26 Ağustos 2018 Pazar


İzleyeni Avrupa Tarihinin Derin Dehlizlerine Çekecek 11 Tarihi Film

   Tarih lisede en sevdiğim derslerden biriydi. Sanırım geçmişe olan takıntım ve hikaye masal dinlemeye olan merakımın bir getirisi olarak tarih dersini beden eğitiminin bile önünde görürdüm. O yüzden de tarihi dizi ve filmler her zaman ilgimi çekmiştir. Nasıl çekmesin ki içinde hem tarih hem de hikayemsi hatta yer yer masalsı ve destansı bir anlatım var. Fakat bu haftaki yazımda genel bir tarihten çok Avrupa tarihine değineceğim. Neden mi? Çok skandal anneciğim! Allah sizi inandırsın kadın düşkünlüğü yüzünden dinden çıkan kral mı ararsın, senatonun ortasında suikasta uğrayan lider mi ararsın, kocası tarafından en yakın arkadaşıyla aldatılan düşes mi arasın, kısmetlerinden biri evli öbürü de üvey ablasının kocası olan kraliçe mi ararsın, müsrifliği yüzünden halkı isyana sevk eden kraliçe mi ararsın? Daha fazla heyecanda bırakmadan tarihin tozlu sayfaları arasında araladığımız Avrupa tarihinin derin dehlizlerine değinen filmlere bir göz atalım.

8. Henry’nin Yaprak Dökümü Oğuz’a bağladığı The Other Boleyn Girl


Koskoca İngiltere Kralı’nın Yaprak Dökümü’nün Oğuz’una dönüşmesinin işlendiği The Other Boleyn Girl, kadın düşkünlüğünün son noktası olsa gerek. İngiltere Kralı 8. Henry, ağabeyinin ölümü üzerine ağabeyinin hanımı Aragonlu Catherine ile evlenir. Çünkü Catherine İspanya kralının kardeşidir ve İngiltere, İspanya gibi güçlü bir müttefikten vazgeçemez. İkilinin Mary adında bir kızları olur sonra da galiba Aragon’lu Catherine menopoza girer ve çocukları olmaz. Kral bir erkek veliahttı olsun ister aslında metresinden oğlu vardır ama o yasal değildir. Kral oğlunun tahtta yasal hakkı olsun diye onu kızı Mary ile evlendirmek isteyecek kadar erkek veliaht takıntısına girmiştir. O sırada mevki makam, mal mülk meraklısı olan Boleyn ailesi kızlarını krala metres etmek isterler. Çünkü malumunuz üzere metresinden olma oğlu ufak yaşta lortluktan düklüğe kadar bütün mevkileri ele geçirip, kale toprak bağ bahçe sahibi olmuştur. Kral uysal yapılı, dudak ve meme zengini Mary’de karar kılsa da hırslı ve zeki Anne gösterip vermeme tekniğiyle adamı peşinde koşturur. Ben namuslu ve inançlı bir kızım evlenmeden asla sizinle olmam diye diye kralı çileden çıkaran Anne için 8. Henry karısı Aragon’lu Catherine’i boşamaya kalkar. Tabi bu durum Katolik inancına terstir, öte yandan İspanya kralı sen kimsin de kardeşimi boşayacaksın diye kralı tehdit eder. Ülkeyi ikiye bölen bir kararla Katoliklikten çıkıp Protestanlığı seçen Henry, kendisinden otuz yaş küçük Anne ile evlenir ama onda da umduğu erkek evladı bulamaz. Anne ile evlenmek için ülkeyi din savaşına sürükleyen Henry, açgözlü soyluların odak noktası olur. Bu sefer de Seymour ailesi kızları Jane’yi krala peşkeş çeker. Kral, Jane ile evlenmek için Anne’den de kurtulmanın yollarını arar. Halk ve kilise özellikle de papa tarafından sevilmeyen Anne, cadılık ve zina suçundan idam edilir. Anne Boleyn kendi silahıyla vurulmak sözünün sözlük anlamıdır ve 8. Henry’nin 6 karısı içinde idam edilen iki karısından ilkidir.    
8. Henry’nin kızı Elizabeth’in İngiltere’nin başına gelen en güzel şey olduğuna kanıt niteliğindeki Elizabeth


İngiltere kralı 8. Henry ve ikinci karısı Anne Boleyn’in ilk ve tek çocuğudur. Annesinin ölümünden sonra gözden düşse de Henry’nin iki veliahttından biri olduğu için öldürülmez. Ablası gibi Katolik değil Protestan olduğu için babasının başlattığı din savaşları ablası Mary ve bunun zamanında da sürer. Hakkında çokça dedikodu çıkmasına rağmen bakire kraliçe olarak nam yapmıştır. Kadın da haklı şimdi, üç kısmeti var üçü de birbirinden fos. Büyük aşkı olduğu söylenen Robert Dudley, hem evlidir hem de zampara, kısmetlerinden biri olan Belçika dükü gay, İspanya kralı ise üvey ablası Mary’nin kocasıdır ve siyasi evliliği sürdürme niyetindedir. Kraliçe oluyorsun mutlu sanıyorlar, kısmetlere gel diyesi geliyor insanın. O yüzden kızlar ümitsizliğe kapılmayın, bakın beterin beteri var. Üstte bahsettiğim kadın devrinde dünyanın en güçlü kadınıydı, onun bile erkeklerle yüzü gülmemiş. Kadın ben ülkemle evliyim, halkımın annesiyim deyip iktidarını tek başına sürdürmüş. Bir de babasının 6. Karısı Kraliçe Catherine Parr’ın (son kraliçe Henry öldükten sonra iki defa evlilik yapmış ) son kocası Thomas Seymour'un ( 8. Henry’nin 3. Kraliçesi Jane Seymour’un abisi) Elizabeth’le ilişkisi olduğu için idam edilme mevzu var ki o konuya hiç girmiyorum. Kısacası 8. Henry dönemi Dallas gibi bir şey olduğu için yapımcıların dizi üstüne dizi film üstüne film yaptığı bir dönem oluyor. Fakat benim Elizabeth hanıma ilgim tamamen feministçe duygulardan. Lise tarih dersinde bir arkadaş kadınlar çok abartıyorlar ama hiç tarihte adı duyulmuş bir kadın yönetici var mı? deyince Kraliçe Elizabeth diye bağırıp tüm puanları toplamıştım. Bu kadın babasından kalma boş hazineyi doldurup İngiltere’ye altın çağ yaşatmış, daha ne olsun? Osmanlı yükselme döneminde Avrupa’da etkisi bile olmayan bir ülkenin level atlamasına sebebiyet vermiş bir hanımdır. İngiltere halkı ölüm yıl dönümünde mevlit okutsa yeridir.

