2 Ekim 2017 Pazartesi

Sinemanın komik adamı Kemal Sunal’ın aslında toplumsal gerçekçi sinemanın önemli ismi olduğuna kanıt niteliğindeki filmleri

Kemal Sunal’ı nasıl bilirsiniz diye bir anket yapıp binlerce kişiye sorsak herhalde büyük bir oranla çıkacak sonuç komik olur. Peki ya gerçek bu mu? Evet, Kemal Sunal komik bir adam ama bizi gülmekten ağlatacak seviyedeki filmleri gerçekten sadece komik mi yoksa sinema tarihimizin en sosyolojik ve öğretici filmleri mi? Çoğumuz güldüğümüz filmlerin aslında sosyolojik mesaj kaygılı filmler olduğunu belki anladık belki fark etmedik. Ama Kemal Sunal filmlerini belki de bu kadar çok sevmemiz, filmlerde kendimizi görmemizden kaynaklı. Bu haftaki yazımda da komedi dalında izleyicinin günümüzde bile ilk üçüne girecek Kemal Sunal’ın komik gibi görünen ama verdiği mesajlarla pekte komik olmayan filmlerini derlerdim.


Türkiye mozaiğinin sinemaya uyarlanmış hali Kapıcılar Kralı


Kurnaz kapıcı Seyit ve apartman halkının düşündürücü hikayesine şahit olduğumuz film, her ne kadar Seyit ve oğlu İbrahim’in “Sanki apartman yöneticisi olacak pezevenk!” diyaloğuyla hatırlansa da aslında ülkemiz siyasi durumunu sembolleştirmiştir. Seyit apartman halkının yarısından fazlası tarafından hor görülen, köylü diye aşağılanan bir karakter. Bu karakter Kemal Sunal’a Antalya Altın Portakal Film Festivalinde en iyi erkek oyuncu ödülünü getirse de izlerken güldürmekten çok düşündüren bir karakter. Mesele Seyit kurnaz ama kötü değil hatta apartmanın yarısından daha karakterli bir adam. Memur Ferit’in durumu kötü olduğu için onu her daim idare ediyor çünkü Ferit, apartmanın yarısı gibi ikiyüzlü değil. Übeyit beyle arası iyi çünkü Übeyit bey apartmandaki çoğunluk gibi insanları ait olduğu sosyal durumdan dolayı yargılamıyor. Kısacası içinde Kemal Sunal gibi bir güldürü ustası olsa da Kapıcılar Kralı komediden çok hicivli bir kara mizah.

Bir nesle inek Şaban’ı sevdiren Hababam Sınıfı


Of of, bu film de karakterler de ayrı ayrı bir efsane. Hem filme hem de karakterlere sayfalarca yazı yazabilirsin. Filmin uyarlandığı serinin yazarı Rıfat Ilgaz aslında süper bir taşlama yapıyor. Ağlanacak halimize gülüyoruz misali çöken eğitim sistemimize güldürü hazırlamış. Dikkatli izleyiciler bilir ki Özel Çamlıca Lisesi, pinti müdür Muharrem beyin, az para alan ahı gitmiş vahı kalmış hocalarından meydana gelen bir eğitim kurumudur. Hocalardan birisi sağırdır, Akil hocanın gözleri görmez. Paşa Nuri deseniz bence bu adam Alzheimer, sürekli Kurtuluş Savaşı anılarında kalmış. Külyutmaz deseniz ayrı bir efsane, okulun en sevilen hocalarından biri olan Badi Ekrem ise kız öğrencilere bile sarkmaktan çekinmeyecek kadar ahlaksız. Sürekli sınıfta kalan, dersi kaynatan, kopya çeken bir öğrenci kitlesi mevcut. Hababama gelecek olursak onlar da çürümüş eğitim sisteminin çürümüş gençleri. Misal çok sevdiğimiz inek Şaban yeri geldiğinde arkadaşlarını satacak kadar kalleş. Semra hocanın olduğu bölümde kadına yaptıkları deseniz komikten çok iğrenç. Çalışkan Ahmet’in sizsiniz çarıklı atarına sebebiyet verip köylü çocukları hor gören ama Atatürk’ü de çok seven bir Hababam sınıfı mevcut. Yani Kemal Sunal aslında komedi gibi görünen bir seride daha güldürmekten çok düşündürmüş.

Parka gidecekmiş iki gözümün çiçeği lafını dillere dolayan Çöpçüler Kralı


1977 yapımı olan Çöpçüler Kralı filmi tıpkı diğer Kemal Sunal filmleri gibi sinemamızın en komik filmlerinden birisi olarak görülebilir. Fakat katıksız bir toplum eleştirisi ve dönemin siyasi çalkantılarına yer veren bir filmdir. Şöyle ki filmde kara borsa yüzünden halkın çektiği tüp, şeker ve yağ çilesi çok net verilir. Karneyle dağıtılan ekmek kuyruklarının alıp başını yürüdüğü dönemi komik diyaloglarıyla anlatır. Hacer’in Anadolu kökenli gecekonduda yaşayan ailesinin kızlarını zengin bir kocaya yamama dertleri, ataerkil aile yapısında eşek kadar olmuş adamlarının babalarının karşısında el pençe divan oturmaları, babanın sigara içtiği sahnede büyük oğlun babaya küllüğü uzatması. Her şeyden önemlisi komik adam Kemal Sunal’ın sinema tarihimizin en iyi aşk sahnelerinden birinde olması bile filmin başlı başına normları altüst ettiğinin bir göstergesi.

Altı aylık ömrü kaldığını öğrenen mülayim bir gencin İstanbul’un en korkusuz kabadayısına dönüştüğü Korkusuz Korkak


Her şey hemşire Sevil’in Mülayim isimli iki hastanın dosyasını karıştırmasıyla başlıyor gibi görünse de filmin en önemli kısmı memurluk müessesinin efsane çarpıklığıyla başlıyor. Mülayim’in iş arkadaşları iş yerinde gazete okuyan, iddia oynayan, kazak ören, makyaj yapan ellerindeki dosyayı Mülayim’in masasına koyup aman Mülayimcim benim dosyayı da hallediver diyen tipler. Bence filmin en itici karakterleri Mülayim’in iş yapmayan iş arkadaşları, uyuz ev sahibi Bedia hanım bile bunların yanında zemzemle yıkanmış gibi kalır. Çünkü kadın biraz şirret olsa da kira ödeyemeyen Mülayim’den ev kirasını istemek dışında bir şey yapmıyor. Hatta öyle ki Mülayim bombayı alınca kirayı düşünen kadın iş ciddileşince kıyma canına filan diyor. Mülayim’in kalıpsız müdürü ve patronu Mülayim’i saf bulup sebepsiz yere maaşından ceza kestikleri için parasını tam alamayan Mülayim ev kirasını ödeyemiyor. Aldığı parayı ise insani duygularını sömüren üçkağıtçı dilencilere kaptırıyor.

Dizlerindeki romatizma yüzünden meteoroloji ajansına dönen Osman’ın kasabayı ihya ettiği Üçkağıtçı


Dizlerindeki romatizma yüzünden yağmurun yağacağı zamanı tahmin eden Rıfkı, başlık parasını biriktirmek için Almanya’ya gidince babasının yanında çalışan Sabri, babasının ölümünü fırsat bilip sahtekarlıkla Rıfkı’nın mallarının üstüne oturur. Bu arada köyüne gelen Rıfkı, köylünün yağmurcu Arif adlı sözde yağmur duasına çıkan, bunun için de deve yüküyle para alan Arif’in oyununu ortaya çıkarır. Tefeci Satılmış ise belediye reisi olmak istemektedir ve bu yüzden kendine oy versinler diye ona borcu olan köylüleri tehdit etmektedir. Hasan ise Satılmış’ın belediye reisi olduğu zaman köylüyü iyice soyup soğana çevireceğini bilir. Onun reis olmasını engellemek için yağmurun ne zaman yağacağını bilen Rıfkı’yı keramet sahibi gibi gösterip reis seçilmesini sağlar. Fakat bunu saf bir iyi niyetten ya da Satılmış belasından köyü kurtarmak için yapmaz. Onun da kendi çıkarları vardır ve bu çıkarlara göz yummayan Rıfkı’nın kuyusunu kazmak için o da eski düşmanı Satılmış ile birlik olur. Üçkağıtçı, hurafelere inanıp kandırılan kesimi anlatan bir film olduğu kadar Sabri – Satılmış – Hasan ve karşılarındaki Rıfkı üzerinden politikaya göndermeler yapan, insanların karşısındaki iyi niyeti bile kendi çıkarları oranında gördüğünü anlatan bir nevi sosyolojik çözümleme gibi.

Hemşirenin çalınan elmasının peşinde bir hafiyelik destanı Şaban Oğlu Şaban


Kemal Sunal’ın kendi tezinde de yer verdiği üzere Şaban karakteri Türk sinemasındaki ilk, belki de tek, her şeyi eline yüzüne bulaştıran askeri. Zira Şaban Oğlu Şaban filminde yeteneksizliği, bir türlü ezberleyemediği parolayla Şaban, komutanı Hüsamettin’i çileden çıkarıyor. Bir tesadüf sonucu İstanbul’un belalı kabadayılarından Kadırgalı Eşref’i yakalayınca Sıtkı paşa tarafından yetersizliklerine rağmen polis yapılırlar hem de hafiyelik yaparlar.  Bu arada Sıtkı paşa desen kulakları duymayan ama sağır olduğunu da kabul etmeyen bir paşa, üstelik Dahiliye Nazırı. Her şey bir yana bu film adeta Mürebbiye romanı misali aile içindeki çürümüşlüğün ve çöküşün sembolüdür. Dahiliye Nazırı Sıtkı paşanın hemşiresinin elması çalınır, zaten Şaban ve Ramazan’ın da bu aileyle yollarının kesişmesi bu hırsızlık mevzu yüzünden. Aile içinde kardeşler bile birbirinin dedikodusunu yapıp, nispet yapacak kadar düşmüş. Evin kör amcası Neşet, hizmetçi Selma’ya sarkıntılık eden, bohçacıları körüm ben ayağına elleyen bir sapık. Damat Hüsam desen iç güveysi, kayınpederi sayesinde polis müdürü olmuş, buna rağmen kayınpederinden nefret ediyor, karısını ise aldatıyor. Bu arada Kantocu Nigar desen Mürebbiye’nin Anjel’i misali Sıtkı paşa konağından kör Neşet hariç herkesle ilişkisi var. Yani bu film hem Şaban karakteriyle hem de çöken aile yapısıyla sinemamızın en eleştirel filmlerinden biri.

Köşkün kızına aşık bahçıvanın hayallerinin bir miras meselesi yüzünden gerçekleştiği Şaşkın Damat


Şaşkın Damat anne ve baba tarafında sağlam kültür farkı olan Serpil’in hayatının amcasının kararıyla birden değişmesini konu alıyor. Şöyle ki Serpil’in baba tarafı aşırı mutaassıp ve tutucuyken anne tarafı batının ahlaksızlığını alan işsiz güçsüz takımı. Serpil’in amcasına bakarsak kızın babasının başını da anne tarafı yemiş. Zira adam Serpil’in annesiyle evlenmiş ama eve Serpil’in annesinin beleşçi sülalesi yerleşmiş. Serpil’in anne tarafı efsane derecede düşük ahlak seviyesine sahipte Serpil pek mi matah? Yok, Serpil bence filmin en rezil karakteri. Şöyle ki Serpil amcasının yanında başını kapayıp babasına mevlit okutacağını söyleyerek amcasından para koparan o parayla da evde çılgın parti veren birisi. Yahu Serpil anneni, teyzeni, dayını geçtikte o adam senin baban be! Bu nasıl bir ahlaksızlık ki adamın ölüm yıl dönümünde iyi ki ölmüş dercesine göbek atıyorsun? Filmde amcasının mirasından faydalanabilmek için zavallı bir gencin duygularıyla oynadı diye, eleştiriliyor da bu kız kendi babasının ölüm yıl dönümünde parti verecek kadar aşağılık! Zavallı Apti’ye ne yapmaz?

Avcılar – Söğütlüçeşme metrobüslerinden hallice minibüs ortamında altılıyı tutturan Niyazi’nin ganyan mafyasının dikkatini çektiği Atla Gel Şaban


Niyazi kasap, bakkal, manav, oduncuya borcu olan özel sektörde çalışan bir memurdur. Beyit yazarken yaşam sorunlarından bahsediyor diye patronu tarafından azarlanır, bu arada patronu zavallı adama bir türlü zam yapmaz. Dırdırcı karısı, iki oğlu, bir de piyangodan çıkmış nalet kaynanasıyla aynı evde zavallı Niyazi nasıl mutluluktan bahseden beyitler yazsın? Ama Allah’ın sevgili kulu olan Niyazi sıkış tepiş minibüsler ve gelininden şikayetçi olan dedikoducu teyze, kokan adam ve şiki şiki baba parçası sayesinde her defasından altılıyı tutturur. Tüm mahallenin umutlarını sömürüp zenginlik hayalleriyle beslenen bir canavar olan altılı ganyanı sürekli tutturması ganyan mafyasının dikkatini çeker ve Niyazi’yi kaçırıp yarışların tüyosunu isterler. Umutların ve zenginlik hayallerinin beslendiği at yarışı ve gelir dengesindeki adaletsizliğe değinilen film Kemal Sunal’ın en efsane filmlerindendir.

Başlık parası ve ağalık düzenin altında ezilen marabaları sinemaya taşıyan Kibar Feyzo


Bu film hakkında tezler, makaleler yazılıp üzerine nice sunumlar yapılır. Dinimizde kocası öldüğünde kadın mağdur kalmasın diye kadına verilecek bir para olarak geçen başlık parasının ülkemiz sınırlarında çok yanlış anlaşılmasından tutun da bir köyün, içindeki insanlarla beraber tüm hayatının sadece bir kişinin ağzından çıkacak kelimelere bağlı olmasına kadar sinemamızın en sorgulayıcı filmlerinden biridir.

Reklam sektörünün sahte yüzünün aylak bir genç üzerinden anlatıldığı Yüz Numaralı Adam


Kabul edelim ki Kasap Hayri’nin yeğeni Zeynep ve Şaban arasında geçen konuşma sinemamızın açık ara en komik sahnelerinden biri ama bu komik sahne bile içinde toplumsal bir kod taşıyor. Şöyle ki Zeynep nikahlı olmadığı bir gençle görünürse adı çıkacak diye korkuyor, bu yüzden şöyle bir yürüsek diye soran Şaban’a ben bakireyim gibi abuk bir cevap veriyor. Öte yandan Şaban’ın babası da filmin sorunlu karakterlerinden birisi, sözde dini bütün bir amcamız ama sattığı sütlere su katarak milleti kazıklıyor, haksız kazanç elde ediyor. Tövbe ben kameraya çektirmem kendimi, zinhar günahtır deyip kameralar gelince en önce o poz veriyor. Annesi deseniz babadan beter, bir kere Şaban’ı diğer evlatlarına göre kayırıyor ve onu sürekli koruduğu için oğlunun karakterinin gelişmesine engel oluyor. Şaban’dan yararlanan reklam sektörüne gelince zaten reklamlara inanacak zamanı çoktan geçtiğimizi düşünüyorum. On lafından dokuzu yalan biri şüpheli sektör olarak dünya çapında siyasetten sonraki en kulağı çınlatılan alan.

Başlık parasını biriktirmek için İstanbul’a gelen gencin bülbül sesli çıkması üzerine gazino patronlarını peşinde koşturduğu Şark Bülbülü


Beşik kertmesi Hatice’ye köyün ağası göz koyunca Şaban’ın hayatı değişir. Şöyle ki Şaban ölür de Hatice’den vazgeçmez, ağa desen ben istediğimi alırım, sonuçta ağayım, hepsi benim malım kafasında. Üstüne bir de Hatice’nin babası Haydar aşırı dindar olunca Hatice, Şaban ve Zülfo ağa arasındaki mevzu parayı görünce kitabı şaşıran şıha kadar gider. Şaban kendi isteğiyle vazgeçsin diye kızın başlık parası arttırılır ve Şaban’ın çok kısa bir sürede bu parayı bulması istenir. Şaban da İstanbul’a gidip parayı bulmaya çabalar. Hemşerisinin çalıştığı gazinonun sinir hastası patronu Fethi’nin yeni mazlumu olarak işe giren Şaban, sesinin güzelliği sayesinde Fethi tarafından keşfedilir. Bence bu filmin en sorgulayıcı yanı Mazlum karakteri üzerindedir. Tamam gene ülke sınırlarımızda dini işlevi yanlış anlaşılan başlık parası ve ağa gerçeği, üstüne bir de dinin çarpıtılması işlenir ama Mazlum’un psikopat patrondan yediği dayaklar sonunda pili bitmiş oyuncak misali tükenmesi ve yediği yemeğin üzerine düşmesi filmin en dramatik sahnesidir.  

Kanlılarından kurtulmak için anasının planıyla kadın kılığına giren gencin komik serüveni Şabaniye


Şabaniye, Kemal Sunal’ın kadın kılığına girip izleyicilerin yarılmasına sebebiyet verse de aslında ağlanacak halimize gülüyoruz. Çünkü bu filmde de kan davası konusu işleniyor, ailenin erkeklerinin hasım ailenin erkeklerini öldürerek sözde intikam aldığı aslında sebepsiz yere insanların birbirini sırayla öldürdüğü bir düzen olan kan davasının en güzel açıklaması Davaro filminde veriliyor aslında.

Futbol aşığı bir genç kıza aşık olup onun dikkatini çekmek için futbolcu olmayı hedefleyen gencin asıl aşkı ummadığı bir yerde bulduğu Gol Kralı


Bir Aziz Nesin romanı uyarlaması olan Gol Kralı, çökmüş futbol sistemimiz kadar çürümüş aile ve Sevim ile sevgilisi Duvar Ahmet üzerinden çökmüş gönül ilişkilerine bir gönderme gibi. Filmin futbol ayağı olan Duvar Ahmet sporcunun kurnaz, çakal ve ahlaksızıdır. Onun için önemli olan kazanmak olduğu için kazanmak için rakip futbolcuya tükürmekten tut, kendini ceza sahasında yerlere atmaya kadar her türlü çirkefliği yapar. Futbol ve futbolcu aşığı kadın klişesinin yetmişlerdeki ayağı olan Sevim ve İspanyol Aysel deseniz kadınlığın yüz karası misali kendi takımından olan tüm futbolcularla düşüp kalkarlar. Üstelik İspanyol Aysel evli bir kadın olmasına rağmen yapar bunu, Aysel üzerinden evlilik kurumunun çöküşüne de sağlam bir gönderme yapılır filmde. Sevim deseniz babası tarafından ihtar alınca sevmemesine rağmen Sait’le evlenmeye kalkar. Sevim de evlilik kurumu için uygun değildir, nikahlanacağı gün Fener’in maçına gitmesinden bunu apaçık görürüz. Ayrıca Sevim’in ailesi de kızlarını soylu ve zengin bir adam olan Sait’e yamama derdindeler, onlar için önemli olan adı çıkan kızlarını bir enayiye yamamak ama bu enayi bile soylu ve zengin olmalı.  

İşsiz bir gence zengin bir kız aşık olunca ailesi ve sevdiği kız arasında kalan gencin hikayesi Devlet Kuşu


Bir Orhan Kemal romanı uyarlaması olan Devlet Kuşu sinemada görmeye alışık olmadığımız cinsten bir aşk konusunu işliyor. Şöyle ki fakir kız ve fakir oğlan birbirini sever ama oğlan işsiz güçsüz bir serseridir. Doğal olarak da kızın anası kızını böyle birine vermek istemez. Öte yandan Mustafa’nın fakir ailesinin yüzüne kader hafiften değil bayağı bayağı güler ve zengin bir müteahhitin aşırı çirkin kızı Mustafa’ya aşık olur. Adam önce Mustafa’yı istemez ama sonra kızının hatırına Mustafa ve ailesini kabul eder. Fakat adam parasıyla Mustafa ve ailesini satın almaya çalışır. Aslında aile buna razıdır ama Mustafa bu durumu kabullenemez. Ailesi bu konuda Mustafa’ya çok yalvarır hatta arkadaşları bile hayalleri olan köfteci tezgahı işi için Mustafa’nın zengin kızla evlenmesini ister. Fakir bir gencin sevdiği kız, hayalleri, ailesi ve sevmediği ama onu seven başka bir kızın duyguları arasındaki sıkışmışlığını anlatan filmin zengin ve fakir arasındaki uçurumu anlattığı. Zenginin insan da dahil olmak üzere her şeye sahip olma hırsını ve fakirin özellikle Mustafa’nın ailesi üzerinden anlatılan aciziyeti filmin en güzel karşıtlığı.   

Sadece vazifesini yapan gencin bir anda kahramana dönüştüğü Bekçiler Kralı


Bekçi Şaban bir isim karmaşası üzerine bakanın yeğeni sanılır ve herkesten saygı görür. Çarpık bürokrasinin gözümüze sokulduğu dönemin kara borsası, tüp kuyruğu gerçeği, mesai saatinde keyif yapan ama maaşını alırken hiç çekinmeyen muhtar, sattığı ürünün alış fiyatını göstermeyen esnaf, mahalleye çöp arabası göndermeyen temizlik işlerine kadar her işi düzeltmeye çalışan Şaban, bir anda kahramana dönüşür ama aslında sadece işini yapmaktadır. Fabrikasına arıtıcı kurmak yerine zehirli suyu dereye boşaltan çevre düşmanı fabrikatörün rüşvet vermeye çalıştığı Şaban, bunu reddeder ama iftiraya uğrayıp rüşvetçilikle suçlanır. Görevini yapan bir kişinin bile çarpıklıkları düzeltebileceğini ve haksızlığa uğrayan birinin arkasında durmanın önemini anlatan film tüm Kemal Sunal filmleri gibi halkçı bir duruş sergileyip tüm mahalleyi iftiraya uğrayan Şaban’ın arkasındaymış gibi gösterse de her halde Kemal Sunal filmlerinin tek filmsel gerçeği bu kısımlardır.

Her halta insanlık vazifemiz diye maydanoz olan gencin yanlışlıkla bir genç kızla evlendiği Meraklı Köfteci


İnsaniyetlik yapma uğruna sürekli mahkemelere düşen Zühtü, son insaniyetliğinde baltayı taşa vurur. İstemediği bir adamla ailesinin zoruyla evlendirilmeye çalışan Fatma, halasına kaçarken Zühtü ona yardım etmek ister. Ama işleri eline yüzüne bulaştırır ve sonunda Fatma’yla evlenmek zorunda kalır. Zühtü’nün akrabaları eline baktıkları Zühtü’nün evlenmesine karşıdır, bu evlilikle Zühtü onlara değil karısı Fatma’ya bakmakla mükellef olur çünkü. Ama Fatma’ya halasından miras kalınca kızın ailesi mirasta hak sahibi olan Zühtü’yü kızdan boşanmaya zorlar. Öte yandan Zühtü’nün ailesi de kızın parasından faydalanabilmek için bu boşanmaya karşıdır. Para için anasını boyayıp babasına satacak karakterdeki akrabaların ikiyüzlülüğü yüzünden zavallı Zühtü ruh ve sinir hastalıkları hastanesine düşer. Fakat bir sorun vardır: Fatma tüm parasının sorumluluğunu akıl hastanesindeki kocasına bırakmıştır. İnsanların para için gözünü kırpmadan cinayet bile işleyecek kadar zalimleşebildiğini ve kendi yarattıkları parayı nasıl tanrılaştırdıklarını anlatan film, insanın ne derece küçülebileceğini izleyiciye göstermesi açısından önemli.

Kan davası yüzünden başlarına gelmeyen kalmayan iki kanlının macera dolu serüveni Davaro


Mikserle tarhana yapma girişimleri mi desek, hortumla mezarın içinden nefes alma girişimleri mi desek, hapse düşen Memo’yu çarrşaflı börekle kurtarma girişimlerindeki sahtekar Süla mı desek, Şener Şen ve Ayşen Gruda’nın karşılıklı kaşık havası oynadığı sahne mi desek… Kesinlikle sinema tarihimizin en komik filmi olduğunu inkar edemesek de sinema tarihimizin en sosyolojik filmi olduğunu da es geçemeyiz. Özellikle kan davası gerçeğini yüzümüze tokat gibi vurur film. Sülo’nun karısı Ayşo’nun ağanın kendisine sulandığını dile getirdiği kısım sadece bununla da bitmiyor. Çünkü kocası ölürse Ayşo ya ağayla evlenecek ya da kocasının ölmesini dört gözle bekleyen köyün erkeklerinin eline düşecek. Memo’nun filmin sonunda töreyi hiçe saydın diye kendisine küfretmeye başlayan ağaya verdiği cevapta bunun en büyük göstergesi. Zira ağa bey düğün yemeğinde kaçıncı karısı olduğunu soran muhtara “İtin biri diğerini vuruyor, bu masumlar da ortalıkta kalıyor, ben ağalık görevimi yapıyorum!” diye sırıtıyor. Beş dakika sonra ise Sülo’yu vurmadı diye Memo’ya sövüyor. Gerekçe ise töreleri ve yüz yıllık örfü hiçe saymak. İyi de demezler mi adama maden töre, niye beş dakika önce sözde töreyi yerine getirip kanlısını öldüren adam için it diyorsun diye?

Koltuk uğruna yapmayacağı üçkağıt olmayan bir politikacının hayat hikayesi Zübük


Bir Aziz Nesin romanı olan Zübük, bence dünyadaki politikacılık gerçeğinin bir yansıması gibi. House of Cards’ta Frank’ın şoförü ölüm döşeğindeyken sanki içini yiyip bitiren bir dertten kurtulurcasına Frank’tan nefret ettiğini açıkladığında Frank’ın karısı Claira, işinden dolayı Frank’tan birçok kişinin nefret ettiğini söylemişti. İşte Frank misali Zübük de yaptıklarıyla nefret odağı olmuş bir isim, tabi uzun dönem politika sayesinde heybesini doldurduktan sonra. Sahtekarlık ata sporu olan İbrahim Zübükzade’nin soy adı bile zeybekten gelir. Kahraman bir zeybek ayağı yapsa da kadın kılığına girip hamamda kadın dikizlerken yakalanıp kadın dayağı yiyen atası sayesinde Zeybekzade olan soyadı Zübükzade’ye dönüşmüş. İşte tıpkı soyadı gibi politikacılığı da çarpık olan İbrahim Zübükzade, halkın dini duygularını sömürerek uzun süre siyasette kalan bir vekil. Ama Zübük beyde sadece dini duygu sömürüsü de mevcut değil ona her yol mubah. Karısını bile kandırmaya çalışmış, dayak yememek için namaza durmuş, baygınlık geçiriyorum ayağı çekip kendisini taşıyan içinde kayınbabasının da olduğu topluluk tarafından kaçırıldığını iddia edecek kadar aşmış bir kurt politikacı olan Zübük, halk tarafından bu kadar çok sevilmesini ise içimizden biri olmasına bağlıyordu. O hepimizin içinde olan zübüklüğün dışavurumuydu. O değil de adam giderayak gazetecinin aile yadigarı değerli çakmağını bile yürütmüştü.

Zamlar yüzünden feleğini şaşıran Şaban’ın güzel Bahar’ın aşkı ve Bahar’ın sporcu sevgilisi Erkan’ın züppeliğiyle uğraştığı Orta Direk Şaban


Seksenlerdeki zamsız gün görmeyen memurun zeytini bile müzelik gibi kavanoza kaldırıp izlediği sahneyle akıllarda kalan Orta Direk Şaban adından da anlaşılacağı gibi orta direğin çilesini anlatıyor. Zamlara o kadar alışmış ki Şaban, zam olmadığı gün sevinçten bayılıyor, hatta ona bakmaya gelen doktor bile zam olmadığını öğrenince şok neyim geçiriyor. Öte yandan aşık olduğu Bahar’la arasındaki tek engel olmasa da sağlam bir engel olan her sporda başarılı Erkan, karakteriyle mükemmelliğin rahatsız ediciliği sorgulanmış sanki. Ya da mükemmelliğin imkansızlığı… Zira Erkan’ın babası oğluna Bahar’ı sorunca kızı sahiplenmek yerine zengin bir adamın burs verdiği Bahar’dan şirketlerinin bir çıkar kazanması ihtimalinden bahsediyor. Şaban karşısında aşırı sahiplendiği ama ciddi bir niyetle sevmediği Bahar kaçırılınca tepkisiz kalması film boyunca mükemmeliyet abidesi gibi görünen Erkan’ın aslında mükemmellikle uzaktan yakından ilgisi olmadığını gösteriyor.

Başlık parası uğruna İstanbul’a gidip dönüşte tokatlanan Osman’ın İstanbul’a tekrar gidişi ve asker arkadaşı Şevket’le beraber tokatçılık mesleğini icra ettiği Tokatçı


Başlık parası, köylüyü kan ağlatan tefeci ağa, insanların duygularını sömüren dilenci gerçeği bir kenara bırakılırsa komik bir film aslında. Hele uyuşturucu kaçakçısı ve kara para aklayıcısı Kara Erol’la yolları kesişen ikilimizin polis sirenleri zamanında ötmezse ne yaparız korkusunu yaşadığı sahneler sinemamızın en komik ve gerilimli sahneleridir.

Fakir bir gencin Amerika’daki amcasından kalan mirasla insanların gerçek yüzünü gördüğü Köşeyi Dönen Adam


Filmde Şaban’ın hiç görünmeyen Amerika’daki amcası, yeğenine miras olarak bıraktığı eşeğin boynuna bu eşek sana yol gösterecek yazar. Ve bir eşek sayesinde insanların gerçek yüzünü gören Adem’in hikayesine tanık oluruz. Onu sevmeyen, hatta sevdiğiyle kaçmak için Adem’i kullanmaya çalışan Şükran’dan tut ofiste yüzüne bakmayan Müjde’ye kadar herkesin karnında elmas olduğunu düşündüğü eşek yüzünden Adem’in etrafında pervane olması insanların para için düştükleri trajikomik durumun da göstergesidir.

Ünlü bir kalecinin tıpkısının aynısı olan bir karpuzcunun birden kendini Fenerbahçe’nin kalecisi olarak bulduğu İnek Şaban


Futbol camiasının efsane taşlandığı, çökmüş futbol ve futbolcu ahlakının yerle bir oluşunu Şaban/Bülent’in tek cümlesi bile özetler nitelikte. Galatasaray’a geçince doğuştan Galatasaraylı olduğunu hatta bileklerini kessek kanının sarı kırmızı akacağını iddia eden kaleci Bülent, aradan yıl geçmeden Fenere transfer olur. Hislerini soran gazeteciye birkaç hafta evvel söylediklerini tekrarlayan Bülent, sadece Galatasaray olan yerlere Fenerbahçe’yi koyar. Öte yandan Kara Mithat üzerinden futbol mafya ilişkilerinin seksenler boyutunu inceleyen film Kemal Sunal efsanelerinden biridir. Tabi ki üsttekiler gibi eleştirel efsaneler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder