22 Temmuz 2017 Cumartesi

      Başrolde Üç Harflilerin Olmadığı Beş Yerli Korku Gerilim Filmi

   Yerli korku filmlerimizi bilen bilir. Özellikle Dabbe ve Musallat serisinin başarısından sonra pek çok yapımcı ve yönetmen korku filmlerine yöneldi. Fakat korku filmlerimizin sayısı maalesef konusunu değiştirmedi. İslami ögelere dayanan korku sinemamızın bir numaralı korku ögesi ise tek derdi insanlara musallat olup, onları çarpıp duran üç harfliler olmuş. Tamam, korku sinemasının bir numaralı ögesi her zaman doğaüstü varlıklardır. Bu sadece bizde değil dünya sinemasında da böyle de şu klişenin bari özgün bir senaryosu olsun. Yemin ediyorum 2000’den bu yana elli tane korku filmi yaptıksa bunların 49’u senaryosal örgü olarak 1973 yapımı Hollywood filmi Exorcist’ten farksız değil. Kabul edelim ki, sinemamızda özgünlük Yeşilçam döneminden beri yok. Bu korku filmlerimiz için de geçerli, izlediğimiz her korku filminde bir Hollywood etkisi görebiliyoruz. Bazıları ise türün başarılı filmlerini taklit edip özgün olmaktansa takipçi bir gölge oluyorlar. Sevdiğin, hatta hastası olduğun filme saygı duruşu niteliğinde gönderme yapmakta bir sorun yok ama birebir taklit edince durum değişir. Başta da değindiğim gibi gelişmekte olan bir korku sinemamız var ve bu türün hayranlarını memnun eden bir durum. Fakat korku filmi severler olarak her yıl çıkan on korku filminden dokuzunun üç harfli mevzuna saplanıp kalması korku sinemamızın gelişimini tıkayacak korkusu da yaşıyoruz. Bu yüzden bu haftaki yazımda içinde üç harfli barındırmayan yerli yapımları derledim. Çağrılan da üç harfliler olsa da o da çekim tekniği ile fark yarattığı ve konu itibariyle diğer üç harfli korku filmlerinden farklı olduğu için listeye dahil ettim. Filmler kalite açısından her ne kadar bir Hasan Karacadağ, bir Alper Mestçi çizgisinde olmasa da sırf yeni konu denedikleri için, tüm eksiklerine rağmen böyle bir liste hazırlamaya karar verdim. Hatta içlerinde bazıları ümit vadettikleri için türün hayranları tarafından keşfedilmeleri ve yönetmenlerinin daha başarılı işlere imza atması dileğiyle… 

Ceberrut


Youtube üzerinden kısa korku filmleri çekerek viral olmaya çalışan dört arkadaş, viral olalım derken rezil olur. Kısa yoldan şöhrete ulaşıp, köşe olmaya çalışan çocuklar, fake videolar çekip bu bir gerçek hikayedir diyerek pazarlamaya çalışırlar. Ormanlık alanda kamp yapan çifte musallat olan ormanlık alanın rahmetlisi konulu film çekmeye çalışırlarken çuvallayan ekip, viral olmaya çalıştıkları internet camiasında rezil rüsva olur. Karizmayı kurtarmaya çalışan ekibin lideri olduğunu sandığımız eleman Tuzla’daki perili eve gitmeyi önerir. Hikayeye göre evde kalan zengin ailenin kızları kaybolmuş, kız bulunamayınca üvey anne üzüntüden intihar etmiş, baba da evi satıp kayıplara karışmış. O günden sonra komşular ve evi satın alan aileler evde paranormal olaylar olduğunu iddia ediyormuş. Kapıların ya da pencerelerin kendi kendine açılması, ev boş olmasına rağmen ışıkların yanıp sönmesi, ya da evden çığlık seslerinin gelmesi gibi. İşte ekibimiz bu evde bir gece geçirip, fake bir videoyu gerçekmiş gibi internete koyarak diğer videonun rezilliğinden kurtulmayı ve viral olmayı beklerler. Tuzla kazan ekip kepçe internette gördükleri perili evi arar. Ekip sonunda evi bulur fakat bu sefer de emlakçı başlarında bir yetkili olmadan, film için bile olsa dört gence ev kiralamak istemez. Bunun üzerine gençler, başını çok defa belaya soktukları üniversiteden bir hocalarından yardım ister. Bu hoca modeli de her üniversitede bulunan, öğrencileriyle kanka geçinen ve onların ipiyle kuyuya indiği için de başı beladan kurtulmayan bir tiptir. Yekta bey de ekmeğe sürülecek kadar aklı olmayan öğrencilerinin aklıyla perili eve gidince anasından emdiği süt burnundan gelir. Önce elektriği açmak için bodruma inen ekip, bir korku filmi klişesi olan bodrumda elektrik açayım derken ölme olayına girmezler. Fakat filme adını veren goril burunlu ceberrut bodrumda yaşamaktadır. Elektriği açtıktan sonra evdeki enerjiyi ölçmeye çalışan ekip, üst kattaki duvardan sinyal alır, fakat bir duvardan niye sinyal aldıklarını anlayamazlar. Yemek yemek için alt kata inen ekip, karnını doyurduktan sonra çekecekleri fake video için işe koyulur, Yekta hoca da şömine başında kestirir. Bu sırada evin içinde dolanmaya başlayan küçük kızın ruhu, Yekta hocanın rüyasına girip başına gelenleri gösterir. Zavallı yavrucak, ilgisiz babasının eline bıraktığı üvey annesinden çok çekmiştir. Yalnız buradaki üvey anne cidden sadist kötü denecek cinsten, kızı en ufak bir sebepten azarlayıp, goril burunlu ceberrutun yaşadığı bodruma kilitliyor. Fakat ceberrut ne hikmetse kıza bir şey yapmıyor, kız ondan korkmasına rağmen ceberrut onunla evcilik filan oynuyor. Üvey annesi korkudan altına kaçırdı diye, küçük kızı döverken öldürüp cesedi de gömer ve kocasına kızın kaybolduğunu söyler. Küçük kızın öldürülmesi üzerine üvey anneyi bahçe hortumuyla ağaca asan ceberrut, civar halkı tarafından bilinmediği için konu komşu kız kaybolunca üvey annesi kahrından kendini astı filan der. Tüm bunları rüyasında gören Yekta hoca korkuyla uyanıp üst kattaki duvara koşar, duvarın arkasında öldürülen küçük kızın odası vardır. Kızla ceberrut arasında bir kankalık müessesesi geliştiğini bu odadan anlarız. Kızcağız duvara tek arkadaşı ceberrutun resimlerini filan çizmiş. Olanlardan hiçbir şey anlamayan ekip şaşkınlıkla alt kata iner, tam bu sırada ekipten birinin içine giren küçük kız, evden gitmeleri konusunda ekibi uyarır. Fakat içine girdiği kız baygınlık geçirince ekip kaçıp gitmek yerine sanki hayalet avcısıymış gibi neler olduğunu araştırmaya kalkar. Ceberrut evin tüm kapı ve pencerelerini kilitleyip onları esir aldığındaysa her şey için çok geçtir. Ekip üyeleri teker teker ceberrut tarafından öldürülür ve gaibe karışırlar. Film, paranormal olaylar hakkında program yapan, daha doğrusu televizyon hileleriyle paranolmal olay oluyormuş gibi gösteren bir ekibin, gittikleri gerçekten paranormal olaylar yaşanan bir evde yok olmalarını konu alan, 2011 yapımı Mezar Buluşmaları filmine benzer. Filmin hem yönetmeni hem senaristi hem de oyuncusu olan Özgür Yelence, Bizimkiler dizisinin yönetmeni Yalçın Yelence’nin oğludur. Baba mesleğini seçen yönetmen, babasının tam tersi bir tür olan korkuya yönelmiş. Korku filmi her ne kadar yapımcılar tarafından en ucuza mal edilen ve iyi hasıla yapan bir tür olarak benimsense de eğer efekte, doğaüstü olaylara bulaşan bir senaryonuz varsa sizi en zorlayacak film türlerinin başında gelir. Çünkü plastik makyaj pahalı, kaliteli bir efektse ondan pahalıdır. Eğer bu ikisi yoksa korku filmi çekiyorum diye başladığın film kurguda komediye dönüşür. Fakat bu filmin sorunu makyajdan efektten çok oyunculuktu. Tamam korku filmlerinden oscarlık oyunculuk beklenmez ama filmdeki oyunculuk aşırı amatörceydi.  Film olduğunu hissettirmeyen abartı bir oyunculuk vardı.

Çağrılan


Ecnebice adıyla Found Footage bizdeki adıyla buluntu film örneği olan Çağrılan, bir grup sinema öğrencisinin bitirme tezi olarak düşündükleri ama başlarına iş açan canlı yayında korku filmi çekme fikrinden yola çıkıyor. Deneysel bir tür olan buluntu film Cannibal Holocaus ile başlar Blair Cadısı ile tüm dünyaya yayılır. Az masraflı ve izleyici tarafından sevilen bir tür olan buluntu film yapımcıların denemeyi sevdiği bir film türüdür. İyi çekileni güzel olmasına rağmen kötüsü de izleyeni ifrit edecek kadar felakettir. Buluntu film türünü bir kenara bırakıp Çağrılan filmine gelecek olursak, filmin jeneriği inanılmaz iyi. Yerli bir filmden çok yabancı bir korku gerilim dizisinin jeneriği gibi, hani jeneriğe verilen özen filmin tamamına yayılsa herhalde efsane bir yerli filmle karşı karşıya olabilirdik. Yönetmeni Hüseyin Eleman’ın ilk korku denemsiymiş, o değil de adam Altın Portakal’da ödül almış. Ödüllü yönetmen de olsan korku filmi içinde ukteyse kaçamıyorsun işte. Dört oyuncu, bir sesçi, bir kameraman, bir kurgucu, bir ikinci kameraman ve bir de danışman hocayla başlayan canlı korku filmi denemesinde dua okuyarak cin çağıran eleman, uyduruk bir şey okumak yerine gerçek dua okuyunca ortalık karışır. Çağrılan gelmiştir, üstelik hiç de dost canlısı olmayan çağrılanın gitmeye de niyeti yoktur. Çocuklar eski güzel sanatlar binasında kapalı kalır, çıkışın duvarla kapatıldığı, telefonların çekmediği, seyircilerin olduğu kısımda yangının çıktığı güzel sanatlar fakültesine ambulans, itfaiye, polis ve basın hücum eder. Dışardakiler içeri girmeye, içeridekiler dışarı çıkmaya çalışırken gurubun içindeki sesçi kız çağrılan ama görünmeyen tarafından öldürülür. Grup iyice paniklemişken Theon Greyjoy görünümlü kurgucu Umut’ta boynuna dolanan yangın hortumuyla koridor boyunca sürüklenip kayıplara karışır. Olaya çevik kuvvet müdahale edecektir, içeridekilerle okul koridorlarındaki hoparlör yardımıyla irtibata geçilir. Gruptakilere gitmeleri gereken yer söylenir, çevik kuvvet polisleri onları kurtarmaya gelecektir. Danışman hocaları ayrılmaları gerektiğini söyler, diğerleri itiraz etse de çıkışı çabuk bulmak için bunun gerekli olduğuna ikna olurlar. Önce grubun seksi kızı Merve’nin içine üç harfli girer ve kız tövbe estağfurullah bir şeye dönüşür. Düz duvara tırmanıp, vücudundaki kemikleri erimiş gibi, ters köprü kurup, geri geri yürümeye başlar. Kızın içine giren üç harfliyi öldürmek isteyen kameraman sevgilisi Tolga, koca omuz kamerasıyla kızın kafasını yarar. Üç harfli diye Merve’yi öldüren Tolga’nın da koridorda kafası kopar, olaylara şahit olan Mehmet’te duvara kafa atarak ölür. İçine üç harfli giren Özge’nin zombiye dönüşüp ölü çevik kuvveti yediği bölüm haddinden uzun tutulmuştu. Tıpkı içine cin giren Merve’nin portatif masa gibi kıvrılıp durması gibi… Okulda sıkışıp kalan ekipten sadece danışman hoca kurtulur. Zaten grubu ikiye ayırma konusunda ısrar eden hocada bir tuhaflık olduğunu anlarsınız da adamın içindeki sadistliği üç harflilerle işbirliğine girerek gidermeye çalışması cidden şaşırtıcıydı. Filmdeki oyunculuk genel itibariyle zayıf olsa da yönetmen fazla yakın plan kullanmayarak bu sorunu çözmüş.   

El Ebyaz: Şeytanın Çocukları


Sanırım listede oyunculuk olarak sırıtmayan tek film El Ebyaz. Ayrıca konu alarak da diğer yerli korku gerilimlerden ayrılan film, yerli korku gerilimlerinden çok İspanyol gerilimlerine benziyor. Tarihi eser kaçakçıları Ege denizinde içinde Süleyman’ın vazosunun da bulunduğu bir lahit bulurlar. Efsaneye göre Süleyman Peygamber El Ebyaz ve asi cinleri bu vazonun içine kapatmış. Vazoyu bulan tarihi eser kaçakçısı kapağı açar ve gemi karışır, geminin içindeki herkes ölür. Açılış kısmındaki bu gizemli ölümlerden sonra film bir grup arkeoloğu merkezine alır. Bu arkeolog grubu iki yıl evvel içinde cinayet işlenen gemiye gidip oradaki lahit üzerinde inceleme yapacaktır. Gruptaki arkeologlardan Seda’nın psikolojik sorunları vardır ve ilaç kullanmaktadır, ayrıca genç kadın aynaya da bakamamaktadır. Gruptaki bir diğer arkeolog Aynur ise Seda’dan hiç hazzetmez ve onu sürekli grubun diğer iki arkeoloğu Kadir ve Cüneyt’e kötüler. Üniversitede beraber okuduğu ve aynı yurt odasını paylaştığı Seda’nın şizofren olduğunu ve hırsızlık yaptığını söyleyen Aynur, negatif bir insan olduğu için Cüneyt ve Kadir onu dikkate almaz. Gemiye giren arkeolog grubu lahitteki tarihi eserleri incelediğinde aynı dönemde ve aynı bölgede yaşamayan medeniyetlere ait bulgulara rastlarlar. Antik Roma medeniyetine ait lahitten Süleyman’ın vazosunun çıkması arkeoloji tarihi için bir gizemdir. Derken Seda, Süleyman’ın vazosu hakkındaki efsaneyi ekipteki stajyer öğrenciye anlatırken Ayşegül hocaya yakalanır. Seda dile getirmek istemese de iki yıl evvel gemide yaşanan katliamı bu vazonun açılmasıyla serbest kalan El Ebyaz ve asi cinlere bağlamaktadır. Ege denizindeki gemi Türkiye ve Yunanistan sınırında olduğu için Türk ve Yunan arkeologlar beraber inceleme yapacaktır. Geminin Selanik tarafına geçmesi için Yunan yetkililerden izin beklenmektedir, tam bu sırada fırtına çıkar. Geminin aşırı sallanması yüzünden stajyer öğrenciyi deniz tutar ve kız odasından çıkamaz hale gelir. Bu sırada Seda da hayalini gördüğü vakti zamanında ölmüş, filmin tek kötü yanı olan, palyaço makyajlı hemşire hanım ve benden kaçamazsın diyen uzun, ince psikopat kadının hayaliyle cebelleşmektedir. Stajyer kızın öldürülüp cesedinin kayıplara karışmasıyla başlayan süreçte, Ayşegül hoca kafasına düşen bir balta, Aynur suratına çarpan bir gemi kapağı, Cüneyt ise aniden alev alarak can verir. Geminin kaptanı ise stajyer kızı ararken kayıplara karışır. Sadece Seda ve Kadir hayatta kalmışken ve Seda, Süleyman’ın vazosundaki cinler gemiyi bastı, hepimiz ölüciyiz diye ciyaklarken Kadir silahını Seda’ya doğrultur. Kadir iki yıl evvelki tarihi eser kaçakçılarının katliamı da dahil olmak üzere gemideki herkesi cinlerin değil Seda’nın öldürdüğünü öğrenmiştir. Ve iki binli yıllardan itibaren gelişen korku gerilim film sektörümüzde cinler ilk defa bu filmle aklanmıştır. Her filmde insanlara musallat olup etmediğini bırakmayan kötü karakter olarak lanse edilen cinleri aklayan El Ebyaz, asıl tehlike cinler değil insanlardır der. Zira Seda filmin sonunda çakal geçinen Kadir’i bile elinden aldığı silahla öldürmüştü.

Alameti Kıyamet


Bir film düşünün ki içinde Kubrick’in eğik açıları, David Lynch tarzı mekan seçimleri ve Roman Polanski’nin senaryosu olsun ama gene de bir olmamışlık olsun. İşte Alamet-i Kıyamet filmi de bu olmamışlığı barındırıyor. Bir kere film Rosemary’s Baby’nin aynısı, sadece içine al ruhu, 1999 Depremi gibi bizden ögeler eklenmiş. Film, camisini kurtarmak için kızını feda eden bir imamın illüminati ile iletişime geçmesi ve deccalin doğumuna sebebiyet vermesini konu alıyor. Tıpkı Rosemary’s Baby’de olduğu gibi Alamet-i Kıyamet’te de deccalin anne adayı olacak hanımın dini alt yapısı var. Rosemary Katolik okulunda okumuş, Elif’in ise babası imammış. Senaryoya kesinlikle kötü diyemem ama orijinal değil, fakay olay örgüsü kesinlikle sağlam ve gerilim temposu yüksek. Tuhaf komşu kadın ve zombi kocası, onların içine kapanık korkak torunu Doruk, her şeye maydanoz olan diğer komşu kadın ve onun sessiz dev oğlu… Elif alt katından kodamanların çıkıp durduğu, merdiveni olmayan bir apartmanda yaşamaktadır, komşuları hayatına müdahale edip durur. Babasından, annesini döverek öldürdüğü için nefret eden Elif, sırf babası çok dindar olmasına rağmen annesinin ölümüne neden oldu diye ateizmi seçmiş. Ama babası çocukken iki annesine vurduysa bir de bunun kafasına vurup da beynini mi ezmiş nedir? Bu salak, cana kıyan birisinin nasıl dini bütün olduğunu sorgulamaz, kolay yolu seçer. Sonra da işler karışınca nefret ettiği babasından yardım ister. Ama zaten başına bu işleri açan babasıdır. Babası yaşındaki zengin bir adamdan hamile kalan Elif’in cidden akli melekeleri yerinde değil. Babası yaşındaki bir adama aşık olmasını içinde eksik olan baba sevgisine bağlarız da Bağcılar’ın yolunu bilmeyecek kadar zengin bir adamın fabrikada çalışan fakir bir Bağcılar kızıyla ilişki yaşamasını sadece üç şeye bağlarsınız. Birincisi bu adam çocuk hasretiyle yanmaktadır, karısıyla çocukları olmaz ve adam da fakir, kimsesiz bir kız bulup ona dümenden yanaşır. Amacı bir çocuk sahibi olup, kızdan da kurtulmaktır, kurtuluş kolay olsun diye de eline para sıkıştırabileceği kadar fakir ve ardını arayanın olmayacağı kimsesiz bir kızı seçer. Elif’in sevgilisi Can, bu şıkka uymaktadır. Çünkü arasının bozuk olduğu karısıyla çocukları yoktur ve karısı bu konudan şikayet edince kalkıp kadının boğazına yapışacak kadar da tehlikeli bir adamdır. İkinci ihtimalse bu adam sadistin tekidir, parasıyla gözünü boyayacağı kimsesiz bir kızı seviyorum ayağına kandırıp işkenceler eder. Karısını ümükleyen Can beyde tehlikeli bir potansiyel olsa da sadizm belirtileri yoktu. Üçüncü ve en tehlikeli ihtimalse bu adam tarikatçıdır ve tek amacı fakir ve kimsesiz kızı kandırıp tarikat ayinine kurban etmektir. Yani bırakın bu romantik Yeşilçam kafasını, fakir kız, zengin oğlan masallarını, acık gerçekçi olun. Davul bile dengi dengine diyor, bir yerde film Elif ve Can ilişkisi üzerinden.  Ki öyle de oluyor zaten, Can’ın sana bir sürprizim var diye kıza tuttuğu ev sayesinde Elif aylarının nasıl geçtiğini bile bilmiyor. Yaşadığı günleri unutan genç kız psikoloğa gidip yaşadığı ev ve komşuları hakkındaki tedirginliğinden girip gece gördüğü tuhaf kabuslardan çıkıyor ama psikolog bey kızı önemsemiyor. Neden mi? Çünkü o da tarikatçı. Etrafı tarikatçılar tarafından sarılan Elif, bir iş arkadaşının yanına sığınıyor ama onu da nedense Al ruhu öldürüyor. Al ruhunun filmdeki tek mantıklı açıklaması Elif’in çocuğunun peşinde olması, kızı aşağılayıp üzen Can’ın karısını öldürmesi normal olsa da Elif’e hiçbir zararı olmayan arkadaşını öldürmesine bir anlam veremedim. O çocuğu Elif’i evden uzaklaştırmaya çalıştığı için tarikatçilerden birisi öldürmeliydi. Güzel bir gerilim olsa da oyunculuklar filmi sırtlayacak düzeyde değildi. Filmin sonunda Elif’in de tıpkı Rosemary gibi lanetli olduğuna inandığı bebeğini her şeye rağmen sahiplenmesiyle annelik duygusuna sağlam bir gönderme olmuş. Sonundaki ters köşe de iyiydi ama film içinde klişe konular barındırsa da daha özgün bir fikre oturtturulabilirdi. 

 Mel’un


Sinema türü ne olursa olsun bir sanat dalıdır ve en etkili sanatlardan biridir. Bir filmi yapmanın ne kadar zor olduğunu bildiğim için üstteki filmlerin bazıları bir başyapıt olmasa da emeğe saygı dedim. Filmlerin çoğunun kötü yönlerinden çok iyi yönlerini öne çıkarttım. Her şeyden önce korku sinemamızın sürekli kendi içinde tekrara düştüğü cin musallat olması konusuna değinmedikleri ve farklı bir konu işledikleri için emeğe saygı dedim. Oyunculuk kötü olsa da olsun ya senaryonun çıkış noktası iyi dedim ama bu filme ne diyeceğimi bilmiyorum. Youtube’de altına yapılan yorumlar kadar kırıcı bir yazı yazmak istemiyorum, bence yapıcı yorumlarla sektöre gönül verenler motive edilmeli. Fakat film izlediğim yerli korku filmlerinin içinde anlam veremediğim ve şaka olduğunu sandığım tek filmdi. Korku filmi sektörümüzden birçok korku filmi geldi, geçti. Hatta şu an ülkenin en iyi korku filmi yönetmenlerinden olan Hasan Karacadağ’ın Dabbe sersinin ilkini bile izlemiş birisi olarak korku sinemamız için tek dileğim filmin yönetmeninin de Hasan bey gibi sonradan açılması. Yıkıcı bir yorum yapmayı gerçekten istemiyorum çünkü sosyal ortamdan gördüğüm kadarıyla film yeterince eleştirilmiş, hatta yerden yere vurulmuş. Bu film için yapılacak olumlu bir yorum da bulamadığım için yazımı burada bitiriyorum.

13 Temmuz 2017 Perşembe

İtalyan Sinemasının Nevi Şahsına Münhasır Türü Giallo Filmden Kan Revan İçeren 10 Güzide Örnek

   İtalyancada sarı anlamına gelen Giallo film, aslında B sınıfı diye nitelendirilen 20. Yüzyıl ikinci çeyreğinden sonra İtalya’da ortaya çıkmış gizemli, gerilimli, kanlı ve seksi film türüdür. Korku öğeleri barındırsa da klasik korku filminden farklıdır. Giallo film için ilk kural ortada bir suç olmasıdır, anlamsızca cinayet işlemeye başlayan gözü dönmüş, sadist bir katil ya da doğaüstü bir güç ortalığı kana bular. İzlemesi bazı kesimlere keyif vermese de hatta film çoğunlukla mantık hatalarından geçilmez olsa da türün hayranları tarafından kült sayılan filmler de yok değil. Depp Red, Suspiria, Phenomena gibi filmlerle türün babası olarak anılan Dario Argento Giallo’nun en ünlü yönetmeni sayılsa da türün başlangıcını The Evil Eye ile Mario Bava yapmıştır. Zaten Argento da Bava’nın asistanıdır ve ondan devraldığı bayrağı daha ileri götürmüştür.


   Giallo filmlerin bence en büyük sorunu ters köşe yapmak için yer yer saçmalamaları. Şöyle ki, filmin başında bir cinayet işlenir, zaten film de bu cinayet üzerine kurgulanmıştır. Yüzünde maske de olsa, sadece ayakları da görünse izleyicinin katil olarak gördüğü kişinin erkek olduğu ortadadır. Fakat filmin sonunda sırf ters köşe olsun diye filmin başından beri hunharca cinayet işleyen katilimiz bir anda kadına dönüşüverir. Hem de ufak tefek, hatta yaşı yetmişe dayanmış bir kadın. Yani, tamam sinemasal gerçeklik diye bir şey var da giallo film de yaşananlar sinemasal gerçekliğe bile sığmaz. Gerçekliği bir köşeye bırakıp bir birinden kanlı on giallo filmimize geçmek istiyorum. Yalnız başta da değindiğim gibi bol kan içeren filmlerin görselleri biraz rahatsız edici olabilir. Fakat plastik makyajın pek gelişmediği daha doğrusu paraya bağlı değiştiği düşünülürse B sınıfı kategorisinde yer alan giallolardan öyle gerçekçi bir kan revan beklemeyin. Duvara yaptıkları badanadan artakalan boyayı oyuncunun ağzına burnuna boca edivermişler işte. Jilet, ustura, testere, satır ve bıçakla genel itibariyle kadınların özellikle de genç ve güzel kadınların resmen telef edildiği bir tür olan giallo, feminist gruplarca kadın düşmanlığıyla suçlanmıştır. Yer yer üç beş erkeğin de katledildiği giallo filmlerde kadınların öldürülmesi kadar seks sembolüymüşçesine teşhir edilmesi de rahatsız edici bir noktaydı. Diğerlerine oranla giyinik olan kadınlar kesici bir alet yerine suda boğularak ya da yanarak katledilirdi. Yer yer kedili seksi cadıların da arzı endam ettiği giallolar iyisiyle kötüsüyle sinemada yerini almıştır. Giallo severlerin izlemeden geçmeyeceği türün on kült filminden oluşan listeme hızla geçecek olursak:

Suspiria


Almanya’daki Kara Orman bölgesindeki özel bir okulda bale eğitimi alacak olan Suzy Bannion Amerika’dan geldiği sırada bile Almanya’daki kasvetli ortam kızı sarıp sarmalar. Yağmurlu bir havada uçağı iniş yapan Suzy, güç bela bir taksi bulup bale okuluna gitmek için yola koyulur. Fırtınalı bir havada okulun bahçesine giren Suzy, ne olduğunu anlayamadan genç bir kız koşarak okulun kapısından çıkar. Panik halde oradan uzaklaşan genç kız ve onu evine alan teyzesi katledilir. Öte yandan okula geldiği ilk günden beri bir takım olumsuzluklar yaşayan Suzy de bir arkadaşının ölümüyle korkuya kapılır. Okuldaki kör müzik hocasının, köpeği tarafından saldırıya uğraması ve ölmesiyle Suzy’nin yaşadığı gerilim iyice artar. Genç kız saygın da olsa ruhunu huzursuz eden bale okulundan gitmek ister fakat okuldaki hocalarının da tuhaf davranışlar sergilemesi üzerine ne yapacağını şaşırır. Dario Argento’nun muhteşem mekan seçimleri ve kırmızı takıntısının kendini hissettirdiği filmde tek kusur Suzy’nin uzun süredir okuldaki genç ruhlarla beslenen haminne cadıyı sivri avize çubuğuyla öldürmesiydi.

The Bird With The Crystal Plumage


Amerikalı bir yazar olan Sam Dalmas, İtalya seyahati sırasında bir cinayet girişimine şahit olur. Bir sanat galerisinin önünden geçerken uzun paltolu bir adamın genç ve güzel bir kadını öldürmeye çalıştığını gören Sam, cama vurup cinayete engel olmak ister. Katil, Sam Dalman tarafından görüldüğünü anlayınca hemen kayıplara karışır. Olay yerine gelen polisler Sam’ın pasaportuna el koyup onu bir süre daha İtalya’da tutarlar. Çünkü garibim Sam bir cinayete şahit olsa da polisin gözünde şüphelidir. Çünkü olayın iki şahidinden biri o, diğeri de yaralanan Monika hanımdır ve kadın gözlerini açıp konuşmadan Sam’in üzerindeki şüphe kalkmayacaktır. O sırada da tesadüf bu ya İtalya’da kol gezen acımasız bir katil vardır. Polisler galerideki cinayet teşebbüsünün de bu katilin işi olabileceğini düşündükleri için Sam’i gözden kaçırmak istemezler. Bu sayede uzun süredir aranan seri katili de yakaladıklarını düşünürler. Öte yandan Sam de üzerine bulaşan katil lekesini temizlemek için bir dedektif titizliğiyle cinayetleri araştırmaya başlar. Gerçek katili bulmak için çabalayan Sam’in aklından galeride yaşanan cinayet girişimi bir türlü çıkmaz. O gece, o galeride yaşananlarda bir tuhaflık vardır ama Sam ne olduğunu bir türlü çözemez. En son Monika’nın kocası Alberto’yla konuşmaya karar verir. Alberto’yla yaptığı konuşma Sam’in adamdan şüphelenmesine yol açar, o gece galeride Monika’yı öldürmeye çalışanın kocası Alberto olduğunu düşünür. Fakat ya Monika, Sam’in düşündüğü kadar masum değilse, ya Alberto karısını öldürmek yerine onun işleyeceği bir cinayete engel olmaya çalışıyorsa? Ya Sam’in yerde yaralı halde gördüğü kızıl afet Monika, İtalya’ya korku salan seri katilin ta kendisiyse?

Deep Red


İngiliz müzisyen Marcus Daly, akademide müzik eğitimi vermek için geldiği İtalya’da bir cinayete şahit olur. Anam bu giallo filmler resmen ülkedeki turistleri korkutmak için mi çekilmiş nedir? Önce Kristal Tüylü Kuş sonra Deep Red… Resmen cinayete şahit olup şüpheli durumuna düşen yabancıların dramı gibi. İşte Deep Red’de de Blow Up’tan tanıdığımız David Hemmings İngiliz piyanist Marcus rolünde. Film insanların zihnini okuyan Helga Ulmann’ın yıllar evvel işlenmiş bir cinayetin zanlısının zihnini okumasıyla başlıyor. Aslına bakarsanız Helga hanım, iki profesör tarafından davet edildiği bir konferansta şarlatan olmadığını izleyicilere kanıtlarken konferansta katılımcı olan birinin zihnine istemeden girip katil olduğunu öğreniyor. Katil tarafından izlenen Helga evinde saldırıya uğruyor. Hem de öyle böyle bir saldırı değil, kapıyı bir tekmeyle kıran katil, zavallı kadına satırla saldırıyor. Aksi gibi Helga da Marcus’un alt komşusu ve adam evine gitmek üzereyken ekibindeki müzisyenlerden Carlo’yu sokak ortasında içerken buluyor. Carlo yetenekli bir müzisyen olmasına rağmen hayattan nefret eder gibi ölümüne içen birisi, Marcus onu evine götürmek istiyor ama Carlo buna izin vermiyor. Carlo ve Marcus sokak ortasında felsefe yaparken bir çığlık duyarlar. Çığlığın nereden geldiğine bakınan Marcus, alt komşusu Helga’nın pencereye yapışmış bedenini görür. Kadın yardım istemek için pencereyi açamadan arkasından yaklaşan katil tarafından icabına bakılır. Eve doğru koşan Marcus, koridora girdiğinde farkında olmasa da aynadaki yansımadan katili görür. Fakat onu bir resim sandığı için film boyunca aslında ilk anda gördüğü katilin kim olduğunu arar durur. Tabi bu arayış sırasında ona güzel olduğu kadar da meraklı gazeteci Gianna Brezzi de yardım eder. Filmin sonunda katilin Sevda Ferdağ’ın yıllara meydan okuyamayan İtalyan ikizi olduğu anlaşılır. Cidden filmde Marta’yı canlandıran Clara Calamai, Sevda Ferdağ’ın biraz kötü yaşlanmış hali gibi. Oyuncu olan Marta evlendikten sonra kocasının zoruyla sinemadan ayrılmış ve bu durum kadında psikolojik sorunlara yol açmış. Kocasının, onun ve çocukları Carlo’nun iyiliği için kliniğe yatmasını istediği Marta, eline aldığı ekmek bıçağıyla bir Noel gecesi oğlunun gözleri önünde kocasını öldürür. Helga’nın katıldığı konferansa giden Marta’nın zihnindekiler mıknatıs gibi Helga’nın zihni tarafından çekilir. Geçmişindeki cinayetten kurtulmasının tek yolunun bu cinayeti gören psişik kadından kurtulmak olduğunu düşünen Marta, gece evini bastığı Helga’yı öldürür. Cinayete şahit olan Marcus’un kendisinin kim olduğunu bilmediğini bildiği için ona pek bulaşmaz ama kimliğini hatırlayan herkesten teker teker kurtulmaya çalışır. Fakat sonunda Marcus’ta aynada gördüğü silueti hatırlar, üstelik oğlu Carlo’da annesini korumaya çalışırken ölür. Bunun üzerine zaten psikolojik sorunları olan Marta, iyice delirir ve Marcus’u öldürmek üzere pusuya yatar. Fakat bu sefer başarılı olamaz ve asansörün kapısına sıkışan şatafatlı kolyesi ölümüne neden olur. 

Blood and Black Lace


Mario Bava’nın kağıt bebekleri hedef alan acımasız bir katilin hikayesini anlattığı Blood and Black Lace filmi İlhan Engin’in 1967 yapımı Kadın Düşmanı filmi ile benzerlik taşır. Tarih itibariyle tabi ki Bava’nın filmi daha önce çekilmiştir ve bizimkiler de ondan uyarlamış. Fakat Bava’nın filmin bütününden çok içindeki cinayete odaklandığı Blood and Black Lace filmi senaryo açısından Kadın Düşmanı filminden daha zayıftır. Tabi yerli versiyonda da asla bu kadar gerçekçi ve detaylı düşünülmüş cinayet sahnesi bulamazsınız. Filmin konusuna detaylı olarak girecek olursak bir birinden güzel kadınların modellik yaptığı bir moda evinde çalışan mankenlerden birinin ölümüyle ortalık karışır. Nedendir bilinmez sonra aynı moda evi için çalışan güzel kadınlar sırayla ölmeye başlar. Polis tüm dikkatini moda evine yönlendirir, katilin kurbanlarını sürekli buradaki modellerden seçmesinin altında bir sır olduğunu düşünür. Tam da polisin düşündüğü gibi moda evinde çalışan kızlar içinde moda evine ait karanlık bir sır barındıran defter yüzünden ölüyordu. Yüzüne opak çorap geçirmiş, şapkalı ve üç beden büyük siyah palto giymiş bir katilin hışmına uğrayan kızlar bu zalım ölümleri hak edecek ne öğrendi yahu diye geçiriyor insan içinden. Yazıktır, günahtır katil kızlardan tekini küvette boğup, üstüne bi de bıçaklamıştı. Birinin de yüzünü şömineye sokmuştu. Yani insan bu kadar zalimce işlenmiş cinayet sahnelerinden sonra Bava ve Argento’nun kadınlarla, özellikle de güzel kadınlarla derdi ne diye sorgulamadan edemiyor. Filmin sonunda polisler katil olabileceğinden şüphelendiği altı erkeği gözaltına alıyordu, eğer bir kadın daha öldürülürse katilin onlardan birisi olmadığı anlaşılacaktı. Ama eğer o altı erkek gözaltındayken bir cinayet işlenmezse o zaman katilin gözaltındaki adamlardan birisi olduğu anlaşılacaktı. Aslında katil gözaltında tutulan altı erkekten birisiydi fakat o gece bir cinayet daha işlendi. Böylece polisler diğer masum beş erkekle beraber katili de serbest bıraktı. Sonradan anladık ki, o güzelim altı kadının hunharca katledilmesine neden olan defterin içinde moda evinin sahibi hanımla, sevgilisi Franco’nun gizli sırları varmış. Kızlardan birisi bu defteri fark edip içindekileri öğrenince Franco da kızı öldürmüş. Sonra da defterden haberdar olan diğer kızları da sırları ortaya çıkmasın diye teker teker öldürmüş. Franco’nun serbest kalması için son cinayeti de moda evinin sahibi hanım abla işlemiş. Franco bey şaşkınca karakoldan çıkınca da moda evinde sevgilisinin hışmına uğruyordu. Şöyle ki moda evinin sahibi kontes hanım, bu kontes unvanını kocası kont bey sayesinde alıyor. Kont beyle beraberken Franco ile de ilişkisi olan kontes hanım, sevgilisi ile birlik olup kocasını öldürüyor. Böylece adamın serveti de bunlara kalıyor, işte nasıl bir hıyarlıksa kadın böyle bir sırrı günlük tutuyormuş ve sıradan bir olaymış gibi deftere not etmiş. Tabi defteri okuyan kızlardan birisi de bu bilginin ne kadar değerli olduğunu fark edince bildiği bu sır karşılığında para beklerken canından oluyor. Kontes hanım Franco beyin aşkı yüzünden şantajlara maruz kalmışken Franco bey tarafından moda evindeki mankenlerden biriyle aldatınca kan beynine sıçrıyor. Yani kadın sevgilisini kurtarmak için değil, onunla hesaplaşmak için cinayet işleyip Franco’nun polis gözetiminden çıkmasını sağlıyor.  

Black Sabbath


Mario Bava’nın 1963 yapımı filmi üç kısa korku filminden oluşuyor. Filmin başında ve sonunda korku sinemasının ünlü oyuncusu Boris Karloff sunuculuk yapıyor. İlk film Telefon, telefon sapığına maruz kalan genç ve güzel bir kadının korku dolu gecesini anlatıyor. Telefonu çalan genç kadına karşıdaki ses öleceğini söylemektedir, bu metafor günümüzde bile hala korku alt türü gerilim filmlerinin vazgeçilmez öğesidir. İkinci film Su Damlası’nda açgözlü bir hemşirenin ölmek üzere olan yaşlı kontesin değerli mücevherini çalması yüzünden başına gelenler anlatılıyor. Ölmek üzere, neredeyse kendi kendine mumyalaşmış kontes hanımın vakitleri sayılıdır. Kadının çok değerli bir yüzüğü vardır. Ona bakmak için gelen hemşire hanım da sanki üzerine vazifeymiş gibi bu güzel mücevher de toprak altında mı kalsın diye, ölü kadının parmağından yüzüğünü çalar. Ablacım sana ne zavallının yüzüğünden? Kadının çoluğuna çocuğuna kalır. Resmen hırsızlık yapıyorsun bir de kahvaltıda yürek mi yemiş nedir? Resimdeki ablanın yüzüğünü çalıyor. Yahu şu suratı gören hamile kadın çocuk düşürür, şu suratı gece gören aklını kaçırır. Sen ne cesaretle bu surata sahip, pişmiş kelle sırıtışlı, botoks mağduru görünümlü kadının yüzüğünü çalıyorsun. Vallahi bu hemşire hanım başına geleni hak etti. Eve gelir gelmez su damlası sesleri duymaya başlayan hemşire ablanın korkudan üç buçuk attığı sahneler bayağı gerilimliydi. İzlerken aklımıza gelse de yok canım, kadın vicdan azabı çekiyor, kontesin hortlağı evi basacak değil ya derken, bir bakıyorsun kontes hanım öbür taraftan kıymetli yüzüğü için gelmiş. Bu metafor da günümüzde dahi korku filmlerinin aranan öğesi konumunda. Hatta öyle ki bizim Sır Kapısı’nın bir bölümünde dahi yüzüğü için öbür taraftan gelme motifi işlenmişti. Bu da bize öğretiyor ki, yüzük kadınlar için çok kıymetli bir mücevher ve bir kadın ölse dahi yüzüğünden vazgeçmiyor. Yüzük kadının kıymetlisi ve efendisi olmuş durumda. Üçüncü hikaye Wurdulak ise Rusya’nın soğuk ve karanlık ikliminde geçiyor. Gotik bir mekanda geçen filmde wurdulak olarak anılan şey aslında vampirin Rusçası. Gorca bey amca Tatar Ali adındaki bir wurdulakı öldürmeye ant içip evi terk etmiş ve giderken de çocuklarına eğer şu tarihe kadar gelmezsem benden ümidi kesin demiş. Zira adam bir vampirin peşinden gidiyor, sonucunda kendisinin de vampir olma riski var. İşte bu sebepten gitmeden evvel ev ahalisine eğer geri geldiğimde yaralıysam sakın beni içeri almayın demeyi de ihmal etmiyor. Fakat evlat işte uzun yoldan dönmüş yaşlı babasını nasıl eve almasınlar. Filmin sonunda Tatar Ali isimli wurdulakı öldüreyim derken kendisi de wurdulak olan Gorca ( Boris Karloff ) tüm ev ahalisinin kanını emiyordu.

Phenomena


İçine kapanık ve utangaç bir kız olan Jennifer, nasıl yaptığını kendisi de bilmese de sineklerle telepatik olarak iletişime geçmektedir. Ailesi uyku sorunları çeken genç kızı özel bir okula gönderir, genç kızın yaşadığı uyku probleminin nedeni bir türlü anlaşılamaz. Bu yüzden Jennifer okuldaki diğer kızlar tarafından dışlanır. Bir gün yine diğer kızlar tarafından üzerine gelindiği sırada Jennifer farkında olmadan böceklerle iletişime geçer ve onunla alay eden kıza böcekler saldırmaya başlar. Jennifer, Stephen King’in Carrie’si gibi kendisine sataşanlara psişik güçleriyle karşılık veredursun okulunun yakınlarındaki civar kasabada acımasız cinayetler işlenmektedir. Jennifer’in böceklerle iletişime geçmesi adli entomoloji sayesinde katilin bulunmasına yardımcı olacaktır. Tabi zavallı Jennifer da katilin evini böcekleri sayesinde bulur bulmaz polise haber vermeden eve dalınca az daha canından oluyordu ya, neyse son anda paçayı yırttı.

The Red Queen Kills Seven Times


Almanya’nın soylu ailelerinden Wildenbrück ailesinin geçmişinde korkunç bir olay vardır. Kızıl Kraliçe ve Kara Kraliçe birbirleriyle hiç anlaşamayan iki kız kardeşmiş, bir gün Kara Kraliçe, Kızıl Kraliçe’yi öldürmüş. Daha sonra intikam için gelen Kızıl Kraliçe altı masum insanı öldürdükten sonra yedinci olarak da kardeşi Kara Kraliçeyi öldürmüş. Fakat daha korkuncu bu olay Wildenbrück ailesinde her yüz yılda bir yaşanmaya başlamış. Her yüz yılda bir birbirinden nefret eden iki kız kardeşten biri diğerini öldürür ve daha sonra da öldüren kız kardeşle beraber yedi kişi ölen kız kardeşin ruhu tarafından öldürülürmüş. Bu olayın tekrar yaşanmasından korkan Tobias Wildenbrück yeğenleri Kitty ve Rosemary’nin bu yüz yıldaki kardeşler olduğunu bildiği için iki kardeşi ayrı ayrı büyütmeye karar vermiş. Rosemary’i Kitty’den ayrı büyüterek ailesini lanetten koruyacağını düşünmüş, fakat her şey Rosemary yerine Kitty’nin kardeşiymiş gibi aileye aldığı Evelyn’in Kitty tarafından yanlışlıkla öldürülmesiyle değişir. Önce Tobias kalp krizinden ölür, üstelik Tobias’ın yeğeni Franziska ve kocası Herbert, Tobias’ın öldüğü gece bahçede Evelyn’i görmüşlerdir. Kitty lanetin gerçekleştiğini ve öldürdüğü kardeşi Evelyn’in onunla beraber yedi kişiyi daha öldüreceğini düşünüp korkmaya başlar. Daha sonra da teker teker çalıştığı moda ajansındakiler ölmeye başlar. En son sevgilisi Martin’in akıl hastanesindeki karısı Elisabeth de ölünce polisin gözündeki en büyük şüpheli Martin olur. Çünkü işlenen ilk cinayetle moda ajansının müdürü Hans ölünce onun yerine Martin müdür olur, ikinci cinayette ölen tasarımcı kız, Martin’in eşi Elisabeth’in yakın arkadaşıydı. Son olaraksa Martin’in karısı Elisabeth ölmüştü ve bu ölümle kadının tüm parası Martin’e kalıyordu. Martin işlenen üç cinayetten en karlı çıkan kişi olduğu için polisin gözünde şüpheli duruma düşer. Karısının doktoruyla konuşurken sevgilisi Kitty’nin ailesinde de bir takım akli sorunlar yaşayan kişiler olduğunu doktor ağzından kaçırır. Bunun üzerine Kitty ile konuşan Martin, Kızıl Kraliçe hikayesini öğrenir ve bu durumdan polise bahsetmelerini ister. Bu Martin’in üzerindeki katil zannını kaldırmak için bir fırsattır fakat Kitty bu durumdan bahsetmek istemez. Çünkü Kızıl Kraliçe hikayesinde de olduğu gibi cinayetlerin işlenmeye başlaması için önce Kızıl Kraliçe’nin kardeşi Kara Kraliçe tarafından öldürülmesi gerekiyordur. Kitty, kardeşi Evelyn’i öldürdüğünün bilinmesini istemez. Fakat filmin sonunda hepimiz olayın iç yüzünü anlarız. Ne Kızıl Kraliçenin horlayıp katliam yapması gerçektir ne de Kitty’nin kardeşi sandığı Evelyn’i öldürmesi. Her şey amcasının mirasından en yüksek payı almaya çalışan Franziska’nın planının bir parçasıdır. Film boyunca zaten yönetmen bu kadına dikkat der gibi Franziska’nın tuhaf ağız burun kıvırmalarını bize gösteriyordu. O yüzden filmin başından beri cinayetlerde Franziska’nın parmağı olduğunu anlarsınız. Ama kadının ölürken bile kimse mutlu olamıycek diye, ciyaklaması Wildenbrück ailesindeki meşhur delinin filmin başında kardeşine sadistçe eziyet eden Evelyn değil, amcasına bile para için bakan Franziska olduğunu kanıtlar nitelikteydi.

Lo Strano Vizio Della Signora Wardh


Bayan Wardh’ın Tuhaf Sapıklığı filmi ülkemizde Aşka Susayanlar adıyla uyarlanmıştı. Meral Zeren ve Kadir İnanır’ın başrolünde olduğu film bir takım değişiklikleri saymazsak İtalyan versiyonunun birebir aynısıydı. Kocası Neil’le Amerika’dan gelen Julie’nin unutmak istediği anıları vardır. Özellikle de eski sevgilisi Jean’la ilgili anılar. Ülkeye girer girmez işiyle aşırı meşgul kocası kadını yalnız bırakır, Julie bindiği takside şehirde uzun zamandır kadınları öldüren bir katil olduğunu öğrenir. O katilin eski sevgilisi Jean olduğunu düşünür ve ondan uzak durur. Fakat Jean’ın ondan uzak durmaya niyeti yoktur, kadına çiçek göndererek tacizlerine başlayan Jean, ortak arkadaşları Carol’un verdiği partide bile Julie’ye rahat vermez. Julie bu partide Carol’un kuzeni George ile tanışıp yakınlaşır, fakat bu yakınlaşma ona pahalıya patlar. Kadını arayan bir kişi George ile olan ilişkisini kocasına söylemekle tehdit edince Julie ne yapacağını şaşırır. Telefondaki ses kadından para isteyince Julie vermek istemez ama Carol parayı onun yerine istenen adrese götüreceğini söyleyince parayı vermeyi kabul eder. Fakat Carol adrese gittiğinde katil tarafından öldürülür, katilin asıl hedefinin kendisi olduğunu anlayan Julie psikolojik sorunlar yaşamaya başlar. Özellikle eski sevgilisi Jean’ın da öldüğünü öğrenmesi ile katilin ona yakın herkesi öldürdüğünü düşünen Julie korkuya kapılır. Kocası Neil’i terk edip sevgilisi George ile Madrid’e kaçan genç kadın, eski sevgilisi Jean ölmesine rağmen ondan bir çiçek alınca Jean’ın ölmeyip onun peşine düştüğünü sanır. Panik halde Madrid sokaklarında koşarken yanından geçip onu sıyıran zıpkınla iyice paniğe kapılan Julie, Jean’ın peşinde olduğunu düşünür. Sinir krizi geçiren Julie’ye George doktor bulmaya gider. Eve gelen doktor, Julie’ye bir iğne yapar ve George’a kadının sabaha kadar uyanmayacağını söyler. George da doktoru bırakmak için evden çıkar, o sırada sanki öğretmişler gibi sabaha kadar uyanmaz denen kadın uyanır ve evin içinde George diye, sevgilisini aramaya koyulur. Katil tarafından eterle uyutulan Julie, mutfağa sürüklenir. Gazı açıp tüm pencereleri kapayan katil, Julie’yi intihar süsü vererek öldürmeye çalışır. Siz de neden diye sorgulamaya başlarsınız. Neden tüm kurbanlarını usturayla öldüren katil, Julie hanımı mutfak tüpüyle öldürsün? Çünkü asıl katil, bir hostesi öldürmeye çalışırken hostes hanım, can havliyle eline geçirdiği bir makasla katil beyi mevta eder. Ve Julie’nin çevresindeki asıl tehlike katil değil, en yakın bildikleri hatta sevdikleridir. George ve Neil aralarında bir anlaşma yapıp, bu anlaşmaya Jean’ı da katıp, Julie ve Carol’dan kurtulma planları yapmışlar. Bu sayede Carol ve George’un amcasından kalan miras Carol ortadan kalkınca sadece George’a kalacak. Ve Neil de kötü giden işlerini karısının hayat sigortasından kalacak para sayesinde düzeltecekti. Julie’nin ölüm haberini alınca karakola gelen ikili polislerin önünde birbirini suçlarken arabada birbirini tebrik eder. İkilinin mutluluğu Neil’in yol kenarında Julie’yi görmesiyle silinir, polisin oyununa geldiğini anlayan ikili Julie’nin yaşadığını anlayınca polisten kaçmaya çalışırken sizlere ömür olmuştu.

İnferno


New York’ta yaşayan Rose, oturduğu apartmanın alt katındaki antikacıdan Üç Ana adında bir kitap alır ve kitabı okudukça kendi oturduğu evin de bir cadı tarafından yaptırıldığını anlar. Korkuya kapılan genç kadın Roma’da müzik okuyan kardeşi Mark’tan yardım ister ve onu yanına çağırır. Ablasının mektubunu alan Mark, mektubu dersten sonra açmayı planlamaktadır ama amfide gördüğü kedili bir kadın yüzünden aklı karışan genç adam, mektubu sırada unutur. Sıra arkadaşı Sara tarafından bulunan mektup, Sara hanımın haddinden fazla merakı yüzünden başının belaya girmesine neden olur. Rose’nin mektupta bahsettiği kitabı merak edip kütüphaneye giden genç kadın, bulduğu kitap yüzünden başına geleceklerden habersizdir. Kütüphane çıkışını ararken kütüphanenin içinde yaşayan korkunçlu cadının mekanına gelen Sara, cadının elinden zor kurtulup evine kaçar. Fakat korkudan evde yalnız kalamayacağı için asansörde tanıştığı bir muhabirden yardım ister. Sırf karşısındaki kız güzel diye, yardımın belki farklı noktada sonlanacağını düşünen denyo muhabir de kızın teklifini kabul eder. Fakat çapkınlığı başına dert olur, çünkü Sara’nın kendilerinden haberdar olduğunu anlayan Üç Ana isimli tehlikeli üç cadı bu gece Sara’dan kurtulmak için kızın evine gelir. Ve eve gelince de biliyor bilmiyor diye ayrım yapmayıp Sara ile beraber evdeki muhabiri de hakkın rahmetine kavuştururlar. Sara’dan ablasının mektubu için telefon alan Mark’ta eve bir gelir ki Sara öldürülmüş. Ablasının yanına giden genç adam, ablasının o gelmeden öldürüldüğünden habersiz evde bekler. Ablasının arkadaşı kontes Elise ile tanışan Mark, Elise ablasının nerede olduğunu bilip bilmediğini sorar. Bir başkaraktere göre oldukça akılsız davranan Mark, filmin sonunda nasıl kurtulur? Hem de New York’un en acımasız cadısının elinden nasıl yırtar anlamak mümkün değil.  

Stendhal Sendromu


Ünlü Fransız yazar Stendhal, Floransa’ya ilk defa gidince gördüğü sanat eserleri karşısında aman Allah’ım bu nasıl bir güzellik deyip baygınlık geçirir. Bu yüzden de psikolojide güzel bir sanat eseri görünce çok etkilenip bayılma ya da halüsinasyon görme durumuna Stendhal sendromu adı verilmiş. Bir nevi sanat zehirlenmesi durumu olan Stendhal Sendromu’nu konu alan 1996 yapımı Dario Argento filmi ise Stendhal Sendromundan mustarip genç polis memuresi Anna’nın peşinde olduğu seri katili ararken adamın kucağına düşmesini konu alıyor. Aslında amirleri tarafından katili bulmak için yem olarak kullanılan Anna, Floransa gibi sanat eseriyle dolu memlekette rahatsızlığı yüzünden katilin eline düşer. Adamın tecavüzüne uğrayan Anna, katil tarafından öldürülmek üzereyken polisler tarafından kurtarılır. Tecavüz ve ölüm korkusundan dolayı psikolojik sorunlar yaşayan genç kadın, kişilik bölünmesi yaşayıp kendini öldürmeye çalışan katilin kimliğine bürünür. Katilin kimliğine girdiği sırada saçına taktığı sarı peruk bile katil Alfredo’nun saç rengiyle aynı tondaydı. İçindeki katil kimliğiyle cinayetler işleyen Anna, asıl katil Alfredo’yu kendi eliyle öldürse bile onun öldüğünü inkar edip, kendi işlediği cinayetleri de onun üzerine atar. Polislerin meslektaşları Anna’daki tuhaflığı çözmesi ve katil olduğunu kabul etmek istemeyen genç kadının sinir krizi geçirmesiyle film sona erer.

6 Temmuz 2017 Perşembe

Korku Gerilim Türünün Yükselen Yıldızı İspanya Sinemasından İzleyeni Çarşaf Gibi Geren 12 Gerilim Filmi

   Hollywood’un senaryosuz efektlerle süslenmiş ve kendini tekrarlayan gerilimlerinden bıktınız mı, bizimkilerin yaptığı üç harfli korku sinemasından yaka silker mi oldunuz, Asya’nın uzun siyah saçlı, beyaz elbiseli kızından gına mı geldi? O zaman İspanya sineması tam size göre, özellikle son zamanlarda şaha kalkan korku gerilim türüyle türün hayranlarının gözlerinden minik kalpçikler çıkartıyor. Sağ gösterip sol vuran sürpriz sonlu filmlerin hastası iseniz İspanyol sineması tam size göre, üstelik zekice hazırlanmış senaryosuyla filmin sonunda kendinizi meğer neler dönmüş Kamil ya derken bulabilirsiniz. Lafı fazla uzatmadan izlerken gerilmekten koltuğa yapışacağınız on iki İspanyol korku gerilimiyle sizleri baş başa bırakıyorum.

Şeytanın Bel Kemiği


Pedro Almodovar’ın yapımcılığını üstlendiği Guillermo del Toro’nun yönettiği Şeytan’ın Bel Kemiği İspanya iç savaşı yıllarında yaşananlara çocukların gözünden bakıyor. Franco’ya karşı mücadele veren solcuların çocuklarına çiftliğinde hem bakıp hem eğitimleriyle ilgilenen Carmen’in çiftliğine bir çocuk daha getirirler. Carlos babasının savaşta öldüğünden habersiz edebiyatla ilgili, çizgi romana bayılan bir çocuktur. Çiftliğin bahçesine bir füze düşmüş ama patlamamış orada olana bitene sessiz şahitlik etmektedir, tıpkı çiftlikten kaçtığı söylenen Santi gibi. Carlos çiftlikte ilk günler çok zorlanır çünkü büyük çocuklardan Jaime tarafından sevilmez. Daha doğrusu Jaime kendi çaresizliğinin hıncını başkalarından çıkaran ortamın psikopatıdır. Çiftlikteki tek genç kız olan Conchita’ya karşı çocukça bir aşk besleyen Jaime’nin gücü Conchita’nın asabi sevgilisi Jacinto’ya yetmez. Bu yüzden de hıncını Carlos ve diğer çocuklardan alır. Daha doğrusu izleyici ilk başta Jaime’nin hırçınlığını bu gibi sebeplere bağlar. Fakat küçük çocuğun şahit olduğu ve korkudan saklamak zorunda kaldığı bir sır vardır. Bu sır da bir gece aniden ortalıktan kaybolan ve herkesin kaçtığını sandığı Santi ile ilgilidir. Öte yandan Carlos’ta bismillah daha çiftlikte kalmaya başladığı ilk geceden korkunçlu olaylar yaşamaya başlar. Ben önce Jaime ve çetesi Carlos’u korkutmaya çalışıyor sanmıştım ama kamera diğer çocuklara dönüp de hepsinin mabadında pireler uçuştuğunu görünce işin aslının hayaletler olduğunu anladım. Zaten diğer çocuklar da çiftlikte iç çeken adını verdikleri bir hayalet olduğundan bahsediyorlardı, başrol çocuk Carlos olduğu için hayalette sürekli ona görünüyordu. Aslında garibim hayaletin de bir derdi vardır, filmin asıl kötü adamı olan ve çiftlikte saklanan altın külçelerini çalıp kaçmaya çalışan Jacinto’dan intikam almak.

The Baby’s Room


Lanetli ev konulu korku filmlerine Hollywood değil de İspanyol sineması açısından bakan film, türü açısından gurur kaynağı sayılmaz hatta yer yer Juan’ın yaşadıkları ve tavırları komik bile sayılır. Film saklambaç oynayan çocuklardan birinin mahalledeki lanetli eve girişi ile başlıyor. Koridorda bulduğu radyodaki sesleri izleyen çocuk tavanından zemine su damlayan bir odaya girer ve su birikintisinden çıkan bir el çocuğu suyun içine çeker. Evet, bu olayı referans alan her Allah’ın kulu evin lanetli olduğunu ve evdeki kötü ruhların evi satın alan tüm aileleri rahatsız edeceğini düşünür. Zaten Juan ve Sonia taşınmadan evvel evi satın alan her aile evden kaçmış, tabi ki çakal emlakçı bu durumu evi sattığı kişilere kesinlikle söylemiyor. Juan ve Sonia’ya gelecek olursak hayallerindeki eve taşındıkları için sevinç içindeki genç çift ve o ikiliden doğamayacak kadar sevimli yavrucakları daha evdeki ilk gecelerinde tuhaflıklara maruz kalır. Bebek telsizinden Juan’la beraber Sonia’da tuhaf sesler duymasına rağmen evde hayalet var diye yırtınan kocasında zırnık inanmaz, hatta kocasının delirdiğini sanıp minik yavrusunu da alarak annesinin evine gider. Juan eve kurduğu bebek izleme kameralarını gece gündüz izler ve mahalledeki deli teyzeden evin geçmişini öğrenmeye çalışır. Evin karanlık mazisini öğrenince de çalıştığı gazetede paranormal olaylar hakkında yazı yazan bir amcaya danışmaya gider. Adamın Juan’a söyledikleri korku filminden çok bilim kurgu filmlerinde duyulacak cinsten, bi ara çoklu evren teorisine bile girdiler. Juan, adama ben perili evde oturuyorum demek yerine bu konuda roman yazacağım deyip ağzından laf alır. Mesela evde işlenmiş bir cinayet olduğunu farz edelim filan diye amcayı kandırır. Amca da muhtemelen o evde bir cinayet işlenmiş ve yaşananlar zamanın içinde sıkıştığı için de her gece aynı zamanda tekrarlanıyor, sen olaya hiçbir şekilde müdahale edemezsin diyerek Juan’ı bilgilendiriyor. Biz izleyiciler de evde zamanında bir cinayet işlenmişte Juan da cinayete karışanları görüyor filan sanırız. En son anlarız ki Juan geçmişte olanları değil kendi geleceğini görmektedir. Yani haftalardır Juan’ın anasından emdiği sütü burnundan getiren hayalet bey aslında Juan’ın kendi geleceğidir.

Yetimhane


Klasik İspanyol tarzı dramatik korku sinemasının en iyi örneklerinden olan Yetimhane, Allah düşmanımın başına vermesin türünde bir acıyı almış üzerine korku filmi sosu eklemiş. Laura, çocukken yaşadığı yetimhaneyi satın alıp, özel bakıma ihtiyacı olan çocuklar için bir merkeze dönüştürür. Fakat tam merkezin açılış yemeğinde oğlu Simon kaybolur. Aylarca Simon’u aramaktan perişan olan Laura, arama ekipleri ve polisin oğlundan umudunu kestiğini fark edince yıkılır ama onu asıl yıkan kocasının da oğlunun yaşadığı ihtimalinden uzaklaşmasıdır. Madam Aurora isminde bir medyum tutan Laura oğlu Simon’a ulaşmak isterken yetimhanenin geçmişine ait başka bir sırra ulaşır. Oğlunun intikam isteyen başka bir anne tarafından kaçırıldığından şüphelenen Laura polislere bu olaydan bahseder. Ama kadının bel bağladığı bu umutta boş çıkınca Laura’nın akıl sağlığı için endişelenmeye başlayan kocası onu olaylardan uzaklaştırmak ister. Evde tuhaf şeyler olduğundan şüphelenen Laura kocasını bir türlü inandıramaz, Simon’un kayboluşunu evdeki olaylara bağladığı için de evden uzaklaşmak istemez. Oğluna kavuşabilmek için her yola başvuran acılı bir annenin dramından nasıl bir korku gerilim filmi çıkar yahu diyebilirsiniz. O zaman ben de derim ki kocasını evden gitmeye ikna edip evde tek başına kalan Laura’nın evdeki çocukların hayaletiyle davul zurna bana vurma 1, 2, 3 oyununu oynadığı sahneye bakın derim. Hani şu arkanızı dönüp davul zurna bana vurma 1, 2, 3 diyene kadar arkanızdakilerin size adım adım yaklaştığı oyuna… Her arkanızı döndüğünüzde size adım adım yaklaşan, öldürülmüş ve ruhları eski yetimhanede sıkışıp kalmış çocukların size yaklaştığını düşünün. Yetimhane, çocukken kahkahalarla oynadığımız eğlenceli bir oyunla büyüyünce bizi gerebilen tek film.

Rec


Öznel planı korku filmine aktaran film Rec’te olan biteni kameraman Manu’nun gözünden görürüz. Film boyunca da Manu kardeş Allah’ını kitabını seversen o elindeki kamerayı şu Angela olacak basur ağızlının kafasına indirsene demekten kendimizi alamayız. Ben ömrü hayatımda bu kadar oksijen israfı bir karakteri sadece Paranormal Aktivite’de görmüştüm. Angela’nın mallıklarına gelmeden önce filmi kısaca bir özet geçelim. Angela yerel bir kanalda çalışan ve derdi sağlam bir haber yakalamak olan bir muhabirdir. Bunun için de keşke bir olay çıksa da bize de haber olsa diyecek kadar bencildir. O yüzden filmin sonunda mutasyona uğramış ve memeleri yer çekimine yenik düşmüş, iki tel saçı kalmış nene tarafından yerlerde sürüklenmesine zırnık acımadım. Hatta zaten son sahnede yaptığı salaklıklara dayanamayarak sürünsün köpek filan diyordum ki o korkunçlu nine bunu yerde süpürge gibi sürümeye başladı. İstediği haber olsun diye her türlü pisliği yapan gazeteciler vardır ya işte Angela da o türün temsilcisidir ve yaşadığı her şeyi de sonuna kadar hak eder. Şöyle ki itfaiyeciler hakkında haber yapan Angela keşke bir olay olsa da onu da çeksek modundadır. Ve ne dilediğine dikkat et gerçek olabilir sözüne nazire yaparcasına dilediği olur. Bir apartmanda yalnız yaşayan, kimsesiz ve yaşlı bir kadının katından sesler gelmektedir. Polis ve itfaiye olaya müdahale için olay yerine gelir. Tabi ki haber peşinde koşan Angela ve kameraman Manu da. Kadının olduğu kata çıkan polis ve itfaiyeciler ne olduğunu anlayamadan saçı başı ağarmış haminne polis memurlarından kısa ve göbekli olanı ısırır. Kan kaybeden adam için ambulans çağırırlar fakat apartmanın karantinaya alındığını öğrenirler. İçerideki polis kimsenin dışarı çıkmasına izin vermez fakat şöyle bir sorun vardır, yaşlı kadın tarafından ısırılan polis zombimsi bir şeye dönüşür. Etraftakilere saldırmaya başlar. Olayı kameraman Manu ve Angela gizlice çeker fakat ortalık karışmışmış, içeriden sesler geliyor. Manu bi sus gözünü seveyim demesine rağmen Melek Subaşı’na bağlamışçasına susmamak için inat etmiş bir Angela var karşısında. Neler oluyor bana da anlat diye kameramanı darlıyor gerzek. Yahu zaten gizli çekim yapıyorsunuz, belli ki içerisi karışık ve yakalanma ihtimaliniz var, arkadaşın da sana bi sus diyor. Bi sus sana soğan beyinli bi sussana! Film boyunca aptallığıyla beni çileden çıkardı bu Angela beyinsizi. Bi de film boyunca herkes kendini bu oksijen israfı yaşasın diye zebil etmiyor mu? Hangi dünyada yaşıyorsunuz siz ya hangi evren orası? Angela sen kaç ben onları oyalarım ne ya? Şu kadın yaşasa ne olur? O IQ seviyesiyle dünyaya ve insanlığa gram faydası yok zaten, niye o yaşasın yahu? Sen kendini kurtarmaya bak sana, sanki devlet malı mı bu da yangında en önce kurtarılacaklar arasındaymış gibi herkes Angela’yı kurtarmaya çalışıyor?

Julia’nın Gözleri


Julia, ikizi Sara’nın intiharıyla yıkılır ve kardeşinin intiharında bir bit yeniği olduğunu düşünür. Kör olan Sara’nın müzik açarak intihar etmesini anlamsız bulan Julia, kardeşinin intiharı sırasında yanında birisinin daha olduğunu düşünmektedir. Hatta Julia birisinin adım adım onları izlediğini düşünür. Kocası Isaac ise polisin buna dair bir bulgusu olmadığını ve sağlığı için Julia’nın da bu düşüncelerden kurtulması gerektiğini düşünür. Çünkü Julia’nın gözlerine etki eden bir rahatsızlığı vardır ve daha önce iki kere kriz geçiren genç kadın % 20 oranında görme yetisini kaybetmiştir. Öte yandan kocası Isaac’ta yangından mal kaçırır gibi karısını kardeşinin intihar mevzundan uzaklaştırmaya çalışmaktadır. İzleyici önceden bu durumu karısının gözleriyle alakalı hastalığa bağlar, sonuçta kadının kör kalma riski vardır. Fakat film ilerledikçe bu durumun Julia’nın hastalığından çok Isaac ve Julia’nın intihar eden kardeşi Sara arasındaki yasak ilişkiden kaynaklandığını anlarız. Julia bu durumu kocasının intiharından sonra yazdığı veda mektubuyla öğrenir ve yıkılır, anlayacağınız üzere kriz geçiren genç kadın kör kalır. Fakat şanslıdır ki uygun bir göz bulunup Julia’ya nakledilir. Doktorunun burada çok iyi bakılacaksınız demesine rağmen hastanelerden nefret ettiği için evinde kalmayı tercih eden Julia’ya hastabakıcı İvan gönderilir. Julia iki hafta boyunca gözünü ışıktan koruyacak ve sargılarını kendisi açmayacaktır. Hastabakıcısı İvan’la bir süre sonra arasında yakınlaşma doğan Julia, komşusunun tacizine uğrayınca İvan’dan yardım ister. Fakat daha sonra komşusunun kızının söyledikleriyle neye inanacağını şaşıran Julia, İvan’ın aslında tanıdığı kişi olmadığını öğrenir.

Ceset


Ülkenin en zengin ve güçlü kadınlarından Mayka Villaverde ani bir kalp krizi sonucunda ölmüştür. Tamam, her fani bir gün ölümü tadacaktır da Mayka hanımın cesedi morgdan buhar olup uçar gibi kaybolunca cinayet masası olaya el koyar. Zira Mayka hanımın cesedi kaybolmadan evvel morgun kamera sistemleri arızalanmış ve sesler duyan bekçi morga çıktıktan kısa bir süre sonra panikle olay yerinden uzaklaşmış, dahası adamcağıza araba çarpmıştır. Olay böyle olunca Mayka hanımın kayıp cesedi için yetkililer genç kocası Alex’e haber verir. Fakat o ne? Alex daha hanımının kırkı değil günü çıkmadan başka hanımla sarmaş dolaş. Kadınla Alex’in konuşmalarından anlıyoruz ki Mayka’yı mirasına konmak için bu ikisi öldürmüş. Fakat Mayka’nın cesedinin kaybolmasında bu ikilinin parmağı yok. Peki mevzu ne, bu kadının ölüsü nereye gitti? İşte o sırada Mayka’ya ölüm raporu veren doktor abla Mayka’nın katalepsi geçirmiş olabileceğini söyler. Yani kadının kaslarında geçici olarak bir kasılma yaşanmış ve hareket etmeyince ölü sanılmış. Kadının kendi kendine morgdan gitme ihtimali katalepsiyle çözülse de Mayka’nın ayaklandığını gören gece bekçisinin şeytan görmüş gibi kaçması üstelikte kaza geçirip komalık olması tüm şüpheleri Alex’in üzerine çevirir. Dedektif Jaime, Alex’in karısını öldürdüğünden şüphelenmektedir ve bu yüzden de adamı itiraf ettirmek için çok sert davranır. Onun bu sert tavırları ekibinin ve dr. Tpia’nın endişelenmesine yol açar. Çünkü on yıl evvel karısını bir trafik kazasında kaybeden dedektif Jaime hala sinirlerine hakim olmakta zorlanmaktadır. Öte yandan Alex, karısı Mayka’nın ölmediğini onu suçlu göstermek için bu oyunu oynadığını düşünür. Çünkü sevgilisi Carla’nın eline içinde ikisinin resimleri olan bir zarf geçmiştir. Carla bu durumdan polis kontrolündeki Alex’i haberdar eder. Mayka’nın peşine dedektif taktığını anlayan Alex, ava giderken avlandığını Mayka’nın tuzağına düştüğünü anlar. Aldatıldığını öğrenen karısının tek amacı ölmüş gibi numara yapıp kocasını suçlu duruma düşürmek ve kocasının sevgilisini öldürmektir. Sonuçta Mayka zengin ve güçlü bir kadındır, üstelik de akıllıdır. Carla’nın hayatının tehlikede olduğunu anlayan Alex, Jaime’ye her şeyi itiraf edip Mayka’dan önce Carla’ya ulaşması için yardım ister. Peki ya her şey Alex’in düşündüğünden daha farklıysa, ya Mayka gerçekten öldüyse ve sıradaki kurban oysa?

La Cara Oculta


Adrian, sevgilisi Belen’in onu terk etmesi üzerine bunalıma girer ve gittiği kafede tanıştığı garson kız Fabiana’da teselli bulmak ister. Fakat Belen aslında onu terk etmemiş, sadece test etmek istemiştir. Çünkü İspanya’da tasarımcılık yapan genç kız, sevgilisi Adrian’ın Bogota senfoni orkestrasına şeflik etmek üzere Kolombiya’ya gitmesi üzerine sevgilisinin isteğiyle her şeyi geride bırakıp Kolombiya’ya gelmiştir. Fakat bunun karşılığında lavuk Adrian, korodaki aşüfte kemancı Veronika ile fingirdemektedir. Belen bu konuda hesap sorduğunda bunun normal bir şey olduğunu herkesin birbiriyle flörtleştiğini söyler. Belen ev sahibi Emma ile bu konuda konuşurken Emma aşkın fedakarlık istediğini söyler. Çünkü o da sevdiği adam için fedakarlık yapmıştır. Belen’in elinden tutup kocasının zamanında evin gizli bir köşesine yaptığı panik odasını gösterir. Belen bu panik odasında saklanıp kendisini terk ettiğini düşünen sevgilisi Adrian’ın tepkisini ölçmek ister. Fakat panik odasının anahtarını düşürür ve çıkması için dışarıdan açılan odada kilitli kalır. Film boyunca Belen’in kıskançlığının kurbanı olduğunu düşünürsünüz. Fakat filmin ikinci kısmında anlarsınız ki, Belen uğruna fedakarlık etmeye değmeyen bir mikroptan kurtulup, bir adet vicdan fukarası, insanlık müsveddesini de ölüme terk ederek hem kendine hem de insanlığa büyük bir katkıda bulunur.  

Musanaras


Montse klostrofobinin tam tersi mi desem tıp dilindeki adını tam bilemediğim psikolojik bir rahatsızlıktan mustariptir. Evden başını çıkaramayan genç kadın, burnu kapıdan çıksa bayılma nöbetleri geçirip kusmaya başlar. Montse’nin annesi o küçükken ölmüş, babası ise ikinci dünya savaşında cepheden dönmemiştir. Montse kendine ve küçük kardeşine terzilik yaparak bakmıştır. Aşırı muhafazakar olan Montse’ye göre erkekler tam bir şeytan olduğu için evden çıkmayarak hem kendini hem de baskı altına almaya çalıştığı fingirdek kardeşi Hermana’yı koruduğunu sanmaktadır. Bir gün pencereden bakarken kardeşi Hemana’yı bir erkekle gören Montse’nin kan beynine sıçrar. Eve gelen kızı günah işledin diye kırbaçla dövmeye kalkar, Hermana kendini evden dışarı atarak ablasının hışmından kurtulur. Korkudan eve giremeyen genç kız apartmanın koridorlarında uyuyakalmışken, üst katta yaşayan Carlos yerde yatan kızı görür. Nişanlısı Elisa ile evlenmek istemeyen Carlos zil zurna sarhoştur. Avukatına uyuyan genç kıza battaniye vermesini söyleyen Carlos, sabahına ülkeyi terk etme planları kurmaktadır. Sabahın körü evden kaçmaya çalışırken merdivenlerden düşüp bacağını kıran Carlos, Montse’nin kapısını çalar. Montse kapısına kadar gelen bir erkeği evine almak istemez ama bacağı kırılan, yardıma muhtaç bir adama sırt çevirmekte inançlı bir kadına yakışmayacağı için adamı eve alır. Carlos gibi çapkın bir adamın her kadına karşı yaptığı sıradan komplimanlarını erkeklerden köşe bucak kaçan Montse yanlış anlar. Adama ilgi duymaya başlayan Montse, onun için dışarı çıkmayı bile göze alır. Fakat bir gün kapıyı açtığında Carlos’un hamile nişanlısı Elisa’nın babası ve avukatlarıyla uzun süredir haber alamadığı Carlos’un evini basmaya geldiğini görür. Hatta Elisa kapıda rastladığı Montse’ye bile üst kat komşusunu görüp görmediğini sorar. Montse kıza üst kattaki komşusunun kim olduğunu bile bilmediğini söyler. Böylece kendisi için tehlike olarak gördüğü Elisa’dan kurtulduğunu sanır. Peki ya asıl tehlike evin içindeyse? Montse, kız kardeşi Hermana’ya Carlos’tan hoşlandığını söylemesine rağmen Hermana süslenip püslenip Carlos’un kaldığı odaya girer ve adama ablasını kötüler. Tamam, Montse’nin psikolojik sorunları var ve Carlos o evde kaldığı sürece bacağı kangren olabilir. İyi de sen niye adamı uyarmaya giderken süslenip püsleniyorsun Hermana? Üstelikte ablan sana Carlos’tan hoşlandığını söylediği halde. Film boyunca asıl kötünün kim olduğunu anlayamazsınız. Birisi babası olmak üzere dört cana kıyan Montse mi, hamile bıraktığı nişanlısını bırakıp kaçmaya çalışan Carlos mu, yoksa tam bir beyinsiz olan Hermana mı? Montse annesinin ölümünden sonra babası tarafından istismar edilir. Babasından hamile kalan Montse, Hermana’yı doğurur. Hermana'nın film boyunca bu kadar salakça davranması ve nankörlüğünü bu duruma bağlıyorum. Adeta bir Joffrey Baratheon iticiliğine sahipti. Montse ağlayarak babasının tacizine uğradığını, babasının Hermana’yı da onun gibi taciz etmesinden korktuğu için adamı öldürdüğünü söylemesine rağmen jetonu mu köşelidir nedir bu salak Hermana sin binim bıbımı ildirdin diye cıyaklıyordu ortalıkta. Ne babası çemçük ağızlı? Sen ablanı suçlayacağına o karakteredeki birine nasıl baba dediğini sorgula önce.

Anna Fritz’in Ölüsü


Anna Fritz’in Ölüsü kadına ölünce bile rahat yok mesajını bağıra bağıra veriyor. Şöyle ki Anna Fritz İspanya’nın Beren Saat’idir. Gittiği bir partide aniden ölen Anna sevenlerini ailesini hatta tüm İspanya’yı şok etmiştir. Genç ve güzel bir kadın olan Anna, hastanenin morguna koyulduğunda ise işler karışır. Çünkü morgun abazan görevlisi Pau, kızın cesedinin fotosunu çekip arkadaşlarına mesaj atar. Ünlü, üstelikte güzel bir kadının ölüsü bile Pau ve Javi’yi tahrik etmeye yeter. Öte yandan İvan ise arkadaşlarının bu yaptığı karşısında resmen şoka uğrar. Pau daha önce de morga getirilen genç bir kızın ölüsüne tecavüz edecek kadar iğrenç bir adamdır. Javi desen ayrı bir ayı, İvan o karakterle nasıl olmuşta bu iki itle arkadaşlık etmiş anlamak mümkün değil. Öte yandan dananın kuyruğu Anna gözlerini açınca kopar. Çünkü genç kadın ölmemiş, katalepsi krizi geçirmiştir. Tüm kasları devre dışı kaldığı için de kadının öldüğü sanılıp morga konmuştur. Pau’nun tecavüzü sırasında gözlerini açan Anna, uyansa da kaslarını tamamen hareket ettiremez. Javi ve Pau kıza tecavüz ettiği için korkuya kapılırlar ve Anna’yı öldürmeye çalışırlar. Fakat İvan onlara engel olmaya çalışır, diğer ikili nasıl olsa tüm dünya kadını öldü biliyor diye kızı öldürmek isterler. Çünkü Anna’nın yaşaması demek onların ölüye tecavüzden yargılanması demek hem de Anna Fritz gibi ünlü ve güçlü bir kadının ölüsüne tecavüzden. Javi ve Pau’nun sözlerine siz ne biçim insansınız be zavallı kadını mı öldüreceksiniz diye karşı çıkan İvan Javi öküzünün saldırısına uğrar. İvan’ın kafasını yere çarpan Javi, çocuğu öldürür. Yarım saat içinde hem tecavüz hem de adam öldürme olayına karışmak Pau gibi tabansız bir yavşağın üç buçuk atmasına neden olur. Öte yandan Pau’ya etraftaki kanı temizlemesini söyleyen Javi, İvan ve Anna’nın ölüsünden kurtulmak için dışarı çıkar. Etrafta kimsenin olmadığını gören Anna, fırsat bu fırsat diyerek kaçmaya çalışır. Fakat kızın bacak kasları çalışmaz, sürüne sürüne morgdan kurtulmaya çalışan Anna, tam kurtuldum derken Javi kızı yakalar. İzlerken biri şu kızı pezevenklerin elinden kurtarsın artık diye veryansın edip ekranı yumruklarsınız. Allah’tan filmin sonunda kasları çalışmaya başlayan Anna eline geçirdiği makasla terör estirir de siz de rahat bir nefes alırsınız.

The İnvisible Guest


Film hayatlarında her şeye sahip olan ikilimiz Laura ve Adrian’ın rahat batmışçasına yasak aşk yaşamaları yüzünden suça karışmalarını konu alıyor. Şöyle ki Adrian genç yaşında baba parasıyla değil dişiyle tırnağıyla çabalayarak zirveye oturan başarılı bir iş adamıdır. Mutlu bir evliliği, sevimli bir kızı vardır, üstelik karısı Sonia’yı da sevmektedir ve her şeye rağmen karısından boşanmayı aklından bile geçirmez. Laura ise başarılı bir fotoğrafçıdır, kocası Bruno’ya aşıktır. Adam da onu sever ve Laura da kesinlikle kocasından boşanmak istemez. Yani görüleceği üzere hem Laura’nın hem de Adrian’ın mutlu bir hayatı vardır ama bunlar yasak aşk yaşamaktan asla vazgeçmezler, çünkü böylesi daha zevkliymiş. Sonra bu zevk burunlarından gelir, müstahak! Film sevgilisi Laura’yı otel odasında öldüren ünlü iş adamı Adrian Doria’nın tutuklanmasıyla başlar. Adrian, sevgilisini öldürmediğini, ona tuzak kurulduğunu söyler. Ülkenin en başarılı avukatı olan Virginia Goodman’ı tutan Adrian, kadından kendini kurtarmasını ister. Virginia ise ona seni kurtarmamı istiyorsan bana her şeyi olduğu gibi anlatmalısın. Sakın beni kandırmaya kalkma seni savunmak için her şeyi bilmeliyim der. Adrian da kadına olanı biteni anlatmaya başlar. Karısına Paris’te iş görüşmesi yapacağı yalanını söyleyip sevgilisi Laura ile buluşan Adrian, eve dönüş yolunda kaza yapar. Kaza yaptıkları araçtaki gencin ölümüne neden olan ikilinin araçları bozulmuştur. Laura araçta beklerken Adrian da kazada ölen gençten kurtulur. Laura, bozulan arabada Adrian’ı beklerken yoldan geçen Daniel, arabayı tamir edebileceğini söyler. Laura istemese de Daniel’in yardımını kabul eder fakat eve gittiklerinde Dainel’in kazada ölümüne sebep oldukları gencin babası olduğunu öğrenir. Kazanın üzerinden bir süre geçtikten sonra ikiliye kazayı göre birisi tarafından şantaj yapılır. Şantajcının istediği parayı götürdükleri odada adamın gelmesini beklerlerken Adrian’a arkadan saldıran birisi onu bayıltır ve Laura’yı öldürür. Adrian uyandığındaysa polisler oteli basar ve Adrian’ı sevgilisini öldürmekten tutuklar. Adrian, oğlunun ölümüne sebep oldukları Daniel ve eşinin o ve Laura’ya komplo kurduğunu söyler. Avukat Virginia ise Adrian’ın yalan söylediğine emindir, çünkü başta da söylediğimiz gibi Adrian gibi sıfırdan başlayan ve kendi emekleri ile yükselen tipler elindeki güçten vazgeçmemek için elinden geleni yapar. Buna kendi kendine komplo kurmakta dahil.

Mama


Lucas’ın ikiz kardeşi girdiği bir bunalım sonucu karısını öldürüp iki küçük kızını da yanına alarak kayıplara karışır. Lucas yıllarca tüm parasını kardeşi ve yeğenlerini bulmak için harcar tam umudunu kestiği sırada yeğenleri Victoria ve Lilly’yi ormanda bir kulübede bulur. Fakat büyük bir sorunu vardır, çocuklar küçük yaşta toplumdan ayrı kaldıkları için konuşma ve davranış problemleri yaşarlar. Victoria babası tarafından o kulübeye getirildiğinde konuşmayı bildiği için tedaviye cevap verir fakat Lilly daha bebek olduğu için kritik yaşı de geçtiğinden konuşamaz. Küçük kızın ağzından çıkan tek laf Mama’dır. Öte yandan Lucas’ın sevgilisi Annabel’de kızlar sayesinde sürekli kaçtığı annelik duygusuyla yüz yüze gelir. Öyle bir yüz yüze gelmektir ki, filmin sonunda o eciş bücüş olmuş korkunçlu Mama’ya bile Fatma Girik’in Evlat filmindeki haline dönüşerek karşı koyar. Annabel de Fatma’nın evladını uçurumdan kurtarmaya çalışan Murat Soydan’ın beline bağladığı ip kopmasın diye yerlerde sürünmesine rağmen o ipi bırakmadığı gibi Mama’nın almaya çalıştığı kızlardan Viktoria’nın hırkasının ipini yakalayıp bırakmamıştı. İlk başta Mama olacak gudubet hortlağın derdi elinden alınan evladı sanmıştım ama kadının tek derdi çocukmuş. Sen ne biçim Mama’sın çocukların bile aklını çıkardın korkuluk?

The Fermat’s Room


Sözelciler, rica ediyorum bu filmi izlemeyin yoksa bir saat yirmi sekiz dakika içinde aşağılık kompleksine girebilirsiniz. Şöyle ki birbirinden zeki dört matematikçiye bir davetiye gelir. Davetiyedeki soruyu bilirlerse hafta sonu yapılacak matematikçiler toplantısına katılacakları söylenir. Galois, Oliva, Hilbert, Pascal soruyu bilip onları davet eden Fermat’ın gelin dediği yere giderler. Fakat bu birbirinden akıllı dört matematikçiden birinin bile aklına onları kuş uçmaz kervan geçmez bir yere çağıran, üstelik de yanlarına telefon almamalarını isteyen Fermat’ın tekin bir adam olmama ihtimali gelmez. Herhalde bu kadar komplike bir beyin de sözelcilerde olacağı içindir. Toplantı yerine gelen dörtlüden Galois internetten Fermat hakkında araştırma yaptığını ve adam hakkında hiçbir bilginin olmadığını söyler. Bu bile adamları şüphelendirmez, sadece Pascal o da espri olsun diye, muhtemel grubun tek kızı Oliva’nın dikkatini çekmek için, sakın adam katil olmasın der. Fermat’ın gelmesiyle masaya oturan ekip yemeklerini yedikten sonra Fermat’ın telefonu çalar ve yoğun bakımdaki kızı hakkında konuşurken hat kesilir. Adamcağız da toplantıyı terk edip kızına bakmaya gider, aceleden ceketini unutan Fermat’ın arkasından koşan Pascal ise adamın zamanında arabayla çarptığı genç kızın babası olduğunu öğrenip şoka girer. Ama asıl şok dörtlü odada yalnız kalınca olur. Çünkü herkes ne olduğunu anlamamışken cep bilgisayarına bir mesaj gelir ve bir dakika içinde sorduğu sorunun cevabını ister. Kimse ne olduğunu anlamaz ama bir dakika dolunca doğru cevap verilmediği için duvarlar yaklaşmaya başlar. Eğer dörtlü sorulan sorulara bir dakika içinde cevap veremezse kapalı kaldıkları odanın, yaklaşan duvarları arasında tosta dönüşeceklerdir. Pascal, kızının komalık olmasına neden olduğu için Fermat’ın ondan intikam aldığını sanır, fakat diğer üçlünün ne Fermat’la ne de ölüm döşeğindeki kızıyla alakası yoktur. Peki, onlar neden Fermat’ın kurbanıdır? Ya her şey Pascal’ın düşündüğü kadar basit değilse, ya odada sıkışıp kalan dörtlünün kurtuluşu katil sandıkları Fermat’ın elindeyse? The Fermat’s Room tek mekanda çekilen, zekice kurgulanmış bir gerilim filmi.