26 Mayıs 2018 Cumartesi


Yeşilçam’a Bir Arkadaşa Bakmak İçin Uğrayıp Sinemamıza Renk Getiren 10 Yabancı Oyuncu

   Bu haftaki Yeşilçam dosyamızda da yolu Yeşilçam’dan geçmiş on yabancı oyuncuya değineceğiz. Belki çoğumuz ilk izlediğimiz yıllarda onları yerli sandık, fakat dikkatli izleyiciler ağız hareketlerinden efsane dublajlar döndüğünü anlamıştır. Özellikle Chiristine Haydar, Robert Widmark ve Annie Hall’in gram Türkçe kelam etmediği muhtemel çekim sırasında da ana dilleriyle konuştuğu sonradan dublajla seslendirildikleri ortada. Yeşilçam’ımıza giren yabancı oyuncularda İranlı oyuncular ağırlığını hissettirirken kadın oyuncular Avrupa sınırlarından ülkemize giriş yapmış. Kadın oyuncuların hepsi çoğunlukla seks sembolü (Suna Yıldızoğlu’nu tenzih ediyorum) olarak beyazperdede arzı endam ederken erkek oyuncular da aksiyon filmlerinin aranan ismi olmuş. Özellikle Robert Widmark, Cüneyt Arkın’ın aksiyon kankası olmuş beraber az figüran dövmemişler. Lafı fazla uzatmadan yabancı oyuncularımıza değinelim.

Sonia Viviani İtalya


Bence Yeşilçam’ın beyazperdeye yansıttığı en güzel yabancı aktris Sonia hanımdı. Akdeniz insanı olduğu için ülkemizde görülme ihtimali yüksek bir tip olan Sonia hanımı sinemada ilk gördüğümde yabancı olduğunu hiç düşünmemiştim. Gözde Kansu’nun İtalyan ikizi gibi duran Sonia Viviani sinemamızda Teşekkür Ederim Büyükanne ve Delicesine adlı iki film çeviren güzel oyuncu tabi ki beraber rol aldığı yakışıklı oyuncu Kadir İnanır’la kısa süreli bir birliktelik yaşamış sonra da memleketine dönmüştür. 1976’da iki filmle Yeşilçam’a resmen imzasını atan güzel oyuncu sinemamızda aradan yıllar geçse de unutulmazlardan olmayı başarmıştır. Gerçi bunun için fazla çaba harcamasına da gerek yok şu duru güzellik, masum çekicilikle Sonia unutulur mu?

Eva Bender İsveç


Tarkan serilerinin unutulmaz oyuncusu Eva Bender, mağdur Viking prensesi Ursula ve Yeşilçam’ın büyücü vampiri Gosha rolüyle özellikle dönemin erkek izleyicilerin aklına kazınmıştır. Dansçı olmanın avantajıyla gösterişli vücudunu sergilemekten çekinmeyen Eva, dönemin ünlü yönetmeni Halit Refiğ’i de nikah masasına oturtmuştur. Sonradan bunalıma girip intihar teşebbüsüyle gazetelerde yer etse de sinemamızda da hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahipti. O cesur duruş, kusursuza yakın vücut ve Avrupai tiple hayran kitlesi edinmekte fazla zorlanmasa gerek.

Beyk İmanverdi İran


Gösterişli fizik ve dövüş sahnelerine olan yatkınlıkla Beyk İmanverdi de sinemamıza imzasını atmış yabancı oyunculardandı. Komşu İran’dan olduğu için diğerlerine oranla daha iyi bir Türkçe’ye ve daha fazla filmografiye sahip olan Beyk bey Sezercik’in babası olup oğluna karate bile öğretmişti.

Chiristine Haydar Fransa


Fransız fotomodel Chiristine hanım kendi ülkesinde fazla ilgi göremeyince leopar desenli bikinisini giyip Haydarpaşa Garından ülkemize giriş yapmıştır. Cüneyt Arkın’la oynadığı Tehlikeli Sarışın filmiyle akıllara kazınan Chiristine mi yoksa balıkadam kostümlü Cüneyt abi mi daha ikonikti bilemedim. Zaten filmin başında Chiristine ablaya Ajda’mızın Petrol şarkısını seslendirtmişler. Gerçi orda da geride Ajda ablanın kaseti vokal yapmış, önde kırık bir Türkçeyle Chiristine petrol petrol deyip duruyor. Zaten sonradan da göbek havasına dönüşen müzikte Chiristine, Nesrin Topkapı’ya dönüşmüş. Bu filmde kadını seks ilahı gibi göstermişler, film boyunca düzgün fiziğiyle yarı çıplak arzı endam eden bir Chiristine var. Tanga bikinisiyle sahilde oryantale yakın bir havada döktüren Chiristine’nin cesareti Kadir İnanır’ı yüreklendirmiş. Uzun zaman sonra setlere yeniden dönen Kadir bey, Chirstine ile başrol oynamak istemiş ama bu isteği burnundan gelmiş. Kadının soğuk tavırları ve cesur olmayan duruşu Kadir İnanır’ı sinirlendirmiş. Yönetmen filmi bir an evvel bitirmek için çabalamış durmuş. Zaten endamlı bir kadın olan Chiristine topuklu ayakkabı giymekte diretince diğer rol arkadaşı Ekrem Bora’nın yanında devanası gibi kalmış. Gülme krizine giren set ekibi de Ekrem bey için bir takoz ayarlamış. Geçmiş gazetelerden öğrendiğim set dedikodularını da araya sıkıştırarak Chiristina’ya veda ediyoruz. Sonia kadar güzel sayılmazdı ama listenin tamamından uzundu kadın.

Annie Hall Almanya


1953 yapımı Drakula İstanbul’da filminde orijinal versiyondaki Mina karakterine denk gelen Güzin’e can veren Annie Hall, Alman asıllı bir dansçı. Bu yüzden de orijinal serinin masum Mina’sı seksi bir dansçıya dönüşmüş. Küvetteki bıcı bıcı sahnesiyle döneme göre bayağı cesur davranan Annie hanım, ufak tefek yapısı ve yuvarlak yüz hatlarıyla Sonia Viviani’den sonra listenin en bizden kadınıydı. Oynadığı film Yeşilçam’ımızın klasiklerinden olduğu için türün hastaları haricinde hayran kitlesi elde edemeyen Annie hanımı fantastik korku sever olarak saygıyla anıyorum.

Robert Widmark İtalya


Yeşilçam’ın Fırlama Necmi’si ve Piç Rıza’sı olarak izleyicilere kendini sevdiren İtalyan oyuncu aksiyon filmlerinin aranan ismiydi. Cüneyt Arkın’ın aksiyon ekürisi olan Robert beyin mafya babası Sadri ağabeyin paralarını çalıp bir de adama nispet yapar gibi kızına yürüdüğü Baş Belası filmi de ayrı bir efsaneydi. O, Sadri ağabey ve adamlarının peşinde olduğu bir über dolandırıcıydı. O zaman O çocuğu canum evladum diyerek Sadri Alışık’ı da anarak bitirelim Robert’e ayırdığımız satırları.

Nasir Melek İran


İran’ın önemli karakter oyuncularından olan Nasir Melek, Cüneyt Arkın’ın efsaneleştiği Alın Yazısı filminin orijinal versiyonunda evin büyük oğlunu canlandırıyordu. ( Bizdeki versiyonunda Erol Taş’ın canlandırdığı rol.) Yeşilçam’da İki Kızgın Adam, Baraj gibi filmlerde oynayan Nasir, özellikle Baraj filminde canlandırdığı Nazım karakteriyle hatırlanır. Çirkin bir erkek olduğunu düşünüp kendine güzel bir kadını yakıştıramayan Nazım, bir oyun oynar. Bu film aynı zamanda Türkan ablamızın da efendi adamı yakışıklı piç adama tercih ettiği ikinci film olma özelliğini taşır.

Hoomayun Tebrizyan İran


Baş Belası filminde Piç Rıza’ya paraları kaptıran mafya babası Sadri Alışık’ın iri kıyım koruması Ayı Mehmet en bilindik rolüdür. Harbiden biraz saf olsa da vurdu mu boğayı devirengillerdendi.

Suna Yıldızoğlu İngiltere


Resme beş saniye bakıp etkilenmeyecek bir bünye yoktur. Zira Suna hanım listenin en etkileyici ismiydi. Hippi olarak İstanbul’a giriş yapsa da bu güzelliğiyle sinema sektörümüz tarafından keşfedilmesiyle Yeşilçam’ın aranan ismi olmuş. Kayhan Yıldızoğlu ile evlenip Yıldızoğlu soyadını alsa da kızı Yasemin’in babası Kayhan bey değildir. Yeni dönem magazin medyası tarafından kızı Yasemin’in kendisinden daha güzel olduğu iddia edilse de bence bir Suna değil. Ha güzel kız eyvallah da Suna hanımın daha dikkat çekici, yıldızı yüksek bir güzelliği varmış. Suna Yıldızoğlu sinemamızda daha çok Kemal Sunal ile oynadığı Gol Kralı ve Zeki – Metin ikilisiyle oynadığı Petrol Kralları filmleri ile hatırlansa da Güneşli Bataklık filmindeki kapitalizmi temsil eden zengin kızı rolüyle de büyüleyiciydi.

Cihangir Gaffari İran


Azeri kökenli İranlı olan Cihangir Gaffari, İran’da tanınmış bir oyuncuyken İstanbul’a ablasını ziyaret için geldiği sırada Yeşilçam’ın markajına takılmış. Kadir İnanırgiller familyasının kaşlı bir üyesi olan Cihangir beyin sinemamızda görünmemesi imkansızdı. Tugay Toksöz’le beraber Kadir beyle üçüz gibi duruyorlar. İstanbul’a ve Yeşilçam’a adımını atar atmaz hızlı çıkıp dönemin taş kadınlarından Gülsün Kamu’ya nikahı basmasıyla magazin basınının da dikkatini çeken Cihangir beyin en bilindik filmi başrolünde Cüneyt Arkın’ın olduğu Malkoçoğlu Cem Sultan filmidir.

Bonus: Micky Sebastian Romanya


1992 yapımı İlyas Salman’ın başrolünde oynadığı Adalet Ağaoğlu’nun romanı Fikrimin İnce Gülü’nden Tunç Okan’ın uyarladığı Sarı Mercedes’in çok güzel bir karısınız hanfedisi Romanyalı güzel Micky Sebastian’a da selam olsun. Cidden çok güzel bir hanımefendiydi. Gerçi filmde hayat kadınını canlandırıyordu ve Bayram’ın üzerine titrediği bal rengi Mercedes’inin kapısını çizerek bok ettin bayan tepkisiyle karşılaşıyordu. Ama kadın haklıydı, araba içinde kadın sıkıştırmak nedir Bayram!

8 Mayıs 2018 Salı


Sinema Tarihinin İzleyene Saç Baş Yolduran Birbirinden Arıza 22 Kadın Karakteri

   Kimisi sevimli kimisi oldukça tehlikeli ama şu bir gerçek ki hepsi de hastalıklı bir beyin tarafından kontrol edilen 22 arıza kadın karakterle karşınızdayım bu hafta. Bu listede gördüğünüz 22 kadın karakter sinemanın görüp görebileceği en arıza, dediğim dedik çaldığım düdük karakterleri. Kimisi melankolik kimisi psikiyatristlik ama sinemaya renk kattıklarını kimse inkar edemez.

Gol Kralı Sevim


Futbol groupiesi Sevim, Fener’in en büyük fanıdır ve takıma moral vermek için elinden geleni yapar. Duvar Ahmet isimli bir futbolcudan hamile kalıp çocuk aldırmaktan dönemin magazin basınının diline düşen Sevim’in babası çılgına döner ve otuzuna gelen kızına evlen artık diye ültimatom verir. Sevim de yolda giderken tanıştığı saf bir genç olan Sait’le evlenerek babasının gazabından kurtulmaya çalışır. Sait, köklü bir İstanbul ailesinden geldiği için babası Sevim’in Sait’le evlenmesi konusunda ısrarcıdır. Ama Sait’in tavırları ve saflığı Sevim’i çileden çıkarır. Nikah günü Sait’i masada bırakıp Fener’in maçına giden Sevim, babasını çileden Sait’i de imandan çıkarır. Dinsizin hakkından imansız gelir misali, kendini antrenmanlara verip futbolcu olan Sait, Duvar Ahmet’e rakip olup Sevim’in aklını alır. Zamanında elinin tersiyle ittiği nişanlısının karizmatik bir futbolcuya dönüşmesi üzerine bu sefer de Sait’in peşinden koşar. Rakibi İspanyol Aysel’in evinde Sait’i basınca deliye dönen Sevim’in İspanyol Aysel ablayla yaptığı rakibe kıç atmalı, ısırmalı boks sinema tarihimizin en iyi cat fightsine örnektir.

Rüzgar Gibi Geçti Scarlett


Ah Scarlett ah! O üç saatlik film boyunca yaptıklarınla, bugünün işini yarına bırakmanla ve sana aşık bir adama kaba davranışlarınla izleyiciye kurdeşen döktürdün. O’Hara ailesinin güzel kızı Scarlett cemiyetteki erkekleri peşinden koşturur ve bundan büyükte zevk alır. Aşırı derecede şımarık olan Scarlett, etrafında onun için pervane olan bir düzine erkek varken komşu çiftliğin pısırık oğlu Ashley’in peşindedir. Ashley de Scarlett’e karşı ilgisiz değildir ama bu ilgi aşktan çok tablo gibi güzel bir kadına duyulan ilgidir. Ashley’in ailesinin kuzenle evlendirme geleneği vardır, bu sayede mal bölünmeyecektir. Bu yüzden Ashley de kuzeni Melanie ile evlenecektir. Bu haberi duyan Scarlett deliye döner ve Ashley’in Melanie’yi değil kendini sevdiğini, bu evliliğin bir aile geleneği olduğuna kendini inandırır. Bir baloda Rhett Butler’le tanışan Scarlett, onun ahlaka aykırı davranışları olan bir zampara olduğunu öğrenince adamı aşağılayıp durur. Oysa hem kitap hem de film boyunca yaptıklarına bakarsanız Scarlett’in yanında Rhett zemzemle yıkanmış gibi kalır. Rhett’in ahlaksızlığı çapkınlığıyla sınırlıyken Scarlett, sevmediği bir adamla evlenip onun ölümüne sebep olan bir karakterdir. Ve adam onun yüzünden ölmesine rağmen Scarlett ölmüş kocası için doğru düzgün yas bile tutmaz. Yasta olduğu bir gün baloya katılıp Rhett’le dans etmesi cemiyet tarafından hoş karşılanmasa da umursamaz. Kendisine ilgisi olduğunu bildiği Rhett’i hapiste ziyaret etme sebebi bile çiftliğini kurtaracak parayı bulmak içindir. Öyle ki adam buna “Benim için ağlar mısın Scarlett? Eğer ağlarsan sana para veririm.” dediğinde Scarlett’in dümenden ağlaması taktire şayandır. Ashley’e duyduğu şeyin elde edememeden kaynaklanan bir takıntı olduğunu anlayıp asıl sevdiği kişinin Rhett olduğunu anlaması bile filmin sonunu bulan Scarlett cidden arızanın sözlük anlamıydı. Başı ne zaman sıkışsa bunu yarın düşünürüm diye diye filmi bitiren Scarlett filmin sonunda bile bugünün işini yarına ertelemeyi başarmıştı. Güzel olduğu kadar şımarık ve gamsızdı da.

Ah Güzel İstanbul Ayşe


Ayşe tam bir şeytan tüylü arızaydı. İzmir’den İstanbul’a artist olmak için kaçıp, sinemacı diye kızların fotoğraflarını çekip kötü yola düşürmeye çalışan bir adamın oteline düşer. Fotoğraflarını çektirmek için eski zengin yeni fotoğrafçı Haşmet İbriktaroğlu’yla karşılaşması sonucu hayatı değişen Ayşe’nin gözü şan ve şöhrette olduğu için Haşmet’in saf ve temiz duygularına aldırış etmez. Adamın parasını çalıp şöhret hayallerinin peşinden koşar. Haşmet’in besteleri sayesinde şöhreti yakalar ama devam ettiremez. Çünkü Haşmet’in bestelerine ihtiyacı vardır, Haşmet’e sırf yeniden ona beste yapsın diye dönmeye bile kalkar. Yani kızın gözünü şan şöhret bürümüştü. Seni kötü adamların elinden kurtarmak için kaldığın oteli basıp sapık fotoğrafçıyı dövecek kadar sana değer veren birini bulmuşsun hala şan şöhret diyorsun! El insaf Ayşe, hatta okkalısından bir tükürük gönderiyoruz sana.

Rebecca Mrs. Danvers


Hitchcock’un Rebecca’sını bilen bilir. Aslen gizem, dram türünde olan filme gerilim ve korku öğeleri yerleşmişse biline ki bunun sebebi Mrs. Danvers’ten başkası değil. Maxim de Winter karısı Rebecca’nın ölümünden sonra bir tatile çıkar. Zengin, yakışıklı ve dul bir erkek olan Maxim çıktığı tatilde sosyeteden birçok kadının dikkatini çekmesine rağmen kendi halinde bir kızla evlenir. Rebecca’dan sonra köşke gelen yeni Mrs. de Winter’e geldiği ilk günden beri düşmanca davranan Trabzon ekmeği görünümlü örgüsüyle kahya Mrs. Danver, hanımına etmediğini bırakmaz. Eski hanımına haddinden fazla bağlı Mrs. Trabzon ekmeği, gözlerini devire devire yeni hanımına psikolojik baskılar yapar. Bi Mrs. de Winter’ı kapı arkasından çıkıp bö diye korkutmadığı kalmıştı kadının. Zaten Mrs. Trabzon ekmeğinin birini korkutması için özel bir çaba harcamasına gerek yoktu. Kahya hanım doğal haliyle de yeterince ürkütücüyken kenarda köşede yakaladığı yeni hanımına “Bay Maxim hala Rebacca’ya aşık, seni ona çok benzediğin için yanında tutuyor!” diye psikolojik baskı yapmaktan da geri durmazdı. Eski hanımı Rebecca’ya karşı lezbiyence hisler beslediği düşünülen ürkütücü Mrs. Trabzon ekmeği, filmin sonunda canım köşkü yakarak ne derece arıza olduğunu da dosta düşmana göstermişti.

Karanlıkta Uyananlar Nevin


Sanat sanat diye ölmüş ama sanat hakkında bir bilgisi olmayan, Paris’te takılmayı sanatçılık sanan, abuk sabuk resimler yapıp kendini Picasso gibi gören entel Nevin, listenin en nevi şahsına münhasır arızalarındandı. Sosyal gerçekçi filmin içerisine sanattan anlamayan entel takımı temsil etsin diye konuşlandırılan Nevin, cidden rolünün hakkını veriyordu. Öncelikle Nevin, Avrupalı olmayı medeniyet sanıyor. Oysa biraz Avrupa tarihi okusa bilmeden etmeden resmimi bozdular diye saldırıp barbar Vandallar diye hakaret etiği işçilerin bile daha medeni olduğunu anlardı. Güzelim, medeniyet Avrupa sınırından girmekle olmaz. Kültürle ve o kültürü algılayacak analitik zekayla olur. Senin daha ahlak anlayışın oturmamış ne medeniyetinden bahsediyorsun? Dayının dolandırıcı olduğunu öğrenmişsin, dayın sevdiğin adamın fabrikasını dolandırmış, adam batmış hala utanmadan adama benle Paris’e gel diyorsun. Hay Eyfel Kulesi tepesine devrilesice beyinsiz, adam battı battı! Ne Paris’i, Edirne sınırından geçecek parası kalmadı dayın sayesinde.  Bir de kendin gibi kokuşmuş arkadaşlarının içinde sevgilini eziklemeye çalışıyorsun “Bu bana sahip olduğunu sanıyor, isterse döver sanıyor!” diye atar yapıyorsun. Gören de adam ilk çağdaki mağara adamları gibi saçından sürüklüyor sanır. Sen resim yapacağım diye aşırı derecede tinere mi maruz kaldın ne? Beynin mi uçtu kızım senin?

Who is Afraid of Virginia Woolf Martha


Martha ve George’un absürt bir evliliği vardır. Filmi izlerken hangisi daha sorunlu anlayamazsınız. Üniversite rektörünün kızı Martha, kocası George’u sevmesine rağmen flörtöz davranmaktan asla vazgeçmez. Flört edeceği erkekte kriter de aramayan Martha, alkolünde etkisiyle bayağı bayağı basit tavırlar sergiler. Kocası George’sa alkolik karısının saçmalamalarına göğüs geren zavallı bir eş görünümündedir. Martha partide tanıştığı genç bir asistan ve eşini evlerine davet eder ve bu davetten kocasına eve varınca bahseder. Nick ve Honey görünüşte birbirine aşık iki genç çift gibi dursa da onların evlilikleri de sorunludur. Nick, Honey’le isteyerek değil muhafazakar bir eğitim alan Honey hamile olduğunu sandığı için mecburen evlenmiştir. Tabi bunda Honey’in papaz olan ve bir papaza göre hayli zengin babasının da etkisi vardır. Martha gece boyunca yaptığı işve ve cilvelerle Nick’e iş atıp durur. Film boyunca ne kadar Nick’e iş atsa da Martha kocasını sevdiği için Nick’le kocasını aldatmaz sanırsınız. Fakat Martha kocasını sevmesine rağmen ona sadık kalan bir kadın da değildir. Aldatıldığını anlayan George, Martha’ya unutamayacağı bir ders vermek için oğullarının öldüğünü söyler. O sırada George hariç odadaki herkes üzgündür. Martha evlat acısı çeken bir anne gibi hüngür şakır ağlarken Honey de alkolün verdiği etkiyle duyduğu haber karşısında salya sümük ağlamaya başlar. Filmin sonu da acıklı bitecek diye beklerken bir de öğrenirsiniz ki aslında bu ikilinin ölen oğulları hayali evlattır. Siz ne cins bir tencere kapaktınız Martha ve George? Sinema tarihi bir daha sizin gibi çifte manyak görmez herhal!

Ateşli Çingene Gelincik


Ruh hastasının sözlük anlamı Gelincik, sinema tarihimizin ilk şizofrenik kadını olabilir. Aşkından geberdiği kemancı Ali’ye yapmadık eziyet bırakmaz, çocuğun başını bile yarar. Hırsızlık yapar, suçu Ali’nin üzerine atar. Ali bunun yüzünden derbeder olur, kemanını alıp çeker gider. Şarkıcı bir abla tarafından keşfedilir, ablanın hafifte gözü vardır Ali’de. Tam Ali huzuru buldu, bu tazmanya canavarı kılıklı Gelincik’ten kurtuldu derken Gelincik rahat durur mu? Başı kabak yalın ayak yollara düşüp Ali’nin peşinden İstanbullara gider. Fakat Ali’yle yüz yüze geldiğinde gene rahat durmaz, çocuğun canına okur. Yani tam bir psikopattır. Ne Ali’den uzak durabilir ne de Ali’nin yanında ağzından bir güzel laf çıkar.

Eva Hakkında Her Şey Eva


Ezik görünümlü sinsi ekolünün ilk örneklerinden yürüyen yılan Eve, amacına ulaşmak için karşısındaki herkesi merdiven olarak kullanan plancı bir ikiyüzlüydü. Kendisinin nasıl bir kadın olduğuna kısaca değindiğimiz Eve hanımın tarihteki karşılığı Anne Boleyn dersek ne cins bir karakter olduğu anlaşılır herhalde. Zira kazanmak için her şeyi yapan fakat sonunda kendi kazdığı kuyuya düşerek kaybetmeye mahkum olan bir karakterdi. Film ünlü bir oyuncu olan Eve’nın kazandığı ödülün ilan edilmesiyle başlar. Geriye dönüş tekniğiyle Eve’nın hikayesine odaklanırız, elini verenin kolunu kurtaramadığı, kendi menfaati için ona yardım edene bile nankör gelen Eve adeta iyilik yap denize at atasözümüzün kimler için kullanılacağının canlı bir örneğiydi. Margo Channing tiyatro camiasının duayenidir, onunla tanışmak için kapılarda bekleyen Eve’yi fark eden Margo’nun arkadaşı Karen, kızın haline acıyıp onu Margo ile tanıştırır. Buraya dikkat, çünkü Eve kendisine tiyatro camiasının kapılarını açan Karen’in senarist kocasını tavlamak için elinden geleni yapacaktır. Çünkü eğer bir oyuncu yönetmeni tavlayamazsa onun için oyunlar yazacak senaristi ayarlamalıdır. Aslında asıl hedefi Margo’nun sevgilisi yönetmen Addison olan Eve, Addison’dan umduğunu bulamayınca zamanında kendisine yardımcı olan Karen’in beyi Lloyd’u ayartma çabasından geri durmaz. Filmin sonunda kendisinin erkek versiyonu gazeteci Billy’e düşerek layığını bulsa da kendisinin on yıl evvelki hali genç kızla karşılaşınca birden Margo konumuna düşüyordu. Margo’nun da dediği gibi uğruna her şeyi yaptığın o ödülü al ve kalbinin olması gereken yere koy Eve.

İşte Hayat Ayşe


Bir şöhret aşığı Ayşe de Uğur abinin başına musallat olmuştu. Ama burada Ayşe sadece görselden ibaretti, asıl elebaşı annesi Makbule’ydi. Kızını meşhur etmeye kararlı olan Makbule hanım, Uğur Dündar’ın filminde kızını başrol oynatmak için hain bir plan kurar. Ayşe kendini Uğur’un arabasının önüne atacak, Uğur’a çeşitli yalanlar söylenip kendilerini eve bıraktıracaklar ve bir adet merdane yardımıyla Uğur etkisiz hale getirilecek. Etkisiz hale getirilen Uğur ve Ayşe’nin uygunsuz fotoğrafları çekilecek, tehdit ve şantaj yoluyla Ayşe filmde başrol oynayacak. Plan tıkır tıkır işler ve Ayşe ile annesi Makbule’nin isteği olur. Ama kolay mı efendim, araştırmacı gazeteci Uğur’a şantaj yapmak. Uğur’da Ayşe’den intikamını almak için seti kıza dar eder. Yüzme bilmeyen kıza su kayağı yaptırmak bunlardan en zalımcasıydı. Kızım sen de manyak mısın oyuncu olacağım diye tutturup kendini araba altlarına atmak nedir? Daha baygın adama gecelikle sarılmaya utanıp korkuyorsun ama oyuncu olma hevesiyle kendini araba altına bile atıyorsun. Dengesizdin Ayşe dengesiz, ama ananın Makbule olduğunu düşününce sen gene normal bile sayılırsın. Kadın merdaneyle dev gibi Uğur Dündar’ı etkisiz hale getirdi yahu.

Singin’in in the Rain Lina


Sinemaya sesin girmesi ile yaşanan zorlukları gözler önüne seren Singin’in the Rain filmi her ne kadar sinema tvciler için altın değerinde bir film olsa da Lina karakteriyle izleyenler için de ibret niteliğinde olmaya devam ediyor. Şöyle ki Lina, oyunculuk yeteneği sınırlı olan ama çok güzel bir kadın olduğu için sinema camiasında yer edinen bir yıldızdır. Yetenekli bir akrobat ve şarkıcı olan Don Lockwood ise para için figüranlık yapar. Lina ile tanışmaları bile genç kadının ne menfaatçi olduğunun göstergesidir. Şöyle ki, kendisine hayran bir figüranın elini sıkmaya tenezzül etmeyen Lina, tehlikeli rolleri gözünü bile kırpmadan yapan figüranın yapımcının dikkatini çekip başrol olduğunu görünce hemen adama yanaşır. Lina ve Don sinema dünyasının reklam ikilisi olur. İkili ekrana çok yakıştığı için yapımcılarının yaptığı bir reklam kampanyasıyla beraber gibi gösterilir. Lina’nın ibretlik bir sesi vardır ve asla konuşturulmaz. O bir süs bebeği gibi Don’un yanında gülümser. Fakat Don bir gün gerçek aşkı bulup bu reklam aşkından sıkılınca Lina’nın içindeki egoist iyice törpülenir. Kathy’e film boyunca yapmadığı kalmayan Lina kızın kariyerini engellemek için elinden geleni ardına koymaz. Egosunun verdiği güçle yapımcıyı bile tehdit eden Lina, onun kariyerindeki en büyük etken olan yapımcı bey amcayı bile sinir hastası eder. Kızın kaprisine dayanamayan yapımcı ve Don sonunda Lina’nın gerçek yüzünü seyircilere göstererek kariyerine sağlam bir çelme takar.

Ne Olacak Şimdi Nuran


Nurancığım, tatlım, hepimiz biliyoruz ki senin kocan olacak boynu altında kalasıca Şakir, çapkın. Seni affetsen de affetmesen de aldatacak. Sen niye adam gibi kocandan boşanmak dururken onun yalandan tövbelerine kanıp tekrar tekrar affediyorsun? Sonra da oğlunun elinden yakaladığın gibi sokak sokak kocanın garsoniyerini aramalar, Çetin’e dürbün verip dağ komandosu gibi babasını röntgenletmeler… Yahu her şeyden önce o çocuğun garsoniyer baskınında işi ne? Okulda olması gereken çocuğun ne işi var garsoniyerde? Her defasında babasının yüzüne tükürtmek için çocuğu yanında taşımana ne gerek var? Çocuk evde bi kaba tükürsün sen onu baskında kocanın suratına fırlatıver. Valla yeter ama benim içime sıkıntı geldi kızım. Adam çapkın işte belli, barışmak için şans veriyorsun. Adam utanıp sıkılmadan gözünün önünde lunaparktaki çocuklu kadına sarkıyor. Sen napıyorsun peki? Önce adamı bir temiz paralayıp sonra da Khaleesi’nin ejderhalarına buyurduğu gibi oğluna “Tükür ulan babanın suratına!” diye emrediyorsun çocukta lama gibi tükürük saçıyor. Ya bu olaydan sonra boşa işte adamı niye ikinci bir şans daha veriyorsun? Aldatacak belli, zaten daha verdiğin şansın kırkı çıkmadan bu seni annenin evine gittiğini sanıp gene aldatıyor. Bu seferde Çetin’le beraber yatağın altından çıkıp Şakir’i paralama ve tükürme seansına başlıyorsunuz. Kadın bu şekilde mi stres atıyor nedir?

Bebek Jane’e Ne Oldu Jane


Çocuk yıldız Jane, aşırı sevimliliği ile halkın sevgilisi olmuştur. Fakat bir gün tüm izleyiciler kızın ne kadar şımarık olduğunu fark eder ve Jane’nin çocuk yıldızlık serüveni sona erer. Ablası Blanche ise ünlü bir yıldız olur. Jane sarhoş olduğu bir gün yaptığı kaza ile ablasının sakat kalmasına yol açar, Blanche’nin oyunculuk serüveni sona erer, Jane desen zaten çocukluğundan bu yana sinemada dikiş tutturamaz. Ablasının sakat kalmasından sorumlu olduğu için ömrünü sakat ablasına bakarak geçiren Jane, kaybettiği gençliği ve yaşadığı vicdan azabı yüzünden kafayı kırar. Çocukluğundaki şöhreti yeniden yakalamaya çalışan yaşlı başlı kadın tıpkı bir çocuk gibi sahne şovu hazırlamaya başlar. Bu arada gizli gizliye kin duyduğu ablasına çeşitli zalımlıklar yapar. Kadını aç bırakmak, kapıyı üzerine kilitleyip evden gitmek bunlardan sadece en küçüğü. 

Alev Alev Ümran


Yeşilçam’ımıza borderline hastalığını getiren kadın Ümran, halk dilinde adama sülük gibi yapıştı kadınıydı. Tuttuğunu koparan olmakla övünen Ümran, yakışıklı kaptan Murat’a kancayı bir atar asla bırakmaz. Gerçi burda Murat’ın da hatası vardı,  sevgilisi olmasına rağmen üç aylık ayrılıkta uçkuruna sahip çıkamayıp Ümran’la halvet olunca kız buna iyice yapıştı. Aslında Ümran gibi bir ruh hastası Murat gibi sadakatsiz birine müstahaktı ya Ümran da resmen iyice psikopatlaştı. Terk etmek isteyen Murat’ı silahla korkutmaya çalışıp işe yaramayınca da kendini vurması ne derece ruh hastası olduğunun göstergesiydi. Normal şartlarda ruh ve sinir hastalıkları hastanesine kapatılması gereken Ümran bu olaydan sonra Murat’la evlenip zekasının da gücüyle amcasının şirketlerini idare ediyordu.

Doktor Jivago Lara


Viktor beyin “Hayatta iki tür kadın vardır ve bizler biliyoruz ki, sen birinci tür değilsin. Sen sevgilim, bir sürtüksün!” diyerek karakterini tek cümleyle özetlediği kadındır Dr. Jivago’nun Lara’sı. Yedi kıtanın feministi gelse bu mağdur ayağı çeken gizli kaltağın adını temizleyemez. Yani ağzımı bozmayayım diyorum ama ne mümkün? Lara yeminle insanı dinden imandan çıkaracak cinsten bir arızaydı ve sürekli kendini mağdur göstermesiyle izleyiciyi iyice çileden çıkarıyordu. Şöyle ki, bu kız Paşa’nın hayatını mahvetti, annesinin hayatını mahvetti, Tonya’nın hayatını mahvetti. Film boyunca haysiyet namına zırnık bir belirti göstermedi. Ve ne hikmetse en asil duyguların insanı gibi gösterilmeye çalışılıyor. Şöyle ki, Paşa bunu seviyor. Ama kız sevmiyor, diyebilirsiniz ki mecbur mu sevmediği birisiyle olsun? Fakat Viktor bunu kullanıp kağıt mendil gibi çöpe atınca direk gariban devrimci Paşa’ya yamanıyor. Sinema tarihinin ilk pezevenklerin elinden alma vakası da bu filmde Paşa tarafından gerçekleştirilmiş. Viktor’un kendisini kullanıp atmasına sinirlenen Lara, bünyesinde bulunan az biraz haysiyetle adamı vurmaya gider. Onu da eline yüzüne bulaştırıp Rus sosyetesi tarafından linç edilecekken Paşa tarafından zenginlerin elinden alınır. Viktor’la olan ilişkisi zaten ibretliktir. Viktor, babasının arkadaşıdır. Babası ölünce Lara’nın annesiyle fingirder, farkındaysanız Lara’nın sorunu genlerinden gelmektedir. Hayır, dul kalmışsın tamam da git başkasını bul bacım. Rusya’da erkek kıtlığı mı yaşanıyor da sen kocan ölür ölmez adamın arkadaşıyla yatıyorsun? Lara desen o annesinden karaktersiz. Viktor’un annesiyle yattığını bildiği halde kalkıp adamla düşüp kalkıyor. Annesi bu durumdan şüphelenip intihar edince de gene mağdur ayakları çekip duruyor. Ha Viktor çok mu temiz diyecekseniz o zaten Lara’nın erkek versiyonu olduğunu meşhur iki çeşit erkek ve kadın olduğunu söylediği konuşmada kabul ediyor. Yani film boyunca ben bu kadına ağır kıl oldum, ağzının ortasına kürekle vursalar filmin en adil sahnesi olurdu. Tonya, Jivago’nun karısı ve Jivago’nun evli olduğunu bilerek ilişkiye giriyordu. Jivago’dan olma kızını ararken Jivago’nun erkek kardeşine de filmin sonunda yanaşıyordu. Yani ablacığım senin film boyunca yanaşmadığın tek erkek Jivago’nun kayınbabasıydı. Onunla da yolun kesişmedi de ondan yani.

Muhsin Bey Sevda


Ah Sevda ah, sen film boyunca izleyiciyi gülme krizine sokan küfürbaz, delibozuk kadın, gittin filmin sonunda Muhsin gibi bir İstanbul beyefendisinin aşkını fark etmeyip o atanamamış hanzonun pençesini tuttun ya sinema tarihimize adını kara harflerle yazdırdın. Seni o karganın bile yanında Müzeyyen Senar gibi kalacağı çirkin sesine rağmen gazinoya assolist eden adama bunu nasıl yaptın? Sana sözler hazırlamıştım da boşver be değmezsin. Filmin sonunda bir kebap tarafından dövülecekken seni kurtaran Muhsin beyle yüz yüze gelmen sana yeter de artar bile.

Fatal Attraction Alex


Bordorlinenin Hollywood ayağı olan Alex, bu hastalığa sahip kadınların ne kadar tehlikeli olacağını Ümran’la beraber yerli ve yabancı sinemaseverlere kanıtlayacak derecede. Evli olduğunu bildiği bir adamla tek gecelik bir ilişkiye girip sonra da adama Tarkan’daki muşamba ahtapottan beter kollarını dolar. Ha Dan bey zaten beter olsun, gitti karısının evden biraz uzaklaşmasını fırsat bilip kıvırcık merinosla cima yaptı. Hayır film boyunca sadece Dan acı çekse, hayat burnundan gelip inim inim inlese müstahak diyeceğim de bu Alex manyağı adamın karısı ve çocuğuna da musallat oldu. Kızım manyak mısın sen ya git bi doktora görün! Adamın evli olduğunu bildiğin halde kendin teklif ettin birlikte olmayı bir de olgunluktan bahsediyorsun. Madem böyle bir bok yiyeceksin, olgunluktan bahsediyorsun o zaman olgun ol gece bittikten sonra adamı arama! Adı üstünde tek gecelik ilişki! Sen daha adam evden çıkmadan cozutup, sana değer vermeyen bir adam yanında kalsın diye kendini kesiyorsun. Senden kurtulmak için can atan adama hamileyim diye baskı yapıyorsun. Kadınlığın yüz karasısın bir de algısı bozuklar tarafından güçlü kadın, sinemanın feminist kadını ilan ediliyorsun. Halbuki sinemanın bordorlineli arıza kadınından başka bir şey değilsin.

Misery Annie


Ne derece bir manyak sırf bir karakter için bir insanın bacağını balyozla kırar sorusuna cevap niteliğindeydi Annie hanım. Sinema tarihinin en arıza kadını desek yeridir. Zira listenin cana zarar vermekten çekinmeyen tek sağlık görevlisiydi kendisi. Bir de hemşireler için kanatsız melek derler. Galiba hem Stephen King hem de Hollywood’un bu durumdan haberi yok ki, karşımıza zebanının sol kolu gibi bir hemşire çıkarmışlar. Yani kadın takıntılı derecede hayran olduğu bir kitap karakteri için o karakteri yaratan yazarın anasından emdiği sütü burnundan fitil fitil getirdi. Uzun süredir yazdığı kitap serisinden bıkıp ana karakteri öldürerek seriyi sonlandırmaya karar veren Paul, kitabını bitirip editörüne giderken bir kaza geçirir. Adamı bulan hemşire tosun gibi bir ablamızdı ve ters dönmüş arabanın içinden çıkardığı Paul ağabeyimizi, sırtına attığı gibi karda kışta hiç zorlanmadan taşımıştı. Evine götürüp tedavi ettiği yazarın kitabını gizli gizli okuyup da sevdiği karakterin öldüğünü öğrenince deliye dönen kadın, Paul’u sakatlayıp, kitabı onun istediği şekilde tekrar yazmaya zorlar. Allah’ım film boyunca izleyicileri daraltmıştı bu kadın. Zavallı Paul ne yapsın bu cadının elinde? Allah’tan filmin sonunda zebani ruhlu abladan kurtulmuştu.

Beşikteki El Mrs. Mott


Eve gelen manyak dadı akımının ilk örneklerinden olan Mott hanım, filmin başından beri kötü kadın olacağının sinyallerini verir. Mott’un sapık doktor kocası hastası Claire’yi muayene sırasında taciz eder. Olaydan sonra astım krizi geçiren kadın durumu kocasına anlatınca adam doktora dava açar. Claire’den cesaret alan birkaç kadın daha dava açınca doktor intihar eder. Bu arada sapık doktorun çok hoş ve hamile bir hanımı vardır. Kocasının intiharı, yaşanan skandal derken bir de mallarına tedbir kararı koyulması üzerine kriz geçiren Mott, çocuğunu düşürür. Tüm her şeyden suçlu tuttuğu Claire bilenip onun hayatını elinden almaya karar veren Mott, kadının evine bakıcı olarak yerleşip çocuklarını sahiplenir. Claire’nin eşi Michael’i baştan çıkarmaktan tut, Claire’yi öldürmeye kadar çeşitli yılanlıklar yapan Mott, foyasını ortaya çıkaracağından korktuğu için Claire’nin kankası Marlene’yi bile öldürür. Gerçek kimliğinin ortaya çıkması üzerine ailenin evinden kovulan Mott’un geri dönüp aileye dehşet dolu bir gece yaşatmasına değinmiyoruz bile. Sinemanın arıza kadınlarında deli kuvveti olduğu için Mott hanım da bu Tarzan gücünden nasibini alıp evin beyini bacağını kırmak suretiyle sakatlıyordu.

Girl, Interrupted Lisa


Susanna intihara teşebbüs ettiği için ailesi tarafından bir akıl hastanesine yatırılır. Orada birçok sorunlu kızla tanışan Susanna’nın hayatını ise çılgın kız Lisa değiştirir. Lisa birçok kez hastaneden kaçıp sonra yakalanıp tekrar hastaneye getirilen güzel bir kızdır. Bordorline teşhisi konulan Susanna’ya akıl hastanesinde hayatı öğreten Lisa karakteri Angelina Jolie hanıma da bir adet Oscar kazandırmıştır. Kardeşiyle öpüşüp gazetecilere bakın kardeşimle bile aşk yaşıyorum gibi skandal bir laf ettiği Oscar’dan bahsediyorum. Ah Angelina ah sen de az marjinal kadın değildin, Lisa kim ki senin yanında? Zaten o da filmin sonunda iyice balatayı sıyırıp yatağa filan bağlanıyordu. En son hastaneden ayrılan Susanna, vedalaşmak için yanına girip oje filan sürüyordu Lisa’ya.

Antichrist Kadın


Zaten bir kadın semt oturuşu yapıyorsa ondan korkacaksın anam mesajını veren, izleyeni felç geçirtecek derecede kasvetli Antichrist, Avrupa’nın kadın düşmanı olarak nitelendirilen (feminist okumalara göre) yönetmeni Lars Von Trier tarafından çekilmiş bir ruh emici film olma özelliğini taşıyor. Çocuklarını kaybeden bir çiftin normale dönme hikayesi gibi görünse de aslında kimse normale dönememekte, popişkosunun ekrandan taştığı Daniel Defoe ağabey kör topal filmin sonunu zor etmektedir. Film boyunca yüzümde Allah’ım bu rol teklifini niye geri çevirmedim pişmanlığıyla dolanan Daniel ağabey evlat acısı çektiğine mi yansın, kırk beş kiloluk gollum oturuşlu karısının ortaçağ cadı zihniyetine kurban gittiğine mi biz anlamadık. Sana gelince Charlotte abla, biraz Trier beyden uzaklaşsan, sanat sanat diye tutturmasan filmografin için daha hayırlı olacak gibi. Melankoli hariç sürekli aynı karanlık tipleri oynuyorsun. Hayır, anlamıyorum ki Danimarka’nın köylüğünde okumuş kadından eş olmaz, ana olmaz mantığıyla mı büyütmüşler Trier’i? Akademisyen ablamız kadınların cadı olarak yakıldığı ortaçağ dönemiyle alakalı tez yazacak ama ortaçağ rahipleri gibi bir tavra bürünmüş. Filmin sonunda anlıyoruz ki, çocuğunun ölümünden bile anne sorumlu. Cima sırasında çocuğun düşüşünü görmüş vay zalım diye sövemeden aslında çocuğun düşüşünü bile anasının ayarladığını öğreniyoruz. Yahu bu ne canavarca kadın tasviridir? Çocuk düzgün yürüyemesin de bi taraftan düşüp ölsün diye ayakkabılarını ters giydiren bir anaydı Charlotte ablanın oynadığı karakter. Herhalde sinema tarihinin en karanlık ve arıza karakteriydi.

Barselona Barselona Maria Elena


Barselona Barselona’nın çılgın kadını, çoklu ilişkilerin aranan insanı Maria, boşandığı kocası Juan Antonio ile ne seninle ne sensiz ilişkisi içinde. Ne Juan Maria’dan ne Maria Juan’dan vazgeçiyor. Olansa İspanya tatiline gelen iki Amerikan kanka Vicky ile Christina’ya oluyor. İki deli olan Maria ve Juan’ın girdiği bir aşk kavgasında Vicky az daha canından oluyordu. Ufak tefek sıyrıkla atlattığına şükredip bu iki deliden fellik fellik kaçıyordu kızcağız. Maria da sinema tarihinin sanatçı manyaklarındandı. Hele Juan’ın babasının ex gelinine ana kraliçe muamelesi yapması yok mu, o tavır bile Maria’nın Juan’ın hayatına silinmez kalemlerle imza attığının göstergesiydi.

Gone Girl Amy


Ve geldik en karizmatik arızaya. Zekasına, tavrına, soğukkanlı duruşuna ve hak edene hak ettiğini veren adalet anlayışına hasta olacağınız karizmatik bir arızaydı Amy. Ha tabi ki Neil Patrick Harris’in başına geleni tasvip etmiyoruz. Zaten Amy’nin ne derece dediğim dedik ve hasta bir karakter olduğunu kendisine aşık Desi’yi kocasına oynadığı oyunun bir parçası olarak katletmesinden ve bu katliamdan sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi fönüm bozulmasın ayol diye saçlarını savurmasından anlarız. Kendisini aldatan vasıfsız kocasına hayatı dar edecek bir plan hazırlayıp kayıplara karışan Amy’nin sorunu da çocukluğunda aslında. Herkes tarafından bilinen Harika Amy serisinin kahramanı olan Amy’cik muhtemel çocukluğunu yaşayamamış ve bu harikalık olayını kaldıramayıp karakter cozutmasına uğramış. Hayatının geri kalanını da harika olmak için uğraşarak geçiren Amy isteklerini yerine getirmeyenlere karşı yaptığı zalım planlarla karşısındakinin hayatını karartmaktan çekinmez. Her arıza karakter gibi kudretli bir zekası ve cazibeli güzelliği sayesinde istediğini kolayca elde eden Amy’nin gazabından korkulur. Bu filmden çıkarılacak ders karınızı aldatmayın manyağın teki çıkıp sizi inim inim inletmek suretiyle hayattan soğutabilir. Ceza olarak filmin sonunda Desi’den olan çocuğuna Nick’e babalık yaptırması ise bunun en büyük göstergesi. Filmin orda burda artistlik yaptıracak dip notları ise Neil Patrick Harris’in efsanevi oyunculuğu ( Adam aslen eşcinsel, kadın cinsine zırnık ilgi duymamasına rağmen rolü gereği bir kadına değme hetoro erkeğin duyamayacağı bir tutkuyla dokunabiliyor.) ve dönemin en gözde modeli Emily Ratajkowski’nin kendini onu meşhur eden bir mankene oranla aşırı iri memeleri hariç baştan yarattığı.