22 Temmuz 2017 Cumartesi

      Başrolde Üç Harflilerin Olmadığı Beş Yerli Korku Gerilim Filmi

   Yerli korku filmlerimizi bilen bilir. Özellikle Dabbe ve Musallat serisinin başarısından sonra pek çok yapımcı ve yönetmen korku filmlerine yöneldi. Fakat korku filmlerimizin sayısı maalesef konusunu değiştirmedi. İslami ögelere dayanan korku sinemamızın bir numaralı korku ögesi ise tek derdi insanlara musallat olup, onları çarpıp duran üç harfliler olmuş. Tamam, korku sinemasının bir numaralı ögesi her zaman doğaüstü varlıklardır. Bu sadece bizde değil dünya sinemasında da böyle de şu klişenin bari özgün bir senaryosu olsun. Yemin ediyorum 2000’den bu yana elli tane korku filmi yaptıksa bunların 49’u senaryosal örgü olarak 1973 yapımı Hollywood filmi Exorcist’ten farksız değil. Kabul edelim ki, sinemamızda özgünlük Yeşilçam döneminden beri yok. Bu korku filmlerimiz için de geçerli, izlediğimiz her korku filminde bir Hollywood etkisi görebiliyoruz. Bazıları ise türün başarılı filmlerini taklit edip özgün olmaktansa takipçi bir gölge oluyorlar. Sevdiğin, hatta hastası olduğun filme saygı duruşu niteliğinde gönderme yapmakta bir sorun yok ama birebir taklit edince durum değişir. Başta da değindiğim gibi gelişmekte olan bir korku sinemamız var ve bu türün hayranlarını memnun eden bir durum. Fakat korku filmi severler olarak her yıl çıkan on korku filminden dokuzunun üç harfli mevzuna saplanıp kalması korku sinemamızın gelişimini tıkayacak korkusu da yaşıyoruz. Bu yüzden bu haftaki yazımda içinde üç harfli barındırmayan yerli yapımları derledim. Çağrılan da üç harfliler olsa da o da çekim tekniği ile fark yarattığı ve konu itibariyle diğer üç harfli korku filmlerinden farklı olduğu için listeye dahil ettim. Filmler kalite açısından her ne kadar bir Hasan Karacadağ, bir Alper Mestçi çizgisinde olmasa da sırf yeni konu denedikleri için, tüm eksiklerine rağmen böyle bir liste hazırlamaya karar verdim. Hatta içlerinde bazıları ümit vadettikleri için türün hayranları tarafından keşfedilmeleri ve yönetmenlerinin daha başarılı işlere imza atması dileğiyle… 

