28 Ağustos 2017 Pazartesi

Mutlu Sonun Neredeyse Farz Olduğu Yeşilçam’da İzleyenin İçini Kıyacak Cinsten Trajik Sonla Biten 10 Film

    Yeşilçam’ın kodlarını bilen bilir. Yeşilçam’da kesinlikle esas kız ve esas erkek ölmez, araba çarpması sonucu kötürüm kalır, kör olur hatta ve hatta kambur olup sürünür ama asla ölmez. Esas kız striptiz neyim yapmaz, o en asil duyguların insanıdır. Evli erkeklerle aşk yaşar ama masumdur, hem zaten adam da istemeden evlenmiştir. Evliliğinde saadeti hiç bulamamıştır, bu evlilik ona kabir azabı yaşatıyordur. Mesela melek gibi masum esas kızımız hiç utanmadan sıkılmadan kayınbabasına ya da kayınçosuna aşık olabilir. Olsun zaten filmin sonunda eşi aslında kayınbabasının oğlu değildir ya da kayınçosu aslında başka bir adamdandır. Yani ne kadar ahlaki rezilliği yaşasalar da onlar inatla izleyiciye en asil duyguların örnek insanı olarak taktim edilirler.
   
   Yeşilçam’ın en bilinen kodu ise “Yeşilçam filmleri asla mutsuz sonla bitmez!” mattosuna uygun filmler yapmaktır. Esas kız ve esas oğlan çeşitli badireleri atlatıp nikah masasına oturur ve ikili pembe panjurlu yuvalarında, aşklarının meyvesi olan evlatlarıyla, sonsuza dek mutlu yaşarlar. Ama birazdan okuyacağınız listedeki filmler kesinlikle Yeşilçam tipi mutlu sonlara sahip değil. Mutsuz, kasvetli ve karanlık sonlara sahip on filmi listelediğim bu haftaki yazım Yeşilçam senaristlerinin sektörleşip sanayi halini alan sinemamız karşısında psikolojik sorunlar yaşamaya başladıklarının göstergesi gibi. Bu nedir böyle sayın senaristler? Sonu belirsiz karakterler, intihar edenler, sonsuzluğa karışıp sevdiceğini kahredenler…

Katil (Ömer Lütfi Akad – Osman Fahir Seden)


1953 yapımı Ömer Lütfi Akad filmi Katil, işlemediği bir suç yüzünden hapse atılan Kemal ve ailesinin yaşadıklarına odaklanıyor. Kemal hapse düştükten sonra karısı Nevin, oğluna bakabilmek için çamaşırhanede işe girer. Fakat çamaşırhanenin yöneticisi randevuevi patroniçesiyle anlaşmalıdır ve Nevin’i deyim yerindeyse kötü yola düşürmeye çalışmaktadır. Nevin ilk başlarda kadını tersler fakat oğluna araba çarpıp da çocuk kör olma tehlikesiyle karşı karşıya kalınca mecburen kadının teklifini kabul eder. Bin Bir Gece dizisindeki Şehrazat’ın haminnesi olduğundan şüphelendiğimiz Nevin, maalesef ki Şehrazat kadar şanslı da değildir. Oğlunun kısa sürede gözlerinden ameliyat olması gerektiğinden pahalı olan ameliyat masraflarını karşılamak zorunda olan genç kadın, tam gerekli parayı toplayıp randevuevinden ayrılmak istediği sırada evi polis basar. Baskındaki tüm kadınlar gibi Nevin de karakolda vesikalanır. Oğlunun ve kocasının adını kirletmemek için göz ameliyatını yaptırdığı oğlunu bir arkadaşına emanet eder. Arkadaşından kocasına da öldüğüne dair bir mektup yazmasını ister. Suçsuzluğu ispatlanan kocası ve gözleri açılan oğlu İstanbul’dan uzağa giderken oğluyla bile gizli gizli vedalaşan Nevin, filmin sonunda yalnız başında bilinmeze doğru ilerler. Sinemanın tiyatrallıktan çıktığı ve gerçek manada sinemaya geçildiği ellili yıllarda mutlu son sever izleyici kitlemize bu yapılır mı sayın senaristler?

Sevmek Zamanı (Metin Erksan)


Sinemamızın mutsuz sonları en çok seven yönetmenlerinden Metin Erksan, Sevmek Zamanı filminde kırk bir kere maşallah denilecek yakışıklılıktaki Müşfik Kenter’i bir resme aşık ederek izleyiciyi dakika bir gol bir misali şok eder. Ama bu şok meğer asıl şok değil artçı şokmuş, çünkü Müşfik bey resmin sahibine değil sadece resme aşıkmış. Resmin sahibi kızcağız da ama o resimdeki benim, resme aşıksanız demek ki bana aşıksınız gibi düz ama etkili bir mantık yapar. Tabi ne münasebet efendim, Metin beyin yazdığı senaryoda siz hiç düz bir mantık düşünebilir misiniz? Asla! Zaten kıza değil resme aşık olması Müşfik için en iyisi olacakmış, kızın elde dürbünlü tüfekle gezen manyak eski sevgilisi filmin sonunda ikiliyi gölde vurarak sinema tarihimizde bir ilke imza atmıştı. Dürbünlü tüfekle kayıktaki çifti vurmak nedir, bu nasıl bir zalımlıktır? Bir de vurmadan evvel acı çekiyordu, ağlamaktan karar vermekte zorlanıyordu eski sevgili.

Kuyu (Metin Erksan)


Metin Erksan’ın okuduğu bir haberden etkilenerek yazdığı bu senaryonun ana kahramanlarından Fatma aslen ölmemiş, tecavüzcüsünü öldürüp şerefiyle hapis yatmış bir ablamızdır. Ama üst maddede de değindiğim gibi Metin bey mutsuz sonları mutlu sona tercih eden bir yönetmenimiz olduğu için filmin sonunda Fatma da kendini asarak filmin mutsuz bitmesine neden olmuştur. Aslında toplumsal gerçekçi sinemamızın mihenk taşlarından olan film, erkeğin kadın üzerindeki mülkiyetine başkaldırı niteliğindedir. On dört yaşındayken karşı komşusunun oğlu Osman tarafından kaçırılan Fatma, Osman’ın tecavüzüne uğrar. Jandarmalar Osman’ı yakalayıp çocuk istismarından hapse atar, Osman’ın anası da oğlunu kurtarmak için Fatma’nın anasının peşinden ayrılmaz. Gel inat etme, kızını oğluma ver, komşuyuz şunun şurasında, yüz yüze bakıyoruz der. Çünkü eğer Fatma razı olur da Osman’la evlenirse Osman hapisten çıkacak. O zamanlar ceza yasamızda mağdur ve tecavüzcünün evlendirilmesi tecavüzcünün serbest kalması demek. Fakat ne Fatma ne de kızın anası Osman’ı haklı olarak istemez ama Osman da boş durur mu? Hapisten çıkar çıkmaz Fatma’yı tekrar kaçırır, film boyunca Osman tarafından düzenli aralıklarla kaçırılmaktan devreleri yanan Fatma, filmin sonunda psikopata bağlar. Önce su almak için kuyuya inen Osman’ın girdiği kuyuyu ağzına kadar kayayla doldurup tecavüzcüsünü öldüren genç kadın, ardından da kendisini asar.

Haremde Dört Kadın (Halit Refiğ – Kemal Tahir)


Halit Refiğ’in olay filmi Haremde Dört Kadın’da yakışıklılığı başına dert olan Cüneyt abimize amcası Sadık paşanın Boşnak hanımı Mihrengiz fena halde abayı yakmıştır. Tabi bunda Cüneyt abimizin de bir hataya düşüp kadının attığı zarfa karşılık vermesinin payı büyüktür. Oysa Cüneyt abimiz uzaktan akrabası olan haremin mahzun güzeli Ruhşan’a aşıktır. Kız da Cüneyt abimize boş değildir ama gel gör ki, Sadık paşa da Ruhşan’ı kendine dördüncü kadın olarak almak istemektedir. Bu sırada Cüneyt abimizin tıbbiyeden arkadaşı Emin bey, polis baskınında yaralanır. Sadık paşanın konağına gelip Cüneyt abimize sığınır. Ama o da ne? Emin beyin hemen ardından konağı önderliğini Hüseyin Baradan ve bıyıklarının yaptığı polisler basmasın mı? Meğer Emin bey Jön Türk çıkmasın mı? Tabi ona yardım eden Cüneyt abimiz de en jönünden bir Jön Türk imiş. Amcası onun Jön Türk olduğunu öğrenince hain oğlan diye konaktan kovar, Cüneyt abimiz de sevgilisi Ruhşan’ı düğün günü kaçırmak için gizlice konağa girer. Tam kızı alıp kaçıyorken zaptiye Kara Ali ve Rüştü’nün amcasına tuzak kurduğunu öğrenir. Ruhşan’a beni dışarıda bekle amcama bu tuzağı haber vermeliyim der. Fedakar Cüneyt abimiz, yiğit Cüneyt abimiz, amcasına kurulan tuzağa engel olayım derken fettan ve psikopat yengesi Mihrengiz tarafından bıçaklanıp merdivenlerden yuvarlanır. Garibim Ruhşan da sevdiğinin ölümünden habersiz dışarıda sevdiğini bekler. Film Ruhşan’ın bekleyişi ile son bulur.    

Fakir Gencin Romanı (Fikret Arıt)


Leman ve Nermin kardeştir, Nermin’i babası sevdiği gençle evlendirmez ve genç kız valizini de toplayıp ablasına sığınır. Leman’ın kocası da bu ve sevgilisine acıyıp ikiliyi evlendirir, hatta Leman’ın kocası Orhan’la ortak bir iş bile kurar. İşsiz güçsüz bir serseriyken parayı bulan Orhan’da ilk fırsatta Leman ve eşine kazık atıp adamın ölümüne neden olur. Önceleri biz bir aileyiz diyen Orhan ve Nermin, Leman’a ve oğlu Turgut’a sahip çıkar. Fakat sonra kadına ve oğluna kötü davranırlar, Turgut’un Orhan tarafından tokatlanması ise Leman için bardağı taşıran son damla olur ve oğlunu da alıp gider. Yıllarca yokluk içinde oğlunu büyüten Leman, Turgut’un mimarlık fakültesini kazanmasıyla derin bir nefes alır. Fakat bu fakülte kadının son nefesini vermesine yol açacaktır. Şöyle ki Turgut sınavda yeni tanıştığı Filiz isimli tembel bir kıza kopya vererek onun haksız yere İTÜ’yü kazanmasına neden olur. Zaten zengin bir kız olan Filiz’in mezun olduktan sonra mimarlık yapacağı da yok. Artık Filiz yüzünden sıralamada bir geri sıraya düşüp üniversiteye giremeyen elemanın bedduası mıdır nedir meğer Filiz Nermin ve Orhan’ın kızıymış. Turgut annesine Filiz’den bahseder, evlenmek ister. Leman da Filiz’i istemek için kızın evine gidince gerçekleri öğrenir. Kardeşi Nermin’in alaycı tavırları yüzünden üzüntüden kalp krizi geçiren kadın sizlere ömür olur. Turgut, Filiz’den hoşlansa da Filiz onun yerine kendisiyle aynı sosyal sınıfa mensup Fikret’le evlenir. Annesinin ölümünden Filiz ve ailesini sorumlu tutan Turgut da katiller diye düğünü basar. İntikam yemini eden Turgut kendini işine verip ülkenin ve Avrupa’nın en iyi mimarı olur. Filiz ve Fikret’in evliliği ise içgüveysinden hallicedir. Kumarbazın önde gideni çıkan Fikret, Orhan’ın malını mülkünü kumarda kaybeder. Filiz, Fikret’ten olma oğlunu da yanına alıp baba evine gider. Sarhoş halde evi basan Fikret, kızının üzerine yürüyünce Orhan, damadına kurşun yağdırır. Turgut Mimar Sinan’a bağlamışken Filiz’in aile trajedisi yaşaması tipik Yeşilçam fakir ama gururlu genç filmleri için uygun olsa da bu filmde Filiz bayağı karaktersiz bir karakterdi. Filmin sonunda intihar etmesi bile kızı masumlaştıramadı. Diyeceksiniz ki, kız Turgut’u zamanında reddetti diye mi kabahatli? Hayır, zamanında sevmez anlarım da resmen çocuğa yüz verdi. Sonra kalktı Fikret’le evlendi, Fikret’in yanlış seçim olduğunu anlayınca tesadüfen karşılaştığı Turgut’a resmen yanaşmaya çalıştı.  

Zambaklar Açarken (Nejat Saydam)


Oğuz Albatros’un oğlu Mete, Roma’da tahsilini sürdürürken tanıştığı manken Perran’la evlenir. Oğlundan evlendiğine dair mektup alan Oğuz’sa Perran’ı karşılamaya gider. Başlarda Perran’ı gözü tutmasa da sonradan kıza alışır. Oğuz’un annesi Mediha parasıyla her şeyi satın alabileceğini düşünen bir kadındır. Ki oğlunu da parayla satın almıştır, Perran, Mete’nin annesi karşısındaki zayıf karakteriyle çocuktan iyice soğur. Fakat nasıl bir iticilikse kalkıp Mete’nin babası Oğuz’a aşık olur, Oğuz da ona karşı boş değildir ve skandal bir ilişki ortaya çıkıyor derken aslında Mete’nin Oğuz’un oğlu olmadığı ortaya çıkar. Bu sırada Oğuz’un komşu çiftliğinde oturan avcı arkadaşı, Perran’ı gördüğü ilk andan itibaren sanki ömründe kadın görmemiş gibi kıza asılır. Hatta kızı kaçırmaya bile yeltenir ki, kardeşim mal mısın yahu dedirtir. Perran’ın korkudan hafızayı kaybetmesi, kadın görmemiş avcı abinin Oğuz’u vurmaya çalışırken Perran’ın kendini kurşunların önüne atması, başkarakterlerin yaptığı her türlü ahlaksızlığa rağmen en asil duyguların insanı çıkarılma çabasının sonuna kadar sürdürüldüğü film, Filiz Akın’ın kariyerinin en karaktersiz rolünü oynadığı film olsa gerek. Zira masum kız olarak görmeye alışık olduğumuz zarafetin sözlük anlamı Filiz hanım, bu filmde resmen kayınbabasıyla aşk yaşıyordu. Filimin sonunda Perran karakterinin ölmesi, filmin başından beri ahlak yapısına oldukça ters bir profil çizdiği için izleyiciyi pek rahatsız etmese gerek. Ama sırf sonsuza kadar mutlu yaşadılar fenomenine sahip Yeşilçam sonu çizgisine ters olduğu için filmi listeye ekledim.

Hıçkırık (Hamdi Değirmencioğlu)


1965 yapımı Orhan Aksoy filminde Hamdi Değirmencioğlu izleyeni ağlamaktan hıçkırık krizine sokacak bir senaryo hedeflemiş olmalı ki, filmin adını bile Hıçkırık koymuş. Ediz Hun’un oynadığı Kenan karakterinin çekmediği dertler çile kalmamış, Hülya Koçyiğit’in oynadığı Nalan karakteri yaptığı yanlış seçimin sonucunu hıçkıra hıçkıra ölerek ödemiş, Kartal Tibet’in oynadığı İlhami karakteriyse Yeşilçam’ımıza psikopatça yanlış anlama tekniğini hediye etmiştir. Ah Nalan ah, Kenan’la saç tonlarınız bile aynıydı, film boyunca hem yetim hem öksüz çocuğu süründürerek eline ne geçti? Bak Kenan’ın ahı İlhami İlhami çıktı işte. Bi de bu film Yeşilçam’ın en patlayan görüntülerine sahip film olma özelliğine sahip midir nedir? Hülya Koçyiğit’in ölüm sahnesi çok acıklı olmasına rağmen deniz ve Ediz Hun’un beyaz üniforması görüntüyü öyle bir patlatmış ki kör olmamak için ekrana güneş gözlüğünden bakmak gerekiyor.

Kambur (Ayşe Şasa – Erdoğan Tünaş)


Atıf Yılmaz’ın yönettiği senaryosunu ise hanımı Ayşe Şasa ve Erdoğan Tünaş’ın yazdığı film mutsuz sonuyla tam Ayşe Şasa tarzı. Zira kedisi sinemamızın hüzünlü senaristidir, hayatı da gayet acıklıdır. Fatma Girik’in canlandırdığı Azize karakteri kambur olduğu için çevresinin hor gördüğü, dışladığı bir kızdır. Koca kasabadaki tek arkadaşı, onu insan yerine koyan tek kişi de Rum bir hayat kadını olan Tasula’dır. Bir gün yakışıklı bir genci kazadan kurtarır, çocuğun kör bir kemancı olduğunu öğrenir.  Kemancı Ali, Azize’yi yüzünü görmeden sever, Azize de Ali’yi sever. Hatta ona gözlerini bile verir. Ama Ali gibi yakışıklı bir gencin gözleri açılınca onu kambur olduğu için beğenmeyeceğini, vefa borcu duyacağı için onu yanında tutacağına inanıp, ona ayak bağı olmamak için Ali’den kaçar. Gözleri açılan Ali, her yerde Azize’yi arar. Tasula’yla Ali arasında geçen konuşma filmin en can alıcı sahnesidir ve mazide kalan saf ve temiz aşkın tanımını yapar. Filmin bu kısmı zaten yeterince boğazları düğümleyecek cinsten değilmiş gibi, bir de Ali’nin adadan uzaklaştığı geminin ardından “Beni de yanına al, Ali” diye suya giren Azize izleyiciyi ağlamaktan felç eder. Yahu filmin olanaksızlığı yüzünden Fatma’nın mavi gözlerini aldı diye, mavi lens taktığınız Kadir İnanır, zaten izleyiciyi şok etmiş. Siz niye bir de Fato ablamızı hem kör hem kambur halde Marmara’nın serin sularına saldınız? Filmin sonu boğulan bir adet feleğin tekme tokat dövdüğü Azize ile kapatılır mı? Hiç mi vicdanınız yok ey senaristler? Biz görmedik ama Allah bilir zavallı Ali’nin de ağlamaktan gemide gözleri denize akmıştır.

Dila Hanım (Sefa Önal)


Orhan Aksoy’un yönettiği, senaryosunu Sefa Önal’ın yazdığı 1977 yapımı film, Türkan ablanın devleşe devleşe bir kaldığı Yeşilçam efsanelerinden birisi. Filmin hikayesi Necati Cumalı’nın Makedonya 1900 kitabından alınma. Bir arazi anlaşmazlığı yüzünden Karadağlı Rıza, Barazoğlu İhsan beyi öldürür. İhsan beyin hanımı Dila hanımsa kocasının intikamını almaya yemin eder. Ama gel gör ki, Karadağlı Rıza olduğunu bilmeden tanıştığı Rıza’ya aşık olur. Rıza da Dila’yı sever ama bu birliktelik kesinlikle imkansızdır. Rıza ve Dila tarlada karşılaşır ve Dila Rıza’yı kolundan vurur, fakat Rıza buna rağmen kalkıp kadına tecavüz eder. Dila bu sefer hem kocasının hem kendinin intikamını almak için Rıza’nın peşinden İstanbul’a gider. Kaldığı oteli bulup Rıza’yı vurmaya hazırlandığı sırada Rıza’nın kalkıp zeybek oynadığı ve Dila’ya kendisini vurması için fırsat verdiği sahne Kadir İnanır’ın ağır çekim zeybeğine rağmen mükemmeldir. Gerçi Moğollar’ın çaldığı ritmi gayet düşük havada Kadir ağabey de daha nasıl zeybek oynasın yahu? Dila’nın Rıza’yı vuramayacağını anlayıp silahını indirmesi ve Rıza’nın da bunu fark etmesi ikilinin sonu olur. Çünkü köy düğününü basıp Dila’yı ölümüne bir dansa kaldıran Rıza, ikilinin sonunu getirir. Karadağlı ve Barazoğlu aileleri ikilinin aşkının farkına varır ve töreye ters hareketlerinden dolayı Dila ve Rıza’ya kurşun yağdırır. Filmin sonunda iki başrolün de öldüğü bir film olma özelliği gösteren Dila Hanım Yeşilçam’ımızın mutsuz sonla biten en efsane filmidir desek yeridir.

Dönüş (Sefa Önal)


Yönetmenliğini Türkan Şoray’ın yaptığı senaryosunu Sefa Önal’ın yazdığı film toplumumuzda kadına bakış açısını ve gurbetçi kültürünü anlatıyor. Belki de ülkemizdeki kadın erkek eşitsizliğinin toplumun kodlarına ne derece işlediğini en iyi ifade eden film bile diyebiliriz. Toplumumuzda kadının kıymeti sadece ana olduğu süreçte vardır ve bu filmde Türkan Şoray’ın oynadığı Gülcan karakteri kadın iken sadece cinsel bir objedir, kocasına itaat eden bir hizmetlidir. Sevgili değildir, değeri yoktur. İbrahim Almanya’ya gidip onun üzerine başka bir kadınla evlenir, muhtemel Almanya’da kalabilmek için formalite evliliği diyebileceğimiz cinsten bile değildir bu evlilik. Zira İbrahim’in Alman kadından bir de çocuğu vardır. İbrahim Türkiye’deki karısını geçin çocuğunu bile unutacak kadar karakter seviyesi düşük bir bireydir. Gülcan’a köyün ağası sarkıntılık eder, ki bu adam bile İbrahim’den daha şereflidir. Gülcan, İbrahim’e köyde yaşadığı zorlukları anlatan bir mektup göndermek ister ama okuma yazması yoktur. Köyün öğretmeninden rica eder, adam da ona okuma yazma dersleri verir. Ama köyde dedikodu çıkar ve köyün ileri gelenleri İbrahim’in adı kirlendi deyip, adama mektup yazar. İbrahim’in Almanya’da ar damarı çatlamış sayın köy ileri gelenleri, siz hala okuma yazma öğrenmeye çalışan Gülcan’a namussuz deyin. İbrahim de mektubu alınca utanmadan namusunu temizlemeye gelir, yanında da Almanya’daki karısı ve çocuğu vardır. Dönüş yolunda kaza geçirip ölen İbrahim ve Alman karısı sinema tarihimizin izleyicinin en içinin yağlarını eriten ölümü olmuştur herhalde? Filmin sonunda sevgisini hak etmeyen İbrahim’in ölümüyle yasa boğulan Gülcan, kazadan sağ kurtulan İbrahim’in, Alman eşinden olan oğlunu sahiplenerek buruk bir mutluluk yaşasa da bu film de mutsuz biter.

21 Ağustos 2017 Pazartesi

Türk Sinemasının En İyi Senaristlerinden Sadık Şendil’in Her Biri Hafızalara Kazınmış 15 Efsane Senaryosu

   Arzu film bünyesinde kadrolu senarist olarak çalışan Sadık Şendil, senaristliğinin yanında güfteci kimliğine de sahiptir. 1913 İstanbul doğumlu olan Sadık Şendil’in babası Lozan’da görev almıştır. Eğitim hayatına Saint Michel Fransız Lisesinde başlayan ünlü senarist daha sonra Galatasaray Lisesine geçmiş. Liseden sonra Tütün Eksperliği yüksekokulunda okuyan senarist, okuldan sonra Ziraat Bankası’nda tütün eksperi olarak çalışır. Tütün eksperliği yaparken bir yandan da Bakırköy Halk evinde oyun yazıp yöneten senarist, sinemaya Cahide Sonku ve Zeki Müren’in oynadığı 1953 yapımı Beklenen Şarkı filmiyle giriş yapar. Türk sinemasına en az 200 civarı senaryo bırakan Sadık Şendil, içinde Kanlı Nigar ve Yedi Kocalı Hürmüz’ün de bulunduğu sekiz tiyatro eserine de imza atmıştır.
   Özellikle başrolünde Kemal Sunal’ın olduğu filmlerin çoğunu yazan senarist, Rıfat Ilgaz’ın eseri olan Hababam Sınıfı serilerini senaryolaştırmıştır. Çok sevdiği ikinci eşi Lahut hanımın penisilin alerjisi yüzünden ölümünün ardından “Senede Bir Gün” adlı şarkıyı yazmıştır. Ayrıca Yeşilçam filmlerinde duymaya bolca alışık olduğumuz “Seven Ne Yapmaz?” adlı şarkının da sözlerini yazmıştır.
   Kalbimin Efendisi (1970), Sev Kardeşim (1972) ve Oh Olsun (1974) olmak üzere üç defa Antalya Film Festivalinde en iyi senarist ödülünü alan Sadık Şendil, 1986 yılında uyurken geçirdiği kalp krizi sonucunda 73 yaşında vefat etmiştir.
   Hakkında anlatılan bir anektod kendisinin ne kadar er ya da geç lafı gediğine koyan bir kişilik olduğunun da kanıtı. Sadık Şendil bir gün genç eşiyle yürürken karşıdan Bedia Muvahhit gelir. Bedia hanım senarist ve eşi arasındaki yaş farkına gönderme yapmak için “Ooo Sadık torunun mu?” der. Sadık Şendil o an bir şey söylemez ama Muhsin Ertuğrul’un 50 yılı anısına verilen resepsiyonda o zaman 85 yaşında olan Bedia Muvahhit’e bakıp “Bedia hanım fena çökmüş…” diyen bir arkadaşına Bedia Muvahhit’in duyacağı kadar yüksek bir sesle “Sorma, Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra kendisini toplayamadı!” der.
   Hayatına kısaca değindiğimiz Yeşilçam’ın en kaliteli senaristlerinden Sadık Şendil’in hayatı ve yarattığı karakterler arasındaki benzerlik derhal göze çarpacak nitelikte. Baba sevgisinden uzak büyüyen Şendil’in birçok karakteri sert mizaçlı babası yüzünden sevgisiz büyümüştür. Zira eşinin ölümünden sonra Senede Bir Gün’ü yazmış adamın, sevdiğinin ölümünden sonra üzüntüden kahrolan karakterler yazması çok doğal. Fakat eserlerine bakarsak Sadık Şendil’in tek bir türde yazmadığını görürüz. Ne Olacak Şimdi gibi bir kara komedi yazan senarist Tarkan Viking Kanı gibi tarihi konulu eserleri de kaleme alıyor. Arzu Film bünyesinde çalışan çok yönlü senarist Sadık Şendil’in akıllardan çıkmayan 15 çarpıcı senaryosunu derlediğim bu yazım aşırı derecede gıpta içerir.

Ne Olacak Şimdi


Şener Şen’in baskını bozuntuya vermemek için garsoniyerde don atlet ve aşırı derece ciddiyetle, iç çamaşırı modeli görünümlü sekreterine, iki yüz torba çimento daktilo ettirdiği film olarak akıllara kazınsa da Ne Olacak Şimdi, sinema tarihimizin en efsane kara komedisidir. Evlilik müessesesinin temellerini ve dünürlük müessesesini ele alan film, kültür çatışmasının aşk üzerindeki etkilerini de çok çarpıcı bir şekilde veriyor. Tükür oğlum babaya repliğini sinemamıza kazandıran film, kapıyı eliyle kıran kıskanç bir eşe, yanlış anlama konusunda Kartal Tibet’le yarışacak bir aşığa, babasına lama gibi tükürmeyi alışkanlık haline getiren bir adet de evlada sahipti. Sinemamızın güldürürken düşündüren en değerli filmlerinden olan Ne Olacak Şimdi? Sadık Şendil ve Yavuz Turgul ikilisinin kaleminden çıkmıştır.

Banker Bilo


Banker Bilo filmini özetlemeye bile gerek yok zira ülkemizde filmi kıyısından köşesinden izlemeyen bir Allah’ın kulu olduğunu sanmıyorum. Sadık Şendil sanki bu filmi Sabahattin Ali’nin “Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?” sorusuna cevaben yazmış gibi. Film boyunca Bilo da namuslu yaşamaya çalışan saf bir karakterdi ve bu saflığı yüzünden de başına gelmeyen kalmamıştır.

Salak Milyoner


Dört kardeşin babasından kalma hazineyi almak için İstanbul’a, babasının askerlik arkadaşını aramaya gittikleri film, birbirinden kurnaz kardeşlerin altın mücadelesini anlatıyor. İstanbul’a gelirken bile birbirini kazıklama derdindeki kardeşler hazine yerine hazine haritasıyla karşılaşır. Taksimin göbeğini kazıp Kayseri - Fenerbahçe maçına çıkan ve yenilmenin acısıyla stadı basan kardeşlerin başına gelen en absürt olay tabi ki bu değildir. Sırtlarını bir birine verip İstanbul’un dört bir yanında hazine arayan kardeşler, bu yolda yanlışlıkla Devlet Opera ve Balesinden tut randevu evine kadar girerler. İzleyici olarak kahkahalarla gülsek de biraz oturup düşününce halk diline kadar giren sözler yazıp, ustaca kurgulanmış bir senaryoya imza atmış bir senarist olan Sadık Şendil’e hayran kalmamak mümkün değil.

Mavi Boncuk


Türk Sinemasına Stockholm sendromunu, Stockholm’de yaşanan soygun olayının hemen ardından yansıtarak tüm Avrupa’yı geride bırakan Sadık Şendil, izleyeni kahkahaya boğmayı da ihmal etmez. Hesabı ödeyemedikleri için dayak yedikleri gazinonun assolistini kaçırmaya karar veren ekip hiçbir masraftan kaçınmayıp eczaneden eter, tuhafiyeden kadın çorabı alarak Emel’in evine gider. Soygunda tanınmama yolu olarak kadın çorabı kullanmak ilk defa Mavi Boncuk’ta ortaya çıksa gerek. Fakat gel gör ki, bu filmi komik kılan en önemli noktalardan biri de bu çoraplardır. Zira soyguna Mıstık kilotlu çorapla, Cafer yırtık çorapla diğerleri de gözlerini açmakta zorlandıkları üç numara küçük çorapla gider. Yani kadın çorabıyla bile izleyicinin hafızasında yer edip, güldürmek bir yaratıcılık sembolü değil de nedir?

Canım Kardeşim


Şimdiye kadar komediyle karşımıza çıkan senarist Sadık Şendil, Canım Kardeşim filmiyle melodramın kralını yazıp izleyiciyi hüzne boğmuştur. O değil de kocaman adamın olaylara çocuk saflığıyla bakabilmesi beni büyülüyor ya. Öleceğini öğrenen ama ölümün ne olduğunu bilmeyen Kahraman, gene ölümün ne olduğunu bilmeyen ve kendisinden bilyelerini isteyen arkadaşına ben ölünce abimden alırsın diyor. Bi de Kahraman’ın yine aynı saflıkla arkadaşına sana bir şey söylücem ama kimseye söyleme dediği kısımdan sonra pat diye ben ölecekmişim demesi izleyiciye paket paket kağıt mendil bitirtecek cinsten. Hayatının son anlarını mutlu geçirecek olan Kahraman’la birlikte ağabeyi Murat ve ağabeyinin arkadaşı Halit’in de ilk defa lunaparka gidip çocuklar gibi eğlendikleri kısım, karakterlerin mutluluğunun izleyiciye hüzün olarak geçmesi…

Gırgıriye


Sulukule romanlarının hikayesine odaklanan Gırgıriye, birbirine düşman iki ailenin bireylerinin birbirine duyduğu aşkın komedisi desek yeridir. Paragöz Sabahat, kızı güzeller güzeli Güllü’yü kesinlikle köfte gibi kızarıp biber gibi patlamasını istediği sarhoş Emin’in ayıcı oğlu Bayram’a vermek istemez. Çünkü o Emin’i zamanından tam evlenecekleri sırada çengi Naciye ile basmıştır. Öte yandan Emin de Sabahat’ın onu bırakıp darbukacı Muharrem’e kaçtığını iddia eder. Hikaye sadece bu kısma kadar bile izleyiciyi koltuktan düşürecek kadar komikken bir de yüce gönüllü kardeşimiz Bayram’ın, sevdiceği Güllü’yle kurduğu hayaller var ki, sinema tarihimize altın harflerle yazılacak cinsten. Zira Bayram, Güllü’ye bir araba alıp ona tüm Avrupa’yı gezdirmek ister. Fakat Bayram kardeşimizin Avrupa ufku Edirne, Malkara, Keşan’la sınırlıdır. Tıpkı Güllü’nün Avrupa ufku gibi… Ama izleyiciyi güldüren bu sahne aynı zamanda Bayram ve Güllü’nün yalansız, temiz sevgisini izleyiciye hissettirmeyi de başarır. Güldürürken düşündürülür anlarım da, güldürürken aşkı hissettirecek kadar sağlamdır Sadık Şendil’in kalemi.

Neşeli Günler


Abartı sanatının ustalarından Ziya karakteriyle akıllarda yer etse de Neşeli Günler, içinde ilk feminist kadın karakterimiz Saadet hanımı barındırır. Şöyle ki Yaşar bey, hanımına bana insanların yanında ses çıkarma, benim sözümün üstüne söz söyleme diye, çıkışan ataerkil toplumun ataerkil bir bireyidir. Karısı Saadet ise sen konuşacaksın, ben susacağım. Oh ne ala, var mı böyle müşterek hayat diye kocasına çıkışır. Boşanma olaylarının pek sık görülmediği yetmişlerde kocasından ayrılmaya çekinmeyecek kadar da kendine güvenen bir kadın Saadet hanım. Çocuklarını seven ama birbirlerine üstünlük kurmaya çalışan iki huysuzun turşu suyu yüzünden yuvalarını yıkma mevzu gibi görünse de film alt metninde kadın ve erkek eşitliği daha doğrusu eşitsizliğine de değiniyor. Ha Ziya’nın kahvede ünlülerin jileti Cibicibicis marka jiletlerini satmaya çalıştığı sahne şahanedir, orası ayrı.

Şaban Oğlu Şaban


Miralay Hüsam, Hüsam’ın belalısı er Şaban ve Şaban’ın şam şeytanı, açıkgöz kankası Ramazan’ı bünyesinde barındıran film komedinin mihenk taşlarındandır. Dahiliye Nazırı Sıtkı’nın hemşiresinin, kümeste sakladığı kaldırım taşından hallice elması, aile eşrafına gösterildiği sırada kayıplara karışır. Sıtkı Paşa ele güne rezil olmayalım diye durumu gizler, damadı polis müdürü Hüsam da elması bulacak zekaya sahip değildir. Terhis edildikten sonra iş bulamayan Şaban ve Ramazan pavyonda çalgıcılık yapmaya başlarlar. Kantocu Nigar’ı görünce eşekten düşmüş karpuza dönen ikili ellerinde bir adet gül alıp kadına ilanı aşk etmeye giderler. Fakat o da ne? Nigar’ın dostu kabadayı Eşref mekanı basıp ikiliyi öldürmeye kalkmasın mı? Eşref’in adamları Nigar’a çiçek yollayan bir adamı getirince Eşref’in tüm dikkati ikiliden adama kayar. Eşref’in dostuna çiçek yollayan adamı delik deşik ettiğini gören Şaban ve Ramazan’ın konuşması, ikiliden kurnaz olan Ramazan’ın korkudan elindeki çiçeği yemesi bile senaryonun mizahi zenginliğinin bir göstergesi değil de nedir?

Süt Kardeşler


Yahu ben hala izleyiciyi gülmekten ağlatacak derecede komik bir eserin nasıl olup da teen slasher senaryonun kodlarını adım adım içinde barındırdığını anlayabilmiş değilim. Sinema tarihimizin bir numaralı korku ögesi Gulyabani’yi içinde barındıran Süt Kardeşler, sinemamızın en komik filmlerinden birisi. Sadık Şendil birbiriyle alakasız iki film türünü bir potada eritebilecek kadar da usta bir senarist.

Gülen Gözler


Beş kız babası marangoz Yaşar usta ve en büyük kızı Fikret’e sevdalı pilot Vecihi arasında geçen komik diyaloglar mı desem, bir annenin kızının istikbali için hayat arkadaşını bile karşısına alacak cesareti mi desem? Gülen Gözler sabun köpüğünden umutların hayat karşısında eridiği ama aile bağlarının kolay kolay kopmadığı bir film. Öte yandan bu filmde karakterler de ustaca kurgulanmış, tıpkı senaristin diğer filmlerinde olduğu gibi. Örneğin kardeşlerin bir hırka için yaptığı kavgadan tut, evin küçük kızının sürekli eziklenmesine kadar çok gerçekçi karakterler mevcut bu filmde. Özellikle anneye duygu sömürüsü yapıp babadan ölesiye korkan Nedret potansiyelinde bir kardeş, her çok çocuklu ailede mevcuttur.

Aile Şerefi


Yeşilçam’ın bir numaralı dramlarından Aile Şerefi, ailenin en küçük ve talihsiz ferdi Murat’ın ağzından ailesini tanıtarak açılır. Fakir ama mutlu ve birbirine bağlı olan sucu Rıza’nın, eşi, beş çocuğu ve bir damadından oluşan çekirdek ailesinin yüzü önce ailenin en büyük oğlu Hasan’ın arkadaşı, Mustafa’nın evin küçük kızı Zeynep’e talip olmasıyla güler. Sonra da ailenin küçük oğlu Murat’a, ablasıyla gittikleri sinemanın çıkışında Bağdat caddesinde arkadaşıyla araba yarışı yapan Oktay’ın çarpmasıyla aile için her şey ters gitmeye başlar. Önce Murat’ın kemikleri yanlış kaynar ve çocuk sakat kalır, sonra da ailenin küçük kızı Zeynep’e, Murat’a arabayla çarpan Oktay musallat olur. Hayatı boyunca istediği her şeyin babası tarafında altın tepside önüne sunulmasına alışık olan Oktay, sahip olması gereken bir eşya gibi Zeynep’i elde etmek ister. Kızın istememesi, ailenin reddetmesi Frankenstein canavarı Oktay ve Dr. Frankenstein Fehmi beyi pek ırgalamaz. Çünkü onlara göre Zeynep’te para ile satın alınabilecek bir maldır. Zengin ve fakir arasındaki ayrımdan çok hayatın para etrafında döndüğünü sanan zengin ve aile birliğini korumaya çalışan fakir arasındaki uçurumu gösterir Aile Şerefi. Bi de bu filmden anladığımız kadarıyla erkek birey için bir şeref göstergesi olarak bıyık mühim. Zira Rıza bey ve ailesinde neredeyse İlkokul beşinci sınıf öğrencisi Murat’a kadar herkes bıyıklıyken Oktay, babası ve Oktay’ın kankaları bıyıksız idi.

Tarkan Viking Kanı


Sezgin Burak’ın karikatür kahramanı Tarkan, sinemaya uyarlanacak olursa senaryo kime ait tabi ki Sadık Şendil ve ekibine… Tarkan’ın Viking komutanı Emel Sayın peruklu Toro, ilk insanlardan friendzone mağduru dev Orso, striptiz yaparak adam öldürmeye çalışan Çinli prenses Lotus ve tabi ki muşamba ahtapotla mücadelesini anlatan filmin sinemamızdaki yeri ayrı.

Bizim Aile 


Yaşar ustanın, fabrikatör ama kalpsiz dünürüne verdiği balans ayarıyla hatırlanan film, adeta bir manifesto niteliğinde. Sanırım zamanında sansürle başı dertte olan sinemamızda Yaşar usta, fabrikatör Saim bey karşısında işçi sınıfının sermaye karşısındaki direnişini nitelemiş. Itır Esen’in canlandırdığı Alev karakteri emeği sembolize ederken, Yaşar usta ve Melek hanımın aileleri işçi sınıfını, Saim bey de sermayeyi niteler. İşçi sınıfı ve sermaye arasında emeğin karşılığını alma gerilimi film boyunca giderek yükselir. Sermaye, paranın gücünü de kullanarak işçi sınıfına türlü cezaları verir. Bıçak kemiğe dayanınca işçi temsilcisi olarak sermayenin önüne çıkan Yaşar usta, Yeşilçam’ın, Hababam Sınıfı’ndaki Çalışkan Ahmet’in ayarıyla beraber en etkili ayarlarından birini verir.

Ah Nerede


Bir romantik serseri, bir yakışıklı çapkın olarak Tarık Akan, üç sevgilisi ve bir nişanlısı olmasına rağmen bir de utanmaz güzeller güzeli Gülşen Bubikoğlu’na göz diker. O değil de şu filmde otobüsün tavanından cama sarkarak hoşlandığı kızın yanağına buse kondurmayı akıl eden sinema emekçisine bir sinemasever olarak tebriki bir borç biliyorum.

Salako


Zalım ağanın güzel ama sinsi kızı Emine’ye sevdalı yanaşma Salo’nun, eşkıya Salako’ya dönüşüm öyküsü olan Salako, Salo üzerinden aşkın saflık derecesindeki temiz halini anlatırken Emine üzerinden de, yanlış aşkın peşinden koşarken gerçek aşkı fark etmemeyi dile getiriyor. Salo’nun dönüşümü Emine’nin gerçek yüzünü görmekken, Emine’nin dönüşümü ise Salo’nun aşkını fark etmek oluyor. Gene de eline bir çanak pilav alıp, sevgilinin bacasında mani yakarken, kızın babasına yakalanıp taşlanarak bacadan düşmek komedi tarihimizin kıymetlilerindendir. İşte bu yüzden;

Teşekkürler Sadık Şendil


Teşekkürler Arzu Film




18 Ağustos 2017 Cuma

Yeni dönem Türk sinemasının kabiliyetine rağmen popülariteye ulaşamamış birbirinden yetenekli 16 yerli aktörü

   Hani bazı oyuncular vardır ya, rolünü oynamaz adeta yaşar, kendi kimliğinden çıkıp oynadığı karakterin kişiliğine bürünür. İşte bu haftaki listemde rol yapmayıp adeta yaşayan yerli aktörlerimizi derledim. Fakat canımı sıkan bir durum başlıkta da değindiğim gibi çoğunluğu oldukça yetenekli olmasına rağmen bir türlü hak ettikleri popülariteye ulaşamıyorlar. Modellikten geldikleri için yakışıklılıklarına halel gelmesin diye mimik yapmadan, bal mumu heykel misali kamera önünde poz verenlerin başrolden başrole koştuğu ekranlarda yan rollerde görmekten bıktığım başarılı oyuncuları listeledim. 

Okan Yalabık


Serseri dizisi ile çıkış yapan yakışıklı oyuncu, iki binlerin başında yakışıklılığının ve sarı saçının hatırına sürekli aynı tip romantik komedi tarzı dizilerde yer alıyordu. Fakat asıl çıkışını Hatırla Sevgili adlı dramatik dönem dizisi ile yapan oyuncu, dizideki Necdet karakteriyle adete rolünü yaşadı. Bir yan karaktere can verdiği Hatırla Sevgili’de oyunculuğuyla karşısındakileri teker teker ezen Okan Yalabık, aynı anda aşık, sahiplenici, fedakar, kıskanç ve kaybetme korkusu yaşayan bir adama can verdikten sonra bir diğer dönem dizisi olan Muhteşem Yüzyıl’ın Pargalı İbrahim’i olarak izleyicinin karşısına çıktı. Ailesinden koparılan bir devşirmeyi canlandırdığı dizide Manisa şehzadesi Süleyman’la tanışınca hayatı değişen ve Süleyman tahta çıkınca hızla yükselen, hırslı bir karaktere dönüştü. Necdet ve İbrahim birbirlerine çok zıt karakterler olsa da Okan Yalabık başarılı oyunculuğuyla Necdet’le aşık ettiği bünyeleri İbrahim’le kızdırmayı başardı.

Çağlar Çorumlu


7 Numara’daki Yusuf Güdük karakteriyle hafızalarda yer eden Çağlar Çorumlu, yeni dönem sinemamızın en komik adamlarından birisi. Kem gözlü Şevket rolüyle de Yusuf Güdük’ü aratmayan başarılı oyuncuda dram oynayacak bir potansiyel de mevcut.  

Onur Saylak


Şu sıralar Vatanım Sensin dizisinin antipatik ismi miralay Tevfik rolüyle izleyicileri ifrit eden başarılı oyuncu, yan rollerin aranan ismi olmuş durumda. Fakat Onur bey her seferinde başrolü gölgede bırakan bir oyunculuk sergileyerek kendine hayran bırakmasını biliyor.  

Tardu Flordun


Evdeki Yabancı dizisiyle ekranlara giriş yapan başarılı oyuncu Tardu Flordun, Yeşilçam’ın emekçi oyuncusu Macit Flordun’un da oğlu. Babadan oğula yetenekli bir nesil olan Tardu Flordun, aşk ve güldürü konulu dizide bile oyunculuğuyla dikkat çekmeyi başarmıştı. Fakat birçok izleyici onu Bin Bir Gece dizisindeki karakteriyle tanıdı. Yakışıklı oyuncu, asıl mesleği mankenlik değil oyunculuk olduğu için mimik kullanmaktan çekinmezdi.   

Engin Günaydın


Burhan Altıntop karakteriyle parlayana kadar birçok dizide rol alan Engin Günaydın, ilk çıkışını Bir Demet Tiyatro’nun zabıta İrfan’ı olarak yaptı. Komedi rollerine yakıştırılsa da Yeraltı’nda oynadığı Muharrem’le karanlık karakterlerin altından da başarıyla kalkacağını kanıtladı. Vavien’deki Celal ise insanın çaresizliğinin sözlük anlamı oldu.

Alper Kul


Şu sıralar komedi dalında adını duyursa da ilk önemli çıkışını Mahsun Kırmızıgül ve Beren Saat’in başrolünü oynadığı Aşka Sürgün’le yaptı. Zira dizide Fırat Tanış ve Teoman Kumbaracıbaşı ile beraber parlayan genç yeteneklerden biriydi.

Teoman Kumbaracıbaşı


Yetenekli bir oyuncu olan Teoman Kumbaracıbaşı da listedeki başarılı meslektaşları gibi başrolden daha başarılı bir yan rol. Tipi itibariyle iyi bir kötü adamı canlandıracak gibi dursa da ( ne zaman izlesem aklıma İspanya’nın Erol Taş’ı Luis Tosar gelir) Aşka Sürgün’de tekerlekli sandalyeye mahkum, içine kapanık ve depresif bir karaktere can vererek dikkat çekmişti. Listenin tamamı gibi Teoman beyde oyunculukta kuralsızdı. Yazı Tura’da Kenan İmirzalıoğlu’yla öpüşmesinden Şoray Kanunları olmadığı anlaşılıyor.

İlker Aksum


Çarli dizisindeki Afakan rolü ile hafızalara kazınan İlker Aksum, bir oyuncunun en büyük kabusu olan aynı tip rolleri oynamak istemediği için komediye tövbe etmiş gibi. Küçük Kıyamet filminde canlandırdığı rolse onun ne derece başarılı olduğunun göstergesi. Bir oyuncu düşünün ki akıllara kazındığı komik karakterin hemen sonrasında canlandırdığı başka karakterle izleyiciyi iliklerine kadar korkutmayı başarsın.

 Olgun Şimşek


Bir Demet Tiyatro’nun Kudret’i, 7 Numara’nın Sabit’i ile güldürse de Beyaz Gelincik’teki yüzü façalı Aziz rolüyle, genç kızların sevgilisi Mehmet Günsur’u öldürerek nefret toplamayı başardı. Beşik Kertmesi’nde aşkın en temiz halini yaşayan Ferdi olarak güldürse de izleyicinin bam teline dokunmuştu. Yalan Dünya’da ise birbirinden zıt iki karaktere can veren Olgun Şimşek, yeni dönem sinemamızın en iyi karakter oyuncularından birisi. Bunu da resimde de görüldüğü üzere hiçbir mimiğinden fedakarlık etmemesine borçlu, zira kendisi fotomodel değil oyuncu.

Fırat Tanış


Görünüş itibariyle yeni nesil kötü adam gibi dursa da Fırat Tanış, Geniş Aile’nin koyu Bilal’i olarak yediden yetmişe herkesi güldürmeyi başarmıştı. Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’sundaki performansıyla zaten yüksekte olan oyunculuk çıtasını arşa yaklaştırmıştı.

Engin Hepileri


Emret Komutanım’ın Sinyor Seyfi’si olarak dikkat çeken Engin Hepileri, başrolden daha yetenekli yan rol oyuncularından birisi. Duru oyunculuğu ve karakteristik yüz hatlarıyla sinsiyi de masumu da kolaylıkla oynayabilir.

Rıza Kocaoğlu


Nedendir bilinmez ama Rıza Kocaoğlu’na biçilen rol hep başrolün psikopat yancısı. Tamam, adam bu rolleri başarıyla canlandırıyor, ama insan cidden bir yerden sonra sorgulamaya başlıyor. Tipi müsait diye bu adam hep psikopat yancı olarak mı kalacak? Rıza Kocaoğlu gibi bir yeteneği bir aşk filmi ya da dram filminde göremeyecek miyiz? Bu adamın sanat hayatındaki yeri yeni nesil Hüseyin Payda olarak mı kalacak? Mavi gözlü, kötü ve psikopat adamlıktan öteye gitsin artık bu yetenek.

Saygın Soysal


Asi dizisindeki rolü ile dikkat çeken Saygın Soysal, Muhteşem Yüzyıl’da Şah Sultan’a aşık bir kapı kuluna can vererek daha da dikkat çekti. Kara Para Aşk’taki rolüyle iyice dikkat çekse de yeteneğine ters orantılı popülaritesiyle insanı cidden hayret ettiriyor.

Berk Hakman


Hatırla Sevgili dizisindeki Deniz karakteriyle dikkat çekse de Berk Hakman iyiyi de kötüyü de başarıyla canlandıran bir oyuncu. Jan Jan’ın delisi, Tepenin Ardı’nın Zafer’i… Ama seyirci onu daha çok Suskunlar’daki psikopat Gurur ile tanıdı. Es Es dizisindeki serseri ağabey ile anti karaktere hafiften giriş yapan genç oyuncu Suskunlar’da stajyer kötü adam olmaktan çıkıp kötü adamlığına psikopatlıkta eklemişti.

Timuçin Esen


Gönül Yarası filmindeki Halil rolüyle filmin en güzel detayı olan Timuçin Esen, daha sonra Hırsız Polis ile çizgisini devam ettirdi. Sonra bir ortalıktan kayboldu, kayboluş o kayboluş. Sonra Vicdan dizisiyle döner gibi oldu, dizi yayından kalktı. Oysa Gönül Yarası’yla beklentiyi bayağı bir yükseltmişti. Oyunculuğu iyi olsa da talihsiz rol seçimleri yaptığından olsa gerek tutunamıyor.

Ahmet Rıfat Şungar


Üç Maymun’la dikkatleri üzerine çeken genç oyuncu, Deniz Seviyesi filmiyle yeteneğinin tesadüf olmadığını kanıtladı. Festival filmlerinin aranan ismi olsa da gişe filmleri için fazla mı yeteneklidir nedir? Oynadığı dizilerde de farklı kimliklere bürünüyor ama benim hatırladığım tek başrolü Es Es’ti.