İzleyeni Avrupa Tarihinin Derin Dehlizlerine Çekecek 11
Tarihi Film
Tarih lisede en
sevdiğim derslerden biriydi. Sanırım geçmişe olan takıntım ve hikaye masal
dinlemeye olan merakımın bir getirisi olarak tarih dersini beden eğitiminin
bile önünde görürdüm. O yüzden de tarihi dizi ve filmler her zaman ilgimi
çekmiştir. Nasıl çekmesin ki içinde hem tarih hem de hikayemsi hatta yer yer
masalsı ve destansı bir anlatım var. Fakat bu haftaki yazımda genel bir
tarihten çok Avrupa tarihine değineceğim. Neden mi? Çok skandal anneciğim!
Allah sizi inandırsın kadın düşkünlüğü yüzünden dinden çıkan kral mı ararsın,
senatonun ortasında suikasta uğrayan lider mi ararsın, kocası tarafından en
yakın arkadaşıyla aldatılan düşes mi arasın, kısmetlerinden biri evli öbürü de
üvey ablasının kocası olan kraliçe mi ararsın, müsrifliği yüzünden halkı isyana
sevk eden kraliçe mi ararsın? Daha fazla heyecanda bırakmadan tarihin tozlu
sayfaları arasında araladığımız Avrupa tarihinin derin dehlizlerine değinen
filmlere bir göz atalım.
8. Henry’nin Yaprak Dökümü Oğuz’a bağladığı The Other Boleyn
Girl
Koskoca İngiltere Kralı’nın Yaprak Dökümü’nün Oğuz’una
dönüşmesinin işlendiği The Other Boleyn Girl, kadın düşkünlüğünün son noktası
olsa gerek. İngiltere Kralı 8. Henry, ağabeyinin ölümü üzerine ağabeyinin
hanımı Aragonlu Catherine ile evlenir. Çünkü Catherine İspanya kralının
kardeşidir ve İngiltere, İspanya gibi güçlü bir müttefikten vazgeçemez.
İkilinin Mary adında bir kızları olur sonra da galiba Aragon’lu Catherine
menopoza girer ve çocukları olmaz. Kral bir erkek veliahttı olsun ister aslında
metresinden oğlu vardır ama o yasal değildir. Kral oğlunun tahtta yasal hakkı
olsun diye onu kızı Mary ile evlendirmek isteyecek kadar erkek veliaht
takıntısına girmiştir. O sırada mevki makam, mal mülk meraklısı olan Boleyn
ailesi kızlarını krala metres etmek isterler. Çünkü malumunuz üzere metresinden
olma oğlu ufak yaşta lortluktan düklüğe kadar bütün mevkileri ele geçirip, kale
toprak bağ bahçe sahibi olmuştur. Kral uysal yapılı, dudak ve meme zengini
Mary’de karar kılsa da hırslı ve zeki Anne gösterip vermeme tekniğiyle adamı
peşinde koşturur. Ben namuslu ve inançlı bir kızım evlenmeden asla sizinle
olmam diye diye kralı çileden çıkaran Anne için 8. Henry karısı Aragon’lu
Catherine’i boşamaya kalkar. Tabi bu durum Katolik inancına terstir, öte yandan
İspanya kralı sen kimsin de kardeşimi boşayacaksın diye kralı tehdit eder.
Ülkeyi ikiye bölen bir kararla Katoliklikten çıkıp Protestanlığı seçen Henry,
kendisinden otuz yaş küçük Anne ile evlenir ama onda da umduğu erkek evladı
bulamaz. Anne ile evlenmek için ülkeyi din savaşına sürükleyen Henry, açgözlü
soyluların odak noktası olur. Bu sefer de Seymour ailesi kızları Jane’yi krala
peşkeş çeker. Kral, Jane ile evlenmek için Anne’den de kurtulmanın yollarını
arar. Halk ve kilise özellikle de papa tarafından sevilmeyen Anne, cadılık ve
zina suçundan idam edilir. Anne Boleyn kendi silahıyla vurulmak sözünün sözlük
anlamıdır ve 8. Henry’nin 6 karısı içinde idam edilen iki karısından
ilkidir.
8. Henry’nin kızı Elizabeth’in İngiltere’nin başına gelen en
güzel şey olduğuna kanıt niteliğindeki Elizabeth
İngiltere kralı 8. Henry ve ikinci karısı Anne Boleyn’in ilk
ve tek çocuğudur. Annesinin ölümünden sonra gözden düşse de Henry’nin iki
veliahttından biri olduğu için öldürülmez. Ablası gibi Katolik değil Protestan
olduğu için babasının başlattığı din savaşları ablası Mary ve bunun zamanında
da sürer. Hakkında çokça dedikodu çıkmasına rağmen bakire kraliçe olarak nam
yapmıştır. Kadın da haklı şimdi, üç kısmeti var üçü de birbirinden fos. Büyük
aşkı olduğu söylenen Robert Dudley, hem evlidir hem de zampara, kısmetlerinden
biri olan Belçika dükü gay, İspanya kralı ise üvey ablası Mary’nin kocasıdır ve
siyasi evliliği sürdürme niyetindedir. Kraliçe oluyorsun mutlu sanıyorlar,
kısmetlere gel diyesi geliyor insanın. O yüzden kızlar ümitsizliğe kapılmayın,
bakın beterin beteri var. Üstte bahsettiğim kadın devrinde dünyanın en güçlü
kadınıydı, onun bile erkeklerle yüzü gülmemiş. Kadın ben ülkemle evliyim, halkımın annesiyim deyip iktidarını tek başına sürdürmüş. Bir de babasının 6.
Karısı Kraliçe Catherine Parr’ın (son kraliçe Henry öldükten sonra iki defa
evlilik yapmış ) son kocası Thomas Seymour'un ( 8. Henry’nin 3. Kraliçesi Jane
Seymour’un abisi) Elizabeth’le ilişkisi olduğu için idam edilme mevzu var ki o
konuya hiç girmiyorum. Kısacası 8. Henry dönemi Dallas gibi bir şey olduğu için
yapımcıların dizi üstüne dizi film üstüne film yaptığı bir dönem oluyor. Fakat
benim Elizabeth hanıma ilgim tamamen feministçe duygulardan. Lise tarih
dersinde bir arkadaş kadınlar çok abartıyorlar ama hiç tarihte adı duyulmuş bir
kadın yönetici var mı? deyince Kraliçe Elizabeth diye bağırıp tüm puanları
toplamıştım. Bu kadın babasından kalma boş hazineyi doldurup İngiltere’ye altın
çağ yaşatmış, daha ne olsun? Osmanlı yükselme döneminde Avrupa’da etkisi bile
olmayan bir ülkenin level atlamasına sebebiyet vermiş bir hanımdır. İngiltere halkı
ölüm yıl dönümünde mevlit okutsa yeridir.
18. yüzyılın en havalı kadınının dramını anlatan The Duchess
18. yüzyıl İngiltere’sine gidiyoruz ve Avrupa’da kadın
haklarının ne derece yerlerde olduğunu bu film sayesinde görüyoruz. Gerçi
koskoca kraliçelerin bile siz kadın başınıza ülke yönetemezsiniz evlenin de
kocanız sizin yerinize ülkeyi yönetsin diye darlandığı bir dönemden
bahsediyoruz. İşte Georgiana da bu dönemin acılı ve bahtsız kadınlarından. On
altısında kendisinden yaşça büyük bir dükle evlendirilen genç kadın soylu bir
aileye mensup. Zaten asil olmasa dükle evlenemez. Soylu olmasına rağmen bu
kadının da hiçbir hakkı bulunmuyor, çocukları üzerinde bile hakkı yok. Kendisi
Londra sosyetesinin moda ikonu olmak dışında bir işleve sahip değil. Tabi erkek
evlat takıntılı dük bey sürekli kızı aldatıyor. Hatta adamın evlilik dışı
ilişkiden olan kızı bile annesi ölünce eve geliyor ve ona da Georgiana bakıyor.
Ama dük kesinlikle Georgiana’nın başkasından olma çocuğunu evinde barındırmaz, barındırmayı bırak çocuğu kadının elinden alır. Çünkü dük bey karısından sadık olmasını ve oğlan
doğurmasını ister. Evlilikleri rezil durumdadır, hatta sosyete arasında
Londra’da karısını sevmeyen tek erkek dük diye dedikodu bile yayılmıştır. Bir
balo sırasında dük Bess Foster’a asılır, kadın da yüz vermez. Bunu gören
Georgiana onunla arkadaş olur. Bess’in durumu daha acıdır, kocasından şiddet
gören, çocukları bile gösterilmeyen bir kadındır. Georgiana da Bess de
eşlerinden psikolojik ve fiziksel şiddet gören iki kadın olarak birbirleriyle
yakınlaşır. Fakat dük bey gene rahat durmaz ve çocuklarını getirtmek şartıyla
Bess’le birlikte olur. Bundan haberdar olan Georgiana da eski aşkı Charles
Grey’le yakınlaşır. Beraber siyasete giren ikili hayalperest düşüncelere
dalmışken dük bey bu düşüncelerin de içine eder. Charles’la kaçan Georgiana’yı
çocukları ve Charles’ın siyasi kariyeri üzerinden tehdit eder. Filmin sonunda
da Londra sosyetesine geri dönen Georgiana aşksız ama mutlu olmaya çabalar.
Sevgilisi Charles’ta başbakan olmuş, Bess de dükle evlenmiş. Georgiana, Bess ve dük aynı şatoda ölünceye
kadar tuhaf bir açık ilişki halinde yaşamışlar.
Ekmek yiyemiyorlarsa pasta yesinler ayol efsanesinin
doğmasına sebep kraliçe Marie Antoinette
Avusturya arşıdüşesi Marie, Fransa kralının veliahttı Louis
ile evlenip Fransa Kraliçesi olma yolunda ilk adımı atar. Yalnız Fransa’dan
ötesi Avrupa’nın köylüsü sayılıyor galiba, giyim kuşam farkları var. 8.
Henry’nin Alman olan 4. Eşi Clevesli Anne’nin aşırı çirkin olduğu ve kralın onu
beğenmeyip hemen boşadığı söylentileri olmasına rağmen çoğu tarihçi kadının
çirkin olmadığını giyim kuşamının daha farklı ve 0 dekolte olduğunu kralın da
bu duruma alışkın olmadığını söylüyor. İşte Marie de Avusturya’dan Fransa
sarayına girmeden evvel Fransız adetlerine uymaya zorlanıyor. 15 yaşında olduğu
için aşırı değişik Fransız adetlerine alışması zor olmuyor. Fakat en büyük
sorunu kendisinden bir yaş büyük olan eşi Louis’in kadına ilgi göstermemesi.
Herkes ikiliden bir bebek bekliyor ama Louis’te tık yok. Anası bile kızı
suçluyor, oradaki yerini sağlamlaştırmak istiyorsan çocuk yap diye. Sanki
amipte bölünerek çoğalacak, kendi kendine çocuk yapacak, saray halkı bile
arkasından konuşuyor. Özellikle kadınların acımasız eleştirilerine maruz kalan
Marie, kocasına ciğerci kedisi gibi bakıp duruyor. Marie’nin sarayda yükselişi
ve düşüşünün aynı alkış metaforu üzerinden verilmesi çok güzeldi. Avusturyalı
olduğu için opera ve baleden anlayan sanatsever Marie, Fransa adetlerine ters
olarak kraliyet gösterisinde sahnedekileri alkışlar. Bu hareket normalde
yasaktır ve çevredeki soylular ne yapıyor bu diye önce yadırgasa da kraliçe
alkışladığı için onlar da alkışlar. Ama ülkede kıtlık baş gösterip halkın bu
kıtlığı müsrifliği ile nam salmış Marie’den bilmesi ve ona düşman kesilmesi
üzerine kraliyet gösterisini alkışlayan Marie’ye kimse eşlik etmemişti.
Marie’nin kocasıyla olan sorunları sırasında zevke sefaya, kumara, lükse
özellikle de pastaya düşüp ibret verici bir müsriflik sergilemesi genç
kraliçeye pahalıya patlamıştı. Biri de kadına adamlar aç, bağış yapman lazım, o
kadar elbise alma demiyor. Bir de kocasının danışmanları Amerika’ya yardım edin,
İngiltere asker gönderiyor siz daha fazla gönderin diye, gaz verince saray
kasası iyice tam takır oluyor. Kasa dolsun diye de halka iyice vergi
yüklüyorlar, açlıktan tepesi atan halk zaten Fransız olmayan kraliçeye iyice
bileniyor. Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler lafıyla özdeşleşse de o lafı
aslen söylemediği tarihçiler tarafından ısrarla dile getirilir. Aşırı ihtişamlı bir hayat yaşayan güzel
kraliçe Marie’nin sonu Fransız ihtilaliyle gelse de film izleyene şu dünyadan
bir Marie geçmiş be dedirtir. Ayrıca film en iyi kostüm tasarımı dalında Oscar
almıştır. Son olarak filmde Jamie Dornan da yer alıyordu ve misyonu Grinin Elli
Tonu’ndaki rolünden öteye geçmiyordu.
İngiltere’nin lokomotifi güçlü kraliçeler ayağının ortanca
halkası The Young Victoria
İngiltere’nin güçlü kraliçesi Victoria ve Alman eşi prens
Albert’in evliliğinin ilk yıllarına odaklanan The Young Victoria, şu anki
Avrupa hanedanlıklarının hepsinin akrabalık bağlarını da açıklıyor. Zira
ikilinin dokuz çocuğu var. Dokuz çocuklu kraliçe mi olur be demeyin kraliçe aşk
evliliği yaparsa olur. Şimdiye kadar saydığım asilzadeler içinde aşk evliliği
yapan tek kadın kendisi olduğu için herhalde hanedan aileleri içinde cidden en
şanslı kadın da kraliçe Victoria. Gerçi kraliçe olana kadar çok çekmiş, Kral
babası Victoria çok küçükken öldüğü için 18’ine gelene kadar yetkilerini
kullanamamıştır. Üstelik anasının yardımcısı muhtemelen de aşığı olan İrlandalı
kalaycı Sir John Conroy kızın haklarını devralmak için onun zorla vasisi olmaya
çalışmıştır. Victoria’nın ne derece güçlü bir kraliçe olacağı bu zorluklara
katlanıp yerine vasi atanmasına engel olmasından belli. Dayısı kızı avucunun
içine almak için yeğenlerinden prens Albert’i Victoria ile evlendirmeye
çalışırken amcası da hiç hazzetmediği ana tarafına kızı kaptırmamak için kendi
oğluyla evlendirmeye çalışır. Kraliçeliğinin ilk döneminde başbakan Lord
Melbuurne’ün etkisi altında kalsa da halka mikrop gibi davranan Melbourne’dense
ülkenin yükselmesi için halkın daha iyi şartlar altında çalışması gerektiğini
savunan Prens Albert daha mantıklı ve yakışıklı gelmiş olacak ki Joffrey Baratheon’un
daha sevimlisi ve favorilisi Albert’le evlenmiş. Yalnız kadın da haklı, ben de
olsam suikast sırasında Orhan babaya kendini siper eden Müjde gibi önüme geçen
adamı severdim. O değil de kraliçe de olsa kadın kadındır, kocasına konuşma
benle diye trip atıyordu. Sanayi devriminde ülkeye level atlatan ikilinin
muazzam aşkı Albert kırkında ölmesine rağmen bitmez ve Viktoria, Albert’in
ölümünden sonra ölünceye kadar siyah giyer ve kocasının elbiselerini
sergiletir.
Gençlik güzellik uğruna malını mülkünü kaybeden asilzade The
Countess
Tarih derslerinin korkunçlu kadını, vampir hikayelerinde
mutlaka adı geçen, kanla güzelleşip gençleşeyim diye, nice genç kızın canını
alan Macar kontes Elizabeth Bathory’nin hikayesine daha feminist bir gözle
bakan filmde Elizabeth tamamen masum olmasa da erkekler dünyasında dik durmaya
çalışan bir kadın olmanın bedelini ödüyor. Henüz on dördünde bir kontla
evlendirilen Elizabeth ve kocası Macaristan’ın en zengini oluyor. Üstelik
Macaristan’da Türk akınlarına karşı direnen ve sınırlarını koruyan tek aile de
onlar. Tabi bu durum Elizabeth’in cadılardan büyülerden yardım aldığına dair
dedikodular çıkmasına neden oluyor. Aile krala bile borç verecek kadar
zenginleşmişken Elizabeth’in kocası ölüyor. O kadar para mal mülk bir kadına mı
kalsın? Kuzeni Gyorgy Elizabeth’e evlenme teklif ediyor. Ama Elizabeth kendi
mallarının idaresini kimseye vermek istemediğinden evlenmeye karşı. Bu arada
halasında gittiği yemekte rahibin iğnelemelerine de çok güzel karşılık veriyor
ve kilisenin açgözlülüğüne, papazların altın sevgisine giydiriyor. Bu arada bir
baloda tanıştığı kuzeninin genç oğlu Istvan’la birbirine aşık olsalar da
hikayenin anlatıcısı Istvan salak, babası Gyorgy açgözlü, kral borçlarından
kurtulmaya niyetli, mazoşist lord Dominic Elizabeth’i karanlık tarafa
sürükleyen ajan, Elizabeth de gençlik meraklısı olunca ortalık karışıyor. Civar
köylerdeki kızların kanıyla gençleşmek için özel bir alet bile yaptıran
Elizabeth, sonunda kuzeni Gyorgy ve lord Dominic’in kumpasına geliyor ve
şatosunda hapsediliyor. Malı mülkü kuzenine devrediliyor, kralın borçları
siliniyor. Malumunuz üzere zamanında Avrupa’da birçok kadın cadılık
suçlamasıyla yakılmış ve malları kiliseye devredilmişti. Bu konu 1922 İsveç
Danimarka ortak yapımı Haxan filminde irdelenmiş ve kilisenin zalim
kararlarıyla neredeyse dalga geçilmişti. Çünkü bir kadın genç ve güzelse de
yaşlı ve çirkinse de cadı olmakla suçlanıyordu. Kilisenin özellikle ortaçağda
iyice bozulduğu dönem dul ve zengin kadınların mallarına konmak için onları
cadılıkla suçlayıp öldürdüğü daha sonra papalık tarafından bile kabul edildiği
için tarihin en kanlı kadınlarından Elizabeth’in durumunu da hafiften iftiraya
bağlamaları ama yine de kadını yüzde yüz masum yapmamaları filmin
güzelliğiydi.
Roma’nın suikasta kurban giden Brütüszedesi Julius Caesar
Shakespeare’in Caesar’ından uyarlanan filmde devrik konuşma
dili, öznesi sonda yüklemi başta kelimeler ve aşırı tiyatrallık hakim olsa da
Marlon Brando’nun oynadığı Marcus Antonius karakterinin Caesar’ın ölüsünü
senato merdivenlerine bırakıp halkı suikastçılara karşı kışkırttığı sahne
efsanedir. Brutus’un ikilemi, Caesar’ın tanrılaştırılmasına tepki veren
senatörlerin öfkesi, Roma tekrar krallığa dönemez düsturuyla işledikleri
cinayeti makul görme çabaları ve Brutus’u oynayan James Mason’un oyunculuğu
zirveydi. Karını ve kör kahini dinleyip Cicero’nun gazına gelmeseydin sen de mi
Brutus demeyecektin Caesar. Bu kadar testosteron salgılayacak ne vardı? Ayrıca
suikastçılardan Brutus ve Caesar’den en nefret eden Cassius’un savaşı
kaybedeceklerini anlayınca Caesar’ı öldürdükleri bıçakla intihar etmeleri çok
zekiceydi. O değil de 1953 yapımı filmde sen elime konuş lafını duymak
eğlenceliydi.
Roma’ya isyan edip özgür bir adam olarak ölen köle Spartacus
1960 yapımı Kubrick’in yönettiği Spartacus bir Roma efsanesi
olan isyancı gladyatör Spartacus’un başkaldırısını anlatıyor. Soyluların kan
görme sevdası uğruna nice kölenin telef olduğu birbirleriyle dövüşü geçtik
aslan kaplan gibi yırtıcı hayvanlarla bile dövüştürülen gladyatörlerin durumu
ortada. Sırf eğlence için insan telef etmek nasıl bir adet orasına hiç
girmiyorum bile en son iki soylu haspanın zevki için Batiatus hanesine gelen
abilerin parası neyse verelim de iki köle dövüştür demesiyle ortalık karışır. Çünkü
rakibini yenen Spartacus kurallara göre yendiği rakibini öldürmelidir ama
rakibi aman dileyince adamı öldürmek istemez. Bu durum soylu efendileri
kızdırınca Spartacus elindeki kılıcı balkondaki asillere fırlatır işte bu
hareket isyanı başlatır. İsyan tüm Roma’yı etkisi altına almışken yakalanıp
öldürülen Spartacus’ten sonra sona erdi. Bu film hakkında en efsane detay
70’lerin Yeşilçam efsanesi Kara Murat’ta Bizans İmparatorunun söyleyin Kara
Murat kim sorusuna herkesin Kara Murat benim, hayır ben diye cevap verdiği
kısım Spartacus’ten araktır. O değil de bıngıl Batiatus’un sıskalar hakkında
hırsından kuruyorlar söylemi efsaneydi.
Hiç kötülük yapan bir şişman gördün mü diyerek önermesini doğrulama
çabası daha komikti. Hey şişman, gladyatör yetiştirip ölümcül arena dövüşlerine
salan da sen değil misin?
Kral Arthur efsanesine değinen Excalibur
Efendim bu efsane aslında druid inancını kötüleyip
Hristiyanlığı yaymak isteyen rahipler tarafından uydurulmuş diyorlar.
Tarihçilerin de bulabildiği reel bir kral Arthur olmadığı için bu anlatım doğru
gibi duruyor. Çünkü druid inancı çoktanrıcıdır ve büyü kutsal tek tanrılı
dinlerde haram olmasına rağmen druid rahiplerinin büyü yaptığı bilinen bir
gerçektir. Druid bir rahip olan Merlin’in yardımı ile Cornwall dükü Gorlois’in
karısı Igraine ile Gorlois kılığına girip beraber olan Kral Uther, savaşta
Gorlois’i de öldürür. Babasının ölümü üzerine Uther’e de Uther’in Igraine’den
olan oğlu Arthur’a da düşman olan Morgana Le Fay, Merlin’den büyücülük öğrenir.
Bu arada Uther ölür, kılıcı Excalibur’u da bir kayaya saplar. Bu kılıç sihirli
bir gölden çıkmış, şarkı söyleyen Excalibur'dur. Kılıcı çıkaran kişi Uther yerine
kral olacaktır. Arthur efsaneden habersiz kılıcı çıkarır ve Merlin’in
yardımıyla kral olur. Bu arada Guinevere ile evlenir. Babasının intikamını
almak isteyen bu yolda büyücülük dersleri bile alan Lady Morgana, savaş
sırasında üvey babası Uther’in tekniğini kullanarak büyü yapar. Kraliçe
Guinevere’nin görünümüne girip üvey kardeşi Arthur’la beraber olan Morgana, bu
birliktelikten olan oğlu Mordred’i Arthur’u öldürmesi için büyütür. Filmin
sonunda büyüden gelen Arthur ve Mordred birebir dövüşte birbirlerini öldürür.
Efsanenin kıssası büyü kötüdür, büyüden uzak durun. Film de bu önermeye hizmet
eder.
Yunanistan’ın haşin ve gaddar çocuğu sıtmadan ölen Alexander
Yunanistan kralı tek göz Philip’le yılan kadın Olympias’ın
tek çocuğu olan Alexander, babasının suikasttan ölmesiyle tahta çıkar. Suikastı
anası Olympias planlamış olabilir zira kocasından hiç hazzetmezdi. Yanına
yanaşmasın diye adamı yılanlarıyla korkutuyordu. En son Philip dayanamayıp bunu
ümüklüyordu filan. Araları bu kadar kötü olunca Philip başka bir kadınla
evlendi, ondan bir oğlu olunca Olympias, oğlu İskender tahta geçsin diye
kocasına suikast düzenlemiş olabilir. Onun haricinde film bildiğiniz genç yaşta
bilinen dünyanın üçte ikisini fetheden bir fatihin kahramanlığı üzerine
odaklanıyor. Angelina hanımı tenzih edersek Jared Leto ve Johnathan Meyers
filmdeki tüm kadınlardan güzeldi, gerisini siz düşünün. Filmin en güzel
önermesi dünya hırsına kapılmayın koskoca İskender bile 36’sında sıtmadan öldü.
Film hakkındaki magazinel olaylara gelirsek, tek göz Philip’in suikastçısının
adamı bıçaklamadan evvel dudaklarından öpmesi Yunan halkını kızdırmış.
Yunanistan ve Roma’da tarihçilerin de varlığını kabul ettiği eşcinselliğe
gönderme olarak algılanan bu sahne yüzünden Yunanlılar yönetmen Oliver Stone’ye
ateş püskürdü desek yeridir. Gerçi bu Oliver beyin ilk vakası değil, daha önce
de Gece Yarısı Ekspresi ile yaşanan bir olayı çarpıta çarpıta Türklerin
tepkisini çekmişti. Hadi bizim Ermenilerle olan ibretlik meselemiz, lobi
baskısı ve Oliver beyin o dönemki Ermeni hanımı Gece Yarısı Ekspresine bir
açıklama getirir de komşu size naptı da adamları kıl ettiniz Oliver bey?
Hepsini geçtim de İskender rolü için niye saçına sarı boya sürdüğünüz Colin
Farrer’i seçtiniz? Angelina gibi bir tanrıçanın Collin gibi bir çocuğu
olabilmesi için ne bileyim at hırsızı tipli bir eşi olması lazım. Zira tek göz
de olsa Philip’i oynayan bey amca öyle orman kaçkını tipli değil yakışıklı
adam. İskender evlatlık gibi durmuş ana babasının yanında.
Kadın kavgasının zirvesi bir medeniyetin yok olayazdığı Troy
Efendim her şey partiye davet edilmeyen nifak tanrısının siz
kim köpeksiniz de bensiz parti yaparsınız diye ortamlara nifak salmak için
üzerinde en güzel kadına yazan altın elmayı tanrıçaların ortasına bırakmasıyla
başlamış. Bir yandan karısı Hera diğer yandan soyka kızı Afrodit diğer yandan
da savaşçı kızı Athena elma benim hakkım diye tanrılar kralı Zeus’a baskı
yapınca koskoca Zeus ben bu kadar kadınla uğraşamam diye onları çoban Paris’e
yönlendirilmiş. Üç kadının da rüşvet teklif ettiği Paris çapsızı bilgelik, savaşçılık dururken gidip Manukyan kılıklı Afrodit’tin dünyanın en güzel
kadınının aşkı teklifini seçer. Oysa dünyanın en güzel kadını olan Helen
Meneleus’la evlidir. Adamın adı da bu Paris yüzünden geometri boynuzlu adam
teoremine verilmiş. Paris malı Helen’i kaçırınca Meneleus o Truva’yı çobanın
başına yıkacam diye ağabeyi Agememnon‘dan yardım ister ağabeyi de bunun sidikli
karısı pek umurumda değil de hengamede Truva’yı da alırız oh mis diye Truva’ya
savaş açar. Yunanistan’ın en iyi savaşçısı Aşil de şan şöhret için bu savaşa
katılır. Garip anası çilekeş anası gitme bak bu savaşa katılırsan şöhretin olur
ama ölürsün der. Ben şöhrete ucunda ölüm olsa da giderim diyen ilgi manyağı
Aşil’le onun embesil kuzeni ve tabi ki karı manyağı Paris yüzünden canım Hektor
helak oldu ayol. Bu filmin en unutulmaz yönü her filmde ölmesiyle nam salmış
Sean Bean beyin bu filmde ölmemesidir. Entel sinemacılar arasında hava atmak
için kullanılacak bilgiler kısmındadır. Bi de filmin tüm Yunanlıları sarışın renkli gözlü tüm Anadolu'lu Truvalıları da esmer oyunculardan seçmesi aşırı ırkçı gelmişti.