Sinemanın komik adamı Kemal Sunal’ın aslında toplumsal
gerçekçi sinemanın önemli ismi olduğuna kanıt niteliğindeki filmleri
Kemal Sunal’ı nasıl bilirsiniz diye bir anket yapıp binlerce
kişiye sorsak herhalde büyük bir oranla çıkacak sonuç komik olur. Peki ya
gerçek bu mu? Evet, Kemal Sunal komik bir adam ama bizi gülmekten ağlatacak
seviyedeki filmleri gerçekten sadece komik mi yoksa sinema tarihimizin en
sosyolojik ve öğretici filmleri mi? Çoğumuz güldüğümüz filmlerin aslında
sosyolojik mesaj kaygılı filmler olduğunu belki anladık belki fark etmedik. Ama
Kemal Sunal filmlerini belki de bu kadar çok sevmemiz, filmlerde kendimizi
görmemizden kaynaklı. Bu haftaki yazımda da komedi dalında izleyicinin
günümüzde bile ilk üçüne girecek Kemal Sunal’ın komik gibi görünen ama verdiği
mesajlarla pekte komik olmayan filmlerini derlerdim.
Türkiye mozaiğinin sinemaya uyarlanmış hali Kapıcılar Kralı
Kurnaz kapıcı Seyit ve apartman halkının düşündürücü
hikayesine şahit olduğumuz film, her ne kadar Seyit ve oğlu İbrahim’in “Sanki
apartman yöneticisi olacak pezevenk!” diyaloğuyla hatırlansa da aslında ülkemiz
siyasi durumunu sembolleştirmiştir. Seyit apartman halkının yarısından fazlası
tarafından hor görülen, köylü diye aşağılanan bir karakter. Bu karakter Kemal
Sunal’a Antalya Altın Portakal Film Festivalinde en iyi erkek oyuncu ödülünü
getirse de izlerken güldürmekten çok düşündüren bir karakter. Mesele Seyit
kurnaz ama kötü değil hatta apartmanın yarısından daha karakterli bir adam.
Memur Ferit’in durumu kötü olduğu için onu her daim idare ediyor çünkü Ferit,
apartmanın yarısı gibi ikiyüzlü değil. Übeyit beyle arası iyi çünkü Übeyit bey
apartmandaki çoğunluk gibi insanları ait olduğu sosyal durumdan dolayı yargılamıyor.
Kısacası içinde Kemal Sunal gibi bir güldürü ustası olsa da Kapıcılar Kralı
komediden çok hicivli bir kara mizah.
Bir nesle inek Şaban’ı sevdiren Hababam Sınıfı
Of of, bu film de karakterler de ayrı ayrı bir efsane. Hem
filme hem de karakterlere sayfalarca yazı yazabilirsin. Filmin uyarlandığı
serinin yazarı Rıfat Ilgaz aslında süper bir taşlama yapıyor. Ağlanacak
halimize gülüyoruz misali çöken eğitim sistemimize güldürü hazırlamış. Dikkatli
izleyiciler bilir ki Özel Çamlıca Lisesi, pinti müdür Muharrem beyin, az para
alan ahı gitmiş vahı kalmış hocalarından meydana gelen bir eğitim kurumudur.
Hocalardan birisi sağırdır, Akil hocanın gözleri görmez. Paşa Nuri deseniz
bence bu adam Alzheimer, sürekli Kurtuluş Savaşı anılarında kalmış. Külyutmaz
deseniz ayrı bir efsane, okulun en sevilen hocalarından biri olan Badi Ekrem
ise kız öğrencilere bile sarkmaktan çekinmeyecek kadar ahlaksız. Sürekli
sınıfta kalan, dersi kaynatan, kopya çeken bir öğrenci kitlesi mevcut. Hababama
gelecek olursak onlar da çürümüş eğitim sisteminin çürümüş gençleri. Misal çok
sevdiğimiz inek Şaban yeri geldiğinde arkadaşlarını satacak kadar kalleş. Semra
hocanın olduğu bölümde kadına yaptıkları deseniz komikten çok iğrenç. Çalışkan
Ahmet’in sizsiniz çarıklı atarına sebebiyet verip köylü çocukları hor gören ama
Atatürk’ü de çok seven bir Hababam sınıfı mevcut. Yani Kemal Sunal aslında
komedi gibi görünen bir seride daha güldürmekten çok düşündürmüş.
Parka gidecekmiş iki gözümün çiçeği lafını dillere dolayan Çöpçüler
Kralı
1977 yapımı olan Çöpçüler Kralı filmi tıpkı diğer Kemal Sunal
filmleri gibi sinemamızın en komik filmlerinden birisi olarak görülebilir.
Fakat katıksız bir toplum eleştirisi ve dönemin siyasi çalkantılarına yer veren
bir filmdir. Şöyle ki filmde kara borsa yüzünden halkın çektiği tüp, şeker ve
yağ çilesi çok net verilir. Karneyle dağıtılan ekmek kuyruklarının alıp başını
yürüdüğü dönemi komik diyaloglarıyla anlatır. Hacer’in Anadolu kökenli
gecekonduda yaşayan ailesinin kızlarını zengin bir kocaya yamama dertleri, ataerkil
aile yapısında eşek kadar olmuş adamlarının babalarının karşısında el pençe
divan oturmaları, babanın sigara içtiği sahnede büyük oğlun babaya küllüğü
uzatması. Her şeyden önemlisi komik adam Kemal Sunal’ın sinema tarihimizin en
iyi aşk sahnelerinden birinde olması bile filmin başlı başına normları altüst
ettiğinin bir göstergesi.
Altı aylık ömrü kaldığını öğrenen mülayim bir gencin
İstanbul’un en korkusuz kabadayısına dönüştüğü Korkusuz Korkak
Her şey hemşire Sevil’in Mülayim isimli iki hastanın
dosyasını karıştırmasıyla başlıyor gibi görünse de filmin en önemli kısmı
memurluk müessesinin efsane çarpıklığıyla başlıyor. Mülayim’in iş arkadaşları
iş yerinde gazete okuyan, iddia oynayan, kazak ören, makyaj yapan ellerindeki
dosyayı Mülayim’in masasına koyup aman Mülayimcim benim dosyayı da hallediver
diyen tipler. Bence filmin en itici karakterleri Mülayim’in iş yapmayan iş
arkadaşları, uyuz ev sahibi Bedia hanım bile bunların yanında zemzemle yıkanmış
gibi kalır. Çünkü kadın biraz şirret olsa da kira ödeyemeyen Mülayim’den ev
kirasını istemek dışında bir şey yapmıyor. Hatta öyle ki Mülayim bombayı alınca kirayı düşünen kadın iş ciddileşince kıyma canına filan diyor. Mülayim’in kalıpsız müdürü ve
patronu Mülayim’i saf bulup sebepsiz yere maaşından ceza kestikleri için
parasını tam alamayan Mülayim ev kirasını ödeyemiyor. Aldığı parayı ise insani
duygularını sömüren üçkağıtçı dilencilere kaptırıyor.
Dizlerindeki romatizma yüzünden meteoroloji ajansına dönen
Osman’ın kasabayı ihya ettiği Üçkağıtçı
Dizlerindeki romatizma yüzünden yağmurun yağacağı zamanı
tahmin eden Rıfkı, başlık parasını biriktirmek için Almanya’ya gidince babasının
yanında çalışan Sabri, babasının ölümünü fırsat bilip sahtekarlıkla Rıfkı’nın
mallarının üstüne oturur. Bu arada köyüne gelen Rıfkı, köylünün yağmurcu Arif
adlı sözde yağmur duasına çıkan, bunun için de deve yüküyle para alan Arif’in
oyununu ortaya çıkarır. Tefeci Satılmış ise belediye reisi olmak istemektedir
ve bu yüzden kendine oy versinler diye ona borcu olan köylüleri tehdit
etmektedir. Hasan ise Satılmış’ın belediye reisi olduğu zaman köylüyü iyice
soyup soğana çevireceğini bilir. Onun reis olmasını engellemek için yağmurun ne
zaman yağacağını bilen Rıfkı’yı keramet sahibi gibi gösterip reis seçilmesini
sağlar. Fakat bunu saf bir iyi niyetten ya da Satılmış belasından köyü kurtarmak
için yapmaz. Onun da kendi çıkarları vardır ve bu çıkarlara göz yummayan Rıfkı’nın
kuyusunu kazmak için o da eski düşmanı Satılmış ile birlik olur. Üçkağıtçı,
hurafelere inanıp kandırılan kesimi anlatan bir film olduğu kadar Sabri –
Satılmış – Hasan ve karşılarındaki Rıfkı üzerinden politikaya göndermeler yapan, insanların karşısındaki iyi niyeti bile kendi çıkarları oranında gördüğünü
anlatan bir nevi sosyolojik çözümleme gibi.
Hemşirenin çalınan elmasının peşinde bir hafiyelik destanı Şaban
Oğlu Şaban
Kemal Sunal’ın kendi tezinde de yer verdiği üzere Şaban
karakteri Türk sinemasındaki ilk, belki de tek, her şeyi eline yüzüne bulaştıran
askeri. Zira Şaban Oğlu Şaban filminde yeteneksizliği, bir türlü
ezberleyemediği parolayla Şaban, komutanı Hüsamettin’i çileden çıkarıyor. Bir tesadüf
sonucu İstanbul’un belalı kabadayılarından Kadırgalı Eşref’i yakalayınca Sıtkı
paşa tarafından yetersizliklerine rağmen polis yapılırlar hem de hafiyelik
yaparlar. Bu arada Sıtkı paşa desen
kulakları duymayan ama sağır olduğunu da kabul etmeyen bir paşa, üstelik Dahiliye
Nazırı. Her şey bir yana bu film adeta Mürebbiye romanı misali aile
içindeki çürümüşlüğün ve çöküşün sembolüdür. Dahiliye Nazırı Sıtkı paşanın
hemşiresinin elması çalınır, zaten Şaban ve Ramazan’ın da bu aileyle yollarının
kesişmesi bu hırsızlık mevzu yüzünden. Aile içinde kardeşler bile birbirinin
dedikodusunu yapıp, nispet yapacak kadar düşmüş. Evin kör amcası Neşet,
hizmetçi Selma’ya sarkıntılık eden, bohçacıları körüm ben ayağına elleyen bir
sapık. Damat Hüsam desen iç güveysi, kayınpederi sayesinde polis müdürü olmuş,
buna rağmen kayınpederinden nefret ediyor, karısını ise aldatıyor. Bu arada
Kantocu Nigar desen Mürebbiye’nin Anjel’i misali Sıtkı paşa konağından kör Neşet
hariç herkesle ilişkisi var. Yani bu film hem Şaban karakteriyle hem de çöken
aile yapısıyla sinemamızın en eleştirel filmlerinden biri.
Köşkün kızına aşık bahçıvanın hayallerinin bir miras meselesi
yüzünden gerçekleştiği Şaşkın Damat
Şaşkın Damat anne ve baba tarafında sağlam kültür farkı olan
Serpil’in hayatının amcasının kararıyla birden değişmesini konu alıyor. Şöyle ki
Serpil’in baba tarafı aşırı mutaassıp ve tutucuyken anne tarafı batının
ahlaksızlığını alan işsiz güçsüz takımı. Serpil’in amcasına bakarsak kızın babasının
başını da anne tarafı yemiş. Zira adam Serpil’in annesiyle evlenmiş ama eve
Serpil’in annesinin beleşçi sülalesi yerleşmiş. Serpil’in anne tarafı efsane
derecede düşük ahlak seviyesine sahipte Serpil pek mi matah? Yok, Serpil bence
filmin en rezil karakteri. Şöyle ki Serpil amcasının yanında başını kapayıp
babasına mevlit okutacağını söyleyerek amcasından para koparan o parayla da evde
çılgın parti veren birisi. Yahu Serpil anneni, teyzeni, dayını geçtikte o adam senin baban be! Bu nasıl bir ahlaksızlık ki adamın ölüm yıl dönümünde iyi ki
ölmüş dercesine göbek atıyorsun? Filmde amcasının mirasından faydalanabilmek
için zavallı bir gencin duygularıyla oynadı diye, eleştiriliyor da bu kız kendi
babasının ölüm yıl dönümünde parti verecek kadar aşağılık! Zavallı Apti’ye ne
yapmaz?
Avcılar – Söğütlüçeşme metrobüslerinden hallice minibüs
ortamında altılıyı tutturan Niyazi’nin ganyan mafyasının dikkatini çektiği Atla
Gel Şaban
Niyazi kasap, bakkal, manav, oduncuya borcu olan özel
sektörde çalışan bir memurdur. Beyit yazarken yaşam sorunlarından bahsediyor diye
patronu tarafından azarlanır, bu arada patronu zavallı adama bir türlü zam
yapmaz. Dırdırcı karısı, iki oğlu, bir de piyangodan çıkmış nalet kaynanasıyla
aynı evde zavallı Niyazi nasıl mutluluktan bahseden beyitler yazsın? Ama Allah’ın
sevgili kulu olan Niyazi sıkış tepiş minibüsler ve gelininden şikayetçi olan
dedikoducu teyze, kokan adam ve şiki şiki baba parçası sayesinde her defasından
altılıyı tutturur. Tüm mahallenin umutlarını sömürüp zenginlik hayalleriyle beslenen
bir canavar olan altılı ganyanı sürekli tutturması ganyan mafyasının dikkatini
çeker ve Niyazi’yi kaçırıp yarışların tüyosunu isterler. Umutların ve zenginlik
hayallerinin beslendiği at yarışı ve gelir dengesindeki adaletsizliğe değinilen
film Kemal Sunal’ın en efsane filmlerindendir.
Başlık parası ve ağalık düzenin altında ezilen marabaları
sinemaya taşıyan Kibar Feyzo
Bu film hakkında tezler, makaleler yazılıp üzerine nice
sunumlar yapılır. Dinimizde kocası öldüğünde kadın mağdur kalmasın diye kadına
verilecek bir para olarak geçen başlık parasının ülkemiz sınırlarında çok
yanlış anlaşılmasından tutun da bir köyün, içindeki insanlarla beraber tüm
hayatının sadece bir kişinin ağzından çıkacak kelimelere bağlı olmasına kadar
sinemamızın en sorgulayıcı filmlerinden biridir.
Reklam sektörünün sahte yüzünün aylak bir genç üzerinden
anlatıldığı Yüz Numaralı Adam
Kabul edelim ki Kasap Hayri’nin yeğeni Zeynep ve Şaban
arasında geçen konuşma sinemamızın açık ara en komik sahnelerinden biri ama bu
komik sahne bile içinde toplumsal bir kod taşıyor. Şöyle ki Zeynep nikahlı
olmadığı bir gençle görünürse adı çıkacak diye korkuyor, bu yüzden şöyle bir
yürüsek diye soran Şaban’a ben bakireyim gibi abuk bir cevap veriyor. Öte yandan
Şaban’ın babası da filmin sorunlu karakterlerinden birisi, sözde dini bütün bir
amcamız ama sattığı sütlere su katarak milleti kazıklıyor, haksız kazanç elde
ediyor. Tövbe ben kameraya çektirmem kendimi, zinhar günahtır deyip kameralar
gelince en önce o poz veriyor. Annesi deseniz babadan beter, bir kere Şaban’ı
diğer evlatlarına göre kayırıyor ve onu sürekli koruduğu için oğlunun
karakterinin gelişmesine engel oluyor. Şaban’dan yararlanan reklam sektörüne
gelince zaten reklamlara inanacak zamanı çoktan geçtiğimizi düşünüyorum. On lafından
dokuzu yalan biri şüpheli sektör olarak dünya çapında siyasetten sonraki en
kulağı çınlatılan alan.
Başlık parasını biriktirmek için İstanbul’a gelen gencin
bülbül sesli çıkması üzerine gazino patronlarını peşinde koşturduğu Şark
Bülbülü
Beşik kertmesi Hatice’ye köyün ağası göz koyunca Şaban’ın
hayatı değişir. Şöyle ki Şaban ölür de Hatice’den vazgeçmez, ağa desen ben
istediğimi alırım, sonuçta ağayım, hepsi benim malım kafasında. Üstüne bir de
Hatice’nin babası Haydar aşırı dindar olunca Hatice, Şaban ve Zülfo ağa
arasındaki mevzu parayı görünce kitabı şaşıran şıha kadar gider. Şaban kendi
isteğiyle vazgeçsin diye kızın başlık parası arttırılır ve Şaban’ın çok kısa
bir sürede bu parayı bulması istenir. Şaban da İstanbul’a gidip parayı bulmaya
çabalar. Hemşerisinin çalıştığı gazinonun sinir hastası patronu Fethi’nin yeni
mazlumu olarak işe giren Şaban, sesinin güzelliği sayesinde Fethi tarafından
keşfedilir. Bence bu filmin en sorgulayıcı yanı Mazlum karakteri üzerindedir. Tamam
gene ülke sınırlarımızda dini işlevi yanlış anlaşılan başlık parası ve ağa
gerçeği, üstüne bir de dinin çarpıtılması işlenir ama Mazlum’un psikopat
patrondan yediği dayaklar sonunda pili bitmiş oyuncak misali tükenmesi ve
yediği yemeğin üzerine düşmesi filmin en dramatik sahnesidir.
Kanlılarından kurtulmak için anasının planıyla kadın kılığına
giren gencin komik serüveni Şabaniye
Şabaniye, Kemal Sunal’ın kadın kılığına girip izleyicilerin
yarılmasına sebebiyet verse de aslında ağlanacak halimize gülüyoruz. Çünkü bu
filmde de kan davası konusu işleniyor, ailenin erkeklerinin hasım ailenin
erkeklerini öldürerek sözde intikam aldığı aslında sebepsiz yere insanların
birbirini sırayla öldürdüğü bir düzen olan kan davasının en güzel açıklaması
Davaro filminde veriliyor aslında.
Futbol aşığı bir genç kıza aşık olup onun dikkatini çekmek
için futbolcu olmayı hedefleyen gencin asıl aşkı ummadığı bir yerde bulduğu Gol
Kralı
Bir Aziz Nesin romanı uyarlaması olan Gol Kralı, çökmüş
futbol sistemimiz kadar çürümüş aile ve Sevim ile sevgilisi Duvar Ahmet
üzerinden çökmüş gönül ilişkilerine bir gönderme gibi. Filmin futbol ayağı olan
Duvar Ahmet sporcunun kurnaz, çakal ve ahlaksızıdır. Onun için önemli olan
kazanmak olduğu için kazanmak için rakip futbolcuya tükürmekten tut, kendini
ceza sahasında yerlere atmaya kadar her türlü çirkefliği yapar. Futbol ve
futbolcu aşığı kadın klişesinin yetmişlerdeki ayağı olan Sevim ve İspanyol
Aysel deseniz kadınlığın yüz karası misali kendi takımından olan tüm
futbolcularla düşüp kalkarlar. Üstelik İspanyol Aysel evli bir kadın olmasına
rağmen yapar bunu, Aysel üzerinden evlilik kurumunun çöküşüne de sağlam bir
gönderme yapılır filmde. Sevim deseniz babası tarafından ihtar alınca
sevmemesine rağmen Sait’le evlenmeye kalkar. Sevim de evlilik kurumu için uygun
değildir, nikahlanacağı gün Fener’in maçına gitmesinden bunu apaçık görürüz. Ayrıca
Sevim’in ailesi de kızlarını soylu ve zengin bir adam olan Sait’e yamama
derdindeler, onlar için önemli olan adı çıkan kızlarını bir enayiye yamamak ama
bu enayi bile soylu ve zengin olmalı.
İşsiz bir gence zengin bir kız aşık olunca ailesi ve sevdiği
kız arasında kalan gencin hikayesi Devlet Kuşu
Bir Orhan Kemal romanı uyarlaması olan Devlet Kuşu sinemada
görmeye alışık olmadığımız cinsten bir aşk konusunu işliyor. Şöyle ki fakir kız
ve fakir oğlan birbirini sever ama oğlan işsiz güçsüz bir serseridir. Doğal olarak
da kızın anası kızını böyle birine vermek istemez. Öte yandan Mustafa’nın fakir
ailesinin yüzüne kader hafiften değil bayağı bayağı güler ve zengin bir
müteahhitin aşırı çirkin kızı Mustafa’ya aşık olur. Adam önce Mustafa’yı istemez
ama sonra kızının hatırına Mustafa ve ailesini kabul eder. Fakat adam parasıyla
Mustafa ve ailesini satın almaya çalışır. Aslında aile buna razıdır ama Mustafa
bu durumu kabullenemez. Ailesi bu konuda Mustafa’ya çok yalvarır hatta
arkadaşları bile hayalleri olan köfteci tezgahı işi için Mustafa’nın zengin
kızla evlenmesini ister. Fakir bir gencin sevdiği kız, hayalleri, ailesi ve
sevmediği ama onu seven başka bir kızın duyguları arasındaki sıkışmışlığını
anlatan filmin zengin ve fakir arasındaki uçurumu anlattığı. Zenginin insan da
dahil olmak üzere her şeye sahip olma hırsını ve fakirin özellikle Mustafa’nın
ailesi üzerinden anlatılan aciziyeti filmin en güzel karşıtlığı.
Sadece vazifesini yapan gencin bir anda kahramana dönüştüğü Bekçiler
Kralı
Bekçi Şaban bir isim karmaşası üzerine bakanın yeğeni
sanılır ve herkesten saygı görür. Çarpık bürokrasinin gözümüze sokulduğu
dönemin kara borsası, tüp kuyruğu gerçeği, mesai saatinde keyif yapan ama
maaşını alırken hiç çekinmeyen muhtar, sattığı ürünün alış fiyatını göstermeyen
esnaf, mahalleye çöp arabası göndermeyen temizlik işlerine kadar her işi
düzeltmeye çalışan Şaban, bir anda kahramana dönüşür ama aslında sadece işini yapmaktadır.
Fabrikasına arıtıcı kurmak yerine zehirli suyu dereye boşaltan çevre düşmanı
fabrikatörün rüşvet vermeye çalıştığı Şaban, bunu reddeder ama iftiraya uğrayıp
rüşvetçilikle suçlanır. Görevini yapan bir kişinin bile çarpıklıkları
düzeltebileceğini ve haksızlığa uğrayan birinin arkasında durmanın önemini
anlatan film tüm Kemal Sunal filmleri gibi halkçı bir duruş sergileyip tüm
mahalleyi iftiraya uğrayan Şaban’ın arkasındaymış gibi gösterse de her halde Kemal
Sunal filmlerinin tek filmsel gerçeği bu kısımlardır.
Her halta insanlık vazifemiz diye maydanoz olan gencin
yanlışlıkla bir genç kızla
evlendiği Meraklı Köfteci
İnsaniyetlik yapma uğruna sürekli mahkemelere düşen Zühtü, son
insaniyetliğinde baltayı taşa vurur. İstemediği bir adamla ailesinin zoruyla
evlendirilmeye çalışan Fatma, halasına kaçarken Zühtü ona yardım etmek ister.
Ama işleri eline yüzüne bulaştırır ve sonunda Fatma’yla evlenmek zorunda kalır.
Zühtü’nün akrabaları eline baktıkları Zühtü’nün evlenmesine karşıdır, bu
evlilikle Zühtü onlara değil karısı Fatma’ya bakmakla mükellef olur çünkü. Ama Fatma’ya
halasından miras kalınca kızın ailesi mirasta hak sahibi olan Zühtü’yü kızdan
boşanmaya zorlar. Öte yandan Zühtü’nün ailesi de kızın parasından
faydalanabilmek için bu boşanmaya karşıdır. Para için anasını boyayıp babasına
satacak karakterdeki akrabaların ikiyüzlülüğü yüzünden zavallı Zühtü ruh ve
sinir hastalıkları hastanesine düşer. Fakat bir sorun vardır: Fatma tüm
parasının sorumluluğunu akıl hastanesindeki kocasına bırakmıştır. İnsanların para
için gözünü kırpmadan cinayet bile işleyecek kadar zalimleşebildiğini ve kendi
yarattıkları parayı nasıl tanrılaştırdıklarını anlatan film, insanın ne derece
küçülebileceğini izleyiciye göstermesi açısından önemli.
Kan davası yüzünden başlarına gelmeyen kalmayan iki kanlının
macera dolu serüveni Davaro
Mikserle tarhana yapma girişimleri mi desek, hortumla mezarın
içinden nefes alma girişimleri mi desek, hapse düşen Memo’yu çarrşaflı börekle
kurtarma girişimlerindeki sahtekar Süla mı desek, Şener Şen ve Ayşen Gruda’nın
karşılıklı kaşık havası oynadığı sahne mi desek… Kesinlikle sinema tarihimizin
en komik filmi olduğunu inkar edemesek de sinema tarihimizin en sosyolojik
filmi olduğunu da es geçemeyiz. Özellikle kan davası gerçeğini yüzümüze tokat
gibi vurur film. Sülo’nun karısı Ayşo’nun ağanın kendisine sulandığını dile
getirdiği kısım sadece bununla da bitmiyor. Çünkü kocası ölürse Ayşo ya ağayla
evlenecek ya da kocasının ölmesini dört gözle bekleyen köyün erkeklerinin eline
düşecek. Memo’nun filmin sonunda töreyi hiçe saydın diye kendisine küfretmeye
başlayan ağaya verdiği cevapta bunun en büyük göstergesi. Zira ağa bey düğün
yemeğinde kaçıncı karısı olduğunu soran muhtara “İtin biri diğerini vuruyor, bu
masumlar da ortalıkta kalıyor, ben ağalık görevimi yapıyorum!” diye sırıtıyor. Beş
dakika sonra ise Sülo’yu vurmadı diye Memo’ya sövüyor. Gerekçe ise töreleri ve yüz yıllık örfü hiçe saymak. İyi de demezler mi adama maden töre,
niye beş dakika önce sözde töreyi yerine getirip kanlısını öldüren adam için it
diyorsun diye?
Koltuk uğruna yapmayacağı üçkağıt olmayan bir politikacının
hayat hikayesi Zübük
Bir Aziz Nesin romanı olan Zübük, bence dünyadaki
politikacılık gerçeğinin bir yansıması gibi. House of Cards’ta Frank’ın şoförü
ölüm döşeğindeyken sanki içini yiyip bitiren bir dertten kurtulurcasına Frank’tan
nefret ettiğini açıkladığında Frank’ın karısı Claira, işinden dolayı Frank’tan
birçok kişinin nefret ettiğini söylemişti. İşte Frank misali Zübük de
yaptıklarıyla nefret odağı olmuş bir isim, tabi uzun dönem politika sayesinde
heybesini doldurduktan sonra. Sahtekarlık ata sporu olan İbrahim Zübükzade’nin
soy adı bile zeybekten gelir. Kahraman bir zeybek ayağı yapsa da kadın kılığına
girip hamamda kadın dikizlerken yakalanıp kadın dayağı yiyen atası sayesinde
Zeybekzade olan soyadı Zübükzade’ye dönüşmüş. İşte tıpkı soyadı gibi
politikacılığı da çarpık olan İbrahim Zübükzade, halkın dini duygularını
sömürerek uzun süre siyasette kalan bir vekil. Ama Zübük beyde sadece dini
duygu sömürüsü de mevcut değil ona her yol mubah. Karısını bile kandırmaya
çalışmış, dayak yememek için namaza durmuş, baygınlık geçiriyorum ayağı çekip
kendisini taşıyan içinde kayınbabasının da olduğu topluluk tarafından
kaçırıldığını iddia edecek kadar aşmış bir kurt politikacı olan Zübük, halk
tarafından bu kadar çok sevilmesini ise içimizden biri olmasına bağlıyordu. O hepimizin
içinde olan zübüklüğün dışavurumuydu. O değil de adam giderayak gazetecinin
aile yadigarı değerli çakmağını bile yürütmüştü.
Zamlar yüzünden feleğini şaşıran Şaban’ın güzel Bahar’ın aşkı
ve Bahar’ın sporcu sevgilisi Erkan’ın züppeliğiyle uğraştığı Orta Direk Şaban
Seksenlerdeki zamsız gün görmeyen memurun zeytini bile
müzelik gibi kavanoza kaldırıp izlediği sahneyle akıllarda kalan Orta Direk
Şaban adından da anlaşılacağı gibi orta direğin çilesini anlatıyor. Zamlara o
kadar alışmış ki Şaban, zam olmadığı gün sevinçten bayılıyor, hatta ona bakmaya
gelen doktor bile zam olmadığını öğrenince şok neyim geçiriyor. Öte yandan aşık
olduğu Bahar’la arasındaki tek engel olmasa da sağlam bir engel olan her sporda
başarılı Erkan, karakteriyle mükemmelliğin rahatsız ediciliği sorgulanmış
sanki. Ya da mükemmelliğin imkansızlığı… Zira Erkan’ın babası oğluna Bahar’ı
sorunca kızı sahiplenmek yerine zengin bir adamın burs verdiği Bahar’dan
şirketlerinin bir çıkar kazanması ihtimalinden bahsediyor. Şaban karşısında
aşırı sahiplendiği ama ciddi bir niyetle sevmediği Bahar kaçırılınca tepkisiz
kalması film boyunca mükemmeliyet abidesi gibi görünen Erkan’ın aslında
mükemmellikle uzaktan yakından ilgisi olmadığını gösteriyor.
Başlık parası uğruna İstanbul’a gidip dönüşte tokatlanan
Osman’ın İstanbul’a tekrar gidişi ve asker arkadaşı Şevket’le beraber
tokatçılık mesleğini icra ettiği Tokatçı
Başlık parası, köylüyü kan ağlatan tefeci ağa, insanların
duygularını sömüren dilenci gerçeği bir kenara bırakılırsa komik bir film
aslında. Hele uyuşturucu kaçakçısı ve kara para aklayıcısı Kara Erol’la yolları
kesişen ikilimizin polis sirenleri zamanında ötmezse ne yaparız korkusunu
yaşadığı sahneler sinemamızın en komik ve gerilimli sahneleridir.
Fakir bir gencin Amerika’daki amcasından kalan mirasla
insanların gerçek yüzünü gördüğü Köşeyi Dönen Adam
Filmde Şaban’ın hiç görünmeyen Amerika’daki amcası, yeğenine
miras olarak bıraktığı eşeğin boynuna bu eşek sana yol gösterecek yazar. Ve bir
eşek sayesinde insanların gerçek yüzünü gören Adem’in hikayesine tanık oluruz. Onu
sevmeyen, hatta sevdiğiyle kaçmak için Adem’i kullanmaya çalışan Şükran’dan tut
ofiste yüzüne bakmayan Müjde’ye kadar herkesin karnında elmas olduğunu
düşündüğü eşek yüzünden Adem’in etrafında pervane olması insanların para için
düştükleri trajikomik durumun da göstergesidir.
Ünlü bir kalecinin tıpkısının aynısı olan bir karpuzcunun
birden kendini Fenerbahçe’nin kalecisi olarak bulduğu İnek Şaban
Futbol camiasının efsane taşlandığı, çökmüş futbol ve
futbolcu ahlakının yerle bir oluşunu Şaban/Bülent’in tek cümlesi bile özetler
nitelikte. Galatasaray’a geçince doğuştan Galatasaraylı olduğunu hatta
bileklerini kessek kanının sarı kırmızı akacağını iddia eden kaleci Bülent,
aradan yıl geçmeden Fenere transfer olur. Hislerini soran gazeteciye birkaç
hafta evvel söylediklerini tekrarlayan Bülent, sadece Galatasaray olan yerlere
Fenerbahçe’yi koyar. Öte yandan Kara Mithat üzerinden futbol mafya
ilişkilerinin seksenler boyutunu inceleyen film Kemal Sunal efsanelerinden
biridir. Tabi ki üsttekiler gibi eleştirel efsaneler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder