bir
hizmetlidir. Sevgili değildir, değeri yoktur. İbrahim Almanya’ya gidip onun
üzerine başka bir kadınla evlenir, muhtemel Almanya’da kalabilmek için
formalite evliliği diyebileceğimiz cinsten bile değildir bu evlilik. Zira İbrahim’in
Alman kadından bir de çocuğu vardır. İbrahim Türkiye’deki karısını geçin
çocuğunu bile unutacak kadar karakter seviyesi düşük bir bireydir. Gülcan’a
köyün ağası sarkıntılık eder, ki bu adam bile İbrahim’den daha şereflidir. Gülcan,
İbrahim’e köyde yaşadığı zorlukları anlatan bir mektup göndermek ister ama
okuma yazması yoktur. Köyün öğretmeninden rica eder, adam da ona okuma yazma
dersleri verir. Ama köyde dedikodu çıkar ve köyün ileri gelenleri İbrahim’in
adı kirlendi deyip, adama mektup yazar. İbrahim’in Almanya’da ar damarı
çatlamış sayın köy ileri gelenleri, siz hala okuma yazma öğrenmeye çalışan
Gülcan’a namussuz deyin. İbrahim de mektubu alınca utanmadan namusunu
temizlemeye gelir, yanında da Almanya’daki karısı ve çocuğu vardır. Dönüş
yolunda kaza geçirip ölen İbrahim ve Alman karısı sinema tarihimizin
izleyicinin en içinin yağlarını eriten ölümü olmuştur herhalde? Filmin sonunda
sevgisini hak etmeyen İbrahim’in ölümüyle yasa boğulan Gülcan, kazadan sağ
kurtulan İbrahim’in, Alman eşinden olan oğlunu sahiplenerek buruk bir mutluluk
yaşasa da bu film de mutsuz biter.