18. yüzyılın en havalı kadınının dramını anlatan The Duchess


18. yüzyıl İngiltere’sine gidiyoruz ve Avrupa’da kadın haklarının ne derece yerlerde olduğunu bu film sayesinde görüyoruz. Gerçi koskoca kraliçelerin bile siz kadın başınıza ülke yönetemezsiniz evlenin de kocanız sizin yerinize ülkeyi yönetsin diye darlandığı bir dönemden bahsediyoruz. İşte Georgiana da bu dönemin acılı ve bahtsız kadınlarından. On altısında kendisinden yaşça büyük bir dükle evlendirilen genç kadın soylu bir aileye mensup. Zaten asil olmasa dükle evlenemez. Soylu olmasına rağmen bu kadının da hiçbir hakkı bulunmuyor, çocukları üzerinde bile hakkı yok. Kendisi Londra sosyetesinin moda ikonu olmak dışında bir işleve sahip değil. Tabi erkek evlat takıntılı dük bey sürekli kızı aldatıyor. Hatta adamın evlilik dışı ilişkiden olan kızı bile annesi ölünce eve geliyor ve ona da Georgiana bakıyor. Ama dük kesinlikle Georgiana’nın başkasından olma çocuğunu evinde barındırmaz, barındırmayı bırak çocuğu kadının elinden alır. Çünkü dük bey karısından sadık olmasını ve oğlan doğurmasını ister. Evlilikleri rezil durumdadır, hatta sosyete arasında Londra’da karısını sevmeyen tek erkek dük diye dedikodu bile yayılmıştır. Bir balo sırasında dük Bess Foster’a asılır, kadın da yüz vermez. Bunu gören Georgiana onunla arkadaş olur. Bess’in durumu daha acıdır, kocasından şiddet gören, çocukları bile gösterilmeyen bir kadındır. Georgiana da Bess de eşlerinden psikolojik ve fiziksel şiddet gören iki kadın olarak birbirleriyle yakınlaşır. Fakat dük bey gene rahat durmaz ve çocuklarını getirtmek şartıyla Bess’le birlikte olur. Bundan haberdar olan Georgiana da eski aşkı Charles Grey’le yakınlaşır. Beraber siyasete giren ikili hayalperest düşüncelere dalmışken dük bey bu düşüncelerin de içine eder. Charles’la kaçan Georgiana’yı çocukları ve Charles’ın siyasi kariyeri üzerinden tehdit eder. Filmin sonunda da Londra sosyetesine geri dönen Georgiana aşksız ama mutlu olmaya çabalar. Sevgilisi Charles’ta başbakan olmuş, Bess de dükle evlenmiş. Georgiana, Bess ve dük aynı şatoda ölünceye kadar tuhaf bir açık ilişki halinde yaşamışlar.

Ekmek yiyemiyorlarsa pasta yesinler ayol efsanesinin doğmasına sebep kraliçe Marie Antoinette


Avusturya arşıdüşesi Marie, Fransa kralının veliahttı Louis ile evlenip Fransa Kraliçesi olma yolunda ilk adımı atar. Yalnız Fransa’dan ötesi Avrupa’nın köylüsü sayılıyor galiba, giyim kuşam farkları var. 8. Henry’nin Alman olan 4. Eşi Clevesli Anne’nin aşırı çirkin olduğu ve kralın onu beğenmeyip hemen boşadığı söylentileri olmasına rağmen çoğu tarihçi kadının çirkin olmadığını giyim kuşamının daha farklı ve 0 dekolte olduğunu kralın da bu duruma alışkın olmadığını söylüyor. İşte Marie de Avusturya’dan Fransa sarayına girmeden evvel Fransız adetlerine uymaya zorlanıyor. 15 yaşında olduğu için aşırı değişik Fransız adetlerine alışması zor olmuyor. Fakat en büyük sorunu kendisinden bir yaş büyük olan eşi Louis’in kadına ilgi göstermemesi. Herkes ikiliden bir bebek bekliyor ama Louis’te tık yok. Anası bile kızı suçluyor, oradaki yerini sağlamlaştırmak istiyorsan çocuk yap diye. Sanki amipte bölünerek çoğalacak, kendi kendine çocuk yapacak, saray halkı bile arkasından konuşuyor. Özellikle kadınların acımasız eleştirilerine maruz kalan Marie, kocasına ciğerci kedisi gibi bakıp duruyor. Marie’nin sarayda yükselişi ve düşüşünün aynı alkış metaforu üzerinden verilmesi çok güzeldi. Avusturyalı olduğu için opera ve baleden anlayan sanatsever Marie, Fransa adetlerine ters olarak kraliyet gösterisinde sahnedekileri alkışlar. Bu hareket normalde yasaktır ve çevredeki soylular ne yapıyor bu diye önce yadırgasa da kraliçe alkışladığı için onlar da alkışlar. Ama ülkede kıtlık baş gösterip halkın bu kıtlığı müsrifliği ile nam salmış Marie’den bilmesi ve ona düşman kesilmesi üzerine kraliyet gösterisini alkışlayan Marie’ye kimse eşlik etmemişti. Marie’nin kocasıyla olan sorunları sırasında zevke sefaya, kumara, lükse özellikle de pastaya düşüp ibret verici bir müsriflik sergilemesi genç kraliçeye pahalıya patlamıştı. Biri de kadına adamlar aç, bağış yapman lazım, o kadar elbise alma demiyor. Bir de kocasının danışmanları Amerika’ya yardım edin, İngiltere asker gönderiyor siz daha fazla gönderin diye, gaz verince saray kasası iyice tam takır oluyor. Kasa dolsun diye de halka iyice vergi yüklüyorlar, açlıktan tepesi atan halk zaten Fransız olmayan kraliçeye iyice bileniyor. Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler lafıyla özdeşleşse de o lafı aslen söylemediği tarihçiler tarafından ısrarla dile getirilir.  Aşırı ihtişamlı bir hayat yaşayan güzel kraliçe Marie’nin sonu Fransız ihtilaliyle gelse de film izleyene şu dünyadan bir Marie geçmiş be dedirtir. Ayrıca film en iyi kostüm tasarımı dalında Oscar almıştır. Son olarak filmde Jamie Dornan da yer alıyordu ve misyonu Grinin Elli Tonu’ndaki rolünden öteye geçmiyordu.

İngiltere’nin lokomotifi güçlü kraliçeler ayağının ortanca halkası The Young Victoria


İngiltere’nin güçlü kraliçesi Victoria ve Alman eşi prens Albert’in evliliğinin ilk yıllarına odaklanan The Young Victoria, şu anki Avrupa hanedanlıklarının hepsinin akrabalık bağlarını da açıklıyor. Zira ikilinin dokuz çocuğu var. Dokuz çocuklu kraliçe mi olur be demeyin kraliçe aşk evliliği yaparsa olur. Şimdiye kadar saydığım asilzadeler içinde aşk evliliği yapan tek kadın kendisi olduğu için herhalde hanedan aileleri içinde cidden en şanslı kadın da kraliçe Victoria. Gerçi kraliçe olana kadar çok çekmiş, Kral babası Victoria çok küçükken öldüğü için 18’ine gelene kadar yetkilerini kullanamamıştır. Üstelik anasının yardımcısı muhtemelen de aşığı olan İrlandalı kalaycı Sir John Conroy kızın haklarını devralmak için onun zorla vasisi olmaya çalışmıştır. Victoria’nın ne derece güçlü bir kraliçe olacağı bu zorluklara katlanıp yerine vasi atanmasına engel olmasından belli. Dayısı kızı avucunun içine almak için yeğenlerinden prens Albert’i Victoria ile evlendirmeye çalışırken amcası da hiç hazzetmediği ana tarafına kızı kaptırmamak için kendi oğluyla evlendirmeye çalışır. Kraliçeliğinin ilk döneminde başbakan Lord Melbuurne’ün etkisi altında kalsa da halka mikrop gibi davranan Melbourne’dense ülkenin yükselmesi için halkın daha iyi şartlar altında çalışması gerektiğini savunan Prens Albert daha mantıklı ve yakışıklı gelmiş olacak ki Joffrey Baratheon’un daha sevimlisi ve favorilisi Albert’le evlenmiş. Yalnız kadın da haklı, ben de olsam suikast sırasında Orhan babaya kendini siper eden Müjde gibi önüme geçen adamı severdim. O değil de kraliçe de olsa kadın kadındır, kocasına konuşma benle diye trip atıyordu. Sanayi devriminde ülkeye level atlatan ikilinin muazzam aşkı Albert kırkında ölmesine rağmen bitmez ve Viktoria, Albert’in ölümünden sonra ölünceye kadar siyah giyer ve kocasının elbiselerini sergiletir.

