Başrolde Üç
Harflilerin Olmadığı Beş Yerli Korku Gerilim Filmi
Yerli korku filmlerimizi bilen
bilir. Özellikle Dabbe ve Musallat serisinin başarısından sonra pek çok yapımcı
ve yönetmen korku filmlerine yöneldi. Fakat korku filmlerimizin sayısı maalesef
konusunu değiştirmedi. İslami ögelere dayanan korku sinemamızın bir numaralı
korku ögesi ise tek derdi insanlara musallat olup, onları çarpıp duran üç
harfliler olmuş. Tamam, korku sinemasının bir numaralı ögesi her zaman doğaüstü
varlıklardır. Bu sadece bizde değil dünya sinemasında da böyle de şu klişenin
bari özgün bir senaryosu olsun. Yemin ediyorum 2000’den bu yana elli tane korku
filmi yaptıksa bunların 49’u senaryosal örgü olarak 1973 yapımı Hollywood filmi
Exorcist’ten farksız değil. Kabul edelim ki, sinemamızda özgünlük Yeşilçam
döneminden beri yok. Bu korku filmlerimiz için de geçerli, izlediğimiz her
korku filminde bir Hollywood etkisi görebiliyoruz. Bazıları ise türün başarılı
filmlerini taklit edip özgün olmaktansa takipçi bir gölge oluyorlar. Sevdiğin, hatta
hastası olduğun filme saygı duruşu niteliğinde gönderme yapmakta bir sorun yok
ama birebir taklit edince durum değişir. Başta da değindiğim gibi gelişmekte
olan bir korku sinemamız var ve bu türün hayranlarını memnun eden bir durum. Fakat
korku filmi severler olarak her yıl çıkan on korku filminden dokuzunun üç
harfli mevzuna saplanıp kalması korku sinemamızın gelişimini tıkayacak korkusu
da yaşıyoruz. Bu yüzden bu haftaki yazımda içinde üç harfli barındırmayan yerli
yapımları derledim. Çağrılan da üç harfliler olsa da o da çekim tekniği ile
fark yarattığı ve konu itibariyle diğer üç harfli korku filmlerinden farklı
olduğu için listeye dahil ettim. Filmler kalite açısından her ne kadar bir
Hasan Karacadağ, bir Alper Mestçi çizgisinde olmasa da sırf yeni konu
denedikleri için, tüm eksiklerine rağmen böyle bir liste hazırlamaya karar
verdim. Hatta içlerinde bazıları ümit vadettikleri için türün hayranları
tarafından keşfedilmeleri ve yönetmenlerinin daha başarılı işlere imza atması
dileğiyle…
Ceberrut
Youtube üzerinden kısa korku
filmleri çekerek viral olmaya çalışan dört arkadaş, viral olalım derken rezil
olur. Kısa yoldan şöhrete ulaşıp, köşe olmaya çalışan çocuklar, fake videolar
çekip bu bir gerçek hikayedir diyerek pazarlamaya çalışırlar. Ormanlık alanda
kamp yapan çifte musallat olan ormanlık alanın rahmetlisi konulu film çekmeye
çalışırlarken çuvallayan ekip, viral olmaya çalıştıkları internet camiasında
rezil rüsva olur. Karizmayı kurtarmaya çalışan ekibin lideri olduğunu
sandığımız eleman Tuzla’daki perili eve gitmeyi önerir. Hikayeye göre evde
kalan zengin ailenin kızları kaybolmuş, kız bulunamayınca üvey anne üzüntüden
intihar etmiş, baba da evi satıp kayıplara karışmış. O günden sonra komşular ve
evi satın alan aileler evde paranormal olaylar olduğunu iddia ediyormuş.
Kapıların ya da pencerelerin kendi kendine açılması, ev boş olmasına rağmen
ışıkların yanıp sönmesi, ya da evden çığlık seslerinin gelmesi gibi. İşte
ekibimiz bu evde bir gece geçirip, fake bir videoyu gerçekmiş gibi internete
koyarak diğer videonun rezilliğinden kurtulmayı ve viral olmayı beklerler.
Tuzla kazan ekip kepçe internette gördükleri perili evi arar. Ekip sonunda evi
bulur fakat bu sefer de emlakçı başlarında bir yetkili olmadan, film için bile olsa
dört gence ev kiralamak istemez. Bunun üzerine gençler, başını çok defa belaya
soktukları üniversiteden bir hocalarından yardım ister. Bu hoca modeli de her
üniversitede bulunan, öğrencileriyle kanka geçinen ve onların ipiyle kuyuya
indiği için de başı beladan kurtulmayan bir tiptir. Yekta bey de ekmeğe
sürülecek kadar aklı olmayan öğrencilerinin aklıyla perili eve gidince
anasından emdiği süt burnundan gelir. Önce elektriği açmak için bodruma inen
ekip, bir korku filmi klişesi olan bodrumda elektrik açayım derken ölme olayına
girmezler. Fakat filme adını veren goril burunlu ceberrut bodrumda
yaşamaktadır. Elektriği açtıktan sonra evdeki enerjiyi ölçmeye çalışan ekip,
üst kattaki duvardan sinyal alır, fakat bir duvardan niye sinyal aldıklarını
anlayamazlar. Yemek yemek için alt kata inen ekip, karnını doyurduktan sonra çekecekleri
fake video için işe koyulur, Yekta hoca da şömine başında kestirir. Bu sırada
evin içinde dolanmaya başlayan küçük kızın ruhu, Yekta hocanın rüyasına girip
başına gelenleri gösterir. Zavallı yavrucak, ilgisiz babasının eline bıraktığı
üvey annesinden çok çekmiştir. Yalnız buradaki üvey anne cidden sadist kötü
denecek cinsten, kızı en ufak bir sebepten azarlayıp, goril burunlu ceberrutun
yaşadığı bodruma kilitliyor. Fakat ceberrut ne hikmetse kıza bir şey yapmıyor,
kız ondan korkmasına rağmen ceberrut onunla evcilik filan oynuyor. Üvey annesi
korkudan altına kaçırdı diye, küçük kızı döverken öldürüp cesedi de gömer ve
kocasına kızın kaybolduğunu söyler. Küçük kızın öldürülmesi üzerine üvey anneyi
bahçe hortumuyla ağaca asan ceberrut, civar halkı tarafından bilinmediği için
konu komşu kız kaybolunca üvey annesi kahrından kendini astı filan der. Tüm bunları
rüyasında gören Yekta hoca korkuyla uyanıp üst kattaki duvara koşar, duvarın
arkasında öldürülen küçük kızın odası vardır. Kızla ceberrut arasında bir
kankalık müessesesi geliştiğini bu odadan anlarız. Kızcağız duvara tek arkadaşı
ceberrutun resimlerini filan çizmiş. Olanlardan hiçbir şey anlamayan ekip
şaşkınlıkla alt kata iner, tam bu sırada ekipten birinin içine giren küçük kız,
evden gitmeleri konusunda ekibi uyarır. Fakat içine girdiği kız baygınlık
geçirince ekip kaçıp gitmek yerine sanki hayalet avcısıymış gibi neler olduğunu
araştırmaya kalkar. Ceberrut evin tüm kapı ve pencerelerini kilitleyip onları
esir aldığındaysa her şey için çok geçtir. Ekip üyeleri teker teker ceberrut
tarafından öldürülür ve gaibe karışırlar. Film, paranormal olaylar hakkında
program yapan, daha doğrusu televizyon hileleriyle paranolmal olay oluyormuş
gibi gösteren bir ekibin, gittikleri gerçekten paranormal olaylar yaşanan bir
evde yok olmalarını konu alan, 2011 yapımı Mezar Buluşmaları filmine benzer.
Filmin hem yönetmeni hem senaristi hem de oyuncusu olan Özgür Yelence,
Bizimkiler dizisinin yönetmeni Yalçın Yelence’nin oğludur. Baba mesleğini seçen
yönetmen, babasının tam tersi bir tür olan korkuya yönelmiş. Korku filmi her ne
kadar yapımcılar tarafından en ucuza mal edilen ve iyi hasıla yapan bir tür
olarak benimsense de eğer efekte, doğaüstü olaylara bulaşan bir senaryonuz
varsa sizi en zorlayacak film türlerinin başında gelir. Çünkü plastik makyaj
pahalı, kaliteli bir efektse ondan pahalıdır. Eğer bu ikisi yoksa korku filmi
çekiyorum diye başladığın film kurguda komediye dönüşür. Fakat bu filmin sorunu
makyajdan efektten çok oyunculuktu. Tamam korku filmlerinden oscarlık oyunculuk
beklenmez ama filmdeki oyunculuk aşırı amatörceydi. Film olduğunu hissettirmeyen abartı bir
oyunculuk vardı.
Çağrılan
Ecnebice adıyla Found Footage
bizdeki adıyla buluntu film örneği olan Çağrılan, bir grup sinema öğrencisinin
bitirme tezi olarak düşündükleri ama başlarına iş açan canlı yayında korku
filmi çekme fikrinden yola çıkıyor. Deneysel bir tür olan buluntu film Cannibal
Holocaus ile başlar Blair Cadısı ile tüm dünyaya yayılır. Az masraflı ve
izleyici tarafından sevilen bir tür olan buluntu film yapımcıların denemeyi
sevdiği bir film türüdür. İyi çekileni güzel olmasına rağmen kötüsü de izleyeni
ifrit edecek kadar felakettir. Buluntu film türünü bir kenara bırakıp Çağrılan
filmine gelecek olursak, filmin jeneriği inanılmaz iyi. Yerli bir filmden çok
yabancı bir korku gerilim dizisinin jeneriği gibi, hani jeneriğe verilen özen
filmin tamamına yayılsa herhalde efsane bir yerli filmle karşı karşıya
olabilirdik. Yönetmeni Hüseyin Eleman’ın ilk korku denemsiymiş, o değil de adam
Altın Portakal’da ödül almış. Ödüllü yönetmen de olsan korku filmi içinde
ukteyse kaçamıyorsun işte. Dört oyuncu, bir sesçi, bir kameraman, bir kurgucu,
bir ikinci kameraman ve bir de danışman hocayla başlayan canlı korku filmi
denemesinde dua okuyarak cin çağıran eleman, uyduruk bir şey okumak yerine
gerçek dua okuyunca ortalık karışır. Çağrılan gelmiştir, üstelik hiç de dost
canlısı olmayan çağrılanın gitmeye de niyeti yoktur. Çocuklar eski güzel
sanatlar binasında kapalı kalır, çıkışın duvarla kapatıldığı, telefonların
çekmediği, seyircilerin olduğu kısımda yangının çıktığı güzel sanatlar
fakültesine ambulans, itfaiye, polis ve basın hücum eder. Dışardakiler içeri
girmeye, içeridekiler dışarı çıkmaya çalışırken gurubun içindeki sesçi kız
çağrılan ama görünmeyen tarafından öldürülür. Grup iyice paniklemişken Theon
Greyjoy görünümlü kurgucu Umut’ta boynuna dolanan yangın hortumuyla koridor
boyunca sürüklenip kayıplara karışır. Olaya çevik kuvvet müdahale edecektir,
içeridekilerle okul koridorlarındaki hoparlör yardımıyla irtibata geçilir. Gruptakilere
gitmeleri gereken yer söylenir, çevik kuvvet polisleri onları kurtarmaya
gelecektir. Danışman hocaları ayrılmaları gerektiğini söyler, diğerleri itiraz
etse de çıkışı çabuk bulmak için bunun gerekli olduğuna ikna olurlar. Önce
grubun seksi kızı Merve’nin içine üç harfli girer ve kız tövbe estağfurullah
bir şeye dönüşür. Düz duvara tırmanıp, vücudundaki kemikleri erimiş gibi, ters
köprü kurup, geri geri yürümeye başlar. Kızın içine giren üç harfliyi öldürmek
isteyen kameraman sevgilisi Tolga, koca omuz kamerasıyla kızın kafasını yarar.
Üç harfli diye Merve’yi öldüren Tolga’nın da koridorda kafası kopar, olaylara
şahit olan Mehmet’te duvara kafa atarak ölür. İçine üç harfli giren Özge’nin
zombiye dönüşüp ölü çevik kuvveti yediği bölüm haddinden uzun tutulmuştu. Tıpkı
içine cin giren Merve’nin portatif masa gibi kıvrılıp durması gibi… Okulda
sıkışıp kalan ekipten sadece danışman hoca kurtulur. Zaten grubu ikiye ayırma
konusunda ısrar eden hocada bir tuhaflık olduğunu anlarsınız da adamın içindeki
sadistliği üç harflilerle işbirliğine girerek gidermeye çalışması cidden
şaşırtıcıydı. Filmdeki oyunculuk genel itibariyle zayıf olsa da yönetmen fazla
yakın plan kullanmayarak bu sorunu çözmüş.
El Ebyaz: Şeytanın Çocukları
Sanırım listede oyunculuk olarak
sırıtmayan tek film El Ebyaz. Ayrıca konu alarak da diğer yerli korku
gerilimlerden ayrılan film, yerli korku gerilimlerinden çok İspanyol
gerilimlerine benziyor. Tarihi eser kaçakçıları Ege denizinde içinde
Süleyman’ın vazosunun da bulunduğu bir lahit bulurlar. Efsaneye göre Süleyman
Peygamber El Ebyaz ve asi cinleri bu vazonun içine kapatmış. Vazoyu bulan
tarihi eser kaçakçısı kapağı açar ve gemi karışır, geminin içindeki herkes
ölür. Açılış kısmındaki bu gizemli ölümlerden sonra film bir grup arkeoloğu
merkezine alır. Bu arkeolog grubu iki yıl evvel içinde cinayet işlenen gemiye
gidip oradaki lahit üzerinde inceleme yapacaktır. Gruptaki arkeologlardan
Seda’nın psikolojik sorunları vardır ve ilaç kullanmaktadır, ayrıca genç kadın
aynaya da bakamamaktadır. Gruptaki bir diğer arkeolog Aynur ise Seda’dan hiç
hazzetmez ve onu sürekli grubun diğer iki arkeoloğu Kadir ve Cüneyt’e kötüler. Üniversitede
beraber okuduğu ve aynı yurt odasını paylaştığı Seda’nın şizofren olduğunu ve
hırsızlık yaptığını söyleyen Aynur, negatif bir insan olduğu için Cüneyt ve
Kadir onu dikkate almaz. Gemiye giren arkeolog grubu lahitteki tarihi eserleri
incelediğinde aynı dönemde ve aynı bölgede yaşamayan medeniyetlere ait
bulgulara rastlarlar. Antik Roma medeniyetine ait lahitten Süleyman’ın
vazosunun çıkması arkeoloji tarihi için bir gizemdir. Derken Seda, Süleyman’ın
vazosu hakkındaki efsaneyi ekipteki stajyer öğrenciye anlatırken Ayşegül hocaya
yakalanır. Seda dile getirmek istemese de iki yıl evvel gemide yaşanan katliamı
bu vazonun açılmasıyla serbest kalan El Ebyaz ve asi cinlere bağlamaktadır. Ege
denizindeki gemi Türkiye ve Yunanistan sınırında olduğu için Türk ve Yunan
arkeologlar beraber inceleme yapacaktır. Geminin Selanik tarafına geçmesi için
Yunan yetkililerden izin beklenmektedir, tam bu sırada fırtına çıkar. Geminin
aşırı sallanması yüzünden stajyer öğrenciyi deniz tutar ve kız odasından
çıkamaz hale gelir. Bu sırada Seda da hayalini gördüğü vakti zamanında ölmüş,
filmin tek kötü yanı olan, palyaço makyajlı hemşire hanım ve benden kaçamazsın
diyen uzun, ince psikopat kadının hayaliyle cebelleşmektedir. Stajyer kızın
öldürülüp cesedinin kayıplara karışmasıyla başlayan süreçte, Ayşegül hoca
kafasına düşen bir balta, Aynur suratına çarpan bir gemi kapağı, Cüneyt ise
aniden alev alarak can verir. Geminin kaptanı ise stajyer kızı ararken
kayıplara karışır. Sadece Seda ve Kadir hayatta kalmışken ve Seda, Süleyman’ın
vazosundaki cinler gemiyi bastı, hepimiz ölüciyiz diye ciyaklarken Kadir
silahını Seda’ya doğrultur. Kadir iki yıl evvelki tarihi eser kaçakçılarının
katliamı da dahil olmak üzere gemideki herkesi cinlerin değil Seda’nın
öldürdüğünü öğrenmiştir. Ve iki binli yıllardan itibaren gelişen korku gerilim
film sektörümüzde cinler ilk defa bu filmle aklanmıştır. Her filmde insanlara
musallat olup etmediğini bırakmayan kötü karakter olarak lanse edilen cinleri
aklayan El Ebyaz, asıl tehlike cinler değil insanlardır der. Zira Seda filmin
sonunda çakal geçinen Kadir’i bile elinden aldığı silahla öldürmüştü.
Alameti Kıyamet
Bir film düşünün ki içinde
Kubrick’in eğik açıları, David Lynch tarzı mekan seçimleri ve Roman
Polanski’nin senaryosu olsun ama gene de bir olmamışlık olsun. İşte Alamet-i
Kıyamet filmi de bu olmamışlığı barındırıyor. Bir kere film Rosemary’s Baby’nin
aynısı, sadece içine al ruhu, 1999 Depremi gibi bizden ögeler eklenmiş. Film,
camisini kurtarmak için kızını feda eden bir imamın illüminati ile iletişime
geçmesi ve deccalin doğumuna sebebiyet vermesini konu alıyor. Tıpkı Rosemary’s
Baby’de olduğu gibi Alamet-i Kıyamet’te de deccalin anne adayı olacak hanımın
dini alt yapısı var. Rosemary Katolik okulunda okumuş, Elif’in ise babası
imammış. Senaryoya kesinlikle kötü diyemem ama orijinal değil, fakay olay
örgüsü kesinlikle sağlam ve gerilim temposu yüksek. Tuhaf komşu kadın ve zombi
kocası, onların içine kapanık korkak torunu Doruk, her şeye maydanoz olan diğer
komşu kadın ve onun sessiz dev oğlu… Elif alt katından kodamanların çıkıp
durduğu, merdiveni olmayan bir apartmanda yaşamaktadır, komşuları hayatına
müdahale edip durur. Babasından, annesini döverek öldürdüğü için nefret eden
Elif, sırf babası çok dindar olmasına rağmen annesinin ölümüne neden oldu diye
ateizmi seçmiş. Ama babası çocukken iki annesine vurduysa bir de bunun kafasına
vurup da beynini mi ezmiş nedir? Bu salak, cana kıyan birisinin nasıl dini
bütün olduğunu sorgulamaz, kolay yolu seçer. Sonra da işler karışınca nefret
ettiği babasından yardım ister. Ama zaten başına bu işleri açan babasıdır.
Babası yaşındaki zengin bir adamdan hamile kalan Elif’in cidden akli melekeleri
yerinde değil. Babası yaşındaki bir adama aşık olmasını içinde eksik olan baba
sevgisine bağlarız da Bağcılar’ın yolunu bilmeyecek kadar zengin bir adamın
fabrikada çalışan fakir bir Bağcılar kızıyla ilişki yaşamasını sadece üç şeye
bağlarsınız. Birincisi bu adam çocuk hasretiyle yanmaktadır, karısıyla
çocukları olmaz ve adam da fakir, kimsesiz bir kız bulup ona dümenden yanaşır.
Amacı bir çocuk sahibi olup, kızdan da kurtulmaktır, kurtuluş kolay olsun diye
de eline para sıkıştırabileceği kadar fakir ve ardını arayanın olmayacağı
kimsesiz bir kızı seçer. Elif’in sevgilisi Can, bu şıkka uymaktadır. Çünkü
arasının bozuk olduğu karısıyla çocukları yoktur ve karısı bu konudan şikayet
edince kalkıp kadının boğazına yapışacak kadar da tehlikeli bir adamdır. İkinci
ihtimalse bu adam sadistin tekidir, parasıyla gözünü boyayacağı kimsesiz bir
kızı seviyorum ayağına kandırıp işkenceler eder. Karısını ümükleyen Can beyde
tehlikeli bir potansiyel olsa da sadizm belirtileri yoktu. Üçüncü ve en
tehlikeli ihtimalse bu adam tarikatçıdır ve tek amacı fakir ve kimsesiz kızı
kandırıp tarikat ayinine kurban etmektir. Yani bırakın bu romantik Yeşilçam
kafasını, fakir kız, zengin oğlan masallarını, acık gerçekçi olun. Davul bile
dengi dengine diyor, bir yerde film Elif ve Can ilişkisi üzerinden. Ki öyle de oluyor zaten, Can’ın sana bir
sürprizim var diye kıza tuttuğu ev sayesinde Elif aylarının nasıl geçtiğini
bile bilmiyor. Yaşadığı günleri unutan genç kız psikoloğa gidip yaşadığı ev ve
komşuları hakkındaki tedirginliğinden girip gece gördüğü tuhaf kabuslardan
çıkıyor ama psikolog bey kızı önemsemiyor. Neden mi? Çünkü o da tarikatçı.
Etrafı tarikatçılar tarafından sarılan Elif, bir iş arkadaşının yanına
sığınıyor ama onu da nedense Al ruhu öldürüyor. Al ruhunun filmdeki tek
mantıklı açıklaması Elif’in çocuğunun peşinde olması, kızı aşağılayıp üzen
Can’ın karısını öldürmesi normal olsa da Elif’e hiçbir zararı olmayan
arkadaşını öldürmesine bir anlam veremedim. O çocuğu Elif’i evden
uzaklaştırmaya çalıştığı için tarikatçilerden birisi öldürmeliydi. Güzel bir
gerilim olsa da oyunculuklar filmi sırtlayacak düzeyde değildi. Filmin sonunda
Elif’in de tıpkı Rosemary gibi lanetli olduğuna inandığı bebeğini her şeye
rağmen sahiplenmesiyle annelik duygusuna sağlam bir gönderme olmuş. Sonundaki
ters köşe de iyiydi ama film içinde klişe konular barındırsa da daha özgün bir
fikre oturtturulabilirdi.
Sinema türü ne olursa olsun bir
sanat dalıdır ve en etkili sanatlardan biridir. Bir filmi yapmanın ne kadar zor
olduğunu bildiğim için üstteki filmlerin bazıları bir başyapıt olmasa da emeğe
saygı dedim. Filmlerin çoğunun kötü yönlerinden çok iyi yönlerini öne
çıkarttım. Her şeyden önce korku sinemamızın sürekli kendi içinde tekrara
düştüğü cin musallat olması konusuna değinmedikleri ve farklı bir konu
işledikleri için emeğe saygı dedim. Oyunculuk kötü olsa da olsun ya senaryonun
çıkış noktası iyi dedim ama bu filme ne diyeceğimi bilmiyorum. Youtube’de
altına yapılan yorumlar kadar kırıcı bir yazı yazmak istemiyorum, bence yapıcı
yorumlarla sektöre gönül verenler motive edilmeli. Fakat film izlediğim yerli
korku filmlerinin içinde anlam veremediğim ve şaka olduğunu sandığım tek
filmdi. Korku filmi sektörümüzden birçok korku filmi geldi, geçti. Hatta şu an
ülkenin en iyi korku filmi yönetmenlerinden olan Hasan Karacadağ’ın Dabbe
sersinin ilkini bile izlemiş birisi olarak korku sinemamız için tek dileğim
filmin yönetmeninin de Hasan bey gibi sonradan açılması. Yıkıcı bir yorum
yapmayı gerçekten istemiyorum çünkü sosyal ortamdan gördüğüm kadarıyla film
yeterince eleştirilmiş, hatta yerden yere vurulmuş. Bu film için yapılacak
olumlu bir yorum da bulamadığım için yazımı burada bitiriyorum.