Alfred
Hitchcock’un Viskiye Buz Olarak Atılsa Sırıtmayacak Soğuk Sarışınlarına Duyduğu
Karanlık İlginin Filmlerinde Kadınlara Eziyet Olarak Dönüşü
Ünlü yönetmen Hitchcock’un sarışın takıntısı malum. Anasının kuzusu
Zühtü görünümündeki sevimli yönetmenin takıntılı olduğu sarışınlarına gel gel
sarışınım gel şarkısını söyleyecek kadar hayran olduğunu bilmeyeni ortamlarda
dövüyorlar zaten. Bu yazımda birçok blogda değinilen Hitchcock ve takıntılı
olduğu güzel sarışınlara değil de yönetmenin filminde oynattığı bu güzel ve
soğuk kadınlara çektirdiklerine değineceğim. Sarışın, soğuk, genç ve güzel
kadınlar… Ama bu kadınlar asla Marilyn Monroe gibi seks sembolü olmuş
sarışınlar değil. Asil, soğuk ama sempatik, yer yer sevimli hepsi adeta birer
masal prensesi.
İyi de Hitchcock evli sarışın oyuncularına
duyduğu ilgi bir kıskançlığa yol açmıyor mu?
Hitchcock, başının üstünde yeri olan
soğuk sarışınlarından İngrid Bergman ve yönetmenin eşi Alma hanımı beraber
gördüğümüz üstteki fotoğrafta her ne kadar Alma yenge boyun devrilsin Hitchcock
der gibi baksa da yönetmeni soğuk sarışınlarından kıskandığına dair bir bilgi
yok.
Bir sarışın var Hitchcock’ta
Hitchcock’tan içeri
Bana öyle geliyor ki Hitchcok bey amca zamanında güzel bir sarışına
karşılıksız hisler beslemiş. Her an gözünü bile kırpmadan gözetlediği sarışına
açılamayan yönetmenin içinde kalan hisleri onu ilerleyen hayatında sarışın
oyuncularına karşı hastaca bir tutum sergiler hale getirmiş. Şimdi sen de çok
abarttın ama adam İngiltere’de ve Amerika’da çalışmış orda kadınların çoğunluğu
zaten sarışın. Yönetmen İtalyan olsa kumral, İspanyol olsa esmer kadınlarla
çalışırdı. Adam işini yapıyor, bence hakkında söylenenler abartı diyebilirsiniz.
Fakat yönetmenin aktif olarak çalıştığı yıllarda Hollywood sarışın oyuncuların
tek elinde değildi. Rita Hayworth gibi bir kızıl cazibe, Natalie Wood,
Elizabeth Taylor, Audrey Hepburn gibi esmer güzeller de mevcut ama Hitchcok
tıpkı bir seri katilin kurbanlarını belli tip kişilerden seçtiği gibi başrol
kadınlarını belli tiplerden seçiyor. Aynı bir seri katil gibi içindeki hisleri
ortaya çıkaran bir alfası var, alfaya benzeyenleri kendine kurban seçiyor.
Alfaya yapmak isteyip de yapamadığı her şeyi alfanın benzerlerine yapıyor.
Zamanında karşılıksız aşk beslediği kadınla özdeşleştirdiği sarışınlara büyük
bir ilgi duyuyor ama zamanında onu fark etmediği için kızgın olduğu sarışının
hıncını da gene onunla özdeşleştirdiği soğuk sarışınlardan çıkartıyor.
Tippi Hedren’le yaşadıklarını tüm
Hollywood biliyor da
Alfret Hitchcock’la The Birds ve
Marnie filmlerini çeviren Tippi Hedren yönetmenin kendisine yaşattığı
zorlukları her platformda dile getirmekten çekinmiyor. Hedren, yönetmenin
musallat olduğu tek oyuncusunun kendisi olmadığını ama onların kariyerleri
tehlikeye düşmesin diye konuşmadığını söylüyor. Yönetmenin Hollywood gıybet
dünyasına armağanı olan sarışın takıntısını Hedren’in röportajlarından
öğrenebilirsiniz. Ha bir de HBO’nun çektiği The Girl isimli kısa dizi var. Ben
üstteki tespitime dönüp yönetmenin sinema tarihine damgasını vuran buzdan
kraliçelerini film boyunca maruz bıraktıklarını irdeleyeceğim.
Nazi
sempatizanı faşist sarışın Anny Ondra ırz düşmanı ressama maruz kaldı
Çekoslovak asıllı İngiliz oyuncunun
sarışınlığı ve güzelliği ortada. Sarışın sever yönetmenin kadrajını üzerine
çeken Anny, yönetmenin ilk sesli filmi olan Blackmail’de oynar.
Yazıktır, günahtır. Kızcağız her ne
kadar biraz saf, acık sazan, hafifte aşüfte olsa da başına gelenler reva mı yani
Hitchcock? İngiliz sinema tarihinin ilk ırz düşmanı ressamına maruz kalan Anny,
paçalı donu ve saten atletinden tahrik olan ressamın elinden bir ekmek bıçağı
yardımıyla kurtulur. Fakat kötü kader peşini bırakmaz ressamı öbür tarafa
gönderdiğinden haberdar olan bir şantajcı yüzünden anasından emdiği süt
burnundan gelir.
İnsanı serin
sulardan kızgın kumlara atlatacak kadar etkileyici sarışın Madeleine Carroll
kanun kaçağı tarafından rehin alınır
Gerçekten çok soğuk ama bir o kadar
da hoş bir kadın olan Madeline de sarışın radarı olan Hitchcock’un kamerasından
kaçamaz. Yönetmenin 39. Basamak filminde oynayan güzel oyuncu cinayet suçundan
adını temizlemeye çalışan bir kanun kaçağı tarafından rehin alınır.
Film boyunca yağmurda ıslanıp
yerlerde sürünen genç kadının çekmediği çile dertler kalmaz. En son derenin
üstündeki taşlardan seke seke geçmeye çalışıyordu garip.
Clark
Gable’ye nikahı bastırmış sarışın Carole Lombard komedi filminde psikolojik
dram yaşadı
Ötesi yok Clark Gable, kadın zirvede
bırakmış. Carole abla da sarı saçı ve güzelliği sayesinde yönetmenin kastına
adını yazdırmıştı.
Hitchcock’un Amerika döneminde
çektiği tek komedi filminde oynayan genç kadın sözde komedi filminde oynuyor.
Film evliliklerinin sahte olduğunu öğrenen çiftin hikayesi üzerine odaklanmış,
film boyunca birbirine aşık çiftimiz aynı zamanda da kedi köpek gibi kavga
ediyordu. Yönetmen güzel sarışını evlilikten soğutmaya mı çalışıyormuş ne?
Malum o dönemde yakışıklı Clark ağabeyle evliymiş Carole.
Norman
Bates’in elinden sağ kurtulmayı başaran sarışın Vera Miles Norman’ın anasını
görünce korkudan öbür tarafa gideyazdı
Başarılarının devamını diliyoruz ablacığım.
Malum Norman’ın elinden kurtulmayı başarmak az bir şey değil şimdi. Vera hanım
da o muhteşem sarı saçlarının ve kırk bir kere maşallah derecesinde olan
güzelliğinin hatırına yönetmenin The Psycho filminde oynamıştı.
Kayıplara karışan ablasının izini
sürmek için ablasının sevgilisiyle Norman Bates’in işlettiği Bates motele giden
genç kız ablasını önce Norman Bates’e sorar. Norman da az evvel duşta kestim
diyemeyeceğine göre yok valla bacım dediğiniz tariflerde bir hanımı görmedim, zaten motele bu sezonda müşteri gelmez diye bunları uyutmak ister. Norman’dan
şüphelenen genç kız adamın anasıyla yaşadığını söylediği eve girince çatı
katındaki aha resimdeki ölmüş de gömmeyi unutmuşlar görünümlü ablayla
karşılaşır. Günah ayol, kızcağızın iskeleti kalmış abladan korkusuna duvara
yapıştığı yetmiyormuş gibi bir de anasının kılığına giren Norman ve bıçağıyla
karşılaştı. Şoktan çıkamadan ikinci bir şoka girdi kız.
Hafızalara
kazınan duş sahnesinin kahramanı bahtsız sarışın Janet Leigh
Sana pıçak çekenin eli kırılsın Janet!
Mihriban sarısı saçlarıyla yönetmenin dikkatini çeken genç oyuncu Hitchcock’un
kült filmi Sapık’ta oynamıştır. Filmde sevgilisiyle evlenip daha rahat bir
hayat yaşamanın hayallerini kuran genç kız patronun bankaya yatırmasını istediği
paraları alıp kayıplara karışır. Bir süre saklanıp sevgilisiyle kaçma planları
yapan Janet, Amerika’nın gözünü çıkarmış gibi saklanmak için Oedipus kompleksli
bir katil olan Norman’ın otelini seçer.
Temiz yüzlü, utangaç bir genç olan
Norman, ilk görüşte hoşlandığı ilik gibi Janet’in gözüne girebilmek için kıza
kendi elleriyle yemek getirir. Ama sapık herif bir yandan da Hülya Avşar’ın
Sekreter filmindeki patronu gibi duvardan açtığı delikten kadını gözetler. Vah
Janet vah, kadın bıçaklanmadan evvel bir de röngenlendi.
Küllü kumral
olsa da o da bir sarışın Julie Andrews
Yani sana da
ne desek bilemiyoruz ki Julieciğim güzelsin hoşsun da pek bahtsızsın. Hitchcock
gibi efsane olmuş bir yönetmenin filminde Paul Newman gibi yetenekli ve yakışıklı bir aktörle oyna ama
o film de yönetmenin senaryo yazmayı unuttuğu, en başarısız filmi olsun.
Sarışınlığın
kitabını yazan Anne Baxter rahip olmak için fazla yakışıklı olan sevgilisi
yüzünden şantaja maruz kaldı
Hithcock gibi bir sarışın dedektörü
tarafından keşfedilmesi uzun sürmeyen Anne hanım yönetmenin İ Confess filminde
oynar. Savaşa giden sevgilisinin yolunu gözleyen genç kız mektuplarına karşılık
bulamayınca sevgilisinin öldüğünü sanır. Zengin bir adamla evlenip hayatını
devam ettirdiği sırada savaş biter ve Anne ablanın öldüğünü sandığı yakışıklı
sevgilisi döner.
Anne sevgilisi ölmediği için mutlu
ama umutsuzluğa kapılıp erken evlendiği için kahrolmuş bir vaziyette savaştan
dönen yakışıklı sevgilisini karşılamaya gider. Adam sevgilisinin evlendiğini
bilmeden sevinçle kızı kucaklar. Anne abla da bari onunla bir gün doya doya
gezip evlendiğimi yarın söyleyeyim der. Dağ bayır neşeyle koşarlarken yağmur
başlayınca bir evin çardağına sığınırlar. O sırada mülk sahibi bahçesindeki
eriğe dalan çocukları azarlar gibi bunları azarlamaya başlar. Fakat yaklaşıp da
karşısında kasabanın en zengininin karısını görünce susar. Zamanı gelince
konuşurum diye düşünen çakal gidince Anne abla sevgilisine evlendiğini söyler.
Aldığı haberle yıkılan genç adam kendini dine verip papaz olur. Fakat hikaye
burada bitmez, zamanında onları çardakta yakalayan adam paraya sıkışınca aklına
ilk gelen kasabanın zenginin hanımı ve onun rahip eski sevgilisi olur. Şantaja
maruz kalan Anne abla ve papaz efendi parayı denkleştiremeden şantajcı ölünce
kabakta bunların başına patlar. Yani Hitchcock bey amca bu sarışın ablaya bu
kadar çektirecek ne vardı?
Saçları
rengini platinden değil platin rengini saçlarından almış olan Eva Marie Saint gizli
teşkilat üyesi sevgilisi yüzünden sürüm sürüm süründü
Platin sarısı saçlarıyla Hollywood’un
dikkatini Daenerys Targaryen’den önce çeken Eva hanımın bir sarışın
koleksiyoncusu olarak Hitchcock’un dikkatini çekmemesi imkansızdı zaten.
Yönetmenin North by Northwest filminde oynayan Eva kirli işler çeviren bir adamın
sevgilisi gibi görünse de aslen polisle işbirliği içindedir. Öte yandan Eva’nın
cazibesine kapılan Cary ağabeyin oynadığı başrol de kadına musallat olur. Yahu sen
önce kendi başındaki beladan kurtul, gazetelerde çarşaf çarşaf resmin çıkmış
senatör katili diye sen hala platin Eva’nın ağzının içine düş.
Kadının başındaki dertler bitmiyor
ki? Polise yakalatmaya çalıştığı kaçakçı sevgilisi ve adamları Eva’nın gerçek
yüzünü öğrenince kadını öldürmeye çalışıyorlar. Hiç birine yanmam da az kalsın kadıncağız
Paris moda haftasından çıkmış gibi şık bir kıyafet ve topuklu ayakkabılarla
Rushmore dağının eteğinde uçan güvercin olacaktı. Ah Hitchcock ah, gene bir
soğuk sarışın ve gene eziyet. Yahu bu kadınlar sana ne etti? Git zamanında sana
yüz vermeyen soğuk sarışına kız!
Siz insan
mısınız diye sorduracak güzellikteki Joan Fontaine kocam beni öldürecek
korkusundan fenalaştı
Oyunculuğunun, sarışınlığının ve güzelliğinin
nirvanasında olan Joan’ın sinema kariyerini Hitchcock yarattı dersek büyük
konuşmuş olmayız. Daha önce de oyunculuk yapmasına rağmen Hitchcock’un Rebecca’sındaki
rolüyle Hollywood’un dikkatini çeken genç kadın gene bir Hitchcock filmi olan
Suspicion ile Oscar ödülünü de cebe indirdi.
Üste bakıp oh maşallah Hitchcock
adama böyle eziyet ediyorsa bana da etsin kadın Oscar’ı götürmüş dediğinizi
duyar gibiyim. Ama kazın ayağı pek öyle değil, zavallı Joancığın Hitchcock’la
çevirdiği iki filmde de başına gelmedik kalmadı. İlk filmi Rebecca’da evlendiği
adamın ölmüş eski karısına çok benzediğini öğrendi, evin ürkütücü hizmetçisi
kadını gördüğü her köşede gözlerini belerte belerte korkuttu. Kocan eski
hanımını unutamadı yüzün ona çok benziyor da o yüzden senle evlendi diye kadına
psikolojik işkenceler yaşattı. Kocasıyla konuşmak istediğinde de adamın
herkesin övdüğü karısından aslında nefret ettiğini öğrenip yoksa eski karısını
mı öldürdü diye üç buçuk attı. Zaten deli olan hizmetçi iyice delirip evi az
daha içinde Joan abla varken yakacaktı. Kadın Rebecca’yı ölmeden bitirebildi de
ne oldu sanki? Bu sefer de bir sonraki filmde kocası olacak tuhaf mimikli
ağabeye maruz kaldı. Suspicion’da fakir bir adamla evlenen zengin bir kadını
oynayan Joan abla kocasının abuk sabuk hareketlerine maruz kaldı. Sonradan bir
de adam nasıl benden şüphe edersin diye trip atıyor. Ulan sen bir aynada
suratının aldığı hale bakıver. Resmen Norman Bates’in atası gibi davranıyordun.
Eski famme
fatallardan Kim Novak Türk erkeği karakterli sevgilisi yüzünden intihar etti
Yönetmenin Tippi Hedren’le beraber en
taktığı sarışınlardan olan Kim, Hitchcock’un Vertigo’sunun unutulmazlarından. Filmde
azılı bir Famme Fatala can veren Kim’in masum bebeksi yüzünün ardında bir yılan
vardır. Canavarca hazırlanmış bir planda başrol erkek karakterin kafasını
karıştırmaya odaklanmış Kim, yaşadığı çoğu şeyi hak etti aslında diyebilirsiniz.
Sonuçta masum bir kadının sırf parası
için öldürülmesine neden olacak bir planın ana karakteriydi Kim’in can verdiği
fettan. Ama kadın şu muameleyi de hak etmedi yani, asıl suçlu öldürülen kadının
içgüveysi sinsi kocası. Git de onu dövsene Joan! Kilisede Kim’i ümükleyeceğine
git canavar arkadaşının ofisini bas. Karısına benzeyen fakir kızı oyununun
parçası yaptı, karısı ölünce üç kuruş para iki üç mücevherle kızı başından
attı. Yahu bu kız o manyak oyun yüzünden kış günü denize atladı, suya atlayıp
çıkardığın kızı bir sonraki sahnede çıplak yatakta bulduk. Kıyafetlerini kurutup
sana çay yaptım içte üşütme diye şirinlik yapmanı yemedik, gözün kapalı mı
soydun üstü başı ıslanmış kadını? Nasıl böyle zalimce bir oyuna ortak olursun
diye kadının ahlak anlayışını sorguluyorsun, sen daha arkadaşının hanımı
sandığın zamanlarda hoşlanıyordun kadından asıl senin ahlak anlayışın sorgulanmalı.
Bir de kırk yıllık Türk erkeği gibi köşeye sıkıştırıp hırpaladığın kadına onunla
da yattın mı? diye çemkiriyorsun. Yeter yahu bir insan sarışın diye bu kadar da
çeker mi? Bir yandan Hitchcock öbür yandan kıskanç sevgilisi filmi dar ettiler kadına.
Acayip
sevimli bir sarışın olan Doris Day’in evladını kaçırdılar
Sevimli olduğu kadar güzel ve sarışın
da olan Doris’te sarışınlığının bir getirisi olarak Hitchcock’un başrolüne
yerleşmişti. Yönetmenin daha önce İngiltere’de çektiği Çok Şey Bilen Adam
filminin yeniden çeviriminde oynayan Doris filmde evladı kaçırılan bir anneyi
canlandırdı.
Ailecek Fas’a tatil için giden
ailenin minik yavruları kaçırıldı. İki saatlik film boyunca evladım nerede diye içini
çeke çeke ağlamaktan helak olan Doris, resmen gadın anam çilekeş anama bağladı.
Uğruna Zeki
Müren kirpiği bile öğrenilecek sarışın İngrid Bergman’ı kocasıyla kaynanası
zehirlemeye çalıştı
İskandinav topraklarının bağrından
kopup gelen güzel sarışın İngrid abla Hollywood’u bırakıp Roberto’ya kaçtıysa
biline ki sebep Hitchcock bey amcadır. Yahu kadınla üç film çevirmiş üçünde de
mi zavallının yüzü gülmez, üçünde de mi dram yaşar? Kadının Hitchcock’la
çevirdiği ilk film Spellbound. Filmde bir akıl hastasına aşık psikologu
canlandıran İngrid, sevgilisini tedavi etmek için mi uğraşsın yoksa cinayetle
suçlanan adamın masumiyetini mi kanıtlamaya çalışsın izlerken biz şaşırdık.
Yönetmenle çevirdiği ikinci filmi
Notorious’ta babası Nazi ajanı olduğu için gizli servisin markajına alınıyor,
babasının cenazesinde bile rahat yok kıza. Tüm polislerden nefret eden İngrid
abla aşık olduğu polis tarafında gizli servise götürülür. Adamlar kadından
babasının fikirlerine ortak olmadığını ispatlaması için tehlikeli bir Nazi
ajanıyla evlenmesini ve adam hakkında bunlara rapor vermesini isterler. İngrid abla
aynı zamanda babasının da arkadaşı olan ve zamanında kendisine ilgi duymuş Nazi
ajanıyla evlenip gizli servise adam hakkında bilgi verirken adam İngrid’in
polis için çalıştığını anlar. Zavallı İngrid’i kaynanasıyla kocası bir olup
zehirlemeye çalışırlar. Üçüncü filmi Under Capricorn’u ise ne siz sorun ne ben
söyleyeyim. Kadın orada da sürekli bunalımlı, ağlak, intihara meyilli birini
canlandırıyordu. Yani bu şartlar altında İngrid Hollywood’dan kaçmasın da ne
yapsın? Allah muhafaza dördüncü filminde kafasına saksı düştüğü için kör olan
bir kötürümü canlandırabilirmiş.
Soğukluğu
asaletinden olan Tippi Hedren önce kuşlardan sonra Sean Connery’den çekti
Hitchcock’un sarı saçlarından sen
suçlusun Tippi deyip yapmadığını bırakmadığı güzel oyuncunun yaşadığı dram kısa
bir dizi bile olmuştu. The Girl dizisi sayesinde yönetmenin Tippi ablaya Kuşlar
filminde yaptığı eziyetleri görebilirsiniz. Ama benim burada asıl değinmek
istediğim kadıncağızın Hitchcock’la çevirdiği ikinci filmi Marnie.
Güzel ve alımlı bir genç kadın olan
Marnie kleptomani hastasıdır ve çalıştığı işyerlerini soyup soğana çevirip
kayıplara karışır. Film ilerledikçe Marnie’nin tek psikolojik sorununun kleptomani
olmadığını öğrenmeye başlarız. Kırmızıya ve gök gürültüsüne karşı aşırı bir
korku duyan Marnie, sıradaki soygunu için girdiği iş yerinin patronu Sean
ağabeyin de fena dikkatini çeker. Adam hırsız olduğunu öğrenmesine rağmen
tehdit ve şantaj yoluyla Marnie ile evlenir. Zaten psikolojik sorunlarla
boğuşan genç kadın, annesi hanımın karanlık geçmişi yüzünden vajinismustan da
muzdariptir. Filmde gösterilmese de ilk gece kocası tarafından zorlanan genç
kadın sabahına intihara teşebbüs eder. Film boyunca Sean ağabey elinde viski
sürekli karısının kapısının önünde aç bi konuşcaz bak diye dolanıp durur. Alacağın
olsun Hitchcock kadına ilk filminde martıdan kargasına kadar her tür kuşu
musallat et ikinci filminde de kleptomaniden tut kırmızı korkusuna kadar
psikolojik rahatsızlık ver. Yahu koca kadın annesini komşunun dokuz yaşındaki
kızından kıskanıyordu.
Seni
sevmeyen ölsün bakışlarını üzerinden eksiltmediği Grece Kelly az daha şehzade
Mustafa gibi boğdurulacaktı
Güzelliğin ve asaletin sözlük anlamı
kuğu kadın Grace Kelly yönetmende fetiş durumuna gelmişti. Kadına her daim sarı
saçlarını deli gönlüme bağlamışlar çözülmüyor Mihriban bakışını atan Hitchcock,
Grace ablayla çevirdiği üç filmde de bir kadın rahatsız etmeden nasıl röntgenlenir
konusunda ders veriyor adeta. Hani neredeyse kadına Grace sen şurada dur da rol
yapmasan da olur diyecekmiş gibi. Peki tüm bunlar yönetmenin bir soğuk sarışın
olan Grace’yi zamanında kendine yüz vermeyen soğuk sarışınla özdeşleştirip her
filmde ona eziyet etmesine engel oluyor mu? Tabi ki Hayır! Rear Window filminde başkalarının işine
burnunun sokmaktan çekinmeyen sevgilisi yüzünden hırsız gibi milletin evine
girip hayatını tehlikeye atar Grece. Ardından Dial M For Murder filminde de
yüzü gülmez kadının.
Kocasını bir yazarla aldan genç kadın, ihaneti öğrenen kocası tarafından dehşet verici bir planla öldürülmeye çalışılır. Güzelim
kadın az daha kiralık katil tarafından bahtsız şehzade Mustafa gibi
boğulacakken eline geçirdiği bir makasla katilden kurtulur. Fakat asıl hikaye
bundan sonra başlar, polis yerine kocasını arayan Grace kocam gelsin de bana
akıl versin diye bekler. Fakat aldatıldığını bildiği için karısına kin besleyen
adam eve gelir gelmez karısının saldırıya uğradığını gösteren tüm
delilleri yok eder. Poliste Grace’yi cinayetten tutuklar, filmin sonunda gerçekler
anlaşılmasa zavallıcık idam edilecekti. Son filmi To Cat A Thief’te ise
mücevherlerini hırsızlardan korumaya çalışan züppe bir zengin kızına hayat
veriyor. Bu arada sevgilisinin hırsız olduğunu söylememe gerek yok herhalde.
Esmer
Bonusu: Teresa Wright öz dayısı tarafından öldürülmek istenir
Aman Tanrım didim yoksa üstteki
hipotezim çöküyor mu? Malum ben hipotezimi yönetmenin genç ve soğuk sarışın
kadınlara olan ilgisinden kurmuştum. Ama yönetmen sadece sarışın değil esmer
kadınlara da ilgi alaka göstermeyi ve filmlerinde eziyet etmeyi ihmal etmemiş. Neyse
istisnalar kaideyi bozmaz diyelim ve yönetmenin Shadow of a Doubt filminde
oynattığı genç, güzel ve esmer Teresa hanıma çektirdiği çilelere değinelim.
Hayatlarının sıkıcılığından dem vuran
yeğen Charlie ailemizin üzerindeki bu ölü toprağını ancak dayım Charlie atar
deyip dayısına mektup gönderir ve evlerine davet eder. Aman Allah’ım meğer
kızın aşırı yakışıklı ve kuul dayısı polis tarafından fellik fellik aranan şen
dul katilidir. Olan bitenden haberi olmayan genç kız dayım gelecek canım dayım
diye heyecan içindedir. Dayısı da yeğeni Charlie’yi çok sevmektedir, ikilinin
arasında sevgi dolu bir ilişki sürerken yeğen Charlie dayısının dul kadınları
öldürdüğünden şüphelenince aralarında gerilimli ve korku dolu bir ilişki
yaşanmaya başlar. Annesinin de dayısına çok düşkün olduğunu fark eden Charlie,
annesini üzmemek için dayısını polise ihbar etmez. Adeta bir süzme salak gibi
tehlikeli bir katil olan dayısına her şeyin farkındayım buradan git yoksa seni
polise ihbar ederim der. ( Size de Game Of Thronedaki Cersei ve Ned arasında
geçen çocukların kocandan değil adam seni öldürtmeden al çocuklarını da kaç
konulu konuşmayı hatırlatmıyor mu?) Dayısı olacak kenafir gözlü de sana kimse
inanmaz diye cevap verir kıza ama bir yandan da kendini tehlikeye atmamak için
yeğenini temizlemeye karar verir. Kızcağız öz dayısı tarafından üç kez
öldürülmeye çalışılır. Buncağız sarışın bile değil ondan ne istedin de manyak
dayıları musallat ettin Hitchcock?
Kumral
Bonusu: Alida Valli sevdiği adamın intiharı üzerine ölümü seçti
Sanırım yönetmenin elinden sadece
kızıllar kurtulmuş. Sarışına ayrı esmere ayrı kumrala ayrı eziyet çektiren
Hitchcock’un zamanında yüzüne bakmayan abla kimse yatacak yeri yok. Şu kadınceğizlerin
çektikleri nedir yahu? Genç ve güzel bir kumral olan Alida Valli de yönetmenin
dikkatini çekip The Paradine Case filminde oynamış. Filmde yaşlı, zengin ve kör
kocasını öldürmekle suçlanan Valli’nin jüri karşısında hiç şansı yoktur. Çünkü
o hem jürinin hem toplumun gözünde yaşlı bir adamla parası için evlenen genç ve
güzel bir kadındır.
Kadını savunmak için gelen avukatta
evli olmasına rağmen Alida’nın güzelliğinden etkilenip ona aşık olur. Kadını masum
bulduğu için değil de güzel bulduğu için kurtarmak ister, bu yüzden de cinayeti
üzerine yıkacağı birini arar. Alida’nın kocasının genç ve yakışıklı uşağının
kadında gözü olduğu için yaşlı adamı öldürdüğüne kendini inandırıp uşağın
cinayeti işlediğine dair deliller aramaya başlar. Hitchcok’un güzelliğin
olumsuz getirilerini sorguladığı filmi daha fazla anlatıp spoiler vermeye gerek
yok. Ama bir kadın düşünün ki kocasının ölümünden dolayı suçlanıyor çünkü genç
ve güzel kesin zengin ve yaşlı kocasının parasına konmak istedi. Yine bir kadın
düşünün ki kendini savunsun diye tutulan avukat tarafından sadece güzelliğinden
etkilenildiği için hırsla savunuluyor. Yani Allah muhafaza kadın masum ama
çirkin olsa avukat bey onu bu kadar ateşli bir şekilde savunmayacak. Filmin sonunda
kadına bir de sana aşık oldum diye veryansın ediyor, gözüm sen git evindeki
karınla ilgilen şişko yargıç yaşına başına bakmadan karına yazıyor. Öte yandan
gene bir kadın düşünün ki sevdiği adam onu sevmiyor, hatta tiksiniyor. Güzelliğine
kapılıp onunla olmasını bir hata olarak görüyor, kadına olan nefretini
mahkemede çekinmeden söylüyor. Üstelik kadın adama aşık, adam kendini intihar
edince o öldü benim yaşamamın ne önemi var diye suçunu itiraf ediyor. Bence
Hitchcock’un filmlerinde oynayan kadınların içinde en acınası duruma düşen
Alida Valli’nin can verdiği Anna karakteri.