Yeşilçam’dan İzlenmeye Değer On Bir Toplumsal
Gerçekçi Film Örneği
Yeşilçam’a toplumsal
gerçekçi sinema biraz geç ama sağlam girmiş. Metin Erksan’ın 1960 yapımı Gecelerin
Ötesi filmini çekmesiyle başlayan süreçte yönetmenler şehirden köye, yalıdan
gecekonduya, zengin kız fakir erkek aşkından fakirliğin zorluğuna geçiş yapmış.
Metin Erksan’la başlayan süreçte Halit Refiğ’den, Ertem Göreç’e kadar pek çok
yönetmen eser vermişken senaryo açısından Vedat Türkali’nin ağırlığı
hissediliyor. Gelir dağılımındaki eşitsizlik, işçi patron ilişkisi, sendikal
faaliyeler, kadın hakları, kan davası, başlık parası gibi konuların senaryoya
yatırıldığı filmlerin kimi komik kimi hüzünlü ama hepsinin ortak yanı
düşündürücü olması. Toplumsal gerçekçi sinemada filmler izleyiciye düşünün be
kafanız yorulmaz mesajını veriyor.
Hayaller ve Hayatların ezelden beri uyuşmadığını kanıtlayan Gecelerin
Ötesi
Metin Erksan’ın yazıp yönettiği Gecelerin Ötesi filmi
Yeşilçam’ın toplumsal gerçekçilik konusuna değindiği ilk filmdir. Aynı
mahallede yaşayan yedi arkadaşın farklı hayalleri vardır, ama ceplerinde bu
hayalleri gerçekleştirmeye yetecek kadar para yoktur. Film Adnan Menderes’in
gayet iyi niyetle ortaya attığı her mahalleden bir zengin sloganının gerçek
hayattaki karşılığının pek masumane olmadığının da göstergesi. Çünkü daha sonra
Otobüs Yolcuları filminde de işleneceği gibi mahalleden çıkan o bir zengin
diğer mahallelileri ezerek zenginleşen vahşi kapitalizmin mahalle ayağı.
Gecelerin Ötesi filmine gelecek olursak ömrü direksiyon başında çürüyen
Fehmi’nin tek istediği kız kardeşi Sema’nın nişanlısıyla mutlu bir yuva
kurmasıdır. Fehmi saatlerce uykusuz kalıp yükünü getirir ama patronu tarafından
hem gecikmek hem de eksik mal getirmekle suçlanıp parası kesilir. Oysa kamyonun
taşıyabileceği limit zaten aşılmıştır ama bu patronunun umurunda değildir.
Çünkü onun için mühim olan tek şey paradır ve Fehmi gerekirse kamyonu devirip
canından olmalıdır ama ona daha fazla mal getirip daha fazla para
kazandırmalıdır. Fehmi’nin çocukluk arkadaşı Ekrem ise ailesine bakmak için
çocukluğunu fabrika köşelerinde heba etmiştir. Yasaya göre çocuk işçi
çalıştırmak yasaktır ama Ekrem’in çalıştığı fabrikada çocuk işçiler cirit
atmaktadır. Fabrikayı kontrole gelen müfettişlere ise çocuk işçi konusu yol ve
yordamıyla anlatılır ve okuması gereken onlarca çocuk fabrika köşelerinde daha
az paraya çalışıp patronları zengin eder. Cevat idealist bir sanatçıdır,
gerekirse filmlerde figüranlık yapar ama gene de basit tiyatro oyunlarında
oynayıp tiyatronun küçüldüğünü görmek istemez. Arkadaşı Hakkı, biz istemez
miyiz sanat kokan oyunlar oynayalım ama yok. Cebin biraz para görsün istiyorsan
bırak şu idealizmi de sen de bize katıl der. Bu uyarılar bile Cevat’a küfür
gibi gelir, ah bir parası olsa da kendi tiyatrosunu kursa ama nerede o günler?
Sezai ve Yüksel ise müzik aşığı iki gençtir ama yaptıkları müziği değil
plakçılar ana babaları bile dinlemez. Bu iki kafadar da Amerika’ya gitmek
isterler çünkü Elvis’ten bile daha iyi sesleri vardır. Ama nerede bizim ikilide
deniz aşırı ülkeye gidecek para? Ayhan ise yetenekli ama parasız bir ressamdır,
üstelik karşı komşusu şarkıcı Sevim’e de aşıktır. Ama Sevim zeytinin karalısı
erkeğin paralısı ekolünden geldiği için cebinde metelik olmayan bir ressama hay
bile demez. Bir gün bizim yedi kafadar felekten bir gece çalmak için bir kulübe
gider, tabi burada gördükleri hayatlar ömürlerinin çürüyerek geçtiği gerçeğini
tokat gibi yüzlerine vurur. Ve gençler bir benzin istasyonunu soymaya karar verirler, bu
sayede Fehmi kardeşi Sema’yı evlendirecek, Ekrem çocukluğunu harcadığı ömrünü
tüketen fabrikadan kurtulacak, Cevat kendine bir tiyatro açacak, Sezai ve Yüksel
Amerika’da plak çıkaracak, Ayhan ise sevdiği kadına kavuşacaktır. Ama olaylar
hiçte onların düşündüğü gibi gitmez, benzinciyi soyup paraya kavuşurlar ama
poliste peşlerine düşer. Ayhan’ın aşık olduğu Sevim’in istekleri bir türlü
bitmez, yok lüks ev, yok kürk, yok pırlanta. Kadın dadandığı yere darı eken
cinsten olunca Ayhan’ın soygundan payına düşen para suyunu çeker. Kadının
yanında kalmasının tek yolunun para olduğunu anlayan Ayhan da arkadaşları
olmadan ikinci bir soyguna daha kalkışıp canından olur. Polis Ayhan’ın ilk
benzinci soygununa da karıştığını anlayınca ilk soygunu yapanların Ayhan ve
arkadaşları olduğu ortaya çıkar. Ayhan’ın başına geleni öğrenen arkadaşları
polisten kurtulmak için kaçmaya çalışır ama her şeyi ellerine yüzlerine
bulaştırırlar. Ekrem ve Fehmi, Sema’nın nikahından sonra kendilerini yollara
vurup soygun işinden paçalarını sıyırmaya çalışır, Sezai ve Yüksel onları
Amerika’ya götürecek adam tarafından dolandırılır. Üstelik polisin onları
yakalamaya gemiye geldiğini gören Yüksel polisten kaçmaya çalışırken ölür,
Cevat’ı tiyatrosunda tutuklarlar. Yani filmden anlaşılır ki, hayaller ve
hayatlar ta Yeşilçam’dan beri birbirleriyle ters orantı içindedir.
Aynı evi birçok
kişiye satıp halkı dolandırma tarzı müteahhitçilik geleneğinin başlamasını
inceleyen Otobüs Yolcuları
Senaryosunu toplumsal gerçekçi senaryo akımının babası
sayılan Vedat Türkali’nin yazdığı filmi Ertem Göreç yönetmiştir. Film 27 Mayıs
Askeri Darbesinden sonra ortaya çıkan Güvenevler Dosyasıyla ilgili inşaat
dolandırıcılığını ve arazi mafyasının ilk yıllarını anlatıyor. Kemal maddi olanaklar
yüzünden eğitimini yarıda bırakmış ama kendini geliştirmiş bir gençtir. Otobüs
şoförlüğü yaptığı sırada Nevin’le tanışır ve iki genç arasında tartışmayla
başlayan bir yakınlık doğar. Nevin zengin bir müteahhit olan Mahmut beyin
kızıdır, annesi öldüğü için babasına çok düşkün olan Nevin babasının halkı
dolandırdığına bir türlü inanmak istemez. Hatta çok sevdiği dayısına bile söz
babasına gelince alınabilir, kızın gözünde babası o derece muazzam yani. Öte
yandan Nevin’in biricik babası Mahmut, arazi mafyasıyla işbirliği içinde kan
emici bir müteahhittir. Yaptığı bir daireyi utanmasa tüm mahalleliye satacakmış
da ilk seferden bu kadar yüzsüz olmayayım diye mi ertelemiş ne? Adam bir
daireyi iki üç kişiye satmış dolandırılan kiracılar da birlik olup bunun kel
kafasını yaracağına bu ev benim hayır benim diye birbirini yiyor. Kimse şirket
çalışanlarına bu ne rezillik diye çemkirmiyor, aman kızımın çeyiz parası gitti,
oy o para şehit oğlumun parasıydı diye ağlamaya başlıyor. Garibim Kemal de ev
sahibi ninenin dolandırıldığını anlayınca şirkete gidip bu ne rezillik diye
dikleniyor. O sırada olay yerinde bir vekil ve gazeteciler olduğu için müdür
bir hata olmuş ama üzülmeyin hemen düzelecek diye bunları savıyor. Kemal
inanmıyor ama dolandırılan nine aman Allah razı olsun Mahmut beyden bizi ev
sahibi etti diyor. Yahu adam sanki cebinden para çıkardı da size ev yaptı, siz
ev yapsın diye ona para verdiniz nene! Adama sizin paranızla size ev yaptı diye
ne diye dilenci duası ediyorsun. Allah akıl fikir dağıtırken sen uyuya mı
kaldın anlamadım ki. Neyse ertesi gün dolandırılan herkes Kemal’in şoförlük
yaptığı hattı basmış aman bizi bu işten sen kurtarırsın diye çocuğa yapışırlar.
Yahu sizin ağzınız diliniz yok mu? Yüz kişisiniz gidinsene polise, şikayetçi
olunsana inşaat firmasından. Kemal İstanbul Emniyet Müdürü mü? Ayrıca adam
gidip sizin hakkınızı arayayım diye dayak yese dönüp sahip çıkmazsınız, ki
oldu. Kemal sizin yüzünüzden dayak yedi de arkasında durdunuz mu? Aslında
mahalleliyle Kemal’e kalsa bu iş gene çözülmezdi de para meselesi yüzünden
Müteahhit Mahmut ve arazi mafyası Halim birbirine girdi de dolandırıcılık öyle
ortaya çıktı.
Seni bu memleket
önüne çıkan ilk zorlukta kaç diye mi okuttu sorusuna muhatap arayan Şehirdeki
Yabancı
Senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı Halit Refiğ’in yönetmen
koltuğuna oturduğu film İngiltere’de mühendislik eğitimi alan Aydın’ın
memleketi Zonguldak’a dönmesiyle başlıyor. Limanda Aydın’ı babası gibi gördüğü,
Selami ağabeyi karşılar. Aydın, çocukluk aşkı Gönül’ün babası yaşındaki
Selami’yle evlendiğini görünce Zonguldak’ın ona dar geleceğini anlamış mıdır
bilmem ama ben izlerken daha dakika bir gol bir bu hareketle Aydın’ın doğup
büyüdüğü şehre yabancılaşmasının ilk sinyalini aldım. Öte yandan mühendis
olarak çalıştığı maden çalışanların Allah’a emanet olduğu bir yer. Direkleri
çürük tahtadan çünkü kaliteli odunlar yurtdışına gönderiliyor, kalan çürükleri
de ederinden yüksek fiyata yerli üreticiye kakalıyorlar. Mühendis bu ne biçim
odun be hepsi çürük hepinizi şikayet edeceğim diye şarlayınca, aman efem bir
yanlışlık olmuş. Hemen düzeltiriz deyip, bakın en kaliteli odunları size
gönderiyoruz diye bin dereden su getirip adam arkasını dönünce hemen sağlam
odunları indirin çürük malları koyun diye yüklenen odunları bile indirecek
kadar şerefsizleşenlerin içinde Aydın’ın işi zordur. Çünkü sendika hakkından
habersiz, üç kuruşa çalışan işçilerin kendi dertleri yetmiyormuş gibi bir de
ellerindeki üç kuruşun ikisine musallat olan cami yaptırma derneği başkanı
Şerafettin Toraman vardır. Şerafettin bey işçilerden her Allah’ın günü para
toplar fakat ne hikmetse daha para topladığı caminin temeli bile atılmamıştır.
Aydın kızı hasta olan bir işçiye yardım etmeye çalışır, işçilere eğer bir
yardım toplanacaksa bunun hasta olan kızcağız için olmasını söyler. Tabi bu
sözleriyle Şerafettin beyin cahil halkı söğüşleme işine taş koyduğu için
Şerafettin bey tarafından pek sevilmez ve Şerafettin alttan alta Aydın’ın bir
açığını arar. Öte yandan Gönül de kendi küçük dünyasında mutsuzdur, babasını
kaybedince parasızlıktan babası yaşındaki Selami beyle evlenen genç kız
kaynanası tarafından hor görülür. Selami’nin ilk eşinden olan oğlu desen evlat
olsa sevilmeyecek cinsten, Aile Şerefi’nin Oktay’ının çocukluğu da aha bu çocuk
gibidir. Gönül’ün bu veletle sokağa çıkması bile çile, baa Tommiks al diye
eteğinden sürüklüyor kadını. Gönül daha çizgi romanın parasını vermeden
sayfalarını kurcaladığı çizgi romanı yere atıyor, tezgahtan elma çalıp kadını
zor duruma sokuyor. Yediği elmanın çöpünü bilerek sokaktaki adamın kafasına
fırlatıyor, o gelişmemişte çocuğuna sahip çıksana yenge diye kadının üstüne
yürüyor. Gönül’ün hayatı Aydın’dan Aydın’ın hayatı Gönül’den zorken Aydın’ın
çalıştığı madende çürük kalaslar yüzünden göçük oluyor. İşçiler ve Aydın’ın
göçük altından kaldığını öğrenen Selami ve Gönül madene koşuyor, Gönül’ün Aydın
için haddinden fazla endişelendiğini fark eden Şerafettin, ikilinin arasında
bir şey olduğundan şüpheleniyor. Bu arada Aydın yaptıklarıyla sadece Şerafettin
gibi din sömürücülerini değil, halkı kazıklama derdindeki bir yığın kişiyi
rahatsız ediyor. Bunun üzerine Aydın’dan rahatsız olanlar Aydın ve Gönül
arasında bir ilişki varmış gibi gösteriyor, şehrin tek foto muhabiri de çektiği
fotoğrafı para karşılığı bunlara satar. Ortalık iyice karışır, fotoğrafları
gören Selami, Aydın’a düşman olur. Gönül’e de kabir azabı yaşatır, o kadar
azıtır ki işi kadının tek dostu olan köpeği alıp uçurumdan atmaya kadar
götürür. Şerafettin ve saz arkadaşları da boş durmaz şehir halkına Aydın’ı
namus düşmanı diye karalamaya başlar. Öyle ki Aydın’ın kızı için yardım
topladığı işçi bile adama kapısını açmaz, yaşadıkları yüzünden şehri terk
etmeyi düşünen Aydın’ı işçi lideri Nazif usta durdurur. Seni bu memleket
gördüğün ilk zorlukta kaç diye mi yurtdışında okuttu? Herkes böyle çekip
giderse bu cahil halkı kim aydınlatacak diye Aydın’ı kalaylayan Nazif usta,
Aydın’ın kendini yabancı hissettiği şehirdeki tek dayanağı olur.
Sendikalaşmanın
yasayla garantilendiği yıllarda işçiler ve patronların sendikacılığa bakış
açısını inceleyen Karanlıkta Uyananlar
Yine Vedat Türkali ve Ertem Göreç beraberliği ve yine bir
toplumsal gerçekçi sinema örneği. Bu defa konu boya fabrikasında sendikalaşmaya
çalışan işçilere odaklanmış. Fabrika yönetimi sendikaya katılan işçileri işten
çıkarmakta diğer elemanlara da eksik maaş vermektedir. Patronun oğlu Turgut ve
fabrikanın teknisyeni Ekrem çocukluk arkadaşıdır. Turgut’un babası Şeref bey eskiden
halden anlamayan bir zalımım oğlu değilken fabrika sahibi olunca çakalın önde
geleni olmuştur. Basit bir boyacı dükkanından fabrikatörlüğe giden yolda ne
değişti bilinmez ama o çok güvendiği tezgahtarlıktan yetişme yardımcısı Fahri
de onun izinden gidip efsane bir değişim geçirir. Filmin özü yerli sermayenin
teşvik edildiği yıllarda içteki bazı yabancı sermaye yandaşları yerli
üreticinin yoluna taş koyma çabasındadır. Fahri de bu yabancı sermeye
yandaşlarından biridir, Şeref bey ecnebiler kömür tozunu boya diye bize
satıyor. Asıl boya bizim yaptığımız, Ankara’dan yasa bir çıksın o zaman paraya para
demeyeceğiz modunda takılmakta hatta yasa çıksın diye Ankara’yı da
darlamaktadır. Öte yandan işçiler de eksik ödenen maaşları yüzünden grev
yapmaya kalkışır, işçiler içinde patronun adamı olan birisi bunu patrona
yetiştirir. Bir yandan da aman beyim size blöf yapıyorlar, grev filan
yapamazlar. Çünkü sendikanın parası yok diye patrona yaltaklanır, ama
Ankara’dan istediği yasa teklifinin geçtiğini öğrenen Şeref bey şimdi grevle
filan uğraşamam diye işçilerin teklifini kabul eder. Başta çakal Fahri olmak üzere
diğer fabrika sahipleri adama karşı çıkarlar. Çünkü Fahri yabancı sermayeyle
gizliden anlaşmıştır diğer patronlar da bunun fabrikasında işçilerin isteği
oldu diye bizimkiler de grev yaparlar korkusunu yaşar. Ama adam işçilerin
isteklerine onay veren anlaşmayı imzalayamadan ölünce işler karışır, Fahri ve
diğer fabrika sahipleri Turgut’un deneyimsizliğinden yararlanırlar. Turgut’ta
işi öğreneceği yerde Fahri’nin çakma entel yeğeni Nevin’in peşinden koştuğu
için Fahri’nin koca şirketi dolandırdığının farkında bile olmaz. Turgut,
Fahri’nin zoruyla milyonluk işe girer ama ulan o kadar para verdik gidip işi
kontrol edeyim demez. Tabi bu umursamaz halleriyle Fahri’nin ekmeğine yağ sürer,
kalitesiz malzeme kullanarak boya yapılmasını emreden Fahri gizli gizli İngiliz
boya fabrikası yetkilileriyle görüşür. İngilizlerle ortak boya işine girer,
yabancılardan aldıkları boyaları saklayıp piyasaya sürmez. Öte yandan Turgut’un
fabrikasından yapılan boyaların test sonucu standardın altında çıkınca
Turgut’un anlaştığı firma yapılan boyaları kabul etmez ve anlaşma maddesini
devreye sokup Turgut’a tazminat davası açar. Yani Turgut sağlam batar,
fabrikayı işgal eden işçilerde cabası. Film boyunca Turgut’tan bir cacık
olmayacağı ortadaydı zaten de işçiler grevi ha yaptılar ha yapacaklar derken
film bitti. Filmin en güzel yanı sadece sendikalaşma sürecindeki zorlukları
değil, yerli üreticinin yaşadığı sıkıntılar ve ülkemizin sözde kültürlü geçinen
aydın kesiminin aslında taklitçi olmaktan öteye gidemediği gerçeği de tüm çıplaklığıyla
ortaya seriliyor. Turgut’un sevgilisi Nevin’le gittiği entelektüel olması
gereken ama aslında entel olan insanlarla dolu evde karşılaştığı gazeteciyle
yaptıkları konuşma bize hep bilinen ama asla söylenmeyen gerçekleri söylemesi
açısından çok cesur. Ben Turgut Yetimoğlu babamın boya fabrikası var diye
kendisini tanıtmaya çalışan Turgut’u düzelten gazeteci boya fabrikanız
olabilirdi ama babanız dünyaya çok geç geldiği için yabancı sermaye onun boya
fabrikası olmasına izin vermez diyor. Ama Turgut’un elinde tuttuğu içki bardağı
kadar aklı olmadığı için adamın sözlerinden bir halt anlamıyor, zaten azıcık
anlasa Fahri çakalı bunu dolandırıp fabrikasının üstüne yatamazdı. Öte yandan
çevresindeki saçma topluluğa bakıp gazeteciye peki bunlar kim diye soran Turgut’a
ayarcı gazeteci ağabeyimiz asrın ayarını veriyor. Bunlar Fransa’da krallık ilan
edilse padişahlığı savunacak kesim, herhalde günümüze kadar süren aydın kesimin
aslında aydınlanamaması sorununu en güzel ifade eden söz Karanlıkta Uyananlar
filminde söylenmiş.
Gelir dengesindeki
adaletsizliğin yarattığı imrenmenin şiddete dönüştüğü Yasak Sokaklar
Halit Refiğ ve Feyzi Tuna’nın yazdığı, Feyzi Tuna’nın
yönettiği film Nişantaşı’nın zengin kesimi ve hemen aşağısındaki varoşları konu
alıyor. Ali ve Emin varoşlarda yaşayan iki fakir gençtir, birisi ömrünü
tamircide öbürü de ablasının nişanlısının dükkanında tüketir. Oysa hemen
burunlarının dibindeki zengin mahallelerde yaşıtları gençler rahat bir hayat
sürmektedir. Onlar doğuştan fakir diğerleri de doğuştan zengindir, peki neden?
Neden onlarda yaşıtları gibi rahat hayat yaşamak yerine tamirhane köşelerinde
makine yağına bulanıyorlar? İşte Emin ve Ali de kendi kendilerine bu soruyu
sorup dururlar. Yeşilçam’ın önde gelen senaristlerinden Bülent Oran Yeşilçam’da
özellikle atmışlarda film işi iyice sektöre bağlayınca aynı anda iki senaryo
yazmak zorunda olduğunu bu kadar hızlı yazmak için de gazetelerin üçüncü
sayfalarından haber seçip senaryosuna konu ettiğini açıklamıştı. Galiba bu
konuda yalnız değil çünkü Feyzi Tuna ve Halit Refiğ’in senaryosunu oluşturduğu
film konu olarak kız arkadaş bulmak için araba çalarken yakalanan iki gencin
konu olduğu bir üçüncü sayfa haberine benziyor. Haberin konusuna gelirsek,
İzmirli iki kafadar araba çalarken yakalanır sorguda ise “ Kızlar arabası
olmayanın yüzüne bakmıyor, kız arkadaş bulabilmek için araba çaldık!” demişler.
İşte Yasak Sokaklar’ın Emin ve Ali’si de aynı gazeteye konu olan iki genç gibi
kendilerini zengin göstermek için bu tip işlere bulaşıyorlar. Çünkü
Nişantaşı’nın zengin veletleri baba parasıyla rahat yaşadıkları yetmiyormuş gibi
bir de onların mahallelerindeki kızlara musallat oluyor. Neden çünkü onların
parası var, istedikleri her şeye sahip olabilirler. İşte zengin gençlerden
Oktay evindeki partiye varoş mahalleden güzel iki kızı da davet ediyor,
amaçları kızlarla gönül eğlendirmek. Varoş mahallenin iki güzel kızı da sırf
zengin bir koca bulma hayaliyle bu partiye koşuyor. Bunu öğrenen Ali ve Emin
mahalleden gençleri toplayıp Oktay’ın evini basıyor ve kavga çıkıyor, kavga
karakolda bitiyor. Ali ve Emin parasızlık yüzünden yakışıklı olmalarına rağmen
kızların yüzüne bakmadığını görünce araba soygunu işine girerler. Parayı bulup
üstü başı düzeltince iyice kendilerine güveni gelen gençler bir de altlarına
çalıntı araba çekip kız tavlamaya yollara düşer. Aksi gibi ikilinin karşısına
kavgalı oldukları zengin bebe Oktay’ın kardeşi Ayla ve arkadaşı Tülay çıkar,
gezip eğlenirken iyi de polis peşlerine düşünce paniğe kapılan gençler kaza
yapar. Emin ve Tülay olay yerinde ölürken yaralı olarak kurtulan Ali ve Ayla
polisten kaçıp boş bir eve sığınır. Ali hapse girme korkusuyla sinir krizi
geçirir ve yanlışlıkla Ayla’yı vurur. Film çarpık kentleşme ve gelir dağılımı
arasındaki adaletsizliği ve bu adaletsizliğin özellikle gençler üzerindeki
etkisini iyi işlemiş.
Fakirlik ve
çaresizliğin melodramı Canım Kardeşim
Yönetmen Ertem Eğilmez’in az daha batıyorduk dediği gişede
umduğunu bulamadığı filmi ağır bir melodram. Fakirlik, çaresizlik ve tek
istediği sadece bir televizyon olan sevimli bir çocuk… Filmin kısa özeti işte
böyle. Murat, Halit ve Kahraman’ın fakir ama neşeli dünyaları Kahraman’ın
kanser olduğu gerçeğiyle yüzleşince kararır. Tabi ki Kahraman’ı tedavi
ettirecek paraları yoktur, Murat ve Halit küçük çocuğun son günlerinde onu
mutlu etmek için ellerinden geleni yaparlar. Her çocuk gibi lunaparka gitmek
ister Kahraman ve bu isteğine de ölmek üzere olduğu için kavuşur. Belki de hep
istediği ama asla sahip olamadığı güzel yemekleri yedirirler ama güçleri
Kahraman için eve bir televizyon almaya yetmez. En son iki arkadaş Kahraman
için televizyon çalarlar, eve gelip televizyonu heyecanla kurarlar. Hatta Halit
televizyonu kurmadan Kahraman’ı uyandırmak ister de Murat televizyonu kuralım da
sürpriz yaparız diye arkadaşını durdurur. Ama asıl sürprizi Kahraman yapar hem
de acı bir sürpriz. Film babanızı bile ağlatacak kadar acıklıdır. Fakirlik,
küçücük bir çocuğun çocuksu isteklerine bile ancak öleceği için sahip olması,
çaresizlik… Filmi izledikten sonra şurama bir öküz oturdu demeyen insan
değildir. Bu kadar acıklı film mi yapılır? Gelir dağılımındaki adaletsizlik,
sistemin çarkları arasında ezilen, parçalanan, yok olan hayatlar. Film insanın
burnunun direğini sızlatacak kadar gerçekçi, belki de filmi izleyen
babalarımızın bile ağlama sebebi bu gerçekçilik.
Yoldaşını vahşi
kapitalizme kaptıran Azem’in çaresizce yeni yoldaş arayışı Arkadaş
Azem ve Cemil üniversite yıllarından arkadaştır, başlarda
ikisi de solcu idealist iken Cemil parayı bulup geçmişini unutmuştur. Hatta
Cemil o kadar yozlaşmıştır ki kendi kardeşinden bile haberi yok, bir gün Azem
arar ve yanına geleceğini söyler. Cemil geçmişten gelen bu yakın arkadaşı seve
seve evine kabul eder ama genç karısı Necibe buna karşı çıkar. Azem eve gelince
Cemil ve hayatı onu hayal kırıklığına uğratır. Necibe’nin kardeşi Melike’yle
dostluk kurup genç kızın hayat hakkında görüşlerini merak eder. Ama Melike tam
da toprak ananın kızı Semra’nın dediği gibi güzel bir bülbüldür, Melike, Hakkarili olan
Azem’e sizin orada deniz yok mu diye soracak coğrafya bilgisine sahip. Deniz olmayan
bir yerde yaşayamayan Melike, Hakkari’de deniz olmadığını öğrenince herkesin
kendisi gibi olduğunu sanarak e siz nasıl yaşıyorsunuz orda diye sorduğunda Azem’in böyle demesi izleyende gülme isteği uyandırıyor. Öte yandan Melike’nin
rahat hayatına karşılık yaşıtı olan Halil kendini bildi bileli hayatın
zorluklarıyla cebelleşmektedir. Yaşlı anası hizmetçilik o da ayakçılık yapar,
çevresindeki zengin hayata imrenerek ve nefretle bakan Halil geceleri gizli
gizli araba lastiği patlatarak nefretini dışa vurur. Cemil’in yozlaşmış hali,
Melike’nin gerçeklerden habersiz bir fanus bebesi olmasıyla umudu kırılan Azem, sistem sevdalısı pelüş oyuncaklarla bu düzen değişmez diye kara kara
düşünürken pis zenginler diye araba lastiği patlatan Halil’i görünce içinde bir
umut yeşerir. Ona neden araba lastiği patlattığını sorar, çocuk kendini bildi
bileli çalışmasına rağmen fakirken bazılarının çalışmadan rahat hayat
yaşamasına isyan eder. Azem kendisine yeni bir arkadaş bulmuştur, üstelik bu
gençtir. Onun Cemil gibi yozlaşıp kendini düşünen bir sistem kölesi olmasına
izin vermeyecektir, ona okusun diye kitaplar getirir. İçinde eşitlik, insan
hakları olan kitaplarla Halil’i eğitmek ister. Çünkü ne yaparsa yapsın Cemil’i
kurtaramayacağının farkındadır, çünkü Cemil parayı bulmuştur. Cemil, karısı
güzel olan karımı öpebilir, baldızı güzel olan da baldızımı diyecek kadar
gavatlaşmış. Para adamı gavat yapmış, Azem karısının onu aldattığını Cemil’e
söylemesine rağmen adam ona inanmıyor. Bence adam bilse de inanmak istemiyor, çünkü
o da farkında yirmilik güzel karısının onu değil parasını sevdiğinin. Para
Cemil’e ideallerini unutturdu ama Halil’e unutturamayacak düşüncesinde Azem,
neden biliyor musunuz? Çünkü o da buna inanmak istiyor, çünkü o da çok iyi
biliyor Cemil’in karısından filmin sonunda yediği tokadın hesabının
sorulamayacağı gibi Halil’in derdinin de gelir dağılımındaki adaletsizlik değil
kendisinin o gelirden pay alamaması olduğunu. O çocukta parayı bulsa bir adet
Cemil’e dönüşecek, belki de asıl sorun hala insanların eşitliği diye direten
Azem’dedir. İnsanlar en başından beri eşit olmak istemiyor ki Azem, Yüz
Numaralı Adam filminde Şaban’ın da dediği gibi insanlar birbirlerinin gözünü
oyarken, kendi canı şu kadar acısa yaygarayı basan canlı türüdür. Valla Azem
sen imalat hatası gibi türünün tam tersi düşüncelere sahip olduğun için çok
üzüleceksin dostum.
Maden işçilerinin
kabullendiği kaderi sinemaya aktaran Maden
Yavuz Özkan’ın yazıp yönettiği film maden işçilerinin
değişmeyen hayatını konu alıyor. Bilmeyenler için söylemek gerekirse maden
işçiliği vaktinin çoğunu yer altında kömür tozu koklayarak geçirmeyi
gerektirir. Bunun sonucunda ciğerlerin error verir, yerin dibini kazdığın için
madenin çökme tehlikesi büyüktür. Bunun için maden sahibinin önlem alması
gerekir, yaşam odası yaptırmak gibi. Ama bu durum çok masraflıdır, maden sahipleri
işçi hayatına önem vermezler. Nasıl olsa göçük olsa madenci ölse çalışacak
eleman bulamama gibi bir durum yoktur, şehir işsiz doludur. Zaten işçiler de
öleceklerini bilerek bu işe girerler, Maden filmi de bu bilinen durumu sinema
perdesine yansıtıyor. Maden’de çalışan işçiler, olumsuz şartlarla karşı
karşıyadır. İlyas, arkadaşlarına kaderlerinin bu olmadığını anlatmaya çalışır.
Aslında işçiler sendikalıdır, ama sarı sendikalı. Sarı sendika ne ola ki
derseniz, sarı sendika
işçiden çok işverenin hakkını gözeten sendika türü olarak neyin kafasını yaşadığı
bilinemeyen sendikacıların başında olduğu sendikacılık anlayışıdır. İlyas arkadaşlarını sarı sendikanın elinden
kurtarma çabasına da girişir, İlyas’ın çabalarına ilk cevap veren arkadaşı
Nurettin olur. İkisi bir olup işçileri madenin olumsuz şartlarına karşı
başkaldırmaya teşvik eder. Ama maden sahibi de boş durmaz, kendisine para kaybı
olarak dönecek şehirdeki olumsuz havayı dağıtmak için gider şehre lunapark
getirir. Anam lunapark ne? Bari yemek filan dağıtsaydın, en azından sevaba
girerdin. Zaten o işçilerin ahıyla yarın öbür tarafta iflah olmazsın. Ne demiş
her biri bir filozof değerinde olan atalarımız bu dünyada yediğin hurmalar öbür
tarafta bi tarafını tırmalar. İşçilerin İlyas tarafından kendisine karşı
kışkırtıldığını anlayan maden sahibi kalkıp İlyas’a suikast bile kurdurur,
Allah’ım nasıl vizyonsuz bir patronsa bu gidip işçisine suikast kurduruyor. O
kadar rahatsızsan git adamı işten çıkar, ne suikastı Kennedy mi bu? Hayır bu
kadar olay çıkartacağına madene önlem alsa o da rahat edecek ama adam neyin
kafasını yaşıyorsa? İlyas’a suikast düzenlettin de ne oldu? İşçiler greve
gitti, asıl zararlı sen çıktın. Ya resmen Dimyata pirince giderken eldeki
bulgurdan oldun, bu kadar paragöz olmasan daha fazla para diye diretmesen hiç
başına grev filan gelmeyecek. Zaten yerin dibinde çalışan adamlardan insani
şartları bile esirgiyorsun, şimdiye kadar seni kazmayla kovalamadıklarına
şükret.
Ağalık düzeni
ve başlık parasına tepki olarak Kibar Feyzo
Hani bir söz var ya güldürürken düşündürmek diye işte Kemal
Sunal bunu suya sabuna dokunmadan ama çok çarpıcı bir şekilde yapan bir adam. Ve
bu yüzden saygıyı hak ediyor, toplumsal sorunlara doğu batı demeden ağırlık
vermesi, insanlara ülke gerçeklerini güldürerek de olsa göstermesi onun sanatçı
kişiliğini de gösteriyor. Kibar Feyzo toplumumuzun çok yanlış anladığı başlık
parası olayının zorluklarını ve ağalık rejiminin katlanılmazlığını yüzümüze
komedi filminde güldürerek vuruyor. Öncelikle başlık parasının dini bir
dayanağı yok daha doğrusu bizdeki anlamıyla yok. Çünkü dinimizde başlık kızın
babasına değil kocası ölürse kadın mağdur kalmasın diye kıza veriliyor. Bizdeki
başlık ise babasının kızını mal gibi kocası olacak gence satması, zaten Feyzo
sevdiği kızı alırken kızın babasıyla yaptığı noter onaylı anlaşmada Gülo’dan
mal olarak bahsediliyor. Para ödenene kadar malın sahibi babasıyken kullanma
hakkı da kocasınındır. Feyzo köy ağası Maho’nun kefilliğiyle sevdiği kızla
evlenebilir, ha bu arada Maho ağa paranı zamanında ödemezsen alırım karını ha
diye Feyzo’yu şaka yollu tehdit etmeden geri durmuyor. Gülo’nun ağabeyi
Zülfo’nun durumu ise daha içler acısı çünkü adam kırkına gelmiş ama hala başlık
parası yüzünden evlenemez. Ha evlense ne olacak o da Feyzo gibi başlığı
denkleştiremeyecek, kızın babası kızını almaya çalışacak, köye rezil olacak.
Köy ağası parayı çıkarsın diye kadına el koyup tarlada çalıştıracak, çünkü ona
da Maho ağa kefil olacak. Köyde evlenmek isteyen gençlere Maho ağa dışında
kefil olacak kadar zengin biri daha yok. Çünkü o köy içindeki hayvanından
insanına kadar Maho ağaya ait. Adam cidden köydeki insanların bile sahibi, ego zirvede
Maho beyin öyle ki düğününde kendisiyle aynı şapkayı giyen Feyzo’yu sen bana mı
özenirsen diye köyden kovar. Feyzo şehirde sürüm sürüm sürünür, işçi pazarında
sen gelme lan ayı diye hakaretlere maruz kalır. Sendikalı olmadığı için eksik
maaş alır ama olsun o Harranlıdır. Feyzo şehirde de köyde olduğu kadar çok
çeker ama şehirde bir takım gerçeklerin de farkına varır. Köyünde haberi
olmadığı gerçekler Feyzo’nun ağzını açık bırakır. Bir kere kadının mal
olmadığını, bu yüzden de başlıkla satılmadığını öğrenir. İnsanların kimsenin
kölesi olmadığını yani ağalık sisteminin saçmalığını fark eder. Maho ağa üç
kuruşa pamuk tarlasında işçi olarak çalıştırmak istediğinde köylüleri ayağa
kaldırıp başka bir yerde iki misli fiyata çalışabileceklerini söyler. Köyün
ayaklandığını gören Maho ağa nankörler diye yolu keser, çünkü ona göre ağanın
sözünden çıkılmaz. Ağaya başkaldırmak ne demek? Zinhar günah, nasıl olsa köyde
parayı kim verirse kitabı ona göre değiştiren bir hoca da bulunur. Malum filmin
başında Feyzo anası Sekine kadının inadını kırmak için köy imamına başvurup
para karşılığı anasının inadını kırsın diye hocayla anlaşmıştı. Köylülerle Maho
ağanın arasında kalan Feyzo kendini vurmak ister, ağanın vur kendini de elimi
senin pis kanına bulamayayım sözü de ibretlik. Abi kimin kanının temiz kimin
pis olduğunu da biliyor. Nasıl mı? Çok basit, çünkü onun kanı hariç hepsinin
kanı pis. Ona karşı gelenlerinse en pis, adam cidden faşo. Öte yandan ağanın, oğluna söylediği söz karşısında onun kanı senden temiz diye çemkiren Sekine
kadının sözleriyle kimin kanı pis sorusuna cevap arayan Feyzo çekip ağayı
vurur. Filmi başından beri ağayı vurduğu için mahkemeye çıkan Feyzo’nun
savunmasından dinleriz. Filmin sonunda Feyzo en vurucu soruyu hakim beye sorar.
Biz cahiliz bilmeyiz, sen okumuşsun sen söyle hakim bey suç kimde? Senaristi
İhsan Yüce’yi ( Hacı Hüso karakteri) ayrı bir kutluyorum. Güldürürken
düşündürmek kolay değildir çünkü.
Kan davasına
başkaldırı destanı Davaro
Akıllarda Şener Şen’in kadın kılığına girip kaşık havası
oynadığı sahneyle kalan film kan davası gerçeğine değinen ve kan davasının
saçmalığını, altında yatan gerçekleri irdeleyen bir film. Nasıl mı? Tabi ki,
izleyiciyi kasıkları ağrıyana kadar güldürerek. Mikserle tarhana çorbası yapma
fikrini de ortaya atan, komedi konusunda yardıran filmde aslında ağlanacak
halimize gülüyoruz. Neden mi? Çünkü Memo ve Sülo’nun ailesi kanlıdır, yıllarca
birbirlerini öldürüp dururlar. Nedense hıyar tarlası, yani insanlar hıyarca bir
sebeple birbirlerinin canını alıyor. Neden çünkü töre bu, bu düzen böyle kurulmuş.
Kanı yerde kalana kız bile verilmez, köylü yüzüne bakmaz, onu hakir görüp
aşağılar. Memo da kanlısı Sülo’yu öldürmek zorundadır, yoksa Cano’yu alamaz.
Ama Memo kanlısı da olsa cana kıyamaz, bu yüzden de Sülo’yla anlaşma yapar. Köy
meydanında numaradan vuruşacaklar, Sülo ölü numarası yapacak Memo da nefsi
müdafaadan yararlanıp kısa süre hapis yatacaktır. Tabi bir takım olaylar olur,
Sülo kanlısını mahpustan kaçırmaya çalışır. Memo kendisine kazık atan Sülo’yu
sürüm sürüm süründürür. Filmin sonuna doğru Sülo’ya karısı Ayşo’dan mektup
gelir, kadın dul kaldı diye köy ağası kendine nikahlamaya kalkışır. İşte bu
kısımdan sonra biraz geriye git sayın izleyici, çünkü Sülo hapisten çıktığında
karısı Ayşo bıktım bu hayattan bir yandan kocasızlık bir yandan da ağa
sulanıyor diye kocasına dert yanar. Daha sonra da kocasına bütün köy sıraya
girmiş senin ölmeni benim dul kalmamı bekliyor der. Filmin sonunda ağa Sülo’yu
öldürmedi diye Memo’ya bir ton laf söyler, sözde o töreyi savunur. Sen kim
oluyorsun da kırk yıllık töremize karşı geliyorsun diye adama ağza alınmadık
küfürler savurur. Savuramaz mı? Savurur. Neden? Çünkü tüm köy onun! Öyle değil
mi, o hepsinin sahibi değil mi? Tüm köy ağayı onaylar, çünkü hepsi ağaya
borçludur. Muhtemel efsane de bir faiz işler ki bu borç ölünce bile bitmesin
çocuklarına miras kalsın! İşte Memo elindeki parayı ağanın yüzüne fırlatıp tüm
borcu öder ve köylüyü ağa zulmünden kurtarır. Çünkü en başından da
bahsettiğimiz gibi töre düzeni değil bazılarının keyfini sağlamak için kullanılmaktadır.
Öyle olmasaydı köy ağası bilmem kaçıncı karı olarak kendine Ayşo’yu aldığı
düğünün ziyafetinde ağam bu kaçıncı karı diye sorana sırıtarak “ Ben bu masumları
düşünüyorum, itin biri ötekini vuruyor. Bu garipler de ortada kalıyor, ağalık
vazifem.” diyor. Hani değişmez töreydi, hani töreye saygısızlık edilmezdi. Hani
kanlısını öldürmeyenin yüzüne bakılmazdı, hani babasının kanı nasıl yerde
kalırdı? O zaman neden kanlısını öldürüp kanını temizlediğini iddia ettiğiniz
adama it diyorsunuz?
Tamamen ütopik
bir belediye başkanı üzerinden politikada teraziyi nasıl dengede tutarsın
sorusuna cevap veren Üçkağıtçı
Film aslında politikacıların neden başlarda dürüstçe bir yola
çıkıp sonrasında cozuttuğunu da irdeliyor. Natuk Baytan’ın yazıp yönettiği
filmde Rıfkı sevdiği Nuriye’nin başlık parasını biriktirebilmek için Almanya’ya
gidince babasının yanında çalışan Sabri, Rıfkı’nın yokluğundan ve babasının
hastalığından yararlanıp hasta adama boş senede imza attırır ve adamın
mallarının üstüne oturur. Farkındaysanınz filmin bu kısmına kadar toplumsal
sorunlarımızın yarısına değiniliyor, başlık parasından tutun da hileyle başkasının
malına oturan şerefsizler filmin ilk kısmında. Ama bu daha fragmandır, çünkü
daha köye yağmur yağmıyor hadi yağmur duasına benim nefesim kuvvetlidir diye
köylünün parasını yiyen din sömürücüsü Arif efendi var. Belediye reisi seçilmek
için civar köyleri tehdit eden tefeci Satılmış Ağa var, Satılmış’tan kurtulmak
için halkın cahilliğini kullanıp romatizma hastası Rıfkı’yı ermiş diye belediye
reisi seçtirmeye çalışan Armutlulu Hasan var. Var oğlu var, Rıfkı da hakkında
çıkan ermiş söylentilerine inanır ve Armutlulu Hasan’ın ısrarıyla belediye
reisliğine aday olur. Onun adaylıktan çekilmesini isteyen Satılmış ağa da
Rıfkı’ya rüşvet teklif eder, Rıfkı ise kendisine teklif edilen parayla köylünün
Satılmış ağaya olan borcunu ödeyip, kalanı da fakire fukaraya dağıtır. Hatta
köyde sünnet şöleni bile düzenler, bu durumda tabi ki belediye başkanı olur.
Ama o da ne? Daha balkon konuşmasının kırkı çıkmadan Armutlulu Hasan armudun
iyisini ben yiyeceğim diye kasabaya yapılması gereken yolun onun tarlasının
önünden geçmesini ister. Çünkü öyle olursa tarlası değerlenecektir, iyi de yol
onun tarlasının önünden geçerse bir işe yaramaz. Mühendisler de bu duruma karşı
çıkıyordur, mühendiste kimdir ama? Hiç belediye reisinin sözünün üzerine söz mü
olur? O bir he derse yol Hasan’ın tarlanın önünden geçer. Önemli olan yolun
kasabalıya hayrı değildir, yolun Hasan’a getireceği mangırdır. Ve Rıfkı da bunu
yapmak zorundadır, çünkü Hasan onun hem arkadaşıdır hem de seçim sürecindeki en
önemli destekçisidir. Ama Rıfkı tek tek kişilere değil halka hizmete aday bir
başkandır bu yüzden Hasan’ı reddeder. Bunu duyan Hasan da hemen gidip Rıfkı’nın
düşmanlarıyla iş birliği yapar, ideallerinden vazgeçmezsen seni önce
arkadaşların terk eder ama üzülme çünkü onlar zaten arkadaşın değildir. Sırtındaki
yüktür, yükünü atan da daha hızlı yürür. Rıfkı da yükünü atınca adeta şahlanır
ve koşmaya başlar, önce halkı kazıklayan esnafı cezalandırır. Sonra da temizlik
imandan gelir deyip herkesin kendi evinin önünü süpürmesini kanun hükmünde
kararname olarak kabul eder. Neden? Çünkü şehir hepimizin evi. Tabi Rıfkı’nın
halkı düşünerek yaptıkları halkı kazıklayanların tepkisini çeker ve sana oy
veren elimi diye küfretmeye başlarlar. Siyasete muhtarın üstü olarak başlayan
Rıfkı’nın yaşadıklarını birçok politikacı yaşamaktadır, üstelik daha beter
versiyonlarını ama Rıfkı gibi bir duruş sergilemek işte o efsane olmayı
gerektirir.
Tecavüz mağduru kıza toplumun bakış açısını çok sert gösteren
Fatmagül’ün Suçu Ne?
Süreyya Duru’nun yönettiği Vedat Türkali’nin senaryosunu
yazdığı film popülerleşen dizisinin aksine Fatmagül’ün kendisine tecavüz ederlerken
öküz gibi bakan Kerim’e muhtaciyetine, ikili arasında aşk kıvılcımlarının
çakmasına dayanmıyor. Tecavüze uğrayan anasız babasız, ağabeyi desen yarım
akıllı fakir bir genç kızın toplumdaki erkekler tarafından nasıl görüldüğünü
irdeliyor. Fatmagül fakir ve kimsesizdir, kasabanın zengin gençleri tarafından
tecavüze uğrar. Hastanelik olur, suçlular yakalanır ama içlerinden Kerim
fakirdir ve kız onun üzerine kalır. Tecavüzcü ile mağdurun evliliği konusunun mağduriyet gidermediğini ta 1986’dan gösteren Vedat Türkali’yi tüm kadın
dernekleri saygıyla anmalı bence. Çünkü film yapay romantizmle süslenmeyecek
kadar ciddi bir konuya değiniyor. Kerim gözünün önünde arkadaşlarının tecavüzüne uğrayan,
kendisinin de tecavüz ettiği Fatmagül’ü karısı olarak kabul etmez ama fakir
olduğu için dört erketen artakalan kadın ona kalmıştır. Bu arada Kerim hiç
yaptığından utanmaz, zavallı bir kıza dört erkek müsveddesi güç kullanarak
tecavüz etmiştir. Nerde la delikanlılık, erkeklik bu mu yani? Kerim bu soruyu
asla kendine sormaz, Kerim’e göre suç tecavüze uğrayan Fatmagül’dedir. Kızın Bruce
Lee’ye dönüşüp dördünü birden paralaması gerekirdi aslında ya da ortaçağdan
kalma bekaret kemeri takmalıydı beline. Zavallı Fatmagül’ünse başına gelenler
yetmemiş gibi bir de Kerim’le yaşadığı evlilik var. Kız her Allah’ın günü Allah’ın
belası kocasından dayak yemektedir, çünkü kasabadaki erkekler Kerim'in ardından laf
etmektedir. Çünkü Fatmagül’le aralarındaki tek engel Kerim’dir, eğer Kerim
Fatmagül’ü kor da giderse Fatmagül hepsinin ortak malı olabilir. Zaten kimsesi
yok, ağabeyi desen yarım akıllı. Kocası olmasa tecavüze uğramış sahipsiz garibi
kim bunların elinden alacak? O yüzden Kerim’e olabildiğince baskı yapsınlar
olabilince laf söyleyip aşağılasınlar ki Kerim dayanamayıp taze eti bırakıp
kaçsın. Onlara da gün doğsun, işte Kerim her Allah’ın günü bu Allah’tan
korkmazlarla muhatap olur. Kerim’i bir saat gibi kuran şeref fukaraları
yüzünden de Fatmagül evde her Allah’ın günü dayak yer. Kerim’den hamile kalır,
o bile suç. Kız sanki eşeysiz üreme yaptı şerefsiz, niye hamile kaldı diye kızı
dövüyorsun? Duvardaki saatten mi hamile kaldı, senden hamile kaldı! Ama olamaz,
çocuğunun anası bu kadın olamaz. Kerim, Fatmagül’e ne zaman baksa tecavüze
uğrayan bir kız görür ki bu onun için kirlenmiş bir kızdır. Bu kız da çocuğunun
anası olamaz, o yüzden Kerim, Allah yarattı demeden hamile olan karısına
vurmaya başlar. Sonunda Fatmagül çocuğunu da düşürür, gene hastanelik olur. Ulan
kızın her şeyini aldınız be, o istemeden bedenini aldınız, çocuğunu aldınız ve
hala Fatmagül suçlu. Öte yandan Fatmagül utanır, Fatmagül kendini suçlu
hisseder. Fatmagül tecavüzcülerinde olması gereken ama olmayan tüm duygulara
sahiptir, en son Kerim gene Fatmagül’ü dövdükten sonra bir meyhaneye gider ve
içmeye başlar. Bu sırada Fatmagül’ün çektiklerine dayanamayan çakırkeyif muhtar
gelip ya elinden tut yetim kızın çek git buralardan ya da bırak diye Kerim’e
efsane bir ayar verir. Filmin sonunda da Kerim Fatmagül’ün elinden tutup başka
bir yerde yeni bir hayata başlamak için gider.