13 Ekim 2017 Cuma

Sinema Tarihine Adını Altın Harflerle Yazdıran Nevi Şahsına Münhasır 15 Vampir

   Vlad Tepeş (3. Vlad) yani namı diğer Kazıklı Voyvoda, döneminin en psikopat voyvodası olarak Eflak’a kan ağlatıp, insanları kazığa oturtmasıyla bilinirmiş. Zamanında Osmanlıya gönderildiği ve çocukluğunu Fatih’le geçirdiğine dair çeşitli rivayetler dolaşan Vlad, memleketine dönüp babasının yerine geçince Eflak’ta bir korku beyliği oluşturmuş. Hakkında insanların kanını içtiğine dair rivayetler bulunan Vlad, psikopatlığı iyice ele alınca Fatih, Eflak’a sefer düzenler ve Vlad bey sizlere ömür olur. Bir rivayettir ki kendisinin başı gövdesinden ayrılıp, bir küp balın içinde Fatih’e sunulmuş. Hakkında bolca rivayet bulunan Vlad Tepeş, tarih camiası tarafından bilinse de onu edebiyat camiasına tanıtan Bram Stoker’in Drakula adlı romanıdır. Bu roman daha sonra önce Alman dışavurumcular sonra da Hollywood tarafından sinemaya aktarılmış ve o gün bugündür sinema tarihinin en renkli simalarından vampirler beyazperdenin aranan karakterleri olmuş.

   Bir adet psikopat tarihi simanın halk öykülerinden aktarılan korku öğeleriyle harmanlanmış hikayesi hala sinemaseverleri ekrana bağlıyorsa bu hikayenin klas karakteri vampirler de şöyle güzel bir yazıyı hakkediyor. Sinema camiasının ölümsüz lanetlilerinin bol kanlı ve aşırı acıklı hikayesini dini mevzulara bağlayıp ilk vampiri kardeş kanı döken Kabil’e kadar götürenler olsa da bu herhalde vampirlerin ebedi lanetine bir gönderme olmalı. İnsan kanı içerek hayatta kalan, güneşe alerjisi olan ve sarımsak kokusundan nefret eden vampirler, haç ve kutsal suya dayanamayıp, kalplerine saplanan bir kazık ya da başının gövdesinden ayrılmasıyla sizlere ömür olabiliyorlar. Kan görünce dayanamayan ve şah damarına zaafı olan vampirler uzun bir ömür yaşadığı için kendilerini kültür ve sanata verip sinemanın canavarları arasında kültürü ve beyefendilikleriyle öne çıkarlar. Zaten soyları ta Eflak voyvodasına dayandığı için buram buram asalet kokan vampirler, karşısına çıkan ölümlüleri hemen etkisi altına alıp sonra da kanlarını sömürürler.

   Vampirin kanından bir fırt aldığı – ki bu genelde başrol güzel kadın olur – kişi lanetlenip vampir olurken capri sun muamelesi yaptığı tahtalıköyü boylar. İnsanların kanını sömüren cani yaratıklar gibi görünseler de aslında lanetli olduklarının farkında olan vampirler, ölemediklerinden dolayı gizli bir eziklik duyar. Beyaz perdenin en kültürlü canavarı olan nevi şahsına münhasır on beş vampiri derlediğim bu haftaki yazımda Nosferatu’dan Kont Drakula’ya kadar vampire doyacağız.

 Vampir camiasının en tipsiz vampiri Kont Orlok (Nosferatu) 1922


Hani suretle alay olunmaz da Kont Orlok, Allah affetsin sinema tarihinin tipsizliğiyle hatırlanan tek vampiridir. Alman dışavurumcu sinemanın tipiyle sınadığı Kont Orlok, vampirden çok iki ayaklı farenin ağda yapılmış hali gibi. Kel kafası, fırça kaşları, sivri olması yetmiyormuş gibi bir de zorla kepçeleştirilen kulakları, makyajla midye boyutuna getirilen gözleri, kemer olayını aşıp tak kıvamına gelen kocaman burnu, tavşan fare karması dişleri ve bu yüze tezat oluşturacak Emel Sayın güzelliğindeki elleriyle izleyiciye tövbe çektiriyordu. Bir de kıyafetler yardımıyla vücudunu oransızlaştırıp suni kambur ekleyerek zavallı Kont Orlok’u ele güne rezil etmişlerdi. Bir de maddi imkansızlıktan mıdır nedir camianın en fakir vampiri de Kont Orlok idi. Kendi tabutunu bile pıtı pıtı Kont Orlok taşıyordu. Bu ne biçim kontluktur yahu? Jonathan Harker şatosuna gelip de ekmek keserken yanlışlıkla elini kestiydi de kan görünce heyecan yapan Orlok, bi fırt alayım diye adamın parmağını emmeye kalkınca, o beyinsiz Jonathan bile bunu terslediydi. Hepsi neyse de yapılan vampir filmleri içerisinde en cazibe fukarası esas kız da Kont Orlok’a denk gelmişti. Öyle ki bütün filmlerde Jonathan’ın karısını görüp etkilenen vampirler adama “Allah mesut etsin, senin hanımın da maşallahı varmış.” tarzı laf ederken, Kont Orlok, Ellen’in resmini görünce maşallah karın da senden yakışıklıymış Jonathan bakışı atıp “Karının güzel boynu varmış.” diyor. Kont Orlok, sinema tarihinin ilk vampiri olsa da ilk olmanın mı dışavurumcu sinemanın mı bahtsızlığını yaşamıştır nedir? İnsan bir Bela Lugosi’ye bakıyor bir Christopher Lee’ye onların oynadıkları vampir hem yakışıklı, hem etkileyici, hem de kültürün dibine vurmuş. Bir de Kont Orlok’a bakıyon tip desen Ninja Kaplumbağalardaki usta Splinter Orlok’tan yakışıklı. Etkileyicilik desen 1’in çarpmadaki etkisiyle 0’ın toplamadaki etkisi Orlok’un insanlara etkisinden daha fazla. Kültür desen filmde kültürüne dair gördüğümüz tek şey okuma yazma bilmesi. İnsanın izlerken bazen yahu bu Orlok size ne yaptı sayın yönetmen diyesi geliyor.

Nezaket ve asaletin can bulduğu Hollywood’un ilk vampiri Kont Dracula (Dracula)1931


Aslında 1931 yapımı Dracula sinema tarihinin yasal ilk vampiri sayılır. Zira ilk vampirimiz Kont Orlok’lu Nosferatu yönetmen F. W. Murnau tarafından Bram Stoker’den telif hakkı alınmadan çekildiği için yasaklanmış. 1931 yılında Hollywood telifini alıp Bela Lugosi’li Dracula’yı çekmiş. Lugosi’nin Orta Avrupa aksanlı Dracula’sı orijinaline daha uygun olmuş. Zira kitabın esinlendiği karakter de Romanyalı olduğu için muhtemel yaşasa İngiliz aksanlı şakır şakır bir İngilizce konuşmazdı. Lugosi bence sinema tarihinin Atıf Kaptan’la beraber en asil vampiri, tavırlarıyla Dracula adının önündeki Kont unvanına yakışacak asaleti sergiliyorlardı. Bela Lugosi, briyantinli saçları ve pelerininin altına giydiği smokini ile en beyefendi vampir olarak vampirseverlere budur dedirtiyor. Sivri köpek dişleri olmadığı için karşısındakileri bakışlarıyla etkisi altına alan Dracula, tek bir el hareketiyle emrindekileri harekete geçiriyordu. Ölememenin zorluğuna değinen ilk vampir olmasıyla gizliden gizliye ölsem de kurtulsam diye düşündüğünü anladığımız ilk Dracula’mız Bela, Londra’ya adım atar atmaz yolda gördüğü çiçekçi kızı pelerininin altına alarak sömürmüştü. Sanatsever bir vampir olan Dracula, sadık adamı Renfield’in tutulduğu akıl hastanesinin sahibi Dr. Seward’ı bulmak için gittiği operada tanıştığı Lucy hanımı hemencecik etkisi altına alıp kızın kanını da son damlasına kadar emmişti. Lucy’den sonraki hedefi Mina ise Van Helsing’in sarımsakları sayesinde yırtmıştı. 

Adeta tablo gibi film Vampyr’in kadın vampiri Marguerite Chopin (Vampyr) 1932


Sinema tarihinin ilklerini barındıran Vampyr, içinde ilk kadın vampiri bulundurmasıyla türünün ilk örneğidir. Şimdiye kadar vampirler hep erkekken Vampyr’le kadınlar da vampir camiasına giriş yapmıştır. Oysa sinema tarihi kadınlara şimdiye kadar sadece cadılık makamını layık görüyordu. Yaşlı vampir teyzemiz emrine aldığı köy doktoru sayesinde köyün yarısını höpürdetmiş, son olarak da Leone’ye musallat olmuştur. Dış çekimleri teknik imkansızlıklar yüzünden ütüyle çekilmişçesine karıncalı olmasına rağmen özellikle vampir nine Marguerite’nin Leone’yi bahçede sömürdüğü kısım adeta Henry Fuseli’nin The Nightmare tablosu gibidir. Filmin sonunda erkek vampirler gibi Marguerite de bir adet kazığın kalbine saplanması sonucu hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Sinema tarihinin ilk sivri köpek dişli vampiri Kont Drakula (Drakula İstanbul’da) 1953


1953 yapımı Drakula İstanbul’da ile Türk sineması da coğrafi açıdan Hollywood’dan daha yakın olduğu vampir akımına karşı kayıtsız kalamadığını gösteriyor. Sivri köpek dişinin görüldüğü ilk film olan Drakula İstanbul’da filminden sonra Hollywood sineması da sivri köpek dişli vampir ekolünü başlatmıştır. Bela Lugosi hariç Hollywood sinemasındaki bütün vampirler sivri köpek dişlerine sahiptir.  Atıf Kaptan’ın Drakula’yı oynamayıp Drakula olduğu filmde Atıf bey adeta vampir olmak için doğmuş gibi. Asalet ve tavırlarındaki etkileyicilik, siyah beyaz filmde bile dikkat çeken donuk mavi gözleriyle bütünleşip adamı insanüstü bir hale getirmiş. Vampir öldürme konusunda bir dünya markası olmayan avukat Azmi kafasına küreği geçirdiğinde bile Drakula’nın asaleti bozulmamıştı. Birkaç konuyu es geçersek Drakula İstanbul’da filmi Bram Stoker’in kitabına sadık kalma konusunda Hollywood’dan bile daha inatçıdır. Öyle ki film, 1931 ve 1958 yapımı Hollywood Dracula’larından çok 1992 yapımı F. Ford Coppola’nın Bram Stoker’in kitabından uyarladığı Dracula’ya benzer. Tabi erotik kısımları hariç. Gerçi yerli Mina’mız Güzin’in küvetteki duş sahnesi dönemine göre bayağı erotik sayılır. Sigara ile mezarlıkta sis efekti yapma konusuyla sinemanın para kadar pratik zeka işi de olduğunu gösteren film, Drakula’mız Atıf Kaptan’ın şatosunun duvarlarında tırmandığı kısmı ise özel bir platform üzerinde süründürdükleri Atıf beyi kamera oyunu ile çekmeleri ile oluşturmuşlardır. Vallahi adam 1953 şartlarında Gary Oldman’dan iyi sürünmüş.

Hollywood’un sivri köpek dişli ilk vampiri Kont Drakula (Horror of Dracula)1958


Efendim bu filmimizde Jonathan Harker ve Van Helsing vampirleri yok etme ve dünyayı kurtarma derneğinden arkadaşmış gibi tespit ettikleri vampirimiz Kont Drakula’yı öldürme planları yaparlar. Jonathan Kütüphaneci ayağı çekerek Drakula’nın şatosuna gelir ve adamı öldürmenin yollarını arar. Bu sırada şatoda hoş bir hatunla karşılaşır, ama ne hikmetse Drakula’ya bu kadın kim diye sormaz. Kadın Jonathan’a beni bu şatoda Drakula esir tutuyor beni buradan kaçırın diye dram yapsa da ilk fırsatta Jonathan’ı sömürmeye çalışır. Öyle ki Jonathan’ı vampir kadının elinden bile Kont Drakula kurtarır. Fakat nankör Jonathan hayatımı kurtardı demeyip Drakula’yı öldürmeye çalışır. Ama bir kuş beyinli olduğu için Drakula dururken önce kadınlar diyerek adamın karısını öldürür. Kadının çığlığına uyanan Drakula, Jonathan malını da vampir yapar. Jonathan’ı aramaya gelen Van Helsing bey, adamın günlüğünü bulup Jonathan’ın da vampir olduğunu öğrenip arkadaşının son dileğini yerine getirir ve Jonathan’ın kalbine kazığı saplar. Acı haberi Jonathan’ın nişanlısı Lucy’e vermeye gider ama Drakula, Lucy’i Van Helsing’den önce bulup sömürmeye başlamıştır. Kızcağız da kansızlıktan yataklara düşer. Bu filmde Jonathan, Mina ile değil kızıl bomba Lucy ile nişanlıdır. Karısını öldüren Jonathan’dan intikam almak için adamın nişanlısına musallat olan Drakula, Lucy’i öldürünce Van Helsing, Lucy’nin ölüp vampir olduğundan şüphelenir. Mezarı başında kızı bekler ve onun da kalbine kazık çakar. İkinci hanımı da öldürülen Drakula bu sefer de Lucy’nin ağabeyi Arthur’dan intikam almak için Arthur’un karısı Mina’ya musallat olur. Bu filmin vampiri Kont Drakula diğer vampirdaşlarının aksine kalbine kazık saplanarak değil de Kont Orlok gibi gün ışığına maruz kalarak sizlere ömür olur. Kişisel fikrimce sinema tarihinin en mağdur vampiri olan 1958 yapımı Dracula hanımdan yana da pek bahtsızdı. Adam ölümsüz ömrümü kadınsız geçirmeyeyim diyor ama sürekli karılarının kalbine kazık çakıp duruyorlardı. Günah ayol, zaten filmin sonunda da Van Helsing tarafından gün ışığına maruz bırakılarak hunharca katledilmiş, kül olmuştu. Kalan aile yadigarı değerli yüzüğü de Van Helsing tarafından cebe indirilmişti.

Vampir öldüreyim derken vampir olan Gorca’nın tüm sülalesini yok ettiği Black Sabbath 1963


Boris Karloff, Frankenstein canavarı olarak başladığı fantastik sinema hayatında mumyadan sonra vampir de olarak tüm canavarlara hayat vermenin haklı gururunu yaşıyor olmalı. Black Sabbath filminin son halkası Upir kısmında Tatar bir vampiri öldürmeye ant içen Rus Gorca, vampiri öldürmek için peşinden gitmeden önce ailesindekilere benden uzun zaman haber alamazsanız bilin ki ölmüşümdür der. Eğer eve uzun bir zaman sonra dönersem sakın beni içeri almayın diye de ailesini uyarır. Ama evlat işte aylar sonra çıkagelen babalarını kapıda koymaya vicdanları el vermez ve babaları sandıkları vampire dönüşmüş adamı eve alırlar. E Gorca bu salak aileyi sömürmeyip de ne yapsın yani? Adam baştan uyarmış bunları, vampire dönüşürsem sizin için tehlikeliyim beni eve almayın diye. Eve davet alarak giren Gorca bey amca önce torununu öldürür, zaten yavrucak bu zekaya sahip bir ailenin elinde fazla yaşamazdı. Dede en azından o aileden uzaklaştırarak yavrucağı kurtardı. Sonra da sırayla oğlu ve gelinini, en son da kızı ve damat adayı asilzadeyi höpürdeten Gorca sinema tarihinin en hanzo vampiriydi.

Tüm kasabaya korku salan bir adet canavarımsı kambur uşak ve feminen oğul sahibi Kont Von Krolock (The Fearless Vampire Killers)1967


Roman Polanski’nin parodi vampir filmi Korkusuz Vampir Avcıları, vampir klişesini komedi unsurları ile birleştirse de kasabaya korku salan vampirimiz Kont Von Krolock, kültürü olsun, tavırları ve soğuk asaletiyle olsun tam bir beyefendi vampirdi. Dans konusunda da yetenekli olan Krolock, tabutu kızak gibi kullanan ve bir bütün kurdu pişirmeden mideye indiren kambur uşağı sayesinde kasabadaki tüm kızları tek tek tespit edip sömürdüğü için kasaba halkı kızlarını sarımsak bahçesine çevirdikleri odalarda saklıyordu. Hancının güzel kızı Sarah, kambur uşak tarafından fark edilince kızı çimerken yakalayan zalım Krolock, kızı şatosuna kaçırır. Kızını almak için kontun şatosuna giden hancı Shagal, vampirler tarafından kanı son damlasına kadar emildikten sonra hanın kapısına bırakılır. Umutsuz bir şekilde vampir avlamaya çalışan profesör Abronsius ile asistanı Alfred ise kaçırılan Sarah’ı kurtarmak ve vampir Krolock’u öldürmek için kontun şatosuna gider. Kontun efemine oğlu Herbert’in asistan Alfred’e hafiften yürüdüğü, Alfred’in ise güzel Sarah’ı kurtarmaya çalıştığı filmde profesör Abronsius ile hancı Shagal’ın performansı efsaneydi. Fakat bu parodi vampir filminin en hatırlanacak detayı yönetmen Polanski’nin cinayete kurban giden karısı Sharon Tate ile tanışmasını sağlayan film olması.  

Vampir camiasının sevgiye aç Burhan Altıntop’u Kont Dracula (Nosferatu) 1979


Aman yarabbi, Alman yapımı Nosferatu’nun yeniden çevrimi olan 1979 yapımı filmde Kont Dracula’yı canlandıran Klaus Kinski bu kadar az makyajla ilk versiyondaki vampirimiz Orlok’un makyajla yakalayamadığı ürkütücülüğü yakalamış. İlk versiyondaki abartılı makyajla Orlok ürkütmekten çok güldürürken ikinci versiyonda tıraşlanmış kafası, pudralanmış yüzü, tavşan dişleri ve takma tırnaklarıyla minimal bir makyaj ile de korkutabileceğini göstermiş yönetmen. Tabi bunda vampiri oynayan Klaus Kinski’nin karakteristik çirkinliğinin de payı büyük. Fakat ne yalan söyleyelim çirkin ama yetenekli bir oyuncu olan Kinski, sinema camiasının en sevgiye aç vampiri Drakula’yı adeta yaşamış. Yönetmen Werner Herzog da benim gibi ilk versiyondaki Orlok’un kadından yana bahtsız olmasına üzülmüş olacak ki, Drakula’nın karşısına belki de vampir serilerinin en taş kadını Isabelle Adjani’yi getirmiş. Yani en azından bu yönüyle yüzü gülsün garibin demiş zahir, çünkü Isabelle hanımı bilen bilir kendisinin yanında vampir serilerinin en taş kadınlarından Monica Belluci bile sönük kalır.

Teenager sinemasının korkunçlu vampiri Amy Peterson (Fright Night) 1985


Seksenlere doğru Hollywood klas vampirlerimizi alıp ergen işi filmlerin içine yerleştirmeye başlamıştı. Yani artık Hollywood’da vampir filmlerinin kalitesi iyice düşmüştü, gerçi seksenli yıllarda içinde kalite geçen bir film görmekte biraz zor ya. İşte ergen filmlerine vampir klişesi eklenen filmlerden biri olan yan komşusunun vampir olduğunu etrafındakilere anlatmaya çalışan liseli Cherley’in dramı konulu bir film Fright Night. Aslına bakarsanız filmin asıl vampiri Jerry Dandrige ama ben Jerry bey yerine vampire çevirdiği Amy’nin üsteki fotosunu bloğuma eklemeye karar verdim. Resimde de gördüğünüz üzere portakal rengi gözleri ve kendinden korkunçlu seksenler göz makyajlıyla, pirana dişli, pitbull ağızlı Amy, filmin afişinde bile korku öğesi olarak kullanılmış. Aslında günümüzde göreni güldüren bir görünüme sahip korkunçlu vampirimiz Amy hanıma sosyal medyamız pek yabancı değil. Bir çığlık eşliğinde aniden ekranı kaplayan görüntüsüyle nice eşek şakalarına konu olan ve açmayın korkunçlu kadın var söyleminin hedefi olan korkunçlu kadın o.  

Şato görmüş eski vampirlerden asil ve aşık Drakula (Bram Stoker’s Dracula) 1992


Bram Stoker’ın orta Avrupa civarında anlatılan vampir hikayelerini derleyip tarihi bir şahsiyetle özdeşleştirerek edebiyat camiasına aktardığı kitabı Drakula’nın içine erotizm katılarak uyarlandığı 1992 yapımı Bram Stoker’s Dracula, F. Ford Coppola’nın anlatım tekniğiyle beyaz perdeye aktarılmış. Gary Oldman’ın başarılı oyunculuğuyla dikkat çeken filmde Drakula’nın avukatı Jonathan’ın Romanya’daki şatoya varışıyla hayatı kararıyor. Kont Drakula ile ilk kez karşılaşan seyirci Drakula’yı uzun yıllar kana hasret sanır. Hayır, yanlışlıkla yüzünü kesen Jonathan’ın usturada kalan kanına aşkla bakmasını kastetmiyorum. Adam sanki uzun zaman canlı görmemiş ve kan içemediği için bin yaşında gibi kırış buruş, saçlar desen Fatih’in Eflak’a sefer düzenlediği dönemden beri kesilmemiş misali upuzun. Oysa gelinleri öyle mi gencecik ve tazecik kızlar, sanırsın Drakula yememiş yedirmiş, içmemiş içirmiş. Jonathan’ın karısı Mina’yı yıllar evvel intihar eden hanımına benzettiği için kızın peşine düşüyor tamam da ne diye kalkıp Lucy’ye musallat oluyor onu anlamadım. Tabi her vampirin kaçınılmaz sonundan o da kaçamıyor ve Van Helsing’in gazabına uğrayıp sizlere ömür oluyor. Ah ah sinema camiasının en karizma vampiriydi.

Bir simyacının ölümsüzlük mekanizmasını yanlışlıkla bulup vampire dönüşen antikacı Jesus (Cronos) 1993


Antikacı Jesus bey torunu Aurora ile oynayan kendi halinde sevimli bir antikacıyken bir gün at hırsızı kılıklı bir adam dükkanına gelip melek şeklindeki heykeli dikkatle inceleyip çıkar. Adamın ardından dükkana plaza görmüş, beyaz yakalı bir at hırsızı olan Angel de la Guardia gelir ve melek şeklindeki heykeli satın alır. Angel’in ölüm döşeğindeki zengin amcası ölümsüzlük hikayelerinden medet uman bir elemandır ve eline geçen bir kitapta bir simyacının ölümsüzlük mekanizmasını bulduğu yazmaktadır. 1930’lu yıllarda yaşanan bir depremde göçük altında kalan, kalbine tesadüfen kazık saplanmış, aşırı yaşlı adam ölümsüzlük mekanizmasını bulan simyacıdır ve mekanizmayı melek şeklinde bir heykelin içine saklamıştır. İşte Angel’in zengin amcası bu mekanizmayı bulabilmek için Angel’e Meksika sınırlarındaki tüm melek şeklindeki heykelleri satın aldırır. Fakat Jesus’un antikacı dükkanındaki heykeli Jesus içini böcek bastığı için açınca ölümsüzlük mekanizmasını bulur. Torunu Aurora ile böcek şeklindeki altından mekanizmayı incelerlerken mekanizma Jesus’un eline saplanır ve kanını emer. Mekanizmanın nasıl kullanılacağını Angel’in zengin ve hasta amcası biliyorken mekanizmayı ne olduğunu bile anlamadan sadece kendini daha zinde hissettirdiği için kullanan Jesus, birden kana ilgi duymaya başlar. Gittikleri baloda burnu kanayan bir adamım kanını içmeye çalışırken Angel tarafından kaçırılır. Adamı döverken öldürdüğünü sanan Angel, onu bir arabayla uçurumdan yuvarlasa da herkesin öldüğünü sandığı Jesus, cenaze levazımatçısının elinden kaçıp ölümsüzlük mekanizması hakkında bilgisi olan tek kişinin yanına gider. Guillermo Del Toro’nun ilk uzun metraj filmi olan Cronos, Latin sinemasının dramını vampir filmine bile taşımasıyla dikkat çekiyor. Hayır, salya sümük ağlatmalı İran sinemasında bile vampir filmi çekilmiş ama o bile bu kadar izlerken ağlamaya meyletmeli bir film değil. Jesus’un çaresizliği sayesinde Kont Orlok’tan bile daha zavallı bir vampir gördük.

Sinema camiasının en zıt karakterli vampir kankaları Lestat ve Louis (İnterview with the Vampire) 1994


Vampirle Görüşme filmi hanımının ölümünden sonra hayattan soğuyan ve kendini içkiye veren Louis karakterinin depresyonu ile başlar. Louis, bir vampir olan ve kendisine arkadaş arayan Lestat tarafından hart diye ısırmak suretiyle vampir yapılır. Vampir olan Louis’ten sonra sinema tarihinin ilk sonsuz hayatı istemediğini seslice dile getiren bunalımlı vampiriyle karşı karşıya kalırız. Zira 1931 yapımı ilk Drakula’dan itibaren beyazperdeye çıkan tüm vampirler gizliden gizliye lanetli ölümsüzlüklerinin ezikliğini çekip, uzun ama lanetli ömürlerinden dert yansalar da kimse Louis kadar cesur olup ölümsüzlüğünden dert yanmamıştı. Vampir olmak istemediğini, insan kanıyla beslenmeyeceğini Lestat’a söylese de kansızlığa daha fazla dayanamayıp, özünden kaçamayan Louis, boş bir evde annesinin vebadan ölmesi üzerine yalnız kalan yavrucak Claudia’nın kanını sömürmüştü. Claudia’yı evlat edinen ikili yanlarına bu kıvırcık bücürü de alarak sonsuz yaşamlarına devam etmişlerdi. Fakat Louis’in bunalımının üzerine bir de büyüyüp kadın olmak isteyen Claudia’nın ergenliği eklenince Lestat için de sonsuz hayat hafiften zehir olmaya başlamıştı. Bir de Louis’e hafiften meyleden bücür Claudia, Lestat’ı etkisiz hale getirmek için ona ölü kanı içirip adamı öldürmeye filan çalıştı. Lestat’tan kaçan Louis ve Claudia bu sefer de başka bir vampir grubu olan Armand ve ekibiyle karşılaştı. Armand hafiften etkilendiği Louis’i de onlarla kalmaya iknaya çalıştı, ama Lestat’tan kaçarken Armand’a yakalanan Claudia bunu da istemedi. Öte yandan ölü kanı içip mideyi bozan Lestat, kendisiyle röportaj yapmak isteyen gazeteci Daniel’i de Daniel’in ısrarına dayanamayıp vampir yaptı. O değil de içinde gençliğinin baharında dört adet çıtır oldukları kadar da seksi Hollywood yakışıklısı barındıran film, herhalde sinema tarihinin en seksi vampir filmiydi. Şuna bak Brad Pitt vampir, Tom Cruise vampir, Antonio Banderas vampir yetmezmiş gibi bir de filmin sonlarına doğru Christian Slater de vampir oldu.    

Soğuk İskandinav ikliminin arkadaş canlısı vampiri Eli (Let Me İn) 2008


Oskar soğuk İskandinav insanının soğukluğundan nasibini almış içine kapanık bir çocuktur. Okuldaki arkadaşları tarafından dışlanan hatta şiddete maruz kalan Oskar, bir gün sadece geceleri dışarı çıkan yaşıtı bir kızla tanışır ve arkadaş olur. Oskar’ın bilmediği ise arkadaşının bir vampir olduğudur, diğer tüm vampirler gibi güneşe alerjisi olan ve kan içmeye mecbur olan Eli, Oskar’a karşı oldukça iyi niyetlidir. Hatta onu havuzda gördüğü şiddetten bile kurtarır. Vampir de olsa çocuk çocuktur ve arkadaşa ihtiyacı vardır. Eli ise kendisi gibi naif ve kırılgan bir arkadaş olarak Oskar’ı seçmiştir. İkilinin samimi dostluğu ve kuzeyin muhteşem manzarası filme sıcak bir hava katmıştı.  

İnsan kanı içmek yerine insanlardan uzakta kan satın alarak yaşamayı amaçlayan Eve ve Adam (Only Lovers Left Alive) 2013


Müzik tutkunu Adam ve aşırı kültürlü karısı Eve insanlardan uzakta sade bir yaşamı seçmiş iki entel vampirdir. Para ile kan satın alarak hayatta kalan ikilinin tüm dengeleri Eve’nin uyumsuz ikizi Ava’nın yanlarına gelmesi ile bozulur. Ava kalkıp Adam’ın dış dünya ile tek iletişim kaynağı Ian’ın kanını son damlasına kadar höpürdetince Ian sizlere ömür olur ve Ian’ın arkadaşları kayıplara karışan Ian’ı aramaya başlar. Fark edilmekten korkan ikili bu sefer de Eve’nin tedarikçisi Bilal’in yanına Lübnan’a gider. Fekat Bilal onlar gibi ölümsüz bir vampir olmadığı için yaşlılığın pençesine düşmüştür. Bilal’den de umduğunu bulamayan ikili Lübnan sokaklarında dolanırken aşık iki gençle karşılaşır ve onları sömürmeye karar verir. Jim Jarmusch, özünden kaçmaya çalışan iki vampir üzerinden kim olduğunuz gerçeğinden kaçamazsınız en iyisi kabullenin diye izleyiciye mesaj mı vermek istiyor diye sorgulamayın. Sinemanın nevi şahsına münhasır yönetmenlerinden Jim beyin ne yapmaya çalıştığını bilmek ya da anlamaya çalışmak David Lynch’ı anlamaya çalışmaktan bile daha zor. Şahsen ben Adem ve Havva hikayesine kadar indim filmi izlerken.

İran’ın Amerikan yapımı ilk vampir filminin kara çarşaflı dişi vampiri (A Girl Walks Home Alone at Night)


İran’da yasaklanan filmi izleyen izleyicide, muhtemelen İran’ı hiç görmemiş, ailesi 1979’da Avrupa ya da Amerika’ya kaçmış İran kökenli bir yönetmen çekmiş olmalı hissi uyandırıyor. Araştırdım gerçekten de filmin yönetmeni Birleşik Krallık doğumlu muhtemel anne İngiliz baba İranlı bir ablaymış. Zaten vampir ablamızın oldukça feminist davranıp önce fahişelere kötü davranan torbacıyı öldürmesi, sonra da ağaç yaşken eğilir misali bir oğlan çocuğunu korkutması ardından da fahişe bir kadına zorla uyuşturucu enjekte eden adamı öldürmesi yönetmenin kadın olduğu izlenimini veriyordu. Filmde fahişe Şirin’i canlandıran kadın yönetmenmiş dedikten sonra filmin kara çarşaflı, feminist vampirine gelelim. Filmde gece yarısı kaykayla ya da kaykaysız dolaşan vampir abla, sürmeli kocaman gözleri ve pelerin görünümü verdiği kara çarşafıyla ben vampirim dercesine adeta bağırıyor ama o kadar cinayete rağmen kimsenin bundan şüphelendiği yok. Gölge gibi öldüreceği insanları takip ediyor ama bir Allah’ın kulu bizim vampir ablayı görmüyor. Hepsini geçtim de boynunda at nalı ebatlarında sex dövmesi olan kötü adamımız nasıl oluyor da İran sokaklarında elini kolunu sallaya sallaya gezebiliyor? Kostüm balosuna Kont Drakula olarak katılan Arash hoşlandığı kız Şeyda’dan yüz bulamayınca haplı haplı sokaklara düşüyor ve karşısına çıkan vampir ablaya sarılıyor. Bu da ilk gördüğü erkeğe aşık olan salak ergen misali Arash’a aşık oluyor. Yani tamam aşka saygımız var da, o sarılma anında hiç mi şunun boynunu bir ısırayım diye geçirmez aklından vampir ablamız? Anlamak mümkün değil. Yavrucuğum sen vampirsin vampir. Vallahi filmin tek orijinal yanı kara çarşafın vampirlerin bir numaralı aksesuarı pelerin yerine kullanılmasıydı.  

2 Ekim 2017 Pazartesi

Sinemanın komik adamı Kemal Sunal’ın aslında toplumsal gerçekçi sinemanın önemli ismi olduğuna kanıt niteliğindeki filmleri

Kemal Sunal’ı nasıl bilirsiniz diye bir anket yapıp binlerce kişiye sorsak herhalde büyük bir oranla çıkacak sonuç komik olur. Peki ya gerçek bu mu? Evet, Kemal Sunal komik bir adam ama bizi gülmekten ağlatacak seviyedeki filmleri gerçekten sadece komik mi yoksa sinema tarihimizin en sosyolojik ve öğretici filmleri mi? Çoğumuz güldüğümüz filmlerin aslında sosyolojik mesaj kaygılı filmler olduğunu belki anladık belki fark etmedik. Ama Kemal Sunal filmlerini belki de bu kadar çok sevmemiz, filmlerde kendimizi görmemizden kaynaklı. Bu haftaki yazımda da komedi dalında izleyicinin günümüzde bile ilk üçüne girecek Kemal Sunal’ın komik gibi görünen ama verdiği mesajlarla pekte komik olmayan filmlerini derlerdim.


Türkiye mozaiğinin sinemaya uyarlanmış hali Kapıcılar Kralı


Kurnaz kapıcı Seyit ve apartman halkının düşündürücü hikayesine şahit olduğumuz film, her ne kadar Seyit ve oğlu İbrahim’in “Sanki apartman yöneticisi olacak pezevenk!” diyaloğuyla hatırlansa da aslında ülkemiz siyasi durumunu sembolleştirmiştir. Seyit apartman halkının yarısından fazlası tarafından hor görülen, köylü diye aşağılanan bir karakter. Bu karakter Kemal Sunal’a Antalya Altın Portakal Film Festivalinde en iyi erkek oyuncu ödülünü getirse de izlerken güldürmekten çok düşündüren bir karakter. Mesele Seyit kurnaz ama kötü değil hatta apartmanın yarısından daha karakterli bir adam. Memur Ferit’in durumu kötü olduğu için onu her daim idare ediyor çünkü Ferit, apartmanın yarısı gibi ikiyüzlü değil. Übeyit beyle arası iyi çünkü Übeyit bey apartmandaki çoğunluk gibi insanları ait olduğu sosyal durumdan dolayı yargılamıyor. Kısacası içinde Kemal Sunal gibi bir güldürü ustası olsa da Kapıcılar Kralı komediden çok hicivli bir kara mizah.

Bir nesle inek Şaban’ı sevdiren Hababam Sınıfı


Of of, bu film de karakterler de ayrı ayrı bir efsane. Hem filme hem de karakterlere sayfalarca yazı yazabilirsin. Filmin uyarlandığı serinin yazarı Rıfat Ilgaz aslında süper bir taşlama yapıyor. Ağlanacak halimize gülüyoruz misali çöken eğitim sistemimize güldürü hazırlamış. Dikkatli izleyiciler bilir ki Özel Çamlıca Lisesi, pinti müdür Muharrem beyin, az para alan ahı gitmiş vahı kalmış hocalarından meydana gelen bir eğitim kurumudur. Hocalardan birisi sağırdır, Akil hocanın gözleri görmez. Paşa Nuri deseniz bence bu adam Alzheimer, sürekli Kurtuluş Savaşı anılarında kalmış. Külyutmaz deseniz ayrı bir efsane, okulun en sevilen hocalarından biri olan Badi Ekrem ise kız öğrencilere bile sarkmaktan çekinmeyecek kadar ahlaksız. Sürekli sınıfta kalan, dersi kaynatan, kopya çeken bir öğrenci kitlesi mevcut. Hababama gelecek olursak onlar da çürümüş eğitim sisteminin çürümüş gençleri. Misal çok sevdiğimiz inek Şaban yeri geldiğinde arkadaşlarını satacak kadar kalleş. Semra hocanın olduğu bölümde kadına yaptıkları deseniz komikten çok iğrenç. Çalışkan Ahmet’in sizsiniz çarıklı atarına sebebiyet verip köylü çocukları hor gören ama Atatürk’ü de çok seven bir Hababam sınıfı mevcut. Yani Kemal Sunal aslında komedi gibi görünen bir seride daha güldürmekten çok düşündürmüş.

Parka gidecekmiş iki gözümün çiçeği lafını dillere dolayan Çöpçüler Kralı


1977 yapımı olan Çöpçüler Kralı filmi tıpkı diğer Kemal Sunal filmleri gibi sinemamızın en komik filmlerinden birisi olarak görülebilir. Fakat katıksız bir toplum eleştirisi ve dönemin siyasi çalkantılarına yer veren bir filmdir. Şöyle ki filmde kara borsa yüzünden halkın çektiği tüp, şeker ve yağ çilesi çok net verilir. Karneyle dağıtılan ekmek kuyruklarının alıp başını yürüdüğü dönemi komik diyaloglarıyla anlatır. Hacer’in Anadolu kökenli gecekonduda yaşayan ailesinin kızlarını zengin bir kocaya yamama dertleri, ataerkil aile yapısında eşek kadar olmuş adamlarının babalarının karşısında el pençe divan oturmaları, babanın sigara içtiği sahnede büyük oğlun babaya küllüğü uzatması. Her şeyden önemlisi komik adam Kemal Sunal’ın sinema tarihimizin en iyi aşk sahnelerinden birinde olması bile filmin başlı başına normları altüst ettiğinin bir göstergesi.

Altı aylık ömrü kaldığını öğrenen mülayim bir gencin İstanbul’un en korkusuz kabadayısına dönüştüğü Korkusuz Korkak


Her şey hemşire Sevil’in Mülayim isimli iki hastanın dosyasını karıştırmasıyla başlıyor gibi görünse de filmin en önemli kısmı memurluk müessesinin efsane çarpıklığıyla başlıyor. Mülayim’in iş arkadaşları iş yerinde gazete okuyan, iddia oynayan, kazak ören, makyaj yapan ellerindeki dosyayı Mülayim’in masasına koyup aman Mülayimcim benim dosyayı da hallediver diyen tipler. Bence filmin en itici karakterleri Mülayim’in iş yapmayan iş arkadaşları, uyuz ev sahibi Bedia hanım bile bunların yanında zemzemle yıkanmış gibi kalır. Çünkü kadın biraz şirret olsa da kira ödeyemeyen Mülayim’den ev kirasını istemek dışında bir şey yapmıyor. Hatta öyle ki Mülayim bombayı alınca kirayı düşünen kadın iş ciddileşince kıyma canına filan diyor. Mülayim’in kalıpsız müdürü ve patronu Mülayim’i saf bulup sebepsiz yere maaşından ceza kestikleri için parasını tam alamayan Mülayim ev kirasını ödeyemiyor. Aldığı parayı ise insani duygularını sömüren üçkağıtçı dilencilere kaptırıyor.

Dizlerindeki romatizma yüzünden meteoroloji ajansına dönen Osman’ın kasabayı ihya ettiği Üçkağıtçı


Dizlerindeki romatizma yüzünden yağmurun yağacağı zamanı tahmin eden Rıfkı, başlık parasını biriktirmek için Almanya’ya gidince babasının yanında çalışan Sabri, babasının ölümünü fırsat bilip sahtekarlıkla Rıfkı’nın mallarının üstüne oturur. Bu arada köyüne gelen Rıfkı, köylünün yağmurcu Arif adlı sözde yağmur duasına çıkan, bunun için de deve yüküyle para alan Arif’in oyununu ortaya çıkarır. Tefeci Satılmış ise belediye reisi olmak istemektedir ve bu yüzden kendine oy versinler diye ona borcu olan köylüleri tehdit etmektedir. Hasan ise Satılmış’ın belediye reisi olduğu zaman köylüyü iyice soyup soğana çevireceğini bilir. Onun reis olmasını engellemek için yağmurun ne zaman yağacağını bilen Rıfkı’yı keramet sahibi gibi gösterip reis seçilmesini sağlar. Fakat bunu saf bir iyi niyetten ya da Satılmış belasından köyü kurtarmak için yapmaz. Onun da kendi çıkarları vardır ve bu çıkarlara göz yummayan Rıfkı’nın kuyusunu kazmak için o da eski düşmanı Satılmış ile birlik olur. Üçkağıtçı, hurafelere inanıp kandırılan kesimi anlatan bir film olduğu kadar Sabri – Satılmış – Hasan ve karşılarındaki Rıfkı üzerinden politikaya göndermeler yapan, insanların karşısındaki iyi niyeti bile kendi çıkarları oranında gördüğünü anlatan bir nevi sosyolojik çözümleme gibi.

Hemşirenin çalınan elmasının peşinde bir hafiyelik destanı Şaban Oğlu Şaban


Kemal Sunal’ın kendi tezinde de yer verdiği üzere Şaban karakteri Türk sinemasındaki ilk, belki de tek, her şeyi eline yüzüne bulaştıran askeri. Zira Şaban Oğlu Şaban filminde yeteneksizliği, bir türlü ezberleyemediği parolayla Şaban, komutanı Hüsamettin’i çileden çıkarıyor. Bir tesadüf sonucu İstanbul’un belalı kabadayılarından Kadırgalı Eşref’i yakalayınca Sıtkı paşa tarafından yetersizliklerine rağmen polis yapılırlar hem de hafiyelik yaparlar.  Bu arada Sıtkı paşa desen kulakları duymayan ama sağır olduğunu da kabul etmeyen bir paşa, üstelik Dahiliye Nazırı. Her şey bir yana bu film adeta Mürebbiye romanı misali aile içindeki çürümüşlüğün ve çöküşün sembolüdür. Dahiliye Nazırı Sıtkı paşanın hemşiresinin elması çalınır, zaten Şaban ve Ramazan’ın da bu aileyle yollarının kesişmesi bu hırsızlık mevzu yüzünden. Aile içinde kardeşler bile birbirinin dedikodusunu yapıp, nispet yapacak kadar düşmüş. Evin kör amcası Neşet, hizmetçi Selma’ya sarkıntılık eden, bohçacıları körüm ben ayağına elleyen bir sapık. Damat Hüsam desen iç güveysi, kayınpederi sayesinde polis müdürü olmuş, buna rağmen kayınpederinden nefret ediyor, karısını ise aldatıyor. Bu arada Kantocu Nigar desen Mürebbiye’nin Anjel’i misali Sıtkı paşa konağından kör Neşet hariç herkesle ilişkisi var. Yani bu film hem Şaban karakteriyle hem de çöken aile yapısıyla sinemamızın en eleştirel filmlerinden biri.

Köşkün kızına aşık bahçıvanın hayallerinin bir miras meselesi yüzünden gerçekleştiği Şaşkın Damat


Şaşkın Damat anne ve baba tarafında sağlam kültür farkı olan Serpil’in hayatının amcasının kararıyla birden değişmesini konu alıyor. Şöyle ki Serpil’in baba tarafı aşırı mutaassıp ve tutucuyken anne tarafı batının ahlaksızlığını alan işsiz güçsüz takımı. Serpil’in amcasına bakarsak kızın babasının başını da anne tarafı yemiş. Zira adam Serpil’in annesiyle evlenmiş ama eve Serpil’in annesinin beleşçi sülalesi yerleşmiş. Serpil’in anne tarafı efsane derecede düşük ahlak seviyesine sahipte Serpil pek mi matah? Yok, Serpil bence filmin en rezil karakteri. Şöyle ki Serpil amcasının yanında başını kapayıp babasına mevlit okutacağını söyleyerek amcasından para koparan o parayla da evde çılgın parti veren birisi. Yahu Serpil anneni, teyzeni, dayını geçtikte o adam senin baban be! Bu nasıl bir ahlaksızlık ki adamın ölüm yıl dönümünde iyi ki ölmüş dercesine göbek atıyorsun? Filmde amcasının mirasından faydalanabilmek için zavallı bir gencin duygularıyla oynadı diye, eleştiriliyor da bu kız kendi babasının ölüm yıl dönümünde parti verecek kadar aşağılık! Zavallı Apti’ye ne yapmaz?

Avcılar – Söğütlüçeşme metrobüslerinden hallice minibüs ortamında altılıyı tutturan Niyazi’nin ganyan mafyasının dikkatini çektiği Atla Gel Şaban


Niyazi kasap, bakkal, manav, oduncuya borcu olan özel sektörde çalışan bir memurdur. Beyit yazarken yaşam sorunlarından bahsediyor diye patronu tarafından azarlanır, bu arada patronu zavallı adama bir türlü zam yapmaz. Dırdırcı karısı, iki oğlu, bir de piyangodan çıkmış nalet kaynanasıyla aynı evde zavallı Niyazi nasıl mutluluktan bahseden beyitler yazsın? Ama Allah’ın sevgili kulu olan Niyazi sıkış tepiş minibüsler ve gelininden şikayetçi olan dedikoducu teyze, kokan adam ve şiki şiki baba parçası sayesinde her defasından altılıyı tutturur. Tüm mahallenin umutlarını sömürüp zenginlik hayalleriyle beslenen bir canavar olan altılı ganyanı sürekli tutturması ganyan mafyasının dikkatini çeker ve Niyazi’yi kaçırıp yarışların tüyosunu isterler. Umutların ve zenginlik hayallerinin beslendiği at yarışı ve gelir dengesindeki adaletsizliğe değinilen film Kemal Sunal’ın en efsane filmlerindendir.

Başlık parası ve ağalık düzenin altında ezilen marabaları sinemaya taşıyan Kibar Feyzo


Bu film hakkında tezler, makaleler yazılıp üzerine nice sunumlar yapılır. Dinimizde kocası öldüğünde kadın mağdur kalmasın diye kadına verilecek bir para olarak geçen başlık parasının ülkemiz sınırlarında çok yanlış anlaşılmasından tutun da bir köyün, içindeki insanlarla beraber tüm hayatının sadece bir kişinin ağzından çıkacak kelimelere bağlı olmasına kadar sinemamızın en sorgulayıcı filmlerinden biridir.

Reklam sektörünün sahte yüzünün aylak bir genç üzerinden anlatıldığı Yüz Numaralı Adam


Kabul edelim ki Kasap Hayri’nin yeğeni Zeynep ve Şaban arasında geçen konuşma sinemamızın açık ara en komik sahnelerinden biri ama bu komik sahne bile içinde toplumsal bir kod taşıyor. Şöyle ki Zeynep nikahlı olmadığı bir gençle görünürse adı çıkacak diye korkuyor, bu yüzden şöyle bir yürüsek diye soran Şaban’a ben bakireyim gibi abuk bir cevap veriyor. Öte yandan Şaban’ın babası da filmin sorunlu karakterlerinden birisi, sözde dini bütün bir amcamız ama sattığı sütlere su katarak milleti kazıklıyor, haksız kazanç elde ediyor. Tövbe ben kameraya çektirmem kendimi, zinhar günahtır deyip kameralar gelince en önce o poz veriyor. Annesi deseniz babadan beter, bir kere Şaban’ı diğer evlatlarına göre kayırıyor ve onu sürekli koruduğu için oğlunun karakterinin gelişmesine engel oluyor. Şaban’dan yararlanan reklam sektörüne gelince zaten reklamlara inanacak zamanı çoktan geçtiğimizi düşünüyorum. On lafından dokuzu yalan biri şüpheli sektör olarak dünya çapında siyasetten sonraki en kulağı çınlatılan alan.

Başlık parasını biriktirmek için İstanbul’a gelen gencin bülbül sesli çıkması üzerine gazino patronlarını peşinde koşturduğu Şark Bülbülü


Beşik kertmesi Hatice’ye köyün ağası göz koyunca Şaban’ın hayatı değişir. Şöyle ki Şaban ölür de Hatice’den vazgeçmez, ağa desen ben istediğimi alırım, sonuçta ağayım, hepsi benim malım kafasında. Üstüne bir de Hatice’nin babası Haydar aşırı dindar olunca Hatice, Şaban ve Zülfo ağa arasındaki mevzu parayı görünce kitabı şaşıran şıha kadar gider. Şaban kendi isteğiyle vazgeçsin diye kızın başlık parası arttırılır ve Şaban’ın çok kısa bir sürede bu parayı bulması istenir. Şaban da İstanbul’a gidip parayı bulmaya çabalar. Hemşerisinin çalıştığı gazinonun sinir hastası patronu Fethi’nin yeni mazlumu olarak işe giren Şaban, sesinin güzelliği sayesinde Fethi tarafından keşfedilir. Bence bu filmin en sorgulayıcı yanı Mazlum karakteri üzerindedir. Tamam gene ülke sınırlarımızda dini işlevi yanlış anlaşılan başlık parası ve ağa gerçeği, üstüne bir de dinin çarpıtılması işlenir ama Mazlum’un psikopat patrondan yediği dayaklar sonunda pili bitmiş oyuncak misali tükenmesi ve yediği yemeğin üzerine düşmesi filmin en dramatik sahnesidir.  

Kanlılarından kurtulmak için anasının planıyla kadın kılığına giren gencin komik serüveni Şabaniye


Şabaniye, Kemal Sunal’ın kadın kılığına girip izleyicilerin yarılmasına sebebiyet verse de aslında ağlanacak halimize gülüyoruz. Çünkü bu filmde de kan davası konusu işleniyor, ailenin erkeklerinin hasım ailenin erkeklerini öldürerek sözde intikam aldığı aslında sebepsiz yere insanların birbirini sırayla öldürdüğü bir düzen olan kan davasının en güzel açıklaması Davaro filminde veriliyor aslında.

Futbol aşığı bir genç kıza aşık olup onun dikkatini çekmek için futbolcu olmayı hedefleyen gencin asıl aşkı ummadığı bir yerde bulduğu Gol Kralı


Bir Aziz Nesin romanı uyarlaması olan Gol Kralı, çökmüş futbol sistemimiz kadar çürümüş aile ve Sevim ile sevgilisi Duvar Ahmet üzerinden çökmüş gönül ilişkilerine bir gönderme gibi. Filmin futbol ayağı olan Duvar Ahmet sporcunun kurnaz, çakal ve ahlaksızıdır. Onun için önemli olan kazanmak olduğu için kazanmak için rakip futbolcuya tükürmekten tut, kendini ceza sahasında yerlere atmaya kadar her türlü çirkefliği yapar. Futbol ve futbolcu aşığı kadın klişesinin yetmişlerdeki ayağı olan Sevim ve İspanyol Aysel deseniz kadınlığın yüz karası misali kendi takımından olan tüm futbolcularla düşüp kalkarlar. Üstelik İspanyol Aysel evli bir kadın olmasına rağmen yapar bunu, Aysel üzerinden evlilik kurumunun çöküşüne de sağlam bir gönderme yapılır filmde. Sevim deseniz babası tarafından ihtar alınca sevmemesine rağmen Sait’le evlenmeye kalkar. Sevim de evlilik kurumu için uygun değildir, nikahlanacağı gün Fener’in maçına gitmesinden bunu apaçık görürüz. Ayrıca Sevim’in ailesi de kızlarını soylu ve zengin bir adam olan Sait’e yamama derdindeler, onlar için önemli olan adı çıkan kızlarını bir enayiye yamamak ama bu enayi bile soylu ve zengin olmalı.  

İşsiz bir gence zengin bir kız aşık olunca ailesi ve sevdiği kız arasında kalan gencin hikayesi Devlet Kuşu


Bir Orhan Kemal romanı uyarlaması olan Devlet Kuşu sinemada görmeye alışık olmadığımız cinsten bir aşk konusunu işliyor. Şöyle ki fakir kız ve fakir oğlan birbirini sever ama oğlan işsiz güçsüz bir serseridir. Doğal olarak da kızın anası kızını böyle birine vermek istemez. Öte yandan Mustafa’nın fakir ailesinin yüzüne kader hafiften değil bayağı bayağı güler ve zengin bir müteahhitin aşırı çirkin kızı Mustafa’ya aşık olur. Adam önce Mustafa’yı istemez ama sonra kızının hatırına Mustafa ve ailesini kabul eder. Fakat adam parasıyla Mustafa ve ailesini satın almaya çalışır. Aslında aile buna razıdır ama Mustafa bu durumu kabullenemez. Ailesi bu konuda Mustafa’ya çok yalvarır hatta arkadaşları bile hayalleri olan köfteci tezgahı işi için Mustafa’nın zengin kızla evlenmesini ister. Fakir bir gencin sevdiği kız, hayalleri, ailesi ve sevmediği ama onu seven başka bir kızın duyguları arasındaki sıkışmışlığını anlatan filmin zengin ve fakir arasındaki uçurumu anlattığı. Zenginin insan da dahil olmak üzere her şeye sahip olma hırsını ve fakirin özellikle Mustafa’nın ailesi üzerinden anlatılan aciziyeti filmin en güzel karşıtlığı.   

Sadece vazifesini yapan gencin bir anda kahramana dönüştüğü Bekçiler Kralı


Bekçi Şaban bir isim karmaşası üzerine bakanın yeğeni sanılır ve herkesten saygı görür. Çarpık bürokrasinin gözümüze sokulduğu dönemin kara borsası, tüp kuyruğu gerçeği, mesai saatinde keyif yapan ama maaşını alırken hiç çekinmeyen muhtar, sattığı ürünün alış fiyatını göstermeyen esnaf, mahalleye çöp arabası göndermeyen temizlik işlerine kadar her işi düzeltmeye çalışan Şaban, bir anda kahramana dönüşür ama aslında sadece işini yapmaktadır. Fabrikasına arıtıcı kurmak yerine zehirli suyu dereye boşaltan çevre düşmanı fabrikatörün rüşvet vermeye çalıştığı Şaban, bunu reddeder ama iftiraya uğrayıp rüşvetçilikle suçlanır. Görevini yapan bir kişinin bile çarpıklıkları düzeltebileceğini ve haksızlığa uğrayan birinin arkasında durmanın önemini anlatan film tüm Kemal Sunal filmleri gibi halkçı bir duruş sergileyip tüm mahalleyi iftiraya uğrayan Şaban’ın arkasındaymış gibi gösterse de her halde Kemal Sunal filmlerinin tek filmsel gerçeği bu kısımlardır.

Her halta insanlık vazifemiz diye maydanoz olan gencin yanlışlıkla bir genç kızla evlendiği Meraklı Köfteci


İnsaniyetlik yapma uğruna sürekli mahkemelere düşen Zühtü, son insaniyetliğinde baltayı taşa vurur. İstemediği bir adamla ailesinin zoruyla evlendirilmeye çalışan Fatma, halasına kaçarken Zühtü ona yardım etmek ister. Ama işleri eline yüzüne bulaştırır ve sonunda Fatma’yla evlenmek zorunda kalır. Zühtü’nün akrabaları eline baktıkları Zühtü’nün evlenmesine karşıdır, bu evlilikle Zühtü onlara değil karısı Fatma’ya bakmakla mükellef olur çünkü. Ama Fatma’ya halasından miras kalınca kızın ailesi mirasta hak sahibi olan Zühtü’yü kızdan boşanmaya zorlar. Öte yandan Zühtü’nün ailesi de kızın parasından faydalanabilmek için bu boşanmaya karşıdır. Para için anasını boyayıp babasına satacak karakterdeki akrabaların ikiyüzlülüğü yüzünden zavallı Zühtü ruh ve sinir hastalıkları hastanesine düşer. Fakat bir sorun vardır: Fatma tüm parasının sorumluluğunu akıl hastanesindeki kocasına bırakmıştır. İnsanların para için gözünü kırpmadan cinayet bile işleyecek kadar zalimleşebildiğini ve kendi yarattıkları parayı nasıl tanrılaştırdıklarını anlatan film, insanın ne derece küçülebileceğini izleyiciye göstermesi açısından önemli.

Kan davası yüzünden başlarına gelmeyen kalmayan iki kanlının macera dolu serüveni Davaro


Mikserle tarhana yapma girişimleri mi desek, hortumla mezarın içinden nefes alma girişimleri mi desek, hapse düşen Memo’yu çarrşaflı börekle kurtarma girişimlerindeki sahtekar Süla mı desek, Şener Şen ve Ayşen Gruda’nın karşılıklı kaşık havası oynadığı sahne mi desek… Kesinlikle sinema tarihimizin en komik filmi olduğunu inkar edemesek de sinema tarihimizin en sosyolojik filmi olduğunu da es geçemeyiz. Özellikle kan davası gerçeğini yüzümüze tokat gibi vurur film. Sülo’nun karısı Ayşo’nun ağanın kendisine sulandığını dile getirdiği kısım sadece bununla da bitmiyor. Çünkü kocası ölürse Ayşo ya ağayla evlenecek ya da kocasının ölmesini dört gözle bekleyen köyün erkeklerinin eline düşecek. Memo’nun filmin sonunda töreyi hiçe saydın diye kendisine küfretmeye başlayan ağaya verdiği cevapta bunun en büyük göstergesi. Zira ağa bey düğün yemeğinde kaçıncı karısı olduğunu soran muhtara “İtin biri diğerini vuruyor, bu masumlar da ortalıkta kalıyor, ben ağalık görevimi yapıyorum!” diye sırıtıyor. Beş dakika sonra ise Sülo’yu vurmadı diye Memo’ya sövüyor. Gerekçe ise töreleri ve yüz yıllık örfü hiçe saymak. İyi de demezler mi adama maden töre, niye beş dakika önce sözde töreyi yerine getirip kanlısını öldüren adam için it diyorsun diye?

Koltuk uğruna yapmayacağı üçkağıt olmayan bir politikacının hayat hikayesi Zübük


Bir Aziz Nesin romanı olan Zübük, bence dünyadaki politikacılık gerçeğinin bir yansıması gibi. House of Cards’ta Frank’ın şoförü ölüm döşeğindeyken sanki içini yiyip bitiren bir dertten kurtulurcasına Frank’tan nefret ettiğini açıkladığında Frank’ın karısı Claira, işinden dolayı Frank’tan birçok kişinin nefret ettiğini söylemişti. İşte Frank misali Zübük de yaptıklarıyla nefret odağı olmuş bir isim, tabi uzun dönem politika sayesinde heybesini doldurduktan sonra. Sahtekarlık ata sporu olan İbrahim Zübükzade’nin soy adı bile zeybekten gelir. Kahraman bir zeybek ayağı yapsa da kadın kılığına girip hamamda kadın dikizlerken yakalanıp kadın dayağı yiyen atası sayesinde Zeybekzade olan soyadı Zübükzade’ye dönüşmüş. İşte tıpkı soyadı gibi politikacılığı da çarpık olan İbrahim Zübükzade, halkın dini duygularını sömürerek uzun süre siyasette kalan bir vekil. Ama Zübük beyde sadece dini duygu sömürüsü de mevcut değil ona her yol mubah. Karısını bile kandırmaya çalışmış, dayak yememek için namaza durmuş, baygınlık geçiriyorum ayağı çekip kendisini taşıyan içinde kayınbabasının da olduğu topluluk tarafından kaçırıldığını iddia edecek kadar aşmış bir kurt politikacı olan Zübük, halk tarafından bu kadar çok sevilmesini ise içimizden biri olmasına bağlıyordu. O hepimizin içinde olan zübüklüğün dışavurumuydu. O değil de adam giderayak gazetecinin aile yadigarı değerli çakmağını bile yürütmüştü.

Zamlar yüzünden feleğini şaşıran Şaban’ın güzel Bahar’ın aşkı ve Bahar’ın sporcu sevgilisi Erkan’ın züppeliğiyle uğraştığı Orta Direk Şaban


Seksenlerdeki zamsız gün görmeyen memurun zeytini bile müzelik gibi kavanoza kaldırıp izlediği sahneyle akıllarda kalan Orta Direk Şaban adından da anlaşılacağı gibi orta direğin çilesini anlatıyor. Zamlara o kadar alışmış ki Şaban, zam olmadığı gün sevinçten bayılıyor, hatta ona bakmaya gelen doktor bile zam olmadığını öğrenince şok neyim geçiriyor. Öte yandan aşık olduğu Bahar’la arasındaki tek engel olmasa da sağlam bir engel olan her sporda başarılı Erkan, karakteriyle mükemmelliğin rahatsız ediciliği sorgulanmış sanki. Ya da mükemmelliğin imkansızlığı… Zira Erkan’ın babası oğluna Bahar’ı sorunca kızı sahiplenmek yerine zengin bir adamın burs verdiği Bahar’dan şirketlerinin bir çıkar kazanması ihtimalinden bahsediyor. Şaban karşısında aşırı sahiplendiği ama ciddi bir niyetle sevmediği Bahar kaçırılınca tepkisiz kalması film boyunca mükemmeliyet abidesi gibi görünen Erkan’ın aslında mükemmellikle uzaktan yakından ilgisi olmadığını gösteriyor.

Başlık parası uğruna İstanbul’a gidip dönüşte tokatlanan Osman’ın İstanbul’a tekrar gidişi ve asker arkadaşı Şevket’le beraber tokatçılık mesleğini icra ettiği Tokatçı


Başlık parası, köylüyü kan ağlatan tefeci ağa, insanların duygularını sömüren dilenci gerçeği bir kenara bırakılırsa komik bir film aslında. Hele uyuşturucu kaçakçısı ve kara para aklayıcısı Kara Erol’la yolları kesişen ikilimizin polis sirenleri zamanında ötmezse ne yaparız korkusunu yaşadığı sahneler sinemamızın en komik ve gerilimli sahneleridir.

Fakir bir gencin Amerika’daki amcasından kalan mirasla insanların gerçek yüzünü gördüğü Köşeyi Dönen Adam


Filmde Şaban’ın hiç görünmeyen Amerika’daki amcası, yeğenine miras olarak bıraktığı eşeğin boynuna bu eşek sana yol gösterecek yazar. Ve bir eşek sayesinde insanların gerçek yüzünü gören Adem’in hikayesine tanık oluruz. Onu sevmeyen, hatta sevdiğiyle kaçmak için Adem’i kullanmaya çalışan Şükran’dan tut ofiste yüzüne bakmayan Müjde’ye kadar herkesin karnında elmas olduğunu düşündüğü eşek yüzünden Adem’in etrafında pervane olması insanların para için düştükleri trajikomik durumun da göstergesidir.

Ünlü bir kalecinin tıpkısının aynısı olan bir karpuzcunun birden kendini Fenerbahçe’nin kalecisi olarak bulduğu İnek Şaban


Futbol camiasının efsane taşlandığı, çökmüş futbol ve futbolcu ahlakının yerle bir oluşunu Şaban/Bülent’in tek cümlesi bile özetler nitelikte. Galatasaray’a geçince doğuştan Galatasaraylı olduğunu hatta bileklerini kessek kanının sarı kırmızı akacağını iddia eden kaleci Bülent, aradan yıl geçmeden Fenere transfer olur. Hislerini soran gazeteciye birkaç hafta evvel söylediklerini tekrarlayan Bülent, sadece Galatasaray olan yerlere Fenerbahçe’yi koyar. Öte yandan Kara Mithat üzerinden futbol mafya ilişkilerinin seksenler boyutunu inceleyen film Kemal Sunal efsanelerinden biridir. Tabi ki üsttekiler gibi eleştirel efsaneler.