Ceberrut


Youtube üzerinden kısa korku filmleri çekerek viral olmaya çalışan dört arkadaş, viral olalım derken rezil olur. Kısa yoldan şöhrete ulaşıp, köşe olmaya çalışan çocuklar, fake videolar çekip bu bir gerçek hikayedir diyerek pazarlamaya çalışırlar. Ormanlık alanda kamp yapan çifte musallat olan ormanlık alanın rahmetlisi konulu film çekmeye çalışırlarken çuvallayan ekip, viral olmaya çalıştıkları internet camiasında rezil rüsva olur. Karizmayı kurtarmaya çalışan ekibin lideri olduğunu sandığımız eleman Tuzla’daki perili eve gitmeyi önerir. Hikayeye göre evde kalan zengin ailenin kızları kaybolmuş, kız bulunamayınca üvey anne üzüntüden intihar etmiş, baba da evi satıp kayıplara karışmış. O günden sonra komşular ve evi satın alan aileler evde paranormal olaylar olduğunu iddia ediyormuş. Kapıların ya da pencerelerin kendi kendine açılması, ev boş olmasına rağmen ışıkların yanıp sönmesi, ya da evden çığlık seslerinin gelmesi gibi. İşte ekibimiz bu evde bir gece geçirip, fake bir videoyu gerçekmiş gibi internete koyarak diğer videonun rezilliğinden kurtulmayı ve viral olmayı beklerler. Tuzla kazan ekip kepçe internette gördükleri perili evi arar. Ekip sonunda evi bulur fakat bu sefer de emlakçı başlarında bir yetkili olmadan, film için bile olsa dört gence ev kiralamak istemez. Bunun üzerine gençler, başını çok defa belaya soktukları üniversiteden bir hocalarından yardım ister. Bu hoca modeli de her üniversitede bulunan, öğrencileriyle kanka geçinen ve onların ipiyle kuyuya indiği için de başı beladan kurtulmayan bir tiptir. Yekta bey de ekmeğe sürülecek kadar aklı olmayan öğrencilerinin aklıyla perili eve gidince anasından emdiği süt burnundan gelir. Önce elektriği açmak için bodruma inen ekip, bir korku filmi klişesi olan bodrumda elektrik açayım derken ölme olayına girmezler. Fakat filme adını veren goril burunlu ceberrut bodrumda yaşamaktadır. Elektriği açtıktan sonra evdeki enerjiyi ölçmeye çalışan ekip, üst kattaki duvardan sinyal alır, fakat bir duvardan niye sinyal aldıklarını anlayamazlar. Yemek yemek için alt kata inen ekip, karnını doyurduktan sonra çekecekleri fake video için işe koyulur, Yekta hoca da şömine başında kestirir. Bu sırada evin içinde dolanmaya başlayan küçük kızın ruhu, Yekta hocanın rüyasına girip başına gelenleri gösterir. Zavallı yavrucak, ilgisiz babasının eline bıraktığı üvey annesinden çok çekmiştir. Yalnız buradaki üvey anne cidden sadist kötü denecek cinsten, kızı en ufak bir sebepten azarlayıp, goril burunlu ceberrutun yaşadığı bodruma kilitliyor. Fakat ceberrut ne hikmetse kıza bir şey yapmıyor, kız ondan korkmasına rağmen ceberrut onunla evcilik filan oynuyor. Üvey annesi korkudan altına kaçırdı diye, küçük kızı döverken öldürüp cesedi de gömer ve kocasına kızın kaybolduğunu söyler. Küçük kızın öldürülmesi üzerine üvey anneyi bahçe hortumuyla ağaca asan ceberrut, civar halkı tarafından bilinmediği için konu komşu kız kaybolunca üvey annesi kahrından kendini astı filan der. Tüm bunları rüyasında gören Yekta hoca korkuyla uyanıp üst kattaki duvara koşar, duvarın arkasında öldürülen küçük kızın odası vardır. Kızla ceberrut arasında bir kankalık müessesesi geliştiğini bu odadan anlarız. Kızcağız duvara tek arkadaşı ceberrutun resimlerini filan çizmiş. Olanlardan hiçbir şey anlamayan ekip şaşkınlıkla alt kata iner, tam bu sırada ekipten birinin içine giren küçük kız, evden gitmeleri konusunda ekibi uyarır. Fakat içine girdiği kız baygınlık geçirince ekip kaçıp gitmek yerine sanki hayalet avcısıymış gibi neler olduğunu araştırmaya kalkar. Ceberrut evin tüm kapı ve pencerelerini kilitleyip onları esir aldığındaysa her şey için çok geçtir. Ekip üyeleri teker teker ceberrut tarafından öldürülür ve gaibe karışırlar. Film, paranormal olaylar hakkında program yapan, daha doğrusu televizyon hileleriyle paranolmal olay oluyormuş gibi gösteren bir ekibin, gittikleri gerçekten paranormal olaylar yaşanan bir evde yok olmalarını konu alan, 2011 yapımı Mezar Buluşmaları filmine benzer. Filmin hem yönetmeni hem senaristi hem de oyuncusu olan Özgür Yelence, Bizimkiler dizisinin yönetmeni Yalçın Yelence’nin oğludur. Baba mesleğini seçen yönetmen, babasının tam tersi bir tür olan korkuya yönelmiş. Korku filmi her ne kadar yapımcılar tarafından en ucuza mal edilen ve iyi hasıla yapan bir tür olarak benimsense de eğer efekte, doğaüstü olaylara bulaşan bir senaryonuz varsa sizi en zorlayacak film türlerinin başında gelir. Çünkü plastik makyaj pahalı, kaliteli bir efektse ondan pahalıdır. Eğer bu ikisi yoksa korku filmi çekiyorum diye başladığın film kurguda komediye dönüşür. Fakat bu filmin sorunu makyajdan efektten çok oyunculuktu. Tamam korku filmlerinden oscarlık oyunculuk beklenmez ama filmdeki oyunculuk aşırı amatörceydi.  Film olduğunu hissettirmeyen abartı bir oyunculuk vardı.

Çağrılan


Ecnebice adıyla Found Footage bizdeki adıyla buluntu film örneği olan Çağrılan, bir grup sinema öğrencisinin bitirme tezi olarak düşündükleri ama başlarına iş açan canlı yayında korku filmi çekme fikrinden yola çıkıyor. Deneysel bir tür olan buluntu film Cannibal Holocaus ile başlar Blair Cadısı ile tüm dünyaya yayılır. Az masraflı ve izleyici tarafından sevilen bir tür olan buluntu film yapımcıların denemeyi sevdiği bir film türüdür. İyi çekileni güzel olmasına rağmen kötüsü de izleyeni ifrit edecek kadar felakettir. Buluntu film türünü bir kenara bırakıp Çağrılan filmine gelecek olursak, filmin jeneriği inanılmaz iyi. Yerli bir filmden çok yabancı bir korku gerilim dizisinin jeneriği gibi, hani jeneriğe verilen özen filmin tamamına yayılsa herhalde efsane bir yerli filmle karşı karşıya olabilirdik. Yönetmeni Hüseyin Eleman’ın ilk korku denemsiymiş, o değil de adam Altın Portakal’da ödül almış. Ödüllü yönetmen de olsan korku filmi içinde ukteyse kaçamıyorsun işte. Dört oyuncu, bir sesçi, bir kameraman, bir kurgucu, bir ikinci kameraman ve bir de danışman hocayla başlayan canlı korku filmi denemesinde dua okuyarak cin çağıran eleman, uyduruk bir şey okumak yerine gerçek dua okuyunca ortalık karışır. Çağrılan gelmiştir, üstelik hiç de dost canlısı olmayan çağrılanın gitmeye de niyeti yoktur. Çocuklar eski güzel sanatlar binasında kapalı kalır, çıkışın duvarla kapatıldığı, telefonların çekmediği, seyircilerin olduğu kısımda yangının çıktığı güzel sanatlar fakültesine ambulans, itfaiye, polis ve basın hücum eder. Dışardakiler içeri girmeye, içeridekiler dışarı çıkmaya çalışırken gurubun içindeki sesçi kız çağrılan ama görünmeyen tarafından öldürülür. Grup iyice paniklemişken Theon Greyjoy görünümlü kurgucu Umut’ta boynuna dolanan yangın hortumuyla koridor boyunca sürüklenip kayıplara karışır. Olaya çevik kuvvet müdahale edecektir, içeridekilerle okul koridorlarındaki hoparlör yardımıyla irtibata geçilir. Gruptakilere gitmeleri gereken yer söylenir, çevik kuvvet polisleri onları kurtarmaya gelecektir. Danışman hocaları ayrılmaları gerektiğini söyler, diğerleri itiraz etse de çıkışı çabuk bulmak için bunun gerekli olduğuna ikna olurlar. Önce grubun seksi kızı Merve’nin içine üç harfli girer ve kız tövbe estağfurullah bir şeye dönüşür. Düz duvara tırmanıp, vücudundaki kemikleri erimiş gibi, ters köprü kurup, geri geri yürümeye başlar. Kızın içine giren üç harfliyi öldürmek isteyen kameraman sevgilisi Tolga, koca omuz kamerasıyla kızın kafasını yarar. Üç harfli diye Merve’yi öldüren Tolga’nın da koridorda kafası kopar, olaylara şahit olan Mehmet’te duvara kafa atarak ölür. İçine üç harfli giren Özge’nin zombiye dönüşüp ölü çevik kuvveti yediği bölüm haddinden uzun tutulmuştu. Tıpkı içine cin giren Merve’nin portatif masa gibi kıvrılıp durması gibi… Okulda sıkışıp kalan ekipten sadece danışman hoca kurtulur. Zaten grubu ikiye ayırma konusunda ısrar eden hocada bir tuhaflık olduğunu anlarsınız da adamın içindeki sadistliği üç harflilerle işbirliğine girerek gidermeye çalışması cidden şaşırtıcıydı. Filmdeki oyunculuk genel itibariyle zayıf olsa da yönetmen fazla yakın plan kullanmayarak bu sorunu çözmüş.   

El Ebyaz: Şeytanın Çocukları


Sanırım listede oyunculuk olarak sırıtmayan tek film El Ebyaz. Ayrıca konu alarak da diğer yerli korku gerilimlerden ayrılan film, yerli korku gerilimlerinden çok İspanyol gerilimlerine benziyor. Tarihi eser kaçakçıları Ege denizinde içinde Süleyman’ın vazosunun da bulunduğu bir lahit bulurlar. Efsaneye göre Süleyman Peygamber El Ebyaz ve asi cinleri bu vazonun içine kapatmış. Vazoyu bulan tarihi eser kaçakçısı kapağı açar ve gemi karışır, geminin içindeki herkes ölür. Açılış kısmındaki bu gizemli ölümlerden sonra film bir grup arkeoloğu merkezine alır. Bu arkeolog grubu iki yıl evvel içinde cinayet işlenen gemiye gidip oradaki lahit üzerinde inceleme yapacaktır. Gruptaki arkeologlardan Seda’nın psikolojik sorunları vardır ve ilaç kullanmaktadır, ayrıca genç kadın aynaya da bakamamaktadır. Gruptaki bir diğer arkeolog Aynur ise Seda’dan hiç hazzetmez ve onu sürekli grubun diğer iki arkeoloğu Kadir ve Cüneyt’e kötüler. Üniversitede beraber okuduğu ve aynı yurt odasını paylaştığı Seda’nın şizofren olduğunu ve hırsızlık yaptığını söyleyen Aynur, negatif bir insan olduğu için Cüneyt ve Kadir onu dikkate almaz. Gemiye giren arkeolog grubu lahitteki tarihi eserleri incelediğinde aynı dönemde ve aynı bölgede yaşamayan medeniyetlere ait bulgulara rastlarlar. Antik Roma medeniyetine ait lahitten Süleyman’ın vazosunun çıkması arkeoloji tarihi için bir gizemdir. Derken Seda, Süleyman’ın vazosu hakkındaki efsaneyi ekipteki stajyer öğrenciye anlatırken Ayşegül hocaya yakalanır. Seda dile getirmek istemese de iki yıl evvel gemide yaşanan katliamı bu vazonun açılmasıyla serbest kalan El Ebyaz ve asi cinlere bağlamaktadır. Ege denizindeki gemi Türkiye ve Yunanistan sınırında olduğu için Türk ve Yunan arkeologlar beraber inceleme yapacaktır. Geminin Selanik tarafına geçmesi için Yunan yetkililerden izin beklenmektedir, tam bu sırada fırtına çıkar. Geminin aşırı sallanması yüzünden stajyer öğrenciyi deniz tutar ve kız odasından çıkamaz hale gelir. Bu sırada Seda da hayalini gördüğü vakti zamanında ölmüş, filmin tek kötü yanı olan, palyaço makyajlı hemşire hanım ve benden kaçamazsın diyen uzun, ince psikopat kadının hayaliyle cebelleşmektedir. Stajyer kızın öldürülüp cesedinin kayıplara karışmasıyla başlayan süreçte, Ayşegül hoca kafasına düşen bir balta, Aynur suratına çarpan bir gemi kapağı, Cüneyt ise aniden alev alarak can verir. Geminin kaptanı ise stajyer kızı ararken kayıplara karışır. Sadece Seda ve Kadir hayatta kalmışken ve Seda, Süleyman’ın vazosundaki cinler gemiyi bastı, hepimiz ölüciyiz diye ciyaklarken Kadir silahını Seda’ya doğrultur. Kadir iki yıl evvelki tarihi eser kaçakçılarının katliamı da dahil olmak üzere gemideki herkesi cinlerin değil Seda’nın öldürdüğünü öğrenmiştir. Ve iki binli yıllardan itibaren gelişen korku gerilim film sektörümüzde cinler ilk defa bu filmle aklanmıştır. Her filmde insanlara musallat olup etmediğini bırakmayan kötü karakter olarak lanse edilen cinleri aklayan El Ebyaz, asıl tehlike cinler değil insanlardır der. Zira Seda filmin sonunda çakal geçinen Kadir’i bile elinden aldığı silahla öldürmüştü.

Alameti Kıyamet


Bir film düşünün ki içinde Kubrick’in eğik açıları, David Lynch tarzı mekan seçimleri ve Roman Polanski’nin senaryosu olsun ama gene de bir olmamışlık olsun. İşte Alamet-i Kıyamet filmi de bu olmamışlığı barındırıyor. Bir kere film Rosemary’s Baby’nin aynısı, sadece içine al ruhu, 1999 Depremi gibi bizden ögeler eklenmiş. Film, camisini kurtarmak için kızını feda eden bir imamın illüminati ile iletişime geçmesi ve deccalin doğumuna sebebiyet vermesini konu alıyor. Tıpkı Rosemary’s Baby’de olduğu gibi Alamet-i Kıyamet’te de deccalin anne adayı olacak hanımın dini alt yapısı var. Rosemary Katolik okulunda okumuş, Elif’in ise babası imammış. Senaryoya kesinlikle kötü diyemem ama orijinal değil, fakay olay örgüsü kesinlikle sağlam ve gerilim temposu yüksek. Tuhaf komşu kadın ve zombi kocası, onların içine kapanık korkak torunu Doruk, her şeye maydanoz olan diğer komşu kadın ve onun sessiz dev oğlu… Elif alt katından kodamanların çıkıp durduğu, merdiveni olmayan bir apartmanda yaşamaktadır, komşuları hayatına müdahale edip durur. Babasından, annesini döverek öldürdüğü için nefret eden Elif, sırf babası çok dindar olmasına rağmen annesinin ölümüne neden oldu diye ateizmi seçmiş. Ama babası çocukken iki annesine vurduysa bir de bunun kafasına vurup da beynini mi ezmiş nedir? Bu salak, cana kıyan birisinin nasıl dini bütün olduğunu sorgulamaz, kolay yolu seçer. Sonra da işler karışınca nefret ettiği babasından yardım ister. Ama zaten başına bu işleri açan babasıdır. Babası yaşındaki zengin bir adamdan hamile kalan Elif’in cidden akli melekeleri yerinde değil. Babası yaşındaki bir adama aşık olmasını içinde eksik olan baba sevgisine bağlarız da Bağcılar’ın yolunu bilmeyecek kadar zengin bir adamın fabrikada çalışan fakir bir Bağcılar kızıyla ilişki yaşamasını sadece üç şeye bağlarsınız. Birincisi bu adam çocuk hasretiyle yanmaktadır, karısıyla çocukları olmaz ve adam da fakir, kimsesiz bir kız bulup ona dümenden yanaşır. Amacı bir çocuk sahibi olup, kızdan da kurtulmaktır, kurtuluş kolay olsun diye de eline para sıkıştırabileceği kadar fakir ve ardını arayanın olmayacağı kimsesiz bir kızı seçer. Elif’in sevgilisi Can, bu şıkka uymaktadır. Çünkü arasının bozuk olduğu karısıyla çocukları yoktur ve karısı bu konudan şikayet edince kalkıp kadının boğazına yapışacak kadar da tehlikeli bir adamdır. İkinci ihtimalse bu adam sadistin tekidir, parasıyla gözünü boyayacağı kimsesiz bir kızı seviyorum ayağına kandırıp işkenceler eder. Karısını ümükleyen Can beyde tehlikeli bir potansiyel olsa da sadizm belirtileri yoktu. Üçüncü ve en tehlikeli ihtimalse bu adam tarikatçıdır ve tek amacı fakir ve kimsesiz kızı kandırıp tarikat ayinine kurban etmektir. Yani bırakın bu romantik Yeşilçam kafasını, fakir kız, zengin oğlan masallarını, acık gerçekçi olun. Davul bile dengi dengine diyor, bir yerde film Elif ve Can ilişkisi üzerinden.  Ki öyle de oluyor zaten, Can’ın sana bir sürprizim var diye kıza tuttuğu ev sayesinde Elif aylarının nasıl geçtiğini bile bilmiyor. Yaşadığı günleri unutan genç kız psikoloğa gidip yaşadığı ev ve komşuları hakkındaki tedirginliğinden girip gece gördüğü tuhaf kabuslardan çıkıyor ama psikolog bey kızı önemsemiyor. Neden mi? Çünkü o da tarikatçı. Etrafı tarikatçılar tarafından sarılan Elif, bir iş arkadaşının yanına sığınıyor ama onu da nedense Al ruhu öldürüyor. Al ruhunun filmdeki tek mantıklı açıklaması Elif’in çocuğunun peşinde olması, kızı aşağılayıp üzen Can’ın karısını öldürmesi normal olsa da Elif’e hiçbir zararı olmayan arkadaşını öldürmesine bir anlam veremedim. O çocuğu Elif’i evden uzaklaştırmaya çalıştığı için tarikatçilerden birisi öldürmeliydi. Güzel bir gerilim olsa da oyunculuklar filmi sırtlayacak düzeyde değildi. Filmin sonunda Elif’in de tıpkı Rosemary gibi lanetli olduğuna inandığı bebeğini her şeye rağmen sahiplenmesiyle annelik duygusuna sağlam bir gönderme olmuş. Sonundaki ters köşe de iyiydi ama film içinde klişe konular barındırsa da daha özgün bir fikre oturtturulabilirdi. 

 Mel’un


Sinema türü ne olursa olsun bir sanat dalıdır ve en etkili sanatlardan biridir. Bir filmi yapmanın ne kadar zor olduğunu bildiğim için üstteki filmlerin bazıları bir başyapıt olmasa da emeğe saygı dedim. Filmlerin çoğunun kötü yönlerinden çok iyi yönlerini öne çıkarttım. Her şeyden önce korku sinemamızın sürekli kendi içinde tekrara düştüğü cin musallat olması konusuna değinmedikleri ve farklı bir konu işledikleri için emeğe saygı dedim. Oyunculuk kötü olsa da olsun ya senaryonun çıkış noktası iyi dedim ama bu filme ne diyeceğimi bilmiyorum. Youtube’de altına yapılan yorumlar kadar kırıcı bir yazı yazmak istemiyorum, bence yapıcı yorumlarla sektöre gönül verenler motive edilmeli. Fakat film izlediğim yerli korku filmlerinin içinde anlam veremediğim ve şaka olduğunu sandığım tek filmdi. Korku filmi sektörümüzden birçok korku filmi geldi, geçti. Hatta şu an ülkenin en iyi korku filmi yönetmenlerinden olan Hasan Karacadağ’ın Dabbe sersinin ilkini bile izlemiş birisi olarak korku sinemamız için tek dileğim filmin yönetmeninin de Hasan bey gibi sonradan açılması. Yıkıcı bir yorum yapmayı gerçekten istemiyorum çünkü sosyal ortamdan gördüğüm kadarıyla film yeterince eleştirilmiş, hatta yerden yere vurulmuş. Bu film için yapılacak olumlu bir yorum da bulamadığım için yazımı burada bitiriyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder