Sinema Tarihine Adını Altın Harflerle Yazdıran Nevi Şahsına
Münhasır 15 Vampir
Vlad Tepeş (3. Vlad)
yani namı diğer Kazıklı Voyvoda, döneminin en psikopat voyvodası olarak Eflak’a
kan ağlatıp, insanları kazığa oturtmasıyla bilinirmiş. Zamanında Osmanlıya
gönderildiği ve çocukluğunu Fatih’le geçirdiğine dair çeşitli rivayetler
dolaşan Vlad, memleketine dönüp babasının yerine geçince Eflak’ta bir korku
beyliği oluşturmuş. Hakkında insanların kanını içtiğine dair rivayetler bulunan
Vlad, psikopatlığı iyice ele alınca Fatih, Eflak’a sefer düzenler ve Vlad bey
sizlere ömür olur. Bir rivayettir ki kendisinin başı gövdesinden ayrılıp, bir
küp balın içinde Fatih’e sunulmuş. Hakkında bolca rivayet bulunan Vlad Tepeş,
tarih camiası tarafından bilinse de onu edebiyat camiasına tanıtan Bram
Stoker’in Drakula adlı romanıdır. Bu roman daha sonra önce Alman dışavurumcular
sonra da Hollywood tarafından sinemaya aktarılmış ve o gün bugündür sinema
tarihinin en renkli simalarından vampirler beyazperdenin aranan karakterleri
olmuş.
Bir adet psikopat
tarihi simanın halk öykülerinden aktarılan korku öğeleriyle harmanlanmış
hikayesi hala sinemaseverleri ekrana bağlıyorsa bu hikayenin klas karakteri
vampirler de şöyle güzel bir yazıyı hakkediyor. Sinema camiasının ölümsüz
lanetlilerinin bol kanlı ve aşırı acıklı hikayesini dini mevzulara bağlayıp ilk
vampiri kardeş kanı döken Kabil’e kadar götürenler olsa da bu herhalde
vampirlerin ebedi lanetine bir gönderme olmalı. İnsan kanı içerek hayatta kalan,
güneşe alerjisi olan ve sarımsak kokusundan nefret eden vampirler, haç ve
kutsal suya dayanamayıp, kalplerine saplanan bir kazık ya da başının
gövdesinden ayrılmasıyla sizlere ömür olabiliyorlar. Kan görünce dayanamayan ve
şah damarına zaafı olan vampirler uzun bir ömür yaşadığı için kendilerini
kültür ve sanata verip sinemanın canavarları arasında kültürü ve
beyefendilikleriyle öne çıkarlar. Zaten soyları ta Eflak voyvodasına dayandığı
için buram buram asalet kokan vampirler, karşısına çıkan ölümlüleri hemen
etkisi altına alıp sonra da kanlarını sömürürler.
Vampirin kanından
bir fırt aldığı – ki bu genelde başrol güzel kadın olur – kişi lanetlenip
vampir olurken capri sun muamelesi yaptığı tahtalıköyü boylar. İnsanların
kanını sömüren cani yaratıklar gibi görünseler de aslında lanetli olduklarının
farkında olan vampirler, ölemediklerinden dolayı gizli bir eziklik duyar. Beyaz
perdenin en kültürlü canavarı olan nevi şahsına münhasır on beş vampiri
derlediğim bu haftaki yazımda Nosferatu’dan Kont Drakula’ya kadar vampire
doyacağız.
Hani suretle alay olunmaz da Kont Orlok, Allah affetsin
sinema tarihinin tipsizliğiyle hatırlanan tek vampiridir. Alman dışavurumcu
sinemanın tipiyle sınadığı Kont Orlok, vampirden çok iki ayaklı farenin ağda
yapılmış hali gibi. Kel kafası, fırça kaşları, sivri olması yetmiyormuş gibi
bir de zorla kepçeleştirilen kulakları, makyajla midye boyutuna getirilen
gözleri, kemer olayını aşıp tak kıvamına gelen kocaman burnu, tavşan fare
karması dişleri ve bu yüze tezat oluşturacak Emel Sayın güzelliğindeki
elleriyle izleyiciye tövbe çektiriyordu. Bir de kıyafetler yardımıyla vücudunu
oransızlaştırıp suni kambur ekleyerek zavallı Kont Orlok’u ele güne rezil
etmişlerdi. Bir de maddi imkansızlıktan mıdır nedir camianın en fakir vampiri
de Kont Orlok idi. Kendi tabutunu bile pıtı pıtı Kont Orlok taşıyordu. Bu ne
biçim kontluktur yahu? Jonathan Harker şatosuna gelip de ekmek keserken
yanlışlıkla elini kestiydi de kan görünce heyecan yapan Orlok, bi fırt alayım
diye adamın parmağını emmeye kalkınca, o beyinsiz Jonathan bile bunu
terslediydi. Hepsi neyse de yapılan vampir filmleri içerisinde en cazibe
fukarası esas kız da Kont Orlok’a denk gelmişti. Öyle ki bütün filmlerde
Jonathan’ın karısını görüp etkilenen vampirler adama “Allah mesut etsin, senin
hanımın da maşallahı varmış.” tarzı laf ederken, Kont Orlok, Ellen’in resmini
görünce maşallah karın da senden yakışıklıymış Jonathan bakışı atıp “Karının
güzel boynu varmış.” diyor. Kont Orlok, sinema tarihinin ilk vampiri olsa da
ilk olmanın mı dışavurumcu sinemanın mı bahtsızlığını yaşamıştır nedir? İnsan
bir Bela Lugosi’ye bakıyor bir Christopher Lee’ye onların oynadıkları vampir
hem yakışıklı, hem etkileyici, hem de kültürün dibine vurmuş. Bir de Kont
Orlok’a bakıyon tip desen Ninja Kaplumbağalardaki usta Splinter Orlok’tan
yakışıklı. Etkileyicilik desen 1’in çarpmadaki etkisiyle 0’ın toplamadaki
etkisi Orlok’un insanlara etkisinden daha fazla. Kültür desen filmde kültürüne
dair gördüğümüz tek şey okuma yazma bilmesi. İnsanın izlerken bazen yahu bu
Orlok size ne yaptı sayın yönetmen diyesi geliyor.
Nezaket ve asaletin can bulduğu Hollywood’un ilk vampiri Kont
Dracula (Dracula)1931
Aslında 1931 yapımı Dracula sinema tarihinin yasal ilk
vampiri sayılır. Zira ilk vampirimiz Kont Orlok’lu Nosferatu yönetmen F. W.
Murnau tarafından Bram Stoker’den telif hakkı alınmadan çekildiği için
yasaklanmış. 1931 yılında Hollywood telifini alıp Bela Lugosi’li Dracula’yı
çekmiş. Lugosi’nin Orta Avrupa aksanlı Dracula’sı orijinaline daha uygun olmuş.
Zira kitabın esinlendiği karakter de Romanyalı olduğu için muhtemel yaşasa
İngiliz aksanlı şakır şakır bir İngilizce konuşmazdı. Lugosi bence sinema
tarihinin Atıf Kaptan’la beraber en asil vampiri, tavırlarıyla Dracula adının
önündeki Kont unvanına yakışacak asaleti sergiliyorlardı. Bela Lugosi,
briyantinli saçları ve pelerininin altına giydiği smokini ile en beyefendi
vampir olarak vampirseverlere budur dedirtiyor. Sivri köpek dişleri olmadığı
için karşısındakileri bakışlarıyla etkisi altına alan Dracula, tek bir el
hareketiyle emrindekileri harekete geçiriyordu. Ölememenin zorluğuna değinen
ilk vampir olmasıyla gizliden gizliye ölsem de kurtulsam diye düşündüğünü
anladığımız ilk Dracula’mız Bela, Londra’ya adım atar atmaz yolda gördüğü
çiçekçi kızı pelerininin altına alarak sömürmüştü. Sanatsever bir vampir olan Dracula,
sadık adamı Renfield’in tutulduğu akıl hastanesinin sahibi Dr. Seward’ı bulmak
için gittiği operada tanıştığı Lucy hanımı hemencecik etkisi altına alıp kızın
kanını da son damlasına kadar emmişti. Lucy’den sonraki hedefi Mina ise Van
Helsing’in sarımsakları sayesinde yırtmıştı.
Adeta tablo gibi film Vampyr’in kadın vampiri Marguerite
Chopin (Vampyr) 1932
Sinema tarihinin ilklerini barındıran Vampyr, içinde ilk
kadın vampiri bulundurmasıyla türünün ilk örneğidir. Şimdiye kadar vampirler
hep erkekken Vampyr’le kadınlar da vampir camiasına giriş yapmıştır. Oysa sinema
tarihi kadınlara şimdiye kadar sadece cadılık makamını layık görüyordu. Yaşlı
vampir teyzemiz emrine aldığı köy doktoru sayesinde köyün yarısını höpürdetmiş,
son olarak da Leone’ye musallat olmuştur. Dış çekimleri teknik imkansızlıklar
yüzünden ütüyle çekilmişçesine karıncalı olmasına rağmen özellikle vampir nine
Marguerite’nin Leone’yi bahçede sömürdüğü kısım adeta Henry Fuseli’nin The
Nightmare tablosu gibidir. Filmin sonunda erkek vampirler gibi Marguerite de
bir adet kazığın kalbine saplanması sonucu hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Sinema tarihinin ilk sivri köpek dişli vampiri Kont Drakula (Drakula
İstanbul’da) 1953
1953 yapımı Drakula İstanbul’da ile Türk sineması da coğrafi
açıdan Hollywood’dan daha yakın olduğu vampir akımına karşı kayıtsız
kalamadığını gösteriyor. Sivri köpek dişinin görüldüğü ilk film olan Drakula
İstanbul’da filminden sonra Hollywood sineması da sivri köpek dişli vampir
ekolünü başlatmıştır. Bela Lugosi hariç Hollywood sinemasındaki bütün vampirler
sivri köpek dişlerine sahiptir. Atıf
Kaptan’ın Drakula’yı oynamayıp Drakula olduğu filmde Atıf bey adeta vampir
olmak için doğmuş gibi. Asalet ve tavırlarındaki etkileyicilik, siyah beyaz
filmde bile dikkat çeken donuk mavi gözleriyle bütünleşip adamı insanüstü bir
hale getirmiş. Vampir öldürme konusunda bir dünya markası olmayan avukat Azmi
kafasına küreği geçirdiğinde bile Drakula’nın asaleti bozulmamıştı. Birkaç
konuyu es geçersek Drakula İstanbul’da filmi Bram Stoker’in kitabına sadık
kalma konusunda Hollywood’dan bile daha inatçıdır. Öyle ki film, 1931 ve 1958
yapımı Hollywood Dracula’larından çok 1992 yapımı F. Ford Coppola’nın Bram
Stoker’in kitabından uyarladığı Dracula’ya benzer. Tabi erotik kısımları hariç.
Gerçi yerli Mina’mız Güzin’in küvetteki duş sahnesi dönemine göre bayağı erotik
sayılır. Sigara ile mezarlıkta sis efekti yapma konusuyla sinemanın para kadar
pratik zeka işi de olduğunu gösteren film, Drakula’mız Atıf Kaptan’ın şatosunun
duvarlarında tırmandığı kısmı ise özel bir platform üzerinde süründürdükleri
Atıf beyi kamera oyunu ile çekmeleri ile oluşturmuşlardır. Vallahi adam 1953
şartlarında Gary Oldman’dan iyi sürünmüş.
Hollywood’un sivri köpek dişli ilk vampiri Kont Drakula (Horror
of Dracula)1958
Efendim bu filmimizde Jonathan Harker ve Van Helsing
vampirleri yok etme ve dünyayı kurtarma derneğinden arkadaşmış gibi tespit
ettikleri vampirimiz Kont Drakula’yı öldürme planları yaparlar. Jonathan
Kütüphaneci ayağı çekerek Drakula’nın şatosuna gelir ve adamı öldürmenin
yollarını arar. Bu sırada şatoda hoş bir hatunla karşılaşır, ama ne hikmetse
Drakula’ya bu kadın kim diye sormaz. Kadın Jonathan’a beni bu şatoda Drakula
esir tutuyor beni buradan kaçırın diye dram yapsa da ilk fırsatta Jonathan’ı
sömürmeye çalışır. Öyle ki Jonathan’ı vampir kadının elinden bile Kont Drakula
kurtarır. Fakat nankör Jonathan hayatımı kurtardı demeyip Drakula’yı öldürmeye
çalışır. Ama bir kuş beyinli olduğu için Drakula dururken önce kadınlar diyerek
adamın karısını öldürür. Kadının çığlığına uyanan Drakula, Jonathan malını da
vampir yapar. Jonathan’ı aramaya gelen Van Helsing bey, adamın günlüğünü bulup
Jonathan’ın da vampir olduğunu öğrenip arkadaşının son dileğini yerine getirir
ve Jonathan’ın kalbine kazığı saplar. Acı haberi Jonathan’ın nişanlısı Lucy’e
vermeye gider ama Drakula, Lucy’i Van Helsing’den önce bulup sömürmeye
başlamıştır. Kızcağız da kansızlıktan yataklara düşer. Bu filmde Jonathan, Mina
ile değil kızıl bomba Lucy ile nişanlıdır. Karısını öldüren Jonathan’dan
intikam almak için adamın nişanlısına musallat olan Drakula, Lucy’i öldürünce
Van Helsing, Lucy’nin ölüp vampir olduğundan şüphelenir. Mezarı başında kızı
bekler ve onun da kalbine kazık çakar. İkinci hanımı da öldürülen Drakula bu
sefer de Lucy’nin ağabeyi Arthur’dan intikam almak için Arthur’un karısı
Mina’ya musallat olur. Bu filmin vampiri Kont Drakula diğer vampirdaşlarının
aksine kalbine kazık saplanarak değil de Kont Orlok gibi gün ışığına maruz
kalarak sizlere ömür olur. Kişisel fikrimce sinema tarihinin en mağdur vampiri
olan 1958 yapımı Dracula hanımdan yana da pek bahtsızdı. Adam ölümsüz ömrümü
kadınsız geçirmeyeyim diyor ama sürekli karılarının kalbine kazık çakıp
duruyorlardı. Günah ayol, zaten filmin sonunda da Van Helsing tarafından gün
ışığına maruz bırakılarak hunharca katledilmiş, kül olmuştu. Kalan aile yadigarı
değerli yüzüğü de Van Helsing tarafından cebe indirilmişti.
Vampir öldüreyim derken vampir olan Gorca’nın tüm sülalesini
yok ettiği Black Sabbath 1963
Boris Karloff, Frankenstein canavarı olarak başladığı
fantastik sinema hayatında mumyadan sonra vampir de olarak tüm canavarlara
hayat vermenin haklı gururunu yaşıyor olmalı. Black Sabbath filminin son
halkası Upir kısmında Tatar bir vampiri öldürmeye ant içen Rus Gorca, vampiri
öldürmek için peşinden gitmeden önce ailesindekilere benden uzun zaman haber
alamazsanız bilin ki ölmüşümdür der. Eğer eve uzun bir zaman sonra dönersem
sakın beni içeri almayın diye de ailesini uyarır. Ama evlat işte aylar sonra
çıkagelen babalarını kapıda koymaya vicdanları el vermez ve babaları sandıkları
vampire dönüşmüş adamı eve alırlar. E Gorca bu salak aileyi sömürmeyip de ne
yapsın yani? Adam baştan uyarmış bunları, vampire dönüşürsem sizin için
tehlikeliyim beni eve almayın diye. Eve davet alarak giren Gorca bey amca önce
torununu öldürür, zaten yavrucak bu zekaya sahip bir ailenin elinde fazla
yaşamazdı. Dede en azından o aileden uzaklaştırarak yavrucağı kurtardı. Sonra
da sırayla oğlu ve gelinini, en son da kızı ve damat adayı asilzadeyi
höpürdeten Gorca sinema tarihinin en hanzo vampiriydi.
Tüm kasabaya korku salan bir adet canavarımsı kambur uşak ve
feminen oğul sahibi Kont Von Krolock (The Fearless Vampire Killers)1967
Roman Polanski’nin parodi vampir filmi Korkusuz Vampir
Avcıları, vampir klişesini komedi unsurları ile birleştirse de kasabaya korku
salan vampirimiz Kont Von Krolock, kültürü olsun, tavırları ve soğuk asaletiyle
olsun tam bir beyefendi vampirdi. Dans konusunda da yetenekli olan Krolock,
tabutu kızak gibi kullanan ve bir bütün kurdu pişirmeden mideye indiren kambur
uşağı sayesinde kasabadaki tüm kızları tek tek tespit edip sömürdüğü için
kasaba halkı kızlarını sarımsak bahçesine çevirdikleri odalarda saklıyordu.
Hancının güzel kızı Sarah, kambur uşak tarafından fark edilince kızı çimerken
yakalayan zalım Krolock, kızı şatosuna kaçırır. Kızını almak için kontun
şatosuna giden hancı Shagal, vampirler tarafından kanı son damlasına kadar
emildikten sonra hanın kapısına bırakılır. Umutsuz bir şekilde vampir avlamaya
çalışan profesör Abronsius ile asistanı Alfred ise kaçırılan Sarah’ı kurtarmak
ve vampir Krolock’u öldürmek için kontun şatosuna gider. Kontun efemine oğlu
Herbert’in asistan Alfred’e hafiften yürüdüğü, Alfred’in ise güzel Sarah’ı
kurtarmaya çalıştığı filmde profesör Abronsius ile hancı Shagal’ın performansı
efsaneydi. Fakat bu parodi vampir filminin en hatırlanacak detayı yönetmen
Polanski’nin cinayete kurban giden karısı Sharon Tate ile tanışmasını sağlayan
film olması.
Vampir camiasının sevgiye aç Burhan Altıntop’u Kont Dracula (Nosferatu)
1979
Aman yarabbi, Alman yapımı Nosferatu’nun yeniden çevrimi olan
1979 yapımı filmde Kont Dracula’yı canlandıran Klaus Kinski bu kadar az
makyajla ilk versiyondaki vampirimiz Orlok’un makyajla yakalayamadığı
ürkütücülüğü yakalamış. İlk versiyondaki abartılı makyajla Orlok ürkütmekten
çok güldürürken ikinci versiyonda tıraşlanmış kafası, pudralanmış yüzü, tavşan
dişleri ve takma tırnaklarıyla minimal bir makyaj ile de korkutabileceğini
göstermiş yönetmen. Tabi bunda vampiri oynayan Klaus Kinski’nin karakteristik
çirkinliğinin de payı büyük. Fakat ne yalan söyleyelim çirkin ama yetenekli bir
oyuncu olan Kinski, sinema camiasının en sevgiye aç vampiri Drakula’yı adeta yaşamış.
Yönetmen Werner Herzog da benim gibi ilk versiyondaki Orlok’un kadından yana
bahtsız olmasına üzülmüş olacak ki, Drakula’nın karşısına belki de vampir
serilerinin en taş kadını Isabelle Adjani’yi getirmiş. Yani en azından bu
yönüyle yüzü gülsün garibin demiş zahir, çünkü Isabelle hanımı bilen bilir
kendisinin yanında vampir serilerinin en taş kadınlarından Monica Belluci bile
sönük kalır.
Teenager sinemasının korkunçlu vampiri Amy Peterson (Fright
Night) 1985
Seksenlere doğru Hollywood klas vampirlerimizi alıp ergen işi
filmlerin içine yerleştirmeye başlamıştı. Yani artık Hollywood’da vampir
filmlerinin kalitesi iyice düşmüştü, gerçi seksenli yıllarda içinde kalite
geçen bir film görmekte biraz zor ya. İşte ergen filmlerine vampir klişesi
eklenen filmlerden biri olan yan komşusunun vampir olduğunu etrafındakilere anlatmaya
çalışan liseli Cherley’in dramı konulu bir film Fright Night. Aslına bakarsanız
filmin asıl vampiri Jerry Dandrige ama ben Jerry bey yerine vampire çevirdiği
Amy’nin üsteki fotosunu bloğuma eklemeye karar verdim. Resimde de gördüğünüz
üzere portakal rengi gözleri ve kendinden korkunçlu seksenler göz makyajlıyla,
pirana dişli, pitbull ağızlı Amy, filmin afişinde bile korku öğesi olarak
kullanılmış. Aslında günümüzde göreni güldüren bir görünüme sahip korkunçlu
vampirimiz Amy hanıma sosyal medyamız pek yabancı değil. Bir çığlık eşliğinde
aniden ekranı kaplayan görüntüsüyle nice eşek şakalarına konu olan ve açmayın
korkunçlu kadın var söyleminin hedefi olan korkunçlu kadın o.
Şato görmüş
eski vampirlerden asil ve aşık Drakula (Bram Stoker’s Dracula) 1992
Bram Stoker’ın orta Avrupa civarında anlatılan vampir
hikayelerini derleyip tarihi bir şahsiyetle özdeşleştirerek edebiyat camiasına
aktardığı kitabı Drakula’nın içine erotizm katılarak uyarlandığı 1992 yapımı
Bram Stoker’s Dracula, F. Ford Coppola’nın anlatım tekniğiyle beyaz perdeye
aktarılmış. Gary Oldman’ın başarılı oyunculuğuyla dikkat çeken filmde Drakula’nın
avukatı Jonathan’ın Romanya’daki şatoya varışıyla hayatı kararıyor. Kont Drakula
ile ilk kez karşılaşan seyirci Drakula’yı uzun yıllar kana hasret sanır. Hayır,
yanlışlıkla yüzünü kesen Jonathan’ın usturada kalan kanına aşkla bakmasını
kastetmiyorum. Adam sanki uzun zaman canlı görmemiş ve kan içemediği için bin
yaşında gibi kırış buruş, saçlar desen Fatih’in Eflak’a sefer düzenlediği
dönemden beri kesilmemiş misali upuzun. Oysa gelinleri öyle mi gencecik ve
tazecik kızlar, sanırsın Drakula yememiş yedirmiş, içmemiş içirmiş. Jonathan’ın
karısı Mina’yı yıllar evvel intihar eden hanımına benzettiği için kızın peşine
düşüyor tamam da ne diye kalkıp Lucy’ye musallat oluyor onu anlamadım. Tabi her
vampirin kaçınılmaz sonundan o da kaçamıyor ve Van Helsing’in gazabına uğrayıp
sizlere ömür oluyor. Ah ah sinema camiasının en karizma vampiriydi.
Bir simyacının ölümsüzlük mekanizmasını yanlışlıkla bulup
vampire dönüşen antikacı Jesus (Cronos) 1993
Antikacı Jesus bey torunu Aurora ile oynayan kendi halinde
sevimli bir antikacıyken bir gün at hırsızı kılıklı bir adam dükkanına gelip
melek şeklindeki heykeli dikkatle inceleyip çıkar. Adamın ardından dükkana
plaza görmüş, beyaz yakalı bir at hırsızı olan Angel de la Guardia gelir ve
melek şeklindeki heykeli satın alır. Angel’in ölüm döşeğindeki zengin amcası
ölümsüzlük hikayelerinden medet uman bir elemandır ve eline geçen bir kitapta
bir simyacının ölümsüzlük mekanizmasını bulduğu yazmaktadır. 1930’lu yıllarda
yaşanan bir depremde göçük altında kalan, kalbine tesadüfen kazık saplanmış,
aşırı yaşlı adam ölümsüzlük mekanizmasını bulan simyacıdır ve mekanizmayı melek
şeklinde bir heykelin içine saklamıştır. İşte Angel’in zengin amcası bu
mekanizmayı bulabilmek için Angel’e Meksika sınırlarındaki tüm melek şeklindeki
heykelleri satın aldırır. Fakat Jesus’un antikacı dükkanındaki heykeli Jesus
içini böcek bastığı için açınca ölümsüzlük mekanizmasını bulur. Torunu Aurora
ile böcek şeklindeki altından mekanizmayı incelerlerken mekanizma Jesus’un
eline saplanır ve kanını emer. Mekanizmanın nasıl kullanılacağını Angel’in
zengin ve hasta amcası biliyorken mekanizmayı ne olduğunu bile anlamadan sadece
kendini daha zinde hissettirdiği için kullanan Jesus, birden kana ilgi duymaya
başlar. Gittikleri baloda burnu kanayan bir adamım kanını içmeye çalışırken
Angel tarafından kaçırılır. Adamı döverken öldürdüğünü sanan Angel, onu bir
arabayla uçurumdan yuvarlasa da herkesin öldüğünü sandığı Jesus, cenaze
levazımatçısının elinden kaçıp ölümsüzlük mekanizması hakkında bilgisi olan tek
kişinin yanına gider. Guillermo Del Toro’nun ilk uzun metraj filmi olan Cronos,
Latin sinemasının dramını vampir filmine bile taşımasıyla dikkat çekiyor. Hayır,
salya sümük ağlatmalı İran sinemasında bile vampir filmi çekilmiş ama o bile bu
kadar izlerken ağlamaya meyletmeli bir film değil. Jesus’un çaresizliği
sayesinde Kont Orlok’tan bile daha zavallı bir vampir gördük.
Sinema camiasının en zıt karakterli vampir kankaları Lestat
ve Louis (İnterview with the Vampire) 1994
Vampirle Görüşme filmi hanımının ölümünden sonra hayattan
soğuyan ve kendini içkiye veren Louis karakterinin depresyonu ile başlar. Louis,
bir vampir olan ve kendisine arkadaş arayan Lestat tarafından hart diye ısırmak
suretiyle vampir yapılır. Vampir olan Louis’ten sonra sinema tarihinin ilk
sonsuz hayatı istemediğini seslice dile getiren bunalımlı vampiriyle karşı
karşıya kalırız. Zira 1931 yapımı ilk Drakula’dan itibaren beyazperdeye çıkan
tüm vampirler gizliden gizliye lanetli ölümsüzlüklerinin ezikliğini çekip, uzun
ama lanetli ömürlerinden dert yansalar da kimse Louis kadar cesur olup
ölümsüzlüğünden dert yanmamıştı. Vampir olmak istemediğini, insan kanıyla
beslenmeyeceğini Lestat’a söylese de kansızlığa daha fazla dayanamayıp, özünden
kaçamayan Louis, boş bir evde annesinin vebadan ölmesi üzerine yalnız kalan
yavrucak Claudia’nın kanını sömürmüştü. Claudia’yı evlat edinen ikili yanlarına
bu kıvırcık bücürü de alarak sonsuz yaşamlarına devam etmişlerdi. Fakat Louis’in
bunalımının üzerine bir de büyüyüp kadın olmak isteyen Claudia’nın ergenliği
eklenince Lestat için de sonsuz hayat hafiften zehir olmaya başlamıştı. Bir de
Louis’e hafiften meyleden bücür Claudia, Lestat’ı etkisiz hale getirmek için
ona ölü kanı içirip adamı öldürmeye filan çalıştı. Lestat’tan kaçan Louis ve
Claudia bu sefer de başka bir vampir grubu olan Armand ve ekibiyle karşılaştı. Armand
hafiften etkilendiği Louis’i de onlarla kalmaya iknaya çalıştı, ama Lestat’tan
kaçarken Armand’a yakalanan Claudia bunu da istemedi. Öte yandan ölü kanı içip
mideyi bozan Lestat, kendisiyle röportaj yapmak isteyen gazeteci Daniel’i de
Daniel’in ısrarına dayanamayıp vampir yaptı. O değil de içinde gençliğinin
baharında dört adet çıtır oldukları kadar da seksi Hollywood yakışıklısı
barındıran film, herhalde sinema tarihinin en seksi vampir filmiydi. Şuna bak
Brad Pitt vampir, Tom Cruise vampir, Antonio Banderas vampir yetmezmiş gibi bir
de filmin sonlarına doğru Christian Slater de vampir oldu.
Soğuk İskandinav ikliminin arkadaş canlısı vampiri Eli (Let
Me İn) 2008
Oskar soğuk İskandinav insanının soğukluğundan nasibini almış
içine kapanık bir çocuktur. Okuldaki arkadaşları tarafından dışlanan hatta
şiddete maruz kalan Oskar, bir gün sadece geceleri dışarı çıkan yaşıtı bir
kızla tanışır ve arkadaş olur. Oskar’ın bilmediği ise arkadaşının bir vampir
olduğudur, diğer tüm vampirler gibi güneşe alerjisi olan ve kan içmeye mecbur
olan Eli, Oskar’a karşı oldukça iyi niyetlidir. Hatta onu havuzda gördüğü
şiddetten bile kurtarır. Vampir de olsa çocuk çocuktur ve arkadaşa ihtiyacı
vardır. Eli ise kendisi gibi naif ve kırılgan bir arkadaş olarak Oskar’ı
seçmiştir. İkilinin samimi dostluğu ve kuzeyin muhteşem manzarası filme sıcak
bir hava katmıştı.
İnsan kanı içmek yerine insanlardan uzakta kan satın alarak
yaşamayı amaçlayan Eve ve Adam (Only Lovers Left Alive) 2013
Müzik tutkunu Adam ve aşırı kültürlü karısı Eve insanlardan
uzakta sade bir yaşamı seçmiş iki entel vampirdir. Para ile kan satın alarak
hayatta kalan ikilinin tüm dengeleri Eve’nin uyumsuz ikizi Ava’nın yanlarına
gelmesi ile bozulur. Ava kalkıp Adam’ın dış dünya ile tek iletişim kaynağı Ian’ın
kanını son damlasına kadar höpürdetince Ian sizlere ömür olur ve Ian’ın
arkadaşları kayıplara karışan Ian’ı aramaya başlar. Fark edilmekten korkan
ikili bu sefer de Eve’nin tedarikçisi Bilal’in yanına Lübnan’a gider. Fekat Bilal
onlar gibi ölümsüz bir vampir olmadığı için yaşlılığın pençesine düşmüştür. Bilal’den
de umduğunu bulamayan ikili Lübnan sokaklarında dolanırken aşık iki gençle
karşılaşır ve onları sömürmeye karar verir. Jim Jarmusch, özünden kaçmaya
çalışan iki vampir üzerinden kim olduğunuz gerçeğinden kaçamazsınız en iyisi
kabullenin diye izleyiciye mesaj mı vermek istiyor diye sorgulamayın. Sinemanın
nevi şahsına münhasır yönetmenlerinden Jim beyin ne yapmaya çalıştığını bilmek
ya da anlamaya çalışmak David Lynch’ı anlamaya çalışmaktan bile daha zor. Şahsen
ben Adem ve Havva hikayesine kadar indim filmi izlerken.
İran’ın Amerikan yapımı ilk vampir filminin kara çarşaflı
dişi vampiri (A Girl Walks Home Alone at Night)
İran’da yasaklanan filmi izleyen izleyicide, muhtemelen İran’ı
hiç görmemiş, ailesi 1979’da Avrupa ya da Amerika’ya kaçmış İran kökenli bir
yönetmen çekmiş olmalı hissi uyandırıyor. Araştırdım gerçekten de filmin
yönetmeni Birleşik Krallık doğumlu muhtemel anne İngiliz baba İranlı bir
ablaymış. Zaten vampir ablamızın oldukça feminist davranıp önce fahişelere kötü
davranan torbacıyı öldürmesi, sonra da ağaç yaşken eğilir misali bir oğlan
çocuğunu korkutması ardından da fahişe bir kadına zorla uyuşturucu enjekte eden
adamı öldürmesi yönetmenin kadın olduğu izlenimini veriyordu. Filmde fahişe
Şirin’i canlandıran kadın yönetmenmiş dedikten sonra filmin kara çarşaflı,
feminist vampirine gelelim. Filmde gece yarısı kaykayla ya da kaykaysız dolaşan
vampir abla, sürmeli kocaman gözleri ve pelerin görünümü verdiği kara
çarşafıyla ben vampirim dercesine adeta bağırıyor ama o kadar cinayete rağmen
kimsenin bundan şüphelendiği yok. Gölge gibi öldüreceği insanları takip ediyor
ama bir Allah’ın kulu bizim vampir ablayı görmüyor. Hepsini geçtim de boynunda
at nalı ebatlarında sex dövmesi olan kötü adamımız nasıl oluyor da İran
sokaklarında elini kolunu sallaya sallaya gezebiliyor? Kostüm balosuna Kont
Drakula olarak katılan Arash hoşlandığı kız Şeyda’dan yüz bulamayınca haplı
haplı sokaklara düşüyor ve karşısına çıkan vampir ablaya sarılıyor. Bu da ilk
gördüğü erkeğe aşık olan salak ergen misali Arash’a aşık oluyor. Yani tamam
aşka saygımız var da, o sarılma anında hiç mi şunun boynunu bir ısırayım diye
geçirmez aklından vampir ablamız? Anlamak mümkün değil. Yavrucuğum sen
vampirsin vampir. Vallahi filmin tek orijinal yanı kara çarşafın vampirlerin
bir numaralı aksesuarı pelerin yerine kullanılmasıydı.