13 Temmuz 2017 Perşembe

İtalyan Sinemasının Nevi Şahsına Münhasır Türü Giallo Filmden Kan Revan İçeren 10 Güzide Örnek

   İtalyancada sarı anlamına gelen Giallo film, aslında B sınıfı diye nitelendirilen 20. Yüzyıl ikinci çeyreğinden sonra İtalya’da ortaya çıkmış gizemli, gerilimli, kanlı ve seksi film türüdür. Korku öğeleri barındırsa da klasik korku filminden farklıdır. Giallo film için ilk kural ortada bir suç olmasıdır, anlamsızca cinayet işlemeye başlayan gözü dönmüş, sadist bir katil ya da doğaüstü bir güç ortalığı kana bular. İzlemesi bazı kesimlere keyif vermese de hatta film çoğunlukla mantık hatalarından geçilmez olsa da türün hayranları tarafından kült sayılan filmler de yok değil. Depp Red, Suspiria, Phenomena gibi filmlerle türün babası olarak anılan Dario Argento Giallo’nun en ünlü yönetmeni sayılsa da türün başlangıcını The Evil Eye ile Mario Bava yapmıştır. Zaten Argento da Bava’nın asistanıdır ve ondan devraldığı bayrağı daha ileri götürmüştür.


   Giallo filmlerin bence en büyük sorunu ters köşe yapmak için yer yer saçmalamaları. Şöyle ki, filmin başında bir cinayet işlenir, zaten film de bu cinayet üzerine kurgulanmıştır. Yüzünde maske de olsa, sadece ayakları da görünse izleyicinin katil olarak gördüğü kişinin erkek olduğu ortadadır. Fakat filmin sonunda sırf ters köşe olsun diye filmin başından beri hunharca cinayet işleyen katilimiz bir anda kadına dönüşüverir. Hem de ufak tefek, hatta yaşı yetmişe dayanmış bir kadın. Yani, tamam sinemasal gerçeklik diye bir şey var da giallo film de yaşananlar sinemasal gerçekliğe bile sığmaz. Gerçekliği bir köşeye bırakıp bir birinden kanlı on giallo filmimize geçmek istiyorum. Yalnız başta da değindiğim gibi bol kan içeren filmlerin görselleri biraz rahatsız edici olabilir. Fakat plastik makyajın pek gelişmediği daha doğrusu paraya bağlı değiştiği düşünülürse B sınıfı kategorisinde yer alan giallolardan öyle gerçekçi bir kan revan beklemeyin. Duvara yaptıkları badanadan artakalan boyayı oyuncunun ağzına burnuna boca edivermişler işte. Jilet, ustura, testere, satır ve bıçakla genel itibariyle kadınların özellikle de genç ve güzel kadınların resmen telef edildiği bir tür olan giallo, feminist gruplarca kadın düşmanlığıyla suçlanmıştır. Yer yer üç beş erkeğin de katledildiği giallo filmlerde kadınların öldürülmesi kadar seks sembolüymüşçesine teşhir edilmesi de rahatsız edici bir noktaydı. Diğerlerine oranla giyinik olan kadınlar kesici bir alet yerine suda boğularak ya da yanarak katledilirdi. Yer yer kedili seksi cadıların da arzı endam ettiği giallolar iyisiyle kötüsüyle sinemada yerini almıştır. Giallo severlerin izlemeden geçmeyeceği türün on kült filminden oluşan listeme hızla geçecek olursak:

Suspiria


Almanya’daki Kara Orman bölgesindeki özel bir okulda bale eğitimi alacak olan Suzy Bannion Amerika’dan geldiği sırada bile Almanya’daki kasvetli ortam kızı sarıp sarmalar. Yağmurlu bir havada uçağı iniş yapan Suzy, güç bela bir taksi bulup bale okuluna gitmek için yola koyulur. Fırtınalı bir havada okulun bahçesine giren Suzy, ne olduğunu anlayamadan genç bir kız koşarak okulun kapısından çıkar. Panik halde oradan uzaklaşan genç kız ve onu evine alan teyzesi katledilir. Öte yandan okula geldiği ilk günden beri bir takım olumsuzluklar yaşayan Suzy de bir arkadaşının ölümüyle korkuya kapılır. Okuldaki kör müzik hocasının, köpeği tarafından saldırıya uğraması ve ölmesiyle Suzy’nin yaşadığı gerilim iyice artar. Genç kız saygın da olsa ruhunu huzursuz eden bale okulundan gitmek ister fakat okuldaki hocalarının da tuhaf davranışlar sergilemesi üzerine ne yapacağını şaşırır. Dario Argento’nun muhteşem mekan seçimleri ve kırmızı takıntısının kendini hissettirdiği filmde tek kusur Suzy’nin uzun süredir okuldaki genç ruhlarla beslenen haminne cadıyı sivri avize çubuğuyla öldürmesiydi.

The Bird With The Crystal Plumage


Amerikalı bir yazar olan Sam Dalmas, İtalya seyahati sırasında bir cinayet girişimine şahit olur. Bir sanat galerisinin önünden geçerken uzun paltolu bir adamın genç ve güzel bir kadını öldürmeye çalıştığını gören Sam, cama vurup cinayete engel olmak ister. Katil, Sam Dalman tarafından görüldüğünü anlayınca hemen kayıplara karışır. Olay yerine gelen polisler Sam’ın pasaportuna el koyup onu bir süre daha İtalya’da tutarlar. Çünkü garibim Sam bir cinayete şahit olsa da polisin gözünde şüphelidir. Çünkü olayın iki şahidinden biri o, diğeri de yaralanan Monika hanımdır ve kadın gözlerini açıp konuşmadan Sam’in üzerindeki şüphe kalkmayacaktır. O sırada da tesadüf bu ya İtalya’da kol gezen acımasız bir katil vardır. Polisler galerideki cinayet teşebbüsünün de bu katilin işi olabileceğini düşündükleri için Sam’i gözden kaçırmak istemezler. Bu sayede uzun süredir aranan seri katili de yakaladıklarını düşünürler. Öte yandan Sam de üzerine bulaşan katil lekesini temizlemek için bir dedektif titizliğiyle cinayetleri araştırmaya başlar. Gerçek katili bulmak için çabalayan Sam’in aklından galeride yaşanan cinayet girişimi bir türlü çıkmaz. O gece, o galeride yaşananlarda bir tuhaflık vardır ama Sam ne olduğunu bir türlü çözemez. En son Monika’nın kocası Alberto’yla konuşmaya karar verir. Alberto’yla yaptığı konuşma Sam’in adamdan şüphelenmesine yol açar, o gece galeride Monika’yı öldürmeye çalışanın kocası Alberto olduğunu düşünür. Fakat ya Monika, Sam’in düşündüğü kadar masum değilse, ya Alberto karısını öldürmek yerine onun işleyeceği bir cinayete engel olmaya çalışıyorsa? Ya Sam’in yerde yaralı halde gördüğü kızıl afet Monika, İtalya’ya korku salan seri katilin ta kendisiyse?

Deep Red


İngiliz müzisyen Marcus Daly, akademide müzik eğitimi vermek için geldiği İtalya’da bir cinayete şahit olur. Anam bu giallo filmler resmen ülkedeki turistleri korkutmak için mi çekilmiş nedir? Önce Kristal Tüylü Kuş sonra Deep Red… Resmen cinayete şahit olup şüpheli durumuna düşen yabancıların dramı gibi. İşte Deep Red’de de Blow Up’tan tanıdığımız David Hemmings İngiliz piyanist Marcus rolünde. Film insanların zihnini okuyan Helga Ulmann’ın yıllar evvel işlenmiş bir cinayetin zanlısının zihnini okumasıyla başlıyor. Aslına bakarsanız Helga hanım, iki profesör tarafından davet edildiği bir konferansta şarlatan olmadığını izleyicilere kanıtlarken konferansta katılımcı olan birinin zihnine istemeden girip katil olduğunu öğreniyor. Katil tarafından izlenen Helga evinde saldırıya uğruyor. Hem de öyle böyle bir saldırı değil, kapıyı bir tekmeyle kıran katil, zavallı kadına satırla saldırıyor. Aksi gibi Helga da Marcus’un alt komşusu ve adam evine gitmek üzereyken ekibindeki müzisyenlerden Carlo’yu sokak ortasında içerken buluyor. Carlo yetenekli bir müzisyen olmasına rağmen hayattan nefret eder gibi ölümüne içen birisi, Marcus onu evine götürmek istiyor ama Carlo buna izin vermiyor. Carlo ve Marcus sokak ortasında felsefe yaparken bir çığlık duyarlar. Çığlığın nereden geldiğine bakınan Marcus, alt komşusu Helga’nın pencereye yapışmış bedenini görür. Kadın yardım istemek için pencereyi açamadan arkasından yaklaşan katil tarafından icabına bakılır. Eve doğru koşan Marcus, koridora girdiğinde farkında olmasa da aynadaki yansımadan katili görür. Fakat onu bir resim sandığı için film boyunca aslında ilk anda gördüğü katilin kim olduğunu arar durur. Tabi bu arayış sırasında ona güzel olduğu kadar da meraklı gazeteci Gianna Brezzi de yardım eder. Filmin sonunda katilin Sevda Ferdağ’ın yıllara meydan okuyamayan İtalyan ikizi olduğu anlaşılır. Cidden filmde Marta’yı canlandıran Clara Calamai, Sevda Ferdağ’ın biraz kötü yaşlanmış hali gibi. Oyuncu olan Marta evlendikten sonra kocasının zoruyla sinemadan ayrılmış ve bu durum kadında psikolojik sorunlara yol açmış. Kocasının, onun ve çocukları Carlo’nun iyiliği için kliniğe yatmasını istediği Marta, eline aldığı ekmek bıçağıyla bir Noel gecesi oğlunun gözleri önünde kocasını öldürür. Helga’nın katıldığı konferansa giden Marta’nın zihnindekiler mıknatıs gibi Helga’nın zihni tarafından çekilir. Geçmişindeki cinayetten kurtulmasının tek yolunun bu cinayeti gören psişik kadından kurtulmak olduğunu düşünen Marta, gece evini bastığı Helga’yı öldürür. Cinayete şahit olan Marcus’un kendisinin kim olduğunu bilmediğini bildiği için ona pek bulaşmaz ama kimliğini hatırlayan herkesten teker teker kurtulmaya çalışır. Fakat sonunda Marcus’ta aynada gördüğü silueti hatırlar, üstelik oğlu Carlo’da annesini korumaya çalışırken ölür. Bunun üzerine zaten psikolojik sorunları olan Marta, iyice delirir ve Marcus’u öldürmek üzere pusuya yatar. Fakat bu sefer başarılı olamaz ve asansörün kapısına sıkışan şatafatlı kolyesi ölümüne neden olur. 

Blood and Black Lace


Mario Bava’nın kağıt bebekleri hedef alan acımasız bir katilin hikayesini anlattığı Blood and Black Lace filmi İlhan Engin’in 1967 yapımı Kadın Düşmanı filmi ile benzerlik taşır. Tarih itibariyle tabi ki Bava’nın filmi daha önce çekilmiştir ve bizimkiler de ondan uyarlamış. Fakat Bava’nın filmin bütününden çok içindeki cinayete odaklandığı Blood and Black Lace filmi senaryo açısından Kadın Düşmanı filminden daha zayıftır. Tabi yerli versiyonda da asla bu kadar gerçekçi ve detaylı düşünülmüş cinayet sahnesi bulamazsınız. Filmin konusuna detaylı olarak girecek olursak bir birinden güzel kadınların modellik yaptığı bir moda evinde çalışan mankenlerden birinin ölümüyle ortalık karışır. Nedendir bilinmez sonra aynı moda evi için çalışan güzel kadınlar sırayla ölmeye başlar. Polis tüm dikkatini moda evine yönlendirir, katilin kurbanlarını sürekli buradaki modellerden seçmesinin altında bir sır olduğunu düşünür. Tam da polisin düşündüğü gibi moda evinde çalışan kızlar içinde moda evine ait karanlık bir sır barındıran defter yüzünden ölüyordu. Yüzüne opak çorap geçirmiş, şapkalı ve üç beden büyük siyah palto giymiş bir katilin hışmına uğrayan kızlar bu zalım ölümleri hak edecek ne öğrendi yahu diye geçiriyor insan içinden. Yazıktır, günahtır katil kızlardan tekini küvette boğup, üstüne bi de bıçaklamıştı. Birinin de yüzünü şömineye sokmuştu. Yani insan bu kadar zalimce işlenmiş cinayet sahnelerinden sonra Bava ve Argento’nun kadınlarla, özellikle de güzel kadınlarla derdi ne diye sorgulamadan edemiyor. Filmin sonunda polisler katil olabileceğinden şüphelendiği altı erkeği gözaltına alıyordu, eğer bir kadın daha öldürülürse katilin onlardan birisi olmadığı anlaşılacaktı. Ama eğer o altı erkek gözaltındayken bir cinayet işlenmezse o zaman katilin gözaltındaki adamlardan birisi olduğu anlaşılacaktı. Aslında katil gözaltında tutulan altı erkekten birisiydi fakat o gece bir cinayet daha işlendi. Böylece polisler diğer masum beş erkekle beraber katili de serbest bıraktı. Sonradan anladık ki, o güzelim altı kadının hunharca katledilmesine neden olan defterin içinde moda evinin sahibi hanımla, sevgilisi Franco’nun gizli sırları varmış. Kızlardan birisi bu defteri fark edip içindekileri öğrenince Franco da kızı öldürmüş. Sonra da defterden haberdar olan diğer kızları da sırları ortaya çıkmasın diye teker teker öldürmüş. Franco’nun serbest kalması için son cinayeti de moda evinin sahibi hanım abla işlemiş. Franco bey şaşkınca karakoldan çıkınca da moda evinde sevgilisinin hışmına uğruyordu. Şöyle ki moda evinin sahibi kontes hanım, bu kontes unvanını kocası kont bey sayesinde alıyor. Kont beyle beraberken Franco ile de ilişkisi olan kontes hanım, sevgilisi ile birlik olup kocasını öldürüyor. Böylece adamın serveti de bunlara kalıyor, işte nasıl bir hıyarlıksa kadın böyle bir sırrı günlük tutuyormuş ve sıradan bir olaymış gibi deftere not etmiş. Tabi defteri okuyan kızlardan birisi de bu bilginin ne kadar değerli olduğunu fark edince bildiği bu sır karşılığında para beklerken canından oluyor. Kontes hanım Franco beyin aşkı yüzünden şantajlara maruz kalmışken Franco bey tarafından moda evindeki mankenlerden biriyle aldatınca kan beynine sıçrıyor. Yani kadın sevgilisini kurtarmak için değil, onunla hesaplaşmak için cinayet işleyip Franco’nun polis gözetiminden çıkmasını sağlıyor.  

Black Sabbath


Mario Bava’nın 1963 yapımı filmi üç kısa korku filminden oluşuyor. Filmin başında ve sonunda korku sinemasının ünlü oyuncusu Boris Karloff sunuculuk yapıyor. İlk film Telefon, telefon sapığına maruz kalan genç ve güzel bir kadının korku dolu gecesini anlatıyor. Telefonu çalan genç kadına karşıdaki ses öleceğini söylemektedir, bu metafor günümüzde bile hala korku alt türü gerilim filmlerinin vazgeçilmez öğesidir. İkinci film Su Damlası’nda açgözlü bir hemşirenin ölmek üzere olan yaşlı kontesin değerli mücevherini çalması yüzünden başına gelenler anlatılıyor. Ölmek üzere, neredeyse kendi kendine mumyalaşmış kontes hanımın vakitleri sayılıdır. Kadının çok değerli bir yüzüğü vardır. Ona bakmak için gelen hemşire hanım da sanki üzerine vazifeymiş gibi bu güzel mücevher de toprak altında mı kalsın diye, ölü kadının parmağından yüzüğünü çalar. Ablacım sana ne zavallının yüzüğünden? Kadının çoluğuna çocuğuna kalır. Resmen hırsızlık yapıyorsun bir de kahvaltıda yürek mi yemiş nedir? Resimdeki ablanın yüzüğünü çalıyor. Yahu şu suratı gören hamile kadın çocuk düşürür, şu suratı gece gören aklını kaçırır. Sen ne cesaretle bu surata sahip, pişmiş kelle sırıtışlı, botoks mağduru görünümlü kadının yüzüğünü çalıyorsun. Vallahi bu hemşire hanım başına geleni hak etti. Eve gelir gelmez su damlası sesleri duymaya başlayan hemşire ablanın korkudan üç buçuk attığı sahneler bayağı gerilimliydi. İzlerken aklımıza gelse de yok canım, kadın vicdan azabı çekiyor, kontesin hortlağı evi basacak değil ya derken, bir bakıyorsun kontes hanım öbür taraftan kıymetli yüzüğü için gelmiş. Bu metafor da günümüzde dahi korku filmlerinin aranan öğesi konumunda. Hatta öyle ki bizim Sır Kapısı’nın bir bölümünde dahi yüzüğü için öbür taraftan gelme motifi işlenmişti. Bu da bize öğretiyor ki, yüzük kadınlar için çok kıymetli bir mücevher ve bir kadın ölse dahi yüzüğünden vazgeçmiyor. Yüzük kadının kıymetlisi ve efendisi olmuş durumda. Üçüncü hikaye Wurdulak ise Rusya’nın soğuk ve karanlık ikliminde geçiyor. Gotik bir mekanda geçen filmde wurdulak olarak anılan şey aslında vampirin Rusçası. Gorca bey amca Tatar Ali adındaki bir wurdulakı öldürmeye ant içip evi terk etmiş ve giderken de çocuklarına eğer şu tarihe kadar gelmezsem benden ümidi kesin demiş. Zira adam bir vampirin peşinden gidiyor, sonucunda kendisinin de vampir olma riski var. İşte bu sebepten gitmeden evvel ev ahalisine eğer geri geldiğimde yaralıysam sakın beni içeri almayın demeyi de ihmal etmiyor. Fakat evlat işte uzun yoldan dönmüş yaşlı babasını nasıl eve almasınlar. Filmin sonunda Tatar Ali isimli wurdulakı öldüreyim derken kendisi de wurdulak olan Gorca ( Boris Karloff ) tüm ev ahalisinin kanını emiyordu.

Phenomena


İçine kapanık ve utangaç bir kız olan Jennifer, nasıl yaptığını kendisi de bilmese de sineklerle telepatik olarak iletişime geçmektedir. Ailesi uyku sorunları çeken genç kızı özel bir okula gönderir, genç kızın yaşadığı uyku probleminin nedeni bir türlü anlaşılamaz. Bu yüzden Jennifer okuldaki diğer kızlar tarafından dışlanır. Bir gün yine diğer kızlar tarafından üzerine gelindiği sırada Jennifer farkında olmadan böceklerle iletişime geçer ve onunla alay eden kıza böcekler saldırmaya başlar. Jennifer, Stephen King’in Carrie’si gibi kendisine sataşanlara psişik güçleriyle karşılık veredursun okulunun yakınlarındaki civar kasabada acımasız cinayetler işlenmektedir. Jennifer’in böceklerle iletişime geçmesi adli entomoloji sayesinde katilin bulunmasına yardımcı olacaktır. Tabi zavallı Jennifer da katilin evini böcekleri sayesinde bulur bulmaz polise haber vermeden eve dalınca az daha canından oluyordu ya, neyse son anda paçayı yırttı.

The Red Queen Kills Seven Times


Almanya’nın soylu ailelerinden Wildenbrück ailesinin geçmişinde korkunç bir olay vardır. Kızıl Kraliçe ve Kara Kraliçe birbirleriyle hiç anlaşamayan iki kız kardeşmiş, bir gün Kara Kraliçe, Kızıl Kraliçe’yi öldürmüş. Daha sonra intikam için gelen Kızıl Kraliçe altı masum insanı öldürdükten sonra yedinci olarak da kardeşi Kara Kraliçeyi öldürmüş. Fakat daha korkuncu bu olay Wildenbrück ailesinde her yüz yılda bir yaşanmaya başlamış. Her yüz yılda bir birbirinden nefret eden iki kız kardeşten biri diğerini öldürür ve daha sonra da öldüren kız kardeşle beraber yedi kişi ölen kız kardeşin ruhu tarafından öldürülürmüş. Bu olayın tekrar yaşanmasından korkan Tobias Wildenbrück yeğenleri Kitty ve Rosemary’nin bu yüz yıldaki kardeşler olduğunu bildiği için iki kardeşi ayrı ayrı büyütmeye karar vermiş. Rosemary’i Kitty’den ayrı büyüterek ailesini lanetten koruyacağını düşünmüş, fakat her şey Rosemary yerine Kitty’nin kardeşiymiş gibi aileye aldığı Evelyn’in Kitty tarafından yanlışlıkla öldürülmesiyle değişir. Önce Tobias kalp krizinden ölür, üstelik Tobias’ın yeğeni Franziska ve kocası Herbert, Tobias’ın öldüğü gece bahçede Evelyn’i görmüşlerdir. Kitty lanetin gerçekleştiğini ve öldürdüğü kardeşi Evelyn’in onunla beraber yedi kişiyi daha öldüreceğini düşünüp korkmaya başlar. Daha sonra da teker teker çalıştığı moda ajansındakiler ölmeye başlar. En son sevgilisi Martin’in akıl hastanesindeki karısı Elisabeth de ölünce polisin gözündeki en büyük şüpheli Martin olur. Çünkü işlenen ilk cinayetle moda ajansının müdürü Hans ölünce onun yerine Martin müdür olur, ikinci cinayette ölen tasarımcı kız, Martin’in eşi Elisabeth’in yakın arkadaşıydı. Son olaraksa Martin’in karısı Elisabeth ölmüştü ve bu ölümle kadının tüm parası Martin’e kalıyordu. Martin işlenen üç cinayetten en karlı çıkan kişi olduğu için polisin gözünde şüpheli duruma düşer. Karısının doktoruyla konuşurken sevgilisi Kitty’nin ailesinde de bir takım akli sorunlar yaşayan kişiler olduğunu doktor ağzından kaçırır. Bunun üzerine Kitty ile konuşan Martin, Kızıl Kraliçe hikayesini öğrenir ve bu durumdan polise bahsetmelerini ister. Bu Martin’in üzerindeki katil zannını kaldırmak için bir fırsattır fakat Kitty bu durumdan bahsetmek istemez. Çünkü Kızıl Kraliçe hikayesinde de olduğu gibi cinayetlerin işlenmeye başlaması için önce Kızıl Kraliçe’nin kardeşi Kara Kraliçe tarafından öldürülmesi gerekiyordur. Kitty, kardeşi Evelyn’i öldürdüğünün bilinmesini istemez. Fakat filmin sonunda hepimiz olayın iç yüzünü anlarız. Ne Kızıl Kraliçenin horlayıp katliam yapması gerçektir ne de Kitty’nin kardeşi sandığı Evelyn’i öldürmesi. Her şey amcasının mirasından en yüksek payı almaya çalışan Franziska’nın planının bir parçasıdır. Film boyunca zaten yönetmen bu kadına dikkat der gibi Franziska’nın tuhaf ağız burun kıvırmalarını bize gösteriyordu. O yüzden filmin başından beri cinayetlerde Franziska’nın parmağı olduğunu anlarsınız. Ama kadının ölürken bile kimse mutlu olamıycek diye, ciyaklaması Wildenbrück ailesindeki meşhur delinin filmin başında kardeşine sadistçe eziyet eden Evelyn değil, amcasına bile para için bakan Franziska olduğunu kanıtlar nitelikteydi.

Lo Strano Vizio Della Signora Wardh


Bayan Wardh’ın Tuhaf Sapıklığı filmi ülkemizde Aşka Susayanlar adıyla uyarlanmıştı. Meral Zeren ve Kadir İnanır’ın başrolünde olduğu film bir takım değişiklikleri saymazsak İtalyan versiyonunun birebir aynısıydı. Kocası Neil’le Amerika’dan gelen Julie’nin unutmak istediği anıları vardır. Özellikle de eski sevgilisi Jean’la ilgili anılar. Ülkeye girer girmez işiyle aşırı meşgul kocası kadını yalnız bırakır, Julie bindiği takside şehirde uzun zamandır kadınları öldüren bir katil olduğunu öğrenir. O katilin eski sevgilisi Jean olduğunu düşünür ve ondan uzak durur. Fakat Jean’ın ondan uzak durmaya niyeti yoktur, kadına çiçek göndererek tacizlerine başlayan Jean, ortak arkadaşları Carol’un verdiği partide bile Julie’ye rahat vermez. Julie bu partide Carol’un kuzeni George ile tanışıp yakınlaşır, fakat bu yakınlaşma ona pahalıya patlar. Kadını arayan bir kişi George ile olan ilişkisini kocasına söylemekle tehdit edince Julie ne yapacağını şaşırır. Telefondaki ses kadından para isteyince Julie vermek istemez ama Carol parayı onun yerine istenen adrese götüreceğini söyleyince parayı vermeyi kabul eder. Fakat Carol adrese gittiğinde katil tarafından öldürülür, katilin asıl hedefinin kendisi olduğunu anlayan Julie psikolojik sorunlar yaşamaya başlar. Özellikle eski sevgilisi Jean’ın da öldüğünü öğrenmesi ile katilin ona yakın herkesi öldürdüğünü düşünen Julie korkuya kapılır. Kocası Neil’i terk edip sevgilisi George ile Madrid’e kaçan genç kadın, eski sevgilisi Jean ölmesine rağmen ondan bir çiçek alınca Jean’ın ölmeyip onun peşine düştüğünü sanır. Panik halde Madrid sokaklarında koşarken yanından geçip onu sıyıran zıpkınla iyice paniğe kapılan Julie, Jean’ın peşinde olduğunu düşünür. Sinir krizi geçiren Julie’ye George doktor bulmaya gider. Eve gelen doktor, Julie’ye bir iğne yapar ve George’a kadının sabaha kadar uyanmayacağını söyler. George da doktoru bırakmak için evden çıkar, o sırada sanki öğretmişler gibi sabaha kadar uyanmaz denen kadın uyanır ve evin içinde George diye, sevgilisini aramaya koyulur. Katil tarafından eterle uyutulan Julie, mutfağa sürüklenir. Gazı açıp tüm pencereleri kapayan katil, Julie’yi intihar süsü vererek öldürmeye çalışır. Siz de neden diye sorgulamaya başlarsınız. Neden tüm kurbanlarını usturayla öldüren katil, Julie hanımı mutfak tüpüyle öldürsün? Çünkü asıl katil, bir hostesi öldürmeye çalışırken hostes hanım, can havliyle eline geçirdiği bir makasla katil beyi mevta eder. Ve Julie’nin çevresindeki asıl tehlike katil değil, en yakın bildikleri hatta sevdikleridir. George ve Neil aralarında bir anlaşma yapıp, bu anlaşmaya Jean’ı da katıp, Julie ve Carol’dan kurtulma planları yapmışlar. Bu sayede Carol ve George’un amcasından kalan miras Carol ortadan kalkınca sadece George’a kalacak. Ve Neil de kötü giden işlerini karısının hayat sigortasından kalacak para sayesinde düzeltecekti. Julie’nin ölüm haberini alınca karakola gelen ikili polislerin önünde birbirini suçlarken arabada birbirini tebrik eder. İkilinin mutluluğu Neil’in yol kenarında Julie’yi görmesiyle silinir, polisin oyununa geldiğini anlayan ikili Julie’nin yaşadığını anlayınca polisten kaçmaya çalışırken sizlere ömür olmuştu.

İnferno


New York’ta yaşayan Rose, oturduğu apartmanın alt katındaki antikacıdan Üç Ana adında bir kitap alır ve kitabı okudukça kendi oturduğu evin de bir cadı tarafından yaptırıldığını anlar. Korkuya kapılan genç kadın Roma’da müzik okuyan kardeşi Mark’tan yardım ister ve onu yanına çağırır. Ablasının mektubunu alan Mark, mektubu dersten sonra açmayı planlamaktadır ama amfide gördüğü kedili bir kadın yüzünden aklı karışan genç adam, mektubu sırada unutur. Sıra arkadaşı Sara tarafından bulunan mektup, Sara hanımın haddinden fazla merakı yüzünden başının belaya girmesine neden olur. Rose’nin mektupta bahsettiği kitabı merak edip kütüphaneye giden genç kadın, bulduğu kitap yüzünden başına geleceklerden habersizdir. Kütüphane çıkışını ararken kütüphanenin içinde yaşayan korkunçlu cadının mekanına gelen Sara, cadının elinden zor kurtulup evine kaçar. Fakat korkudan evde yalnız kalamayacağı için asansörde tanıştığı bir muhabirden yardım ister. Sırf karşısındaki kız güzel diye, yardımın belki farklı noktada sonlanacağını düşünen denyo muhabir de kızın teklifini kabul eder. Fakat çapkınlığı başına dert olur, çünkü Sara’nın kendilerinden haberdar olduğunu anlayan Üç Ana isimli tehlikeli üç cadı bu gece Sara’dan kurtulmak için kızın evine gelir. Ve eve gelince de biliyor bilmiyor diye ayrım yapmayıp Sara ile beraber evdeki muhabiri de hakkın rahmetine kavuştururlar. Sara’dan ablasının mektubu için telefon alan Mark’ta eve bir gelir ki Sara öldürülmüş. Ablasının yanına giden genç adam, ablasının o gelmeden öldürüldüğünden habersiz evde bekler. Ablasının arkadaşı kontes Elise ile tanışan Mark, Elise ablasının nerede olduğunu bilip bilmediğini sorar. Bir başkaraktere göre oldukça akılsız davranan Mark, filmin sonunda nasıl kurtulur? Hem de New York’un en acımasız cadısının elinden nasıl yırtar anlamak mümkün değil.  

Stendhal Sendromu


Ünlü Fransız yazar Stendhal, Floransa’ya ilk defa gidince gördüğü sanat eserleri karşısında aman Allah’ım bu nasıl bir güzellik deyip baygınlık geçirir. Bu yüzden de psikolojide güzel bir sanat eseri görünce çok etkilenip bayılma ya da halüsinasyon görme durumuna Stendhal sendromu adı verilmiş. Bir nevi sanat zehirlenmesi durumu olan Stendhal Sendromu’nu konu alan 1996 yapımı Dario Argento filmi ise Stendhal Sendromundan mustarip genç polis memuresi Anna’nın peşinde olduğu seri katili ararken adamın kucağına düşmesini konu alıyor. Aslında amirleri tarafından katili bulmak için yem olarak kullanılan Anna, Floransa gibi sanat eseriyle dolu memlekette rahatsızlığı yüzünden katilin eline düşer. Adamın tecavüzüne uğrayan Anna, katil tarafından öldürülmek üzereyken polisler tarafından kurtarılır. Tecavüz ve ölüm korkusundan dolayı psikolojik sorunlar yaşayan genç kadın, kişilik bölünmesi yaşayıp kendini öldürmeye çalışan katilin kimliğine bürünür. Katilin kimliğine girdiği sırada saçına taktığı sarı peruk bile katil Alfredo’nun saç rengiyle aynı tondaydı. İçindeki katil kimliğiyle cinayetler işleyen Anna, asıl katil Alfredo’yu kendi eliyle öldürse bile onun öldüğünü inkar edip, kendi işlediği cinayetleri de onun üzerine atar. Polislerin meslektaşları Anna’daki tuhaflığı çözmesi ve katil olduğunu kabul etmek istemeyen genç kadının sinir krizi geçirmesiyle film sona erer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder