26 Ağustos 2018 Pazar


İzleyeni Avrupa Tarihinin Derin Dehlizlerine Çekecek 11 Tarihi Film

   Tarih lisede en sevdiğim derslerden biriydi. Sanırım geçmişe olan takıntım ve hikaye masal dinlemeye olan merakımın bir getirisi olarak tarih dersini beden eğitiminin bile önünde görürdüm. O yüzden de tarihi dizi ve filmler her zaman ilgimi çekmiştir. Nasıl çekmesin ki içinde hem tarih hem de hikayemsi hatta yer yer masalsı ve destansı bir anlatım var. Fakat bu haftaki yazımda genel bir tarihten çok Avrupa tarihine değineceğim. Neden mi? Çok skandal anneciğim! Allah sizi inandırsın kadın düşkünlüğü yüzünden dinden çıkan kral mı ararsın, senatonun ortasında suikasta uğrayan lider mi ararsın, kocası tarafından en yakın arkadaşıyla aldatılan düşes mi arasın, kısmetlerinden biri evli öbürü de üvey ablasının kocası olan kraliçe mi ararsın, müsrifliği yüzünden halkı isyana sevk eden kraliçe mi ararsın? Daha fazla heyecanda bırakmadan tarihin tozlu sayfaları arasında araladığımız Avrupa tarihinin derin dehlizlerine değinen filmlere bir göz atalım.

8. Henry’nin Yaprak Dökümü Oğuz’a bağladığı The Other Boleyn Girl


Koskoca İngiltere Kralı’nın Yaprak Dökümü’nün Oğuz’una dönüşmesinin işlendiği The Other Boleyn Girl, kadın düşkünlüğünün son noktası olsa gerek. İngiltere Kralı 8. Henry, ağabeyinin ölümü üzerine ağabeyinin hanımı Aragonlu Catherine ile evlenir. Çünkü Catherine İspanya kralının kardeşidir ve İngiltere, İspanya gibi güçlü bir müttefikten vazgeçemez. İkilinin Mary adında bir kızları olur sonra da galiba Aragon’lu Catherine menopoza girer ve çocukları olmaz. Kral bir erkek veliahttı olsun ister aslında metresinden oğlu vardır ama o yasal değildir. Kral oğlunun tahtta yasal hakkı olsun diye onu kızı Mary ile evlendirmek isteyecek kadar erkek veliaht takıntısına girmiştir. O sırada mevki makam, mal mülk meraklısı olan Boleyn ailesi kızlarını krala metres etmek isterler. Çünkü malumunuz üzere metresinden olma oğlu ufak yaşta lortluktan düklüğe kadar bütün mevkileri ele geçirip, kale toprak bağ bahçe sahibi olmuştur. Kral uysal yapılı, dudak ve meme zengini Mary’de karar kılsa da hırslı ve zeki Anne gösterip vermeme tekniğiyle adamı peşinde koşturur. Ben namuslu ve inançlı bir kızım evlenmeden asla sizinle olmam diye diye kralı çileden çıkaran Anne için 8. Henry karısı Aragon’lu Catherine’i boşamaya kalkar. Tabi bu durum Katolik inancına terstir, öte yandan İspanya kralı sen kimsin de kardeşimi boşayacaksın diye kralı tehdit eder. Ülkeyi ikiye bölen bir kararla Katoliklikten çıkıp Protestanlığı seçen Henry, kendisinden otuz yaş küçük Anne ile evlenir ama onda da umduğu erkek evladı bulamaz. Anne ile evlenmek için ülkeyi din savaşına sürükleyen Henry, açgözlü soyluların odak noktası olur. Bu sefer de Seymour ailesi kızları Jane’yi krala peşkeş çeker. Kral, Jane ile evlenmek için Anne’den de kurtulmanın yollarını arar. Halk ve kilise özellikle de papa tarafından sevilmeyen Anne, cadılık ve zina suçundan idam edilir. Anne Boleyn kendi silahıyla vurulmak sözünün sözlük anlamıdır ve 8. Henry’nin 6 karısı içinde idam edilen iki karısından ilkidir.    
8. Henry’nin kızı Elizabeth’in İngiltere’nin başına gelen en güzel şey olduğuna kanıt niteliğindeki Elizabeth


İngiltere kralı 8. Henry ve ikinci karısı Anne Boleyn’in ilk ve tek çocuğudur. Annesinin ölümünden sonra gözden düşse de Henry’nin iki veliahttından biri olduğu için öldürülmez. Ablası gibi Katolik değil Protestan olduğu için babasının başlattığı din savaşları ablası Mary ve bunun zamanında da sürer. Hakkında çokça dedikodu çıkmasına rağmen bakire kraliçe olarak nam yapmıştır. Kadın da haklı şimdi, üç kısmeti var üçü de birbirinden fos. Büyük aşkı olduğu söylenen Robert Dudley, hem evlidir hem de zampara, kısmetlerinden biri olan Belçika dükü gay, İspanya kralı ise üvey ablası Mary’nin kocasıdır ve siyasi evliliği sürdürme niyetindedir. Kraliçe oluyorsun mutlu sanıyorlar, kısmetlere gel diyesi geliyor insanın. O yüzden kızlar ümitsizliğe kapılmayın, bakın beterin beteri var. Üstte bahsettiğim kadın devrinde dünyanın en güçlü kadınıydı, onun bile erkeklerle yüzü gülmemiş. Kadın ben ülkemle evliyim, halkımın annesiyim deyip iktidarını tek başına sürdürmüş. Bir de babasının 6. Karısı Kraliçe Catherine Parr’ın (son kraliçe Henry öldükten sonra iki defa evlilik yapmış ) son kocası Thomas Seymour'un ( 8. Henry’nin 3. Kraliçesi Jane Seymour’un abisi) Elizabeth’le ilişkisi olduğu için idam edilme mevzu var ki o konuya hiç girmiyorum. Kısacası 8. Henry dönemi Dallas gibi bir şey olduğu için yapımcıların dizi üstüne dizi film üstüne film yaptığı bir dönem oluyor. Fakat benim Elizabeth hanıma ilgim tamamen feministçe duygulardan. Lise tarih dersinde bir arkadaş kadınlar çok abartıyorlar ama hiç tarihte adı duyulmuş bir kadın yönetici var mı? deyince Kraliçe Elizabeth diye bağırıp tüm puanları toplamıştım. Bu kadın babasından kalma boş hazineyi doldurup İngiltere’ye altın çağ yaşatmış, daha ne olsun? Osmanlı yükselme döneminde Avrupa’da etkisi bile olmayan bir ülkenin level atlamasına sebebiyet vermiş bir hanımdır. İngiltere halkı ölüm yıl dönümünde mevlit okutsa yeridir.

18. yüzyılın en havalı kadınının dramını anlatan The Duchess


18. yüzyıl İngiltere’sine gidiyoruz ve Avrupa’da kadın haklarının ne derece yerlerde olduğunu bu film sayesinde görüyoruz. Gerçi koskoca kraliçelerin bile siz kadın başınıza ülke yönetemezsiniz evlenin de kocanız sizin yerinize ülkeyi yönetsin diye darlandığı bir dönemden bahsediyoruz. İşte Georgiana da bu dönemin acılı ve bahtsız kadınlarından. On altısında kendisinden yaşça büyük bir dükle evlendirilen genç kadın soylu bir aileye mensup. Zaten asil olmasa dükle evlenemez. Soylu olmasına rağmen bu kadının da hiçbir hakkı bulunmuyor, çocukları üzerinde bile hakkı yok. Kendisi Londra sosyetesinin moda ikonu olmak dışında bir işleve sahip değil. Tabi erkek evlat takıntılı dük bey sürekli kızı aldatıyor. Hatta adamın evlilik dışı ilişkiden olan kızı bile annesi ölünce eve geliyor ve ona da Georgiana bakıyor. Ama dük kesinlikle Georgiana’nın başkasından olma çocuğunu evinde barındırmaz, barındırmayı bırak çocuğu kadının elinden alır. Çünkü dük bey karısından sadık olmasını ve oğlan doğurmasını ister. Evlilikleri rezil durumdadır, hatta sosyete arasında Londra’da karısını sevmeyen tek erkek dük diye dedikodu bile yayılmıştır. Bir balo sırasında dük Bess Foster’a asılır, kadın da yüz vermez. Bunu gören Georgiana onunla arkadaş olur. Bess’in durumu daha acıdır, kocasından şiddet gören, çocukları bile gösterilmeyen bir kadındır. Georgiana da Bess de eşlerinden psikolojik ve fiziksel şiddet gören iki kadın olarak birbirleriyle yakınlaşır. Fakat dük bey gene rahat durmaz ve çocuklarını getirtmek şartıyla Bess’le birlikte olur. Bundan haberdar olan Georgiana da eski aşkı Charles Grey’le yakınlaşır. Beraber siyasete giren ikili hayalperest düşüncelere dalmışken dük bey bu düşüncelerin de içine eder. Charles’la kaçan Georgiana’yı çocukları ve Charles’ın siyasi kariyeri üzerinden tehdit eder. Filmin sonunda da Londra sosyetesine geri dönen Georgiana aşksız ama mutlu olmaya çabalar. Sevgilisi Charles’ta başbakan olmuş, Bess de dükle evlenmiş. Georgiana, Bess ve dük aynı şatoda ölünceye kadar tuhaf bir açık ilişki halinde yaşamışlar.

Ekmek yiyemiyorlarsa pasta yesinler ayol efsanesinin doğmasına sebep kraliçe Marie Antoinette


Avusturya arşıdüşesi Marie, Fransa kralının veliahttı Louis ile evlenip Fransa Kraliçesi olma yolunda ilk adımı atar. Yalnız Fransa’dan ötesi Avrupa’nın köylüsü sayılıyor galiba, giyim kuşam farkları var. 8. Henry’nin Alman olan 4. Eşi Clevesli Anne’nin aşırı çirkin olduğu ve kralın onu beğenmeyip hemen boşadığı söylentileri olmasına rağmen çoğu tarihçi kadının çirkin olmadığını giyim kuşamının daha farklı ve 0 dekolte olduğunu kralın da bu duruma alışkın olmadığını söylüyor. İşte Marie de Avusturya’dan Fransa sarayına girmeden evvel Fransız adetlerine uymaya zorlanıyor. 15 yaşında olduğu için aşırı değişik Fransız adetlerine alışması zor olmuyor. Fakat en büyük sorunu kendisinden bir yaş büyük olan eşi Louis’in kadına ilgi göstermemesi. Herkes ikiliden bir bebek bekliyor ama Louis’te tık yok. Anası bile kızı suçluyor, oradaki yerini sağlamlaştırmak istiyorsan çocuk yap diye. Sanki amipte bölünerek çoğalacak, kendi kendine çocuk yapacak, saray halkı bile arkasından konuşuyor. Özellikle kadınların acımasız eleştirilerine maruz kalan Marie, kocasına ciğerci kedisi gibi bakıp duruyor. Marie’nin sarayda yükselişi ve düşüşünün aynı alkış metaforu üzerinden verilmesi çok güzeldi. Avusturyalı olduğu için opera ve baleden anlayan sanatsever Marie, Fransa adetlerine ters olarak kraliyet gösterisinde sahnedekileri alkışlar. Bu hareket normalde yasaktır ve çevredeki soylular ne yapıyor bu diye önce yadırgasa da kraliçe alkışladığı için onlar da alkışlar. Ama ülkede kıtlık baş gösterip halkın bu kıtlığı müsrifliği ile nam salmış Marie’den bilmesi ve ona düşman kesilmesi üzerine kraliyet gösterisini alkışlayan Marie’ye kimse eşlik etmemişti. Marie’nin kocasıyla olan sorunları sırasında zevke sefaya, kumara, lükse özellikle de pastaya düşüp ibret verici bir müsriflik sergilemesi genç kraliçeye pahalıya patlamıştı. Biri de kadına adamlar aç, bağış yapman lazım, o kadar elbise alma demiyor. Bir de kocasının danışmanları Amerika’ya yardım edin, İngiltere asker gönderiyor siz daha fazla gönderin diye, gaz verince saray kasası iyice tam takır oluyor. Kasa dolsun diye de halka iyice vergi yüklüyorlar, açlıktan tepesi atan halk zaten Fransız olmayan kraliçeye iyice bileniyor. Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler lafıyla özdeşleşse de o lafı aslen söylemediği tarihçiler tarafından ısrarla dile getirilir.  Aşırı ihtişamlı bir hayat yaşayan güzel kraliçe Marie’nin sonu Fransız ihtilaliyle gelse de film izleyene şu dünyadan bir Marie geçmiş be dedirtir. Ayrıca film en iyi kostüm tasarımı dalında Oscar almıştır. Son olarak filmde Jamie Dornan da yer alıyordu ve misyonu Grinin Elli Tonu’ndaki rolünden öteye geçmiyordu.

İngiltere’nin lokomotifi güçlü kraliçeler ayağının ortanca halkası The Young Victoria


İngiltere’nin güçlü kraliçesi Victoria ve Alman eşi prens Albert’in evliliğinin ilk yıllarına odaklanan The Young Victoria, şu anki Avrupa hanedanlıklarının hepsinin akrabalık bağlarını da açıklıyor. Zira ikilinin dokuz çocuğu var. Dokuz çocuklu kraliçe mi olur be demeyin kraliçe aşk evliliği yaparsa olur. Şimdiye kadar saydığım asilzadeler içinde aşk evliliği yapan tek kadın kendisi olduğu için herhalde hanedan aileleri içinde cidden en şanslı kadın da kraliçe Victoria. Gerçi kraliçe olana kadar çok çekmiş, Kral babası Victoria çok küçükken öldüğü için 18’ine gelene kadar yetkilerini kullanamamıştır. Üstelik anasının yardımcısı muhtemelen de aşığı olan İrlandalı kalaycı Sir John Conroy kızın haklarını devralmak için onun zorla vasisi olmaya çalışmıştır. Victoria’nın ne derece güçlü bir kraliçe olacağı bu zorluklara katlanıp yerine vasi atanmasına engel olmasından belli. Dayısı kızı avucunun içine almak için yeğenlerinden prens Albert’i Victoria ile evlendirmeye çalışırken amcası da hiç hazzetmediği ana tarafına kızı kaptırmamak için kendi oğluyla evlendirmeye çalışır. Kraliçeliğinin ilk döneminde başbakan Lord Melbuurne’ün etkisi altında kalsa da halka mikrop gibi davranan Melbourne’dense ülkenin yükselmesi için halkın daha iyi şartlar altında çalışması gerektiğini savunan Prens Albert daha mantıklı ve yakışıklı gelmiş olacak ki Joffrey Baratheon’un daha sevimlisi ve favorilisi Albert’le evlenmiş. Yalnız kadın da haklı, ben de olsam suikast sırasında Orhan babaya kendini siper eden Müjde gibi önüme geçen adamı severdim. O değil de kraliçe de olsa kadın kadındır, kocasına konuşma benle diye trip atıyordu. Sanayi devriminde ülkeye level atlatan ikilinin muazzam aşkı Albert kırkında ölmesine rağmen bitmez ve Viktoria, Albert’in ölümünden sonra ölünceye kadar siyah giyer ve kocasının elbiselerini sergiletir.

Gençlik güzellik uğruna malını mülkünü kaybeden asilzade The Countess


Tarih derslerinin korkunçlu kadını, vampir hikayelerinde mutlaka adı geçen, kanla güzelleşip gençleşeyim diye, nice genç kızın canını alan Macar kontes Elizabeth Bathory’nin hikayesine daha feminist bir gözle bakan filmde Elizabeth tamamen masum olmasa da erkekler dünyasında dik durmaya çalışan bir kadın olmanın bedelini ödüyor. Henüz on dördünde bir kontla evlendirilen Elizabeth ve kocası Macaristan’ın en zengini oluyor. Üstelik Macaristan’da Türk akınlarına karşı direnen ve sınırlarını koruyan tek aile de onlar. Tabi bu durum Elizabeth’in cadılardan büyülerden yardım aldığına dair dedikodular çıkmasına neden oluyor. Aile krala bile borç verecek kadar zenginleşmişken Elizabeth’in kocası ölüyor. O kadar para mal mülk bir kadına mı kalsın? Kuzeni Gyorgy Elizabeth’e evlenme teklif ediyor. Ama Elizabeth kendi mallarının idaresini kimseye vermek istemediğinden evlenmeye karşı. Bu arada halasında gittiği yemekte rahibin iğnelemelerine de çok güzel karşılık veriyor ve kilisenin açgözlülüğüne, papazların altın sevgisine giydiriyor. Bu arada bir baloda tanıştığı kuzeninin genç oğlu Istvan’la birbirine aşık olsalar da hikayenin anlatıcısı Istvan salak, babası Gyorgy açgözlü, kral borçlarından kurtulmaya niyetli, mazoşist lord Dominic Elizabeth’i karanlık tarafa sürükleyen ajan, Elizabeth de gençlik meraklısı olunca ortalık karışıyor. Civar köylerdeki kızların kanıyla gençleşmek için özel bir alet bile yaptıran Elizabeth, sonunda kuzeni Gyorgy ve lord Dominic’in kumpasına geliyor ve şatosunda hapsediliyor. Malı mülkü kuzenine devrediliyor, kralın borçları siliniyor. Malumunuz üzere zamanında Avrupa’da birçok kadın cadılık suçlamasıyla yakılmış ve malları kiliseye devredilmişti. Bu konu 1922 İsveç Danimarka ortak yapımı Haxan filminde irdelenmiş ve kilisenin zalim kararlarıyla neredeyse dalga geçilmişti. Çünkü bir kadın genç ve güzelse de yaşlı ve çirkinse de cadı olmakla suçlanıyordu. Kilisenin özellikle ortaçağda iyice bozulduğu dönem dul ve zengin kadınların mallarına konmak için onları cadılıkla suçlayıp öldürdüğü daha sonra papalık tarafından bile kabul edildiği için tarihin en kanlı kadınlarından Elizabeth’in durumunu da hafiften iftiraya bağlamaları ama yine de kadını yüzde yüz masum yapmamaları filmin güzelliğiydi. 

Roma’nın suikasta kurban giden Brütüszedesi Julius Caesar


Shakespeare’in Caesar’ından uyarlanan filmde devrik konuşma dili, öznesi sonda yüklemi başta kelimeler ve aşırı tiyatrallık hakim olsa da Marlon Brando’nun oynadığı Marcus Antonius karakterinin Caesar’ın ölüsünü senato merdivenlerine bırakıp halkı suikastçılara karşı kışkırttığı sahne efsanedir. Brutus’un ikilemi, Caesar’ın tanrılaştırılmasına tepki veren senatörlerin öfkesi, Roma tekrar krallığa dönemez düsturuyla işledikleri cinayeti makul görme çabaları ve Brutus’u oynayan James Mason’un oyunculuğu zirveydi. Karını ve kör kahini dinleyip Cicero’nun gazına gelmeseydin sen de mi Brutus demeyecektin Caesar. Bu kadar testosteron salgılayacak ne vardı? Ayrıca suikastçılardan Brutus ve Caesar’den en nefret eden Cassius’un savaşı kaybedeceklerini anlayınca Caesar’ı öldürdükleri bıçakla intihar etmeleri çok zekiceydi. O değil de 1953 yapımı filmde sen elime konuş lafını duymak eğlenceliydi.

Roma’ya isyan edip özgür bir adam olarak ölen köle Spartacus


1960 yapımı Kubrick’in yönettiği Spartacus bir Roma efsanesi olan isyancı gladyatör Spartacus’un başkaldırısını anlatıyor. Soyluların kan görme sevdası uğruna nice kölenin telef olduğu birbirleriyle dövüşü geçtik aslan kaplan gibi yırtıcı hayvanlarla bile dövüştürülen gladyatörlerin durumu ortada. Sırf eğlence için insan telef etmek nasıl bir adet orasına hiç girmiyorum bile en son iki soylu haspanın zevki için Batiatus hanesine gelen abilerin parası neyse verelim de iki köle dövüştür demesiyle ortalık karışır. Çünkü rakibini yenen Spartacus kurallara göre yendiği rakibini öldürmelidir ama rakibi aman dileyince adamı öldürmek istemez. Bu durum soylu efendileri kızdırınca Spartacus elindeki kılıcı balkondaki asillere fırlatır işte bu hareket isyanı başlatır. İsyan tüm Roma’yı etkisi altına almışken yakalanıp öldürülen Spartacus’ten sonra sona erdi. Bu film hakkında en efsane detay 70’lerin Yeşilçam efsanesi Kara Murat’ta Bizans İmparatorunun söyleyin Kara Murat kim sorusuna herkesin Kara Murat benim, hayır ben diye cevap verdiği kısım Spartacus’ten araktır. O değil de bıngıl Batiatus’un sıskalar hakkında hırsından kuruyorlar söylemi efsaneydi.  Hiç kötülük yapan bir şişman gördün mü diyerek önermesini doğrulama çabası daha komikti. Hey şişman, gladyatör yetiştirip ölümcül arena dövüşlerine salan da sen değil misin?

Kral Arthur efsanesine değinen Excalibur


Efendim bu efsane aslında druid inancını kötüleyip Hristiyanlığı yaymak isteyen rahipler tarafından uydurulmuş diyorlar. Tarihçilerin de bulabildiği reel bir kral Arthur olmadığı için bu anlatım doğru gibi duruyor. Çünkü druid inancı çoktanrıcıdır ve büyü kutsal tek tanrılı dinlerde haram olmasına rağmen druid rahiplerinin büyü yaptığı bilinen bir gerçektir. Druid bir rahip olan Merlin’in yardımı ile Cornwall dükü Gorlois’in karısı Igraine ile Gorlois kılığına girip beraber olan Kral Uther, savaşta Gorlois’i de öldürür. Babasının ölümü üzerine Uther’e de Uther’in Igraine’den olan oğlu Arthur’a da düşman olan Morgana Le Fay, Merlin’den büyücülük öğrenir. Bu arada Uther ölür, kılıcı Excalibur’u da bir kayaya saplar. Bu kılıç sihirli bir gölden çıkmış, şarkı söyleyen Excalibur'dur. Kılıcı çıkaran kişi Uther yerine kral olacaktır. Arthur efsaneden habersiz kılıcı çıkarır ve Merlin’in yardımıyla kral olur. Bu arada Guinevere ile evlenir. Babasının intikamını almak isteyen bu yolda büyücülük dersleri bile alan Lady Morgana, savaş sırasında üvey babası Uther’in tekniğini kullanarak büyü yapar. Kraliçe Guinevere’nin görünümüne girip üvey kardeşi Arthur’la beraber olan Morgana, bu birliktelikten olan oğlu Mordred’i Arthur’u öldürmesi için büyütür. Filmin sonunda büyüden gelen Arthur ve Mordred birebir dövüşte birbirlerini öldürür. Efsanenin kıssası büyü kötüdür, büyüden uzak durun. Film de bu önermeye hizmet eder.

Yunanistan’ın haşin ve gaddar çocuğu sıtmadan ölen Alexander


Yunanistan kralı tek göz Philip’le yılan kadın Olympias’ın tek çocuğu olan Alexander, babasının suikasttan ölmesiyle tahta çıkar. Suikastı anası Olympias planlamış olabilir zira kocasından hiç hazzetmezdi. Yanına yanaşmasın diye adamı yılanlarıyla korkutuyordu. En son Philip dayanamayıp bunu ümüklüyordu filan. Araları bu kadar kötü olunca Philip başka bir kadınla evlendi, ondan bir oğlu olunca Olympias, oğlu İskender tahta geçsin diye kocasına suikast düzenlemiş olabilir. Onun haricinde film bildiğiniz genç yaşta bilinen dünyanın üçte ikisini fetheden bir fatihin kahramanlığı üzerine odaklanıyor. Angelina hanımı tenzih edersek Jared Leto ve Johnathan Meyers filmdeki tüm kadınlardan güzeldi, gerisini siz düşünün. Filmin en güzel önermesi dünya hırsına kapılmayın koskoca İskender bile 36’sında sıtmadan öldü. Film hakkındaki magazinel olaylara gelirsek, tek göz Philip’in suikastçısının adamı bıçaklamadan evvel dudaklarından öpmesi Yunan halkını kızdırmış. Yunanistan ve Roma’da tarihçilerin de varlığını kabul ettiği eşcinselliğe gönderme olarak algılanan bu sahne yüzünden Yunanlılar yönetmen Oliver Stone’ye ateş püskürdü desek yeridir. Gerçi bu Oliver beyin ilk vakası değil, daha önce de Gece Yarısı Ekspresi ile yaşanan bir olayı çarpıta çarpıta Türklerin tepkisini çekmişti. Hadi bizim Ermenilerle olan ibretlik meselemiz, lobi baskısı ve Oliver beyin o dönemki Ermeni hanımı Gece Yarısı Ekspresine bir açıklama getirir de komşu size naptı da adamları kıl ettiniz Oliver bey? Hepsini geçtim de İskender rolü için niye saçına sarı boya sürdüğünüz Colin Farrer’i seçtiniz? Angelina gibi bir tanrıçanın Collin gibi bir çocuğu olabilmesi için ne bileyim at hırsızı tipli bir eşi olması lazım. Zira tek göz de olsa Philip’i oynayan bey amca öyle orman kaçkını tipli değil yakışıklı adam. İskender evlatlık gibi durmuş ana babasının yanında.

Kadın kavgasının zirvesi bir medeniyetin yok olayazdığı Troy


Efendim her şey partiye davet edilmeyen nifak tanrısının siz kim köpeksiniz de bensiz parti yaparsınız diye ortamlara nifak salmak için üzerinde en güzel kadına yazan altın elmayı tanrıçaların ortasına bırakmasıyla başlamış. Bir yandan karısı Hera diğer yandan soyka kızı Afrodit diğer yandan da savaşçı kızı Athena elma benim hakkım diye tanrılar kralı Zeus’a baskı yapınca koskoca Zeus ben bu kadar kadınla uğraşamam diye onları çoban Paris’e yönlendirilmiş. Üç kadının da rüşvet teklif ettiği Paris çapsızı bilgelik, savaşçılık dururken gidip Manukyan kılıklı Afrodit’tin dünyanın en güzel kadınının aşkı teklifini seçer. Oysa dünyanın en güzel kadını olan Helen Meneleus’la evlidir. Adamın adı da bu Paris yüzünden geometri boynuzlu adam teoremine verilmiş. Paris malı Helen’i kaçırınca Meneleus o Truva’yı çobanın başına yıkacam diye ağabeyi Agememnon‘dan yardım ister ağabeyi de bunun sidikli karısı pek umurumda değil de hengamede Truva’yı da alırız oh mis diye Truva’ya savaş açar. Yunanistan’ın en iyi savaşçısı Aşil de şan şöhret için bu savaşa katılır. Garip anası çilekeş anası gitme bak bu savaşa katılırsan şöhretin olur ama ölürsün der. Ben şöhrete ucunda ölüm olsa da giderim diyen ilgi manyağı Aşil’le onun embesil kuzeni ve tabi ki karı manyağı Paris yüzünden canım Hektor helak oldu ayol. Bu filmin en unutulmaz yönü her filmde ölmesiyle nam salmış Sean Bean beyin bu filmde ölmemesidir. Entel sinemacılar arasında hava atmak için kullanılacak bilgiler kısmındadır. Bi de filmin tüm Yunanlıları sarışın renkli gözlü tüm Anadolu'lu Truvalıları da esmer oyunculardan seçmesi aşırı ırkçı gelmişti.

23 Ağustos 2018 Perşembe


Aşırı Cesur Kitap Fi’nin Kitabı Kadar Cesur Olamayan Dizisinin Her Biri Birbirinden Psikolojik Vaka Karakterleri


   Fi daha dizi olarak yayınlanmadan evvel kitabıyla büyük yankı uyandırmıştı. Zira kitapta fazlasıyla siyaset ve sanat çevresine göndermeler mevcuttu. Açık konuşmak gerekirse kitabı ailesinden ilk defa ayrılan, üniversite için yaban ellere (İstanbul) gelen ve okuluna da uyum sağlayamayan bünyeme vakit geçirici bir ilaç olsun diye almıştım. Okuduğum bölümle çok alakalı olarak sektörün leşliğine çok güzel değinen Azra Sarızeybek Kohen, kitabında güncel politik olaylara da karakterler üzerinden değinmiş. Tabi kitap çok satınca yapımcılar da olaya el atmış ama kitabı okuyan ve Türk dizi sektöründen haberdar olan herkes gibi ben de dizi ve kitabın kesinlikle birebir uyarlanacağını düşünmüyordum. Çünkü kitap cidden hem yaptığı göndermeler hem de erotizm öğeleriyle tvde yayınlanamayacak kadar cesurdu. İnternette yayınlanan versiyonu için haberlerde ay çok erotik çığırtkanlığı yapılsa da don sütyen sevişen karakterler pek gerçekçi ve erotik değildi. Tabi tvde aşırı sansür yüzünden elbiseyle sevişildiği hatta sevişme sahnesi dahi gösterilmediği için insanlara sporcu sütyeniyle sevişen Bilge ve baxerlı partneri Murat çok erotik gelmiş olabilir.


   Hikayemize kısaca bir göz attıktan sonra dizinin aşırı hasta karakterlerine değineceğiz. Fi’nin kitabında olaylar birden fazla karakterin gözünden anlatıldığı için bu karakterin hepsi başrol. Fakat dizide ana karakterlerden olan Bilge bile Çirkin Betty vasfının ötesine geçememiş ki, Ada ve Göksel ikilisinin nasıl ötelendiğine değinmiyorum bile. Can, Duru, Deniz, Özge ve Sadık Murat Kolhan haricinde herkesin ikinci hatta üçüncü plana atıldığı bir dizi var karşımızda her ne kadar internet dizisi olarak uzun dizi sürelerine tepki olarak izleyici kitlesine derin bir nefes aldırsa da başrolden başka rol tanımam mattosundaki Türk dizicilik seviyesinde bir gelişme gösterememiş. Fakat hakkını yemeyelim dizi süresinin kısaltılması yönetmenlik, görüntü yönetmenliği, özellikle de senaryo açısından level atlatmış. Kitapta yazarın sevdiği ve sevmediği karakterler gece ve gündüz kadar belliyken dizide bu ayrımı yapmak zorlayıcı. Karakterlerin çoğu fiziki olarak kitaptaki karakterlere benzemiyor fakat ruh halleri özellikle de Can Manay’ın Hannibal Lecter kadar başarılı bir manipülatörken Duru’ya olan takıntısı yüzünden soğukkanlılığını kaybetmesine kadar benzer.


Hikayemiz Can Manay’ın arayışıyla başlıyor. Ünlü ve zengin bir psikolog olan Can, aslında takıntılı bir manyaktır. Çocukken akıl hastanesinde yatan Can, doktoru Eti’nin yardımıyla farklı bir kimliğe bürünüp zengin ve başarılı bir psikoloğa dönüşür. Dizimizin iki psikoloğunun ruh sağlığı bozukken diğerlerinin sağlıklı bireyler olmasını beklemek yanlış olur. Can’ın kendisine villa bakmak için gidip yan villanın bahçesinde dans ederken gördüğü Duru, ilgi manyağı, Duru’nun sevgilisi Deniz kendisinden çok başkalarını düşünen ama sevgilisini her konuda kısıtlayan bir maldır. Can’ın öğrencisi Bilge, çekingenlikten geberecek kadar eziktir ve her ezik gibi okulun en popüler çocuğuna aşıktır. Haksızlığa asla gelemeyen, idealleri uğruna sevdiği adamı bile feda eden Özge’nin nesli tükenmiştir ve doğal seleksiyonda yok olmamasının tek sebebi Sadık Murat Kolhan gibi güçlü bir adamı etkileyecek kadar hayvani bir güzelliğe sahip olmasıdır. Sadık Murat Kolhan deseniz gücün doruklarında olmasına rağmen nefret ettiği adamı yok edememenin sancılarını çekiyor. Öyle bir adama Can Manay’dan kurtulamamanın öfkesi ne kadar koyuyordur. Ki kendisi Can Manay’dan daha soğukkanlıdır. Eti hanıma hiç değinmiyorum, hangi psikolog hem hastası olan hem gerçekten tehlikeli hem de kendisinden yaşça küçük birinden çocuk sahibi olur ki? Ya babanın durumu gen aktarımıyla çocuğa da geçerse? Al ikinci bir Can Manay daha!  

Su ve Durusever psikopat psikolog Can Manay


Adamın hayatının özeti işte şu bakışlardı. Bir suya bir de Duru’ya hasta olan Can, her bölüm bardak demez, şişe demez, sürahi demez su içerdi. Takıntılı bir manyak olduğu için çocukken aşık olduğu Çiçek’e benzeyen tüm kızları Çiçek gibi takıntı yapıp hastaca bir aşkla seven Can için Çiçek’e benzettiği Duru’nun hayatında başka biri olmasının en ufak bir önemi bile yoktu. Sapık gibi kızın fularını yürütmekten tut, gizli kameralarla kızı izlemeye, sevgilisi saftirik Deniz’le arasını açmaya kadar her yolu denedi. Tüm takıntılı manyaklar gibi hastaca bir zekaya sahip olduğu için, şan şöhret meraklısı, herkes beni sevsin mattosundaki ilgi manyağı Duru’yu manipüle etmesi zor olmadı. Tabi bunda önceliği öğrencilerine tanıyan Mahmut hocanın günümüz veriyonu Deniz’in payı da büyük ama Can’ın şahsi çabalarını da yok saymayalım şimdi. Adam resmen yerli Hannibal’di, işte Hannibal öldürmeye Can’da egosuna düşkün bir manyak olduğu için Hannibal kadar soğukkanlı olamadı Can. Tabi bunda geçmişte kaybettiği Çiçek’i tekrar tekrar yaşamak istemesinin de payı vardı. Kızı öldürdüğü için diğer benzerlerine de pek iyi davrandığı söylenemez, özellikle de işler kontrolünden çıktı mı? Kitap’ta da en az dizideki kadar arızaydı Can, onu kitapta yer yer kendisini Deniz’le karşılaştırıp çirkinliğine lanet ederken okurduk. Ama adamda bir çirkin karizması vardı, zekasıyla da bu karizmaya sağlam cila atıp az kadın düşürmemişti. Kitapta tarif edilen dış görünüş itibariyle Ozan Güven’den çok Okan Bayülgen’e benziyordu. Ozan Güven, Can Manay rolü için fazla yakışıklı ve uzun kalmış. Kitaba göre Duru, Can’a bir karış tepeden bakıyordu.  

İlgi manyağı premses Duru


Gayet yetenekli ve geleceği parlak bir dansçı olan Duru, yazarın Ada ile beraber en sevmediği karakter olma ödülünü kimseye kaptırmıyor. O patavatsız hanzo Göksel’e bile. Bana öyle geliyor ki, Duru karakteri yazarın hayatının bir döneminde tanıdığı ve nefret ettiği birisi. Yoksa o evlat olsa sevilmez karakter ortaya çıkmazdı. Duru kitapta tek kelimeyle ağzına kürek geçirmenin farz olduğu herkes beni sevsin, ilgi hep üzerimde olsun, sadece ben sadece diyen bencilin önde gideni. Kızın kitapta tek haklı olduğu konu sevgilisinin onu hep ikinci plana atması. Yani tamam Deniz, iyi bir eğitmensin de vatan millet kurtarmıyorsun hayatım, bari mezuniyet gösterisinde Duru’yu taciz eden Göksel’e bir höst de! Öte yandan Duru’nun kitaptaki evlat olsa sevilmez haline karşılık dizide bir Duru güzellemesi, bir Duru üzerine sürekli rol yazmalar. Bilge’nin önemini bile Duru’nun üzerine yüklemeler, kitapta kaybettiği Deniz’i bile geri kazanması filan. O ilgi manyağı itici kız gitti yerine hayatının anlamı dans olan idealist, güçlü bir kız geldi.

En asil duyguların insanı Deniz


Sanırım yazarın en sevdiği karakter Bilge ve Deniz’di. Bu ikisi kitapta adeta devleşiyor, üstüne bir de üçlü salto atıyordu. Yani Deniz o kadar mükemmel bir insandı işte, tek kusuru Duru’yu yer yer ikinci plana atması ideallerini her şeyin üstünde tutmasıydı. Zaten kitabın sonunda da kendisi gibi idealist Özge ile ütopik bir dünya yaratıp en asil duyguların ilişkisine yelken açtılar. Dizide ise süper kahraman olup Göksel’in kurtarması gereken istismara uğramış köpeği kurtardı. Oysa kitapta hem köpeği kurtarıp hem tecavüzcüleri etkisiz hale getiren Göksel’di. Ama olmaz Türk dizi sektöründe en asil duyguların insanı hep başroller olmak zorunda ve Göksel dizinin ana karakteri olmadığı için onun yaptığı kahramanlık da Deniz’e mal edilmeli. Ben kitapta neyse de dizide Deniz’den pek haz etmedim. Yahu kız arkadaşına köpek gibi aşıksın ama onu ikinci plana atıyorsun, Can’ın kendisine yürüdüğünü Duru bile fark ediyor ama sende tık yok. Her şeyden önemlisi bu adam öğrencisiyle yatıyor ya. Öğrencileriyle ilişkisi zaten ibretlik. Hanzo Göksel, uyuz Ada’ya hediye alacak parasını bu veriyor. Öğrencileriyle sözde çok ilgili ama Ada’nın kendisinden hoşlandığının farkında değil, oysa hanzo Göksel bile bu durumun farkında. Sanat sanat içindir mattosunda olduğu için ilgi odağı olmaya çalışan şöhret aşığı sevgilisine dansını sanat için yap diye baskı yapıyor, bi önceki kız arkadaşını da bu yüzden kaybetmiş. Ama adamda zırnık akıllanma yok, Duru’nun karakterinin farkındasın madem ya onun için fedakarlık yapacaksın ya da kızdan ayrılıp bir daha aynı karakterdeki kızlara yönelmeyeceksin. O kız senin için yurtdışı eğitim hakkını tepti ama sen onun için bir fedakarlık yapamıyorsan hiçte bize gösterildiği kadar naif ve asil değilsin. Hayır, dizide de bir gösteriyorlar adamı sanki en asil duyguların insanı, böyle terbiyesinden ödün vermeyen sanki sarayda büyümüş, Allah’ım sanki Kadıköy dükünün oğlu gibi elitist tavırlar. Tipik sevgilisinin göze batmasını istemeyen kıskanç erkek modeli işte.  

Haksızlığa asla gelemeyen idealist Özge


Kitabı aldığım dönemki ruh halim itibariyle kendimi en yakın bulduğum karakter Özge’ydi. Adalet takıntısı, kodamanların (Can Manay ) gözdağlarından korkmaması, üstelik yaşadığı haksızlıkların onu daha çok bilemesi, kesinlikle vazgeçmemek… Özge’nin kısımlarını okurken acaba yazar beni tanıyor mu hissine kapılıyordum. Kadın inatçılığına kadar bana benziyordu ve onun kısımlarını okumak hep beni heyecanlandırıyordu. Dizideki hali kitaptaki kadar yırtıcı olmasa da Türk dizi tarihinin en dişli kadınıydı. Sadık Murat Kolhan’a kitapta aşık olmasına rağmen onun yaşadığı dünya ve yaptıkları kendi değerlerine ters olduğu için ondan vazgeçmişti. Sadık’ın yardımıyla siyasete girip politikanın çokyüzlü yapısına karşı dik durmayı başarabilen ütopik milletvekili duruşu Can’ı güldürmüş, Deniz ve Bilge’yi hayran bırakmıştı. Can Manay’ın ukala tavırları ve aşağılamasına dayanamayıp bu soruları beğenmedinizse akıl hastanesine neden yattığınızı sorayım diye şarlayıp Can, tarafından gazete ve televizyon dünyasından kovulmuştu. Buna rağmen yılmayıp mücadelesine devam etmesi, Sadık Murat Kolhan’dan elindeki bilgiler karşılığı para yerine çıkaracağı dergi için yardım istemesi, inatçı duruşu, başta Duru olmak üzere Can’ın çevresindeki tüm kadınları uyarması onu izleyicinin gözünde farklı bir yere taşımıştı.

Güç ve gizemin diğer adı Özge takıntılı Sadık Murat Kolhan


Dizinin ve kitabın yürüyen karizması Sadık Murat Kolhan’ın iki zayıf noktası vardı. Birisi herkesin bildiği gibi Özge diğeri de geçmişi. Kitapta ağabeyi olan geçmişi dizide kayınbabasına evrilmiş. Bu sırdan haberdar olan Can Manay da her egoist deli gibi herkesin hayran olacağı birine dönüşmek için medya patronu olan Sadık’ın kanalında bir program karşılığı susmayı kabul eder. Dizide ikisi arasındaki gerilim çok barizken kitapta Sadık, daha sinsi ve gizemliydi. Hükümet yandaşı olan Sadık Murat Kolhan muhalefet partisinin de saydığı bir isimdi ve bu duruma şaşıran Özge’ye hiçbir şey bilmiyorsun Jon Snow bakışı atmıştı. Sadık’ın Özge takıntısı o kadar büyüktü ki, sanat, cemiyet ve siyasetin önemli isimlerinin buluştuğu bir partide yeni milletvekili Özge’yi herkesten koruyup zarar görmesini engellemek için sevgilisi gibi davranmıştı. Kitapta hem genç hem zengin hem yakışıklı hem de gizemli bir adam olarak tüm kadınları tereyağı gibi eritecek kadar tehlikeli bir karizması vardı ve bu karizma yer yer Özge’yi bile titretiyordu ama Özge duvar gibi dayanıklı olduğu için Sadık’ın karşısında asla erimiyordu. Kitabın en politik ismi de Sadık’tı, kitabın sonunda yurtdışına kaçmıştı. Dizinin sonunda da ölü taklidi yapıyordu.

Saf ve temiz çirkin Batty Bilge


Otistik ağabeyine hem ana hem baba olan, sorumsuz babasından çok çeken, hayvan gibi zeki olmasına rağmen Boğaziçi’ne gitmek dururken Can Manay’ın ders verdiği özel okulda burslu okuyan Bilge, sınıf arkadaşlarının ödevini yapıp para kazanmaya çalışmaktadır. Bu sırada okulun popüler ve yakışıklı ama bir o kadar da derslerle ilgisiz genci Murat’tan hoşlanmaktadır. Murat’ın bir adet tipik özel okul tikisi sevgilisi vardır. Nasıl tikiyse Bilge ve Murat’ı basınca Murat’a ayakkabı fırlatıyordu. Kitapta Can Manay’ın çirkin öğrencilerimi ödevinden tanırım deyip ödevine hayran kaldığı için asistanı yaptığı Bilge, dizide onu takip eden Can’ın, kızın otistik bir kardeşi olduğunu öğrenmesi üzerine acıdığı için ona çalıştığı kanalda iş vermesi ile değişmeye başlıyordu. Bilgenin çok hakkını yedi senaristler yeminle aslında Bilge Manay’dı kendisi. Ama bu rolü de Duru’ya kaptırdı tabi. Neden çünkü her şey başrolün başına gelir, yan karakter yaptılar kitabın en efsane kızını.

Tek derdi Can’ın dengesi olan Eti


Kitapta Can’dan bir çocuk sahibi olduğu yazıyordu da babası tarafından istismar edilip hamile kaldığı, birinci dereceden akrabalık sebebiyle deli olan oğlunu Can’a öldürtüp ölen oğlu Can’ın adını hastası Umut’a verdiği yazmıyordu. Vallahi dizinin asıl manipülatörü senmişsin Eti, ayrıca şu yaptığına bakılırsa Can’dan geri kalır yanın yok. Kitapta Özge ve Bilge ile bir olup Can’ı akıl hastanesine attırsan da dizide Can diye ölmen ayrı bir eziklikti. Sanırım dizide Duru ve Özge hariç tüm kadınları ezik yapmaya ant içmişler.

Yeteneği ile ters orantıda karaktere sahip platonik Ada


Kitabın Duru ile beraber evlat olsa sevilmez karakteri Ada, kitap boyunca ağır çirkin olarak tasvir edilir. Duru’dan güzel ve tabi ki Deniz’in sevgilisi olduğu için nefret eden Ada, Duru gibi bir güzelliğin bile etkileyemediği Göksel’i köpek ettiği için gurur duyup, işine yönelse ve bu kadar ilgiye aç bir ezik olmasa kitabın da dizinin de en karlı kişisi olabilirdi. Fakat güzellik takıntısı ve güzel olan her şeyden nefret etmesi, Deniz hoca takıntısı ve mutluluğu kokainde araması başını yaktı bu egoist ve takıntılı manyağın. Dizi boyunca üstteki görseldeki gibi Deniz hocayı kesip Duru’yu kıskanan bir gölge oldu durdu bu.

Fakir ama yunan heykeli patavatsız hanzo Göksel


Kitapta fiziki görünüm olarak Deniz ve Sadık Murat Kolhan’ı bile geride bırakan bir yunan heykeli olan Göksel’e dizide bütün endamı ve kas kütlesine rağmen ezik Ada bile bakmıyordu. Abi gerçekçi olun hiç gerçekçi değil, kitapta gören ilgiyle izlerdi bu adamı. Çünkü boyu posu endamıyla adeta yürüyen yunan heykeliydi. Zaten Göksel rolünü oynayan elemanı gecelerde Merve Çağıran, Yasemin Allen’le filan yakalıyordu gazeteciler. Neyse bu elemanın da dizide çok hakkı yendi ama kitaptaki orijinaline uygun bir karakter yaratılsa herhalde dizi tarihimizin efsanesi olurdu. Fekat ben Duru ile olan kavgasında her daim Duru’yu destekliyorum. Bana o uyuz kızı bile destekletecek kadar öküzdün Göksel, hatta Kadıköy’deki meşhur boğa heykeli yerine seni koysalar sırıtmaz. Sürekli yalnız olmana üzülüp seninle arkadaş olmak isteyen kıza seninle ancak aşağı tarafım arkadaş olur, beni rahat bırak yemek yicem demek öküzlükte kaçıncı leveldi.

Can’ın kadrolu sevgilisi Sıla


Efendim Can bey sürekli birileriyle, hatta Bilge’yle ilk karşılaşmasında içinden dediği çirkin öğrencilerimi ödevinden hatırlarım lafından anlaşıldığı kadarıyla öğrencileriyle bile yatan birisi olduğu için Sıla onun gelip geçici kadınlarından değildi. Kadrolu sevgilisiydi ama kadın, Deniz gibi saf olmadığı için Can’ın Duru’ya olan ilgisini fark edince ortalık karışmıştı. Özge hemen Sıla’yı bulup Can çok tehlikeli kendine dikkat et diye, kadını uyarınca Duru mevzunda Deniz’le konuşmamıştı. Kitapta böyle birisi yok, Can aslında Sıla’nın Deniz ve Duru arasına girmesini istiyordu. Bu bilgiden yola çıkarak onun Can’ın Deniz’i tavlasın diye ortaya attığı fakat planı ters tepip kızla kendisinin kısa süreli ( sevişecek kadar) yakınlaştığı vakadaki manken olduğunu düşünüyorum. Can’la bu ilişki karşılığı kendi projesini kanalda yayınlatmak için anlaşma yapmış sonradan da medya patroniçesi olmuştu.

Duru’nun kankası Can tarafından Duru için harcanan Ceren


Biraz fazla özgüvenli ve itici bir kızdı. Kitapta tabi ki yoktu. Bileğini incittiği için Londra’ya giden eski baş dansçı. Yokluğunda baş dansçı Duru’ydu, geri dönünce tekrar seçme olacak diye Duru panikledi ve Deniz’e ben senin sevgilinim niye hakkımı yediriyorsun diye trip attı. Sözde Duru’nun en iyi arkadaşı hatta kankası ama Londra’da önemli bir dans okulunda kısa süreli ders aldığını Duru’dan gizler. Duru bu durumu okuldaki bir numaralı düşmanı patavatsız Göksel’den duyar. Çünkü Duru kıskançtır ve arkadaşının bu duygusundan haberdar olan Ceren, ondan dans okulu mevzunu gizler. Duru, Deniz’den bulamadığı yandaşlığı takıntılı sayko Can’dan alır. Can, Duru için Ceren’i etkisiz hale getirir (sevişerek). Ceren seçmelere Can’la cima yaptığı için geç kalır ve baş dansçı da Duru olur ve Duru’nun bu plandan haberi vardır. Kız da az haksız değilmiş Duru’ya Londra’daki dans okulu mevzundan bahsetmeme konusunda.

Bilge’nin platonik aşkı okul popüleri yakışıklı Murat


Murat’ın kitap ve dizideki hali arasında dağlar kadar fark var demeyi çok isterdim ama maalesef yok. Sadece kitapta ölüyordu, o konuya birazdan değineceğim. Murat kitapta da dizide de okulla alakası olmayan( çocuk üniversiteye gelmiş dahi anlamındaki de’nin ayrılması gerektiğini bilmiyor), uyuşturucu bağımlısı zengin bir genç. Bilge’nin ona ilgisinin farkında değil ama dizide Murat olmasa da sevgilisi Bilge’nin platonik durumundan şüpheleniyor. Murat ve Bilge’nin dizide de kitapta da duygusal bir birlikteliği yok, Bilge platonik takılıyor. Murat’ınsa sevgilisi var ve muhtemelen sadık değil. O halde basılmasına rağmen inkar edecek kadar yüzsüz olmasından bu durum anlaşılıyor ve dizide ağır derecede karaktersiz. Bilge bu durumdan dolayı vicdan yapıp Murat’ın sevgilisinden özür dilerken Murat’ın olay hiç yaşanmamış gibi bir tavır alması düşük bir karakterin göstergesi. Ayrıca aralarındaki birlikteliğe kitapta Murat’ın alkol ve uyuşturucu etkisinde olması dizide ise ikilinin alkollü olması neden oluyor. Dizideki durum tamamen Murat’ın başının altından çıkıyor, ödev yaptırmaya gelen Bilge’yi madem ben ödevi yapmaya mecburum sen de ayık kafayla çekilmiyorsun bu içkiyi bitireceğiz diye içmeye zorluyor. İçmezse ödevi yapmazmış, ödevi yapmazsa Bilge de Can tarafından okul yönetimine şikayet edileceğini düşünüyor.  Kısacası dizideki Murat kitaptakinden daha iticiydi. Belki bunda kitaptaki Murat’a fazla değinilmemesi, sadece Bilge’nin gözünden anlatılması ve sonunda feci halde dövülerek öldürülmesinin payı var.



13 Ağustos 2018 Pazartesi


Yeşilçam’ın En Komik Birlikteliği Natuk Baytan Kemal Sunal İkilisinin Gülmekten Gözünüzden Yaş Getirecek Kalitedeki On Filmi

   Sinemamızın en kaliteli komiklerinden Kemal Sunal ve usta yönetmen Natuk Baytan’ın yetmişlerin ortalarında başlayıp seksenlerin sonuna kadar devam eden sinemasal birlikteliği ortaya izleyeni gülmekten koltuktan düşürecek derecede komik filmlerin çıkmasına neden olmuş. Hareketli kamerayı ve cameoyu seven Natuk Baytan’lı Kemal Sunal filmlerinin en belirgin özelliği karakterlerin dillere destan lakaplarıdır. Gerzek Hamdi’den Gaddar Kerim’e Dikiş Tutmaz Sabri’den Gardrop Fuat’a kadar nice lakapları sinema lügatimize kazandıran bu birlikteliğin komedi çitasını arşa taşıyan filmlerini tekrar tekrar izlesek bıkmayız. 

Sahte Kabadayı


Senaryosunu Suavi Alp’in yazdığı 1976 yapımı Sahte Kabadayı İstanbul’un namlı kabadayılarından birinin oğlu olduğunu bilmeden İzmit’te pişmaniye satarak geçinen saf bir gencin babasının ölümü üzerine, adamları arasında yaşanan çıkar çatışması yüzünden İstanbul’a getirilip Kabadayı olarak piyasaya sürülmesini konu alıyor. Kemal Sunal filmlerinin bir numaralı özelliği olan tesadüf ve yanlış anlaşılmalar sayesinde Susta Kazım’ı kahvedeki kavgada dövdüğü sanılan Kemal, İstanbul’a getirilir. Babasına sadık adamlardan Avukat ve Hamdi tarafından sahte bir kabadayıya dönüştürülen Kemal, babasının yerini almaya çalışan Muhtardan hesap sorar. Eski kurt Avukata karşılık usta bir çakal olan Muhtar, Kemal’e mecburen yerini verse de onu İstanbul’un korkulan kabadayılarından Dikiş Tutmaz Sabri’ye öldürtmek ister. Dikiş Tutmaz Sabri’nin adamlarına dinleyin ulan develer diye başlayıp buralar karışacak vaziyet alın diye biten konuşması efsanedir.

Sakar Şakir


Natuk Baytan ve Kemal Sunal birlikteliğinin ikinci filmi olan Sakar Şakir’in senaryosu da Suavi Sualp’in kaleminden çıkmış.  Amcasından kalan mirası almak için İstanbul’a giden Şakir ve Kemal Sunal filmlerinin Kemal Sunal’dan en çok çeken üyesi Ünal Gürel’i Gardrop Fuat lakabıyla bünyesinde barındıran film başlı başına bir efsane olmasına rağmen ben en çok Fuat Şakir ve bekçi arasında geçen kısımları beğeniyorum. Kanundan kaçamazsın, demek kanunu ezirsen, kanun seni delikte sıkıştırdı gibi repliklerle filmin güldürü dozu iyice yükselmiş. Bu filmin en efsane noktasıysa filmin başarılı karakter oyuncularından Ali Şen’in Kemal Sunal filmlerindeki üçkağıtçı misyonunu sürdürürken sinemamızın tontiş ve ponçik ismi Adile Naşit’in de ilk defa bir filmde sahtekar rolüne bürünmesidir. Ha Fuat’ın dostu seksi kiracı Sevda hanımdan tut yanıyorsun Fuat abi repliğini dilimize kazandıran sarhoşa (Macit Flordun ) kadar bütün karakterler efsanedir.

Avanak Apti


Natuk Baytan Kemal Sunal birlikteliğinin ölümsüz komedilerinden bir olan Avanak Apti de Suavi Sualp’in kaleminden çıkma. Geçimini afiş işinden kazanan Apti, ünlü ses sanatçısı Nevin Şenses’e aşıktır. Hatta kadına o kadar kıskançça bir aşk besler ki, Nevin’in afişi üzerine Orhan Gencebay afişi asılmasın diye kadının afişlerini kuş uçmaz kervan geçmez yerlere asar. Fakat gel gör ki Nevin’e İstanbul’un azılı kabadayılarından Barut Osman da aşıktır. Nevin, Barut Osman Belasından kurtulmak için Urfa’nın belalı kabadayısı Urfalı Apti’yi tutar. Urfalı Apti, bir kaza sonucu yaralanınca Nevin’e aşkını itirafa giden (cesarete bak yalnız) Apti, Nevin’in menajeri Erto tarafından kabadayı Urfalı Apti ile karıştırılır. Yaşanan karışıklıklar vs. sayesinde Barut Osman’ı yenmeyi başaran Apti, gerçek Urfalı Apti ortaya çıkana kadar Nevin’in gönlünü kazanır. Peşindeki komiser yüzünden Apti’ye bir şey yapamayan Osman da Nevin’i kaçırıp Apti ile hesaplaşmak ister. Nevin’in çok çirkin adamsın Osman, hiç tipim değilsin. Evlenemem senle diye reddettiği Osman’ın evlilikte keramet var Nevin, evlenince tipime alışırsın diyecek kadar sevdiği Nevin’in filmin sonunda Apti ve Barut Osman’ı geçip Urfalı Apti’yi seçmesiyse tipinin yakışıklılıktan bağımsız olduğunun göstergesi. Demek ki, yarma gibi adamlardan hoşlanıyor kadın.

Korkusuz Korkak


Senaryosunu Erdoğan Tünaş’ın yazdığı 1979 yapımı Korkusuz Korkak, Kemal Sunal Natuk Baytan ikilisinin sinema ekolünde yanlış anlaşılmanın zirve yaptığı film. Zira bu film direk yanlış anlaşılmayla başlıyor. Ezik bir memur olan Mülayim, sadece müdür ve patronları tarafından değil iş arkadaşları tarafından da mülayim bir genç diye ezilir. Rahatsız olduğu için dosyalarını Mülayim’e kitleyeni mi ararsın kazak örmek için şu benim dosyaları da hallediver diyeni mi? Hepsini geçtim de perhizde olan adamın karşısında acılı adanaları nasıl da gömdü zalımlar. İşte o ezik Mülayim, hemşire Sevil’in karıştırdığı dosyalar yüzünden altı aylık ömrü kaldığını sanıp lotodan kazandığı parayı tuvalet işine yatırarak koy totişe rahvan gitsin felsefesinde yaşamaya başlar. Mahalleye koyulan bombayı nasıl olsa ölcem diye, imha etmesiyle ünlü bir kabadayıya dönüşüp ölümü beklemekten sıkılınca da kendine Sansar Selim aracılığıyla kiralık katil tutar. Sevil’in gelip ölmeyeceğini açıklamasıyla kiralık katili Gaddar Kerim’i işten vazgeçtiğini söylemek için arasa da aracı Sansar Selim trafik kazasında ölünce işler ağır komediye döner. Bu filmin en efsane yanı İstanbul’u titretip limon fobisi yüzünden madara olan kabadayı Ayı Abbas’ın Mülayim’i öldürsün diye emir verdiği adamı Gerzek Hamdi’nin bana arkası dönükken nasıl sırtımdan vurdu anlayabilmiş değilim demesine üzerine Ayı Abbas’ın anlasan zaten adın Gerzek olmazdı demesidir. Yani her Kemal Sunal Natuk Baytan filminde olduğu gibi Korkusuz Korkak’ta da figüranlar yardırıyordu. Mahallenin seksi ablası Mehtap’tan tut, işyerinin dosyalı memuresi Esin’e hatta Mülayim’in ev sahibi dırdırcı Bedia hanıma kadar tüm figürasyon efsanedir. Hele kiralık katil Gaddar Kerim’in hayatını kurtardığı Mülayim’e cereyanda kalma, kilo al diye tavsiyede bulunması var ki ayrı bir yardırma mevzu.

Üçkağıtçı


1981 yapımı Üçkağıtçı filminin senaristi Natuk Baytan’dır. Kemal Sunal’ın en sevdiğim filmi olan Üçkağıtçı, Almanya’dan babasının ölümü ve başlık parasını biriktirdiği için dönen Rıfkı’nın yolda tanıştığı Hasan ağa ile yağmur yağacağı konusunda bahse girmesi ile açılır. Romatizmasından dolayı yağmur vaktini tahmin eden Rıfkı, köylerine gelip köylüyü söğüşleyen sahtekar yağmur duacısı Arif efendinin ipliğini de romatizmaları sayesinde pazara çıkarınca halk Rıfkı’nın erdiğine inanır. Hele bir de belediye başkanı olmak için köylüye baskı yapan Satılmış ağadan kurtulmak isteyen Hasan ağa Rıfkı’nın ermiş olduğuna halkı inandırıp tefeci Satılmış yerine onu belediye başkanı yapmaya çalışınca olanlar olur. Bir dizi tesadüf sonucu kötürümleri ayağa kaldırmaktan tut çirkin kızlara koca bulmaya kadar çeşitli mucizeler gerçekleştiren Rıfkı, Satılmış ağa ve babasının mallarının üzerine sahtekarlıkla oturan Sabri tarafından koltuğundan edilmeye çalışılır. Aslında batıl inançların ve din sömürücülüğünün eleştirildiği film, her Kemal Sunal Natuk Baytan filmi gibi güldürüsünün altında bir alt metin barındırır.

7 Bela Hüsnü


Ben seni koşarken de seviyorum Hüsniye diyerek sevdiği kızın peşinde koşan Hüsnü, onu Hüsniye’yi şu numarayla 5 dkda tavlarsın diye gazlayan ve söğüşleyen arkadaşı üçkağıtçı Şevket, mahallelinin baş belası tefeci Malik ve güzeller güzeli Hüsniye’ye ek olarak Tango Necla’yı da bünyesinde barındıran 7 Bela Hüsnü, senaryosunu Ahmet Üstel’in yazdığı 1982 yapımı Natuk Baytan ve Kemal Sunal ikilisini buluşturan bir komedi destanıdır. Hüsnü’yü kendi menfaati için bir kabadayıya dönüştüren Şevket, bu sahte kabadayı hikayesine inanan mahalleliyi de dolandırıp 100 binlerini almak ister. Evlerinden olmak istemeyen mahalleli de kendilerini kurtaracak diye bel bağladıkları Hüsnü’nün Malik belasını alt etmesini ister. Filmin en efsane kısımları Hüsniye’ye serenat yapan Hüsnü’nün önce dilenci sanılması sonra da parkta köpekle dertleştiğini gören ahali tarafından sapık diye kovalanmasıdır. Bi de parayla adam tutup Hüsniye’nin evinin önünde kavga yaptığı kısımda duran yumruğa kafa atan adamı ne zaman görsem gülerim. Tango Necla’ya dönüşen tetikçi kız İsmet’le Hüsnü’nün efsanevi tangosu ise filmin zirve noktasıdır.

Tokatçı


Senaryosunu Suphi Teniker’in yazdığı 1983 yapımı Tokatçı, başlık parası için gittiği İstanbul’da yemeyip içmeyip biriktirdiği parasını trende çaldıran Osman’ın başlık parası için tekrar İstanbul’a dönüp asker arkadaşı Şevket’le karşılaştıktan sonra yaşananları anlatır. Hayatını tokatçılık yaparak kazanan Şevket, asker arkadaşının başlık parasını biriktirebilmesi için tokatçılık yapmasını tavsiye eder. Ona bildiği tüm numaraları öğretmek ister fakat Osman’ın saflığı yer yer Şevket’in başına iş açar. Kumarhanede üçkağıt yaptığı Osman’ın saflığı yüzünden ortaya çıkınca yediği dayak gibi. Osman ve Şevket’in tokatladığı insanlara bakarsak yaptıkları tokatlama işinde bir misyon olduğunu görürüz. Mesela çocukları dilendiren karaborsacı tip ya da parayı dolandırıcılıktan kazanan müteahhit en son da uyuşturucu kaçakçısı Kara (Karbonat) Erol… filmin en efsane sahnesi kesinlikle Kara Erol ve Osman arasında gerçekleşen uyuşturucu pazarlığı sahneleridir. Şogun ve Osman’ın teybin geç çalışması yüzünden yaşadıkları panik izlenmeye değer. 
  
Atla Gel Şaban


Senaryosunu Aydemir Akbaş’ın yazdığı 1984 yapımı Atla Gel Şaban, umudunu at yarışlarına bağlayanların hikayesiyle güldürüyor. Niyazi’nin arkadaşının oğlu hastadır, ameliyat parasını bulmak için at yarışlarından medet uman arkadaşı sayesinde geçim derdi artı kaynana dırdırından mustarip olan Niyazi de ganyanla tanışır. Bindiği sıkışık minibüs, gelininden dert yanan dırdırcı kaynana, kokan adam ve şiki şiki baba eşliğinde yarış tahminlerini tutturan Niyazi ganyan mafyasının dikkatini çeker. Niyazi’yi kaçırıp, yarış tahminleri yaptırıp, parayı kazanma derdindeki ganyan mafyası, Niyazi ve tabi ki ibretlik kaynanası arasında geçen diyaloglar gülmekten ağlatacak cinsten. Özellikle şiki şiki baba kasetinin bulunamaması üzerine ilham gelmeyen Niyazi’nin ilhamı kaçmasın diye canlı performansla şiki şiki babayı okuyan patronunun haline gülmeye başlayan adamın kafasına vurulması her defasında güldürmeyi başarıyor. Bir de borçları yüzünden kabuslar gören Niyazi’nin gerilimli kabusu var ki aman diyeyim.

Tarzan Rıfkı


Senaryosunu Natuk Baytan’ın yazdığı 1986 yapımı Tarzan Rıfkı, Yeşilçam’ın bir numaralı dublaj sanatçılarından oyuncu Sadettin Erbil’in kötü adam olarak karşımıza çıktığı Kemal Sunal Natuk Baytan komedisi. Uyuşturucu kaçakçısı Apo adamı Zeki’nin aklına uyarak bir düşmanını öldürtmek için meşhur kiralık katil Tarzan Rıfkı’yı tutar. Bu arada kendini Tarzan sanan fakir bir genç olan Rıfkı’da mahalleliye, özellikle de ip satan şişmana, illallah ettirmiştir. Rıfkı’dan kurtulmak için onu gazetede gördükleri tanışma ilanında sevgili arayan bir kızla baş göz etmek isterler. Hem tetikçi Rıfkı hem de Tarzan Rıfkı’ya aynı yerde randevu verilmesi üzerine mafyanın tuttuğu Rıfkı ile sevgili arayan Rıfkı karışır. Zaten işler de bu yanlış anlama ile iyice çorbaya döner. Apo’nun sevgilisi Melahat’in güzelliği ile renk kattığı filmin en komik yanı Sadettin Erbil’den Dinçer Çekmez'e kadar tüm mafya elemanlarının Tarzan ve Melahat’in nişanı için leopar desenli Afrikalı kabile kostümü giyip başlarına boynuz geçirdikleri kısımdı.

Gerzek Şaban


Senaryosunu Erdoğan Tünaş’ın yazdığı 1989 yapımı Natuk Baytan ve Kemal Sunal ikilisinin son filmi Gerzek Şaban, setlerde figüranlık yaparak geçinen genç ve İstanbul’un en ünlü kabadayısı Seyfi’nin birbirlerine fotokopi çektirmiş gibi benzemesini konu alır. Fakir bir genç olan Osman sevdiği kızla evlenmek ister fakat figüranlıktan kazandığı parayla sevgilisinin ağabeyi Hamza’nın istediği başlığı biriktiremez. Bu yüzden de Hamza’dan sıklıkla dayak yer. Bir gün arkadaşlarıyla içmeye giden Osman, gazino sahibinin aşırı saygısıyla karşılaşır. Üzerine bir de adam Seyfi sandığı Osman’a haraç verince kendi bölgelerinden haraç toplandığını düşünen mafya üyeleri bir olup Seyfi’ye pusu kurar. Ağır yaralanan Seyfi’yi Osman’ın nişanlısı bulur, Osman sandığı Seyfi’nin tedavisine yardım eder. Bu sırada Seyfi’nin adamları da Osman’ı Seyfi sanıp sevinir. Fakat Osman’ın Seyfi olmadığını anlayınca kendi menfaatleri için Osman’ı mafyanın içine Seyfi gibi salarlar. Bu sırada Osman’a da ağabeyi Seyfi’nin mafyanın tuzağıyla öldürüldüğü yalanını söylerler. Tipik yanlış anlaşılmanın zirve yaptığı Gerzek Şaban’ın en unutulmaz sahnesi Osman’ın Esin Eser yerine patronun karısını tokat manyağı yaptığı kısımdır.