Gençlik güzellik uğruna malını mülkünü kaybeden asilzade The Countess


Tarih derslerinin korkunçlu kadını, vampir hikayelerinde mutlaka adı geçen, kanla güzelleşip gençleşeyim diye, nice genç kızın canını alan Macar kontes Elizabeth Bathory’nin hikayesine daha feminist bir gözle bakan filmde Elizabeth tamamen masum olmasa da erkekler dünyasında dik durmaya çalışan bir kadın olmanın bedelini ödüyor. Henüz on dördünde bir kontla evlendirilen Elizabeth ve kocası Macaristan’ın en zengini oluyor. Üstelik Macaristan’da Türk akınlarına karşı direnen ve sınırlarını koruyan tek aile de onlar. Tabi bu durum Elizabeth’in cadılardan büyülerden yardım aldığına dair dedikodular çıkmasına neden oluyor. Aile krala bile borç verecek kadar zenginleşmişken Elizabeth’in kocası ölüyor. O kadar para mal mülk bir kadına mı kalsın? Kuzeni Gyorgy Elizabeth’e evlenme teklif ediyor. Ama Elizabeth kendi mallarının idaresini kimseye vermek istemediğinden evlenmeye karşı. Bu arada halasında gittiği yemekte rahibin iğnelemelerine de çok güzel karşılık veriyor ve kilisenin açgözlülüğüne, papazların altın sevgisine giydiriyor. Bu arada bir baloda tanıştığı kuzeninin genç oğlu Istvan’la birbirine aşık olsalar da hikayenin anlatıcısı Istvan salak, babası Gyorgy açgözlü, kral borçlarından kurtulmaya niyetli, mazoşist lord Dominic Elizabeth’i karanlık tarafa sürükleyen ajan, Elizabeth de gençlik meraklısı olunca ortalık karışıyor. Civar köylerdeki kızların kanıyla gençleşmek için özel bir alet bile yaptıran Elizabeth, sonunda kuzeni Gyorgy ve lord Dominic’in kumpasına geliyor ve şatosunda hapsediliyor. Malı mülkü kuzenine devrediliyor, kralın borçları siliniyor. Malumunuz üzere zamanında Avrupa’da birçok kadın cadılık suçlamasıyla yakılmış ve malları kiliseye devredilmişti. Bu konu 1922 İsveç Danimarka ortak yapımı Haxan filminde irdelenmiş ve kilisenin zalim kararlarıyla neredeyse dalga geçilmişti. Çünkü bir kadın genç ve güzelse de yaşlı ve çirkinse de cadı olmakla suçlanıyordu. Kilisenin özellikle ortaçağda iyice bozulduğu dönem dul ve zengin kadınların mallarına konmak için onları cadılıkla suçlayıp öldürdüğü daha sonra papalık tarafından bile kabul edildiği için tarihin en kanlı kadınlarından Elizabeth’in durumunu da hafiften iftiraya bağlamaları ama yine de kadını yüzde yüz masum yapmamaları filmin güzelliğiydi. 

Roma’nın suikasta kurban giden Brütüszedesi Julius Caesar


Shakespeare’in Caesar’ından uyarlanan filmde devrik konuşma dili, öznesi sonda yüklemi başta kelimeler ve aşırı tiyatrallık hakim olsa da Marlon Brando’nun oynadığı Marcus Antonius karakterinin Caesar’ın ölüsünü senato merdivenlerine bırakıp halkı suikastçılara karşı kışkırttığı sahne efsanedir. Brutus’un ikilemi, Caesar’ın tanrılaştırılmasına tepki veren senatörlerin öfkesi, Roma tekrar krallığa dönemez düsturuyla işledikleri cinayeti makul görme çabaları ve Brutus’u oynayan James Mason’un oyunculuğu zirveydi. Karını ve kör kahini dinleyip Cicero’nun gazına gelmeseydin sen de mi Brutus demeyecektin Caesar. Bu kadar testosteron salgılayacak ne vardı? Ayrıca suikastçılardan Brutus ve Caesar’den en nefret eden Cassius’un savaşı kaybedeceklerini anlayınca Caesar’ı öldürdükleri bıçakla intihar etmeleri çok zekiceydi. O değil de 1953 yapımı filmde sen elime konuş lafını duymak eğlenceliydi.

Roma’ya isyan edip özgür bir adam olarak ölen köle Spartacus


1960 yapımı Kubrick’in yönettiği Spartacus bir Roma efsanesi olan isyancı gladyatör Spartacus’un başkaldırısını anlatıyor. Soyluların kan görme sevdası uğruna nice kölenin telef olduğu birbirleriyle dövüşü geçtik aslan kaplan gibi yırtıcı hayvanlarla bile dövüştürülen gladyatörlerin durumu ortada. Sırf eğlence için insan telef etmek nasıl bir adet orasına hiç girmiyorum bile en son iki soylu haspanın zevki için Batiatus hanesine gelen abilerin parası neyse verelim de iki köle dövüştür demesiyle ortalık karışır. Çünkü rakibini yenen Spartacus kurallara göre yendiği rakibini öldürmelidir ama rakibi aman dileyince adamı öldürmek istemez. Bu durum soylu efendileri kızdırınca Spartacus elindeki kılıcı balkondaki asillere fırlatır işte bu hareket isyanı başlatır. İsyan tüm Roma’yı etkisi altına almışken yakalanıp öldürülen Spartacus’ten sonra sona erdi. Bu film hakkında en efsane detay 70’lerin Yeşilçam efsanesi Kara Murat’ta Bizans İmparatorunun söyleyin Kara Murat kim sorusuna herkesin Kara Murat benim, hayır ben diye cevap verdiği kısım Spartacus’ten araktır. O değil de bıngıl Batiatus’un sıskalar hakkında hırsından kuruyorlar söylemi efsaneydi.  Hiç kötülük yapan bir şişman gördün mü diyerek önermesini doğrulama çabası daha komikti. Hey şişman, gladyatör yetiştirip ölümcül arena dövüşlerine salan da sen değil misin?

Kral Arthur efsanesine değinen Excalibur


Efendim bu efsane aslında druid inancını kötüleyip Hristiyanlığı yaymak isteyen rahipler tarafından uydurulmuş diyorlar. Tarihçilerin de bulabildiği reel bir kral Arthur olmadığı için bu anlatım doğru gibi duruyor. Çünkü druid inancı çoktanrıcıdır ve büyü kutsal tek tanrılı dinlerde haram olmasına rağmen druid rahiplerinin büyü yaptığı bilinen bir gerçektir. Druid bir rahip olan Merlin’in yardımı ile Cornwall dükü Gorlois’in karısı Igraine ile Gorlois kılığına girip beraber olan Kral Uther, savaşta Gorlois’i de öldürür. Babasının ölümü üzerine Uther’e de Uther’in Igraine’den olan oğlu Arthur’a da düşman olan Morgana Le Fay, Merlin’den büyücülük öğrenir. Bu arada Uther ölür, kılıcı Excalibur’u da bir kayaya saplar. Bu kılıç sihirli bir gölden çıkmış, şarkı söyleyen Excalibur'dur. Kılıcı çıkaran kişi Uther yerine kral olacaktır. Arthur efsaneden habersiz kılıcı çıkarır ve Merlin’in yardımıyla kral olur. Bu arada Guinevere ile evlenir. Babasının intikamını almak isteyen bu yolda büyücülük dersleri bile alan Lady Morgana, savaş sırasında üvey babası Uther’in tekniğini kullanarak büyü yapar. Kraliçe Guinevere’nin görünümüne girip üvey kardeşi Arthur’la beraber olan Morgana, bu birliktelikten olan oğlu Mordred’i Arthur’u öldürmesi için büyütür. Filmin sonunda büyüden gelen Arthur ve Mordred birebir dövüşte birbirlerini öldürür. Efsanenin kıssası büyü kötüdür, büyüden uzak durun. Film de bu önermeye hizmet eder.

Yunanistan’ın haşin ve gaddar çocuğu sıtmadan ölen Alexander


Yunanistan kralı tek göz Philip’le yılan kadın Olympias’ın tek çocuğu olan Alexander, babasının suikasttan ölmesiyle tahta çıkar. Suikastı anası Olympias planlamış olabilir zira kocasından hiç hazzetmezdi. Yanına yanaşmasın diye adamı yılanlarıyla korkutuyordu. En son Philip dayanamayıp bunu ümüklüyordu filan. Araları bu kadar kötü olunca Philip başka bir kadınla evlendi, ondan bir oğlu olunca Olympias, oğlu İskender tahta geçsin diye kocasına suikast düzenlemiş olabilir. Onun haricinde film bildiğiniz genç yaşta bilinen dünyanın üçte ikisini fetheden bir fatihin kahramanlığı üzerine odaklanıyor. Angelina hanımı tenzih edersek Jared Leto ve Johnathan Meyers filmdeki tüm kadınlardan güzeldi, gerisini siz düşünün. Filmin en güzel önermesi dünya hırsına kapılmayın koskoca İskender bile 36’sında sıtmadan öldü. Film hakkındaki magazinel olaylara gelirsek, tek göz Philip’in suikastçısının adamı bıçaklamadan evvel dudaklarından öpmesi Yunan halkını kızdırmış. Yunanistan ve Roma’da tarihçilerin de varlığını kabul ettiği eşcinselliğe gönderme olarak algılanan bu sahne yüzünden Yunanlılar yönetmen Oliver Stone’ye ateş püskürdü desek yeridir. Gerçi bu Oliver beyin ilk vakası değil, daha önce de Gece Yarısı Ekspresi ile yaşanan bir olayı çarpıta çarpıta Türklerin tepkisini çekmişti. Hadi bizim Ermenilerle olan ibretlik meselemiz, lobi baskısı ve Oliver beyin o dönemki Ermeni hanımı Gece Yarısı Ekspresine bir açıklama getirir de komşu size naptı da adamları kıl ettiniz Oliver bey? Hepsini geçtim de İskender rolü için niye saçına sarı boya sürdüğünüz Colin Farrer’i seçtiniz? Angelina gibi bir tanrıçanın Collin gibi bir çocuğu olabilmesi için ne bileyim at hırsızı tipli bir eşi olması lazım. Zira tek göz de olsa Philip’i oynayan bey amca öyle orman kaçkını tipli değil yakışıklı adam. İskender evlatlık gibi durmuş ana babasının yanında.

Kadın kavgasının zirvesi bir medeniyetin yok olayazdığı Troy


Efendim her şey partiye davet edilmeyen nifak tanrısının siz kim köpeksiniz de bensiz parti yaparsınız diye ortamlara nifak salmak için üzerinde en güzel kadına yazan altın elmayı tanrıçaların ortasına bırakmasıyla başlamış. Bir yandan karısı Hera diğer yandan soyka kızı Afrodit diğer yandan da savaşçı kızı Athena elma benim hakkım diye tanrılar kralı Zeus’a baskı yapınca koskoca Zeus ben bu kadar kadınla uğraşamam diye onları çoban Paris’e yönlendirilmiş. Üç kadının da rüşvet teklif ettiği Paris çapsızı bilgelik, savaşçılık dururken gidip Manukyan kılıklı Afrodit’tin dünyanın en güzel kadınının aşkı teklifini seçer. Oysa dünyanın en güzel kadını olan Helen Meneleus’la evlidir. Adamın adı da bu Paris yüzünden geometri boynuzlu adam teoremine verilmiş. Paris malı Helen’i kaçırınca Meneleus o Truva’yı çobanın başına yıkacam diye ağabeyi Agememnon‘dan yardım ister ağabeyi de bunun sidikli karısı pek umurumda değil de hengamede Truva’yı da alırız oh mis diye Truva’ya savaş açar. Yunanistan’ın en iyi savaşçısı Aşil de şan şöhret için bu savaşa katılır. Garip anası çilekeş anası gitme bak bu savaşa katılırsan şöhretin olur ama ölürsün der. Ben şöhrete ucunda ölüm olsa da giderim diyen ilgi manyağı Aşil’le onun embesil kuzeni ve tabi ki karı manyağı Paris yüzünden canım Hektor helak oldu ayol. Bu filmin en unutulmaz yönü her filmde ölmesiyle nam salmış Sean Bean beyin bu filmde ölmemesidir. Entel sinemacılar arasında hava atmak için kullanılacak bilgiler kısmındadır. Bi de filmin tüm Yunanlıları sarışın renkli gözlü tüm Anadolu'lu Truvalıları da esmer oyunculardan seçmesi aşırı ırkçı gelmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder