13 Ekim 2017 Cuma

Sinema Tarihine Adını Altın Harflerle Yazdıran Nevi Şahsına Münhasır 15 Vampir

   Vlad Tepeş (3. Vlad) yani namı diğer Kazıklı Voyvoda, döneminin en psikopat voyvodası olarak Eflak’a kan ağlatıp, insanları kazığa oturtmasıyla bilinirmiş. Zamanında Osmanlıya gönderildiği ve çocukluğunu Fatih’le geçirdiğine dair çeşitli rivayetler dolaşan Vlad, memleketine dönüp babasının yerine geçince Eflak’ta bir korku beyliği oluşturmuş. Hakkında insanların kanını içtiğine dair rivayetler bulunan Vlad, psikopatlığı iyice ele alınca Fatih, Eflak’a sefer düzenler ve Vlad bey sizlere ömür olur. Bir rivayettir ki kendisinin başı gövdesinden ayrılıp, bir küp balın içinde Fatih’e sunulmuş. Hakkında bolca rivayet bulunan Vlad Tepeş, tarih camiası tarafından bilinse de onu edebiyat camiasına tanıtan Bram Stoker’in Drakula adlı romanıdır. Bu roman daha sonra önce Alman dışavurumcular sonra da Hollywood tarafından sinemaya aktarılmış ve o gün bugündür sinema tarihinin en renkli simalarından vampirler beyazperdenin aranan karakterleri olmuş.

   Bir adet psikopat tarihi simanın halk öykülerinden aktarılan korku öğeleriyle harmanlanmış hikayesi hala sinemaseverleri ekrana bağlıyorsa bu hikayenin klas karakteri vampirler de şöyle güzel bir yazıyı hakkediyor. Sinema camiasının ölümsüz lanetlilerinin bol kanlı ve aşırı acıklı hikayesini dini mevzulara bağlayıp ilk vampiri kardeş kanı döken Kabil’e kadar götürenler olsa da bu herhalde vampirlerin ebedi lanetine bir gönderme olmalı. İnsan kanı içerek hayatta kalan, güneşe alerjisi olan ve sarımsak kokusundan nefret eden vampirler, haç ve kutsal suya dayanamayıp, kalplerine saplanan bir kazık ya da başının gövdesinden ayrılmasıyla sizlere ömür olabiliyorlar. Kan görünce dayanamayan ve şah damarına zaafı olan vampirler uzun bir ömür yaşadığı için kendilerini kültür ve sanata verip sinemanın canavarları arasında kültürü ve beyefendilikleriyle öne çıkarlar. Zaten soyları ta Eflak voyvodasına dayandığı için buram buram asalet kokan vampirler, karşısına çıkan ölümlüleri hemen etkisi altına alıp sonra da kanlarını sömürürler.

   Vampirin kanından bir fırt aldığı – ki bu genelde başrol güzel kadın olur – kişi lanetlenip vampir olurken capri sun muamelesi yaptığı tahtalıköyü boylar. İnsanların kanını sömüren cani yaratıklar gibi görünseler de aslında lanetli olduklarının farkında olan vampirler, ölemediklerinden dolayı gizli bir eziklik duyar. Beyaz perdenin en kültürlü canavarı olan nevi şahsına münhasır on beş vampiri derlediğim bu haftaki yazımda Nosferatu’dan Kont Drakula’ya kadar vampire doyacağız.

 Vampir camiasının en tipsiz vampiri Kont Orlok (Nosferatu) 1922


Hani suretle alay olunmaz da Kont Orlok, Allah affetsin sinema tarihinin tipsizliğiyle hatırlanan tek vampiridir. Alman dışavurumcu sinemanın tipiyle sınadığı Kont Orlok, vampirden çok iki ayaklı farenin ağda yapılmış hali gibi. Kel kafası, fırça kaşları, sivri olması yetmiyormuş gibi bir de zorla kepçeleştirilen kulakları, makyajla midye boyutuna getirilen gözleri, kemer olayını aşıp tak kıvamına gelen kocaman burnu, tavşan fare karması dişleri ve bu yüze tezat oluşturacak Emel Sayın güzelliğindeki elleriyle izleyiciye tövbe çektiriyordu. Bir de kıyafetler yardımıyla vücudunu oransızlaştırıp suni kambur ekleyerek zavallı Kont Orlok’u ele güne rezil etmişlerdi. Bir de maddi imkansızlıktan mıdır nedir camianın en fakir vampiri de Kont Orlok idi. Kendi tabutunu bile pıtı pıtı Kont Orlok taşıyordu. Bu ne biçim kontluktur yahu? Jonathan Harker şatosuna gelip de ekmek keserken yanlışlıkla elini kestiydi de kan görünce heyecan yapan Orlok, bi fırt alayım diye adamın parmağını emmeye kalkınca, o beyinsiz Jonathan bile bunu terslediydi. Hepsi neyse de yapılan vampir filmleri içerisinde en cazibe fukarası esas kız da Kont Orlok’a denk gelmişti. Öyle ki bütün filmlerde Jonathan’ın karısını görüp etkilenen vampirler adama “Allah mesut etsin, senin hanımın da maşallahı varmış.” tarzı laf ederken, Kont Orlok, Ellen’in resmini görünce maşallah karın da senden yakışıklıymış Jonathan bakışı atıp “Karının güzel boynu varmış.” diyor. Kont Orlok, sinema tarihinin ilk vampiri olsa da ilk olmanın mı dışavurumcu sinemanın mı bahtsızlığını yaşamıştır nedir? İnsan bir Bela Lugosi’ye bakıyor bir Christopher Lee’ye onların oynadıkları vampir hem yakışıklı, hem etkileyici, hem de kültürün dibine vurmuş. Bir de Kont Orlok’a bakıyon tip desen Ninja Kaplumbağalardaki usta Splinter Orlok’tan yakışıklı. Etkileyicilik desen 1’in çarpmadaki etkisiyle 0’ın toplamadaki etkisi Orlok’un insanlara etkisinden daha fazla. Kültür desen filmde kültürüne dair gördüğümüz tek şey okuma yazma bilmesi. İnsanın izlerken bazen yahu bu Orlok size ne yaptı sayın yönetmen diyesi geliyor.

Nezaket ve asaletin can bulduğu Hollywood’un ilk vampiri Kont Dracula (Dracula)1931


Aslında 1931 yapımı Dracula sinema tarihinin yasal ilk vampiri sayılır. Zira ilk vampirimiz Kont Orlok’lu Nosferatu yönetmen F. W. Murnau tarafından Bram Stoker’den telif hakkı alınmadan çekildiği için yasaklanmış. 1931 yılında Hollywood telifini alıp Bela Lugosi’li Dracula’yı çekmiş. Lugosi’nin Orta Avrupa aksanlı Dracula’sı orijinaline daha uygun olmuş. Zira kitabın esinlendiği karakter de Romanyalı olduğu için muhtemel yaşasa İngiliz aksanlı şakır şakır bir İngilizce konuşmazdı. Lugosi bence sinema tarihinin Atıf Kaptan’la beraber en asil vampiri, tavırlarıyla Dracula adının önündeki Kont unvanına yakışacak asaleti sergiliyorlardı. Bela Lugosi, briyantinli saçları ve pelerininin altına giydiği smokini ile en beyefendi vampir olarak vampirseverlere budur dedirtiyor. Sivri köpek dişleri olmadığı için karşısındakileri bakışlarıyla etkisi altına alan Dracula, tek bir el hareketiyle emrindekileri harekete geçiriyordu. Ölememenin zorluğuna değinen ilk vampir olmasıyla gizliden gizliye ölsem de kurtulsam diye düşündüğünü anladığımız ilk Dracula’mız Bela, Londra’ya adım atar atmaz yolda gördüğü çiçekçi kızı pelerininin altına alarak sömürmüştü. Sanatsever bir vampir olan Dracula, sadık adamı Renfield’in tutulduğu akıl hastanesinin sahibi Dr. Seward’ı bulmak için gittiği operada tanıştığı Lucy hanımı hemencecik etkisi altına alıp kızın kanını da son damlasına kadar emmişti. Lucy’den sonraki hedefi Mina ise Van Helsing’in sarımsakları sayesinde yırtmıştı. 

Adeta tablo gibi film Vampyr’in kadın vampiri Marguerite Chopin (Vampyr) 1932


Sinema tarihinin ilklerini barındıran Vampyr, içinde ilk kadın vampiri bulundurmasıyla türünün ilk örneğidir. Şimdiye kadar vampirler hep erkekken Vampyr’le kadınlar da vampir camiasına giriş yapmıştır. Oysa sinema tarihi kadınlara şimdiye kadar sadece cadılık makamını layık görüyordu. Yaşlı vampir teyzemiz emrine aldığı köy doktoru sayesinde köyün yarısını höpürdetmiş, son olarak da Leone’ye musallat olmuştur. Dış çekimleri teknik imkansızlıklar yüzünden ütüyle çekilmişçesine karıncalı olmasına rağmen özellikle vampir nine Marguerite’nin Leone’yi bahçede sömürdüğü kısım adeta Henry Fuseli’nin The Nightmare tablosu gibidir. Filmin sonunda erkek vampirler gibi Marguerite de bir adet kazığın kalbine saplanması sonucu hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Sinema tarihinin ilk sivri köpek dişli vampiri Kont Drakula (Drakula İstanbul’da) 1953


1953 yapımı Drakula İstanbul’da ile Türk sineması da coğrafi açıdan Hollywood’dan daha yakın olduğu vampir akımına karşı kayıtsız kalamadığını gösteriyor. Sivri köpek dişinin görüldüğü ilk film olan Drakula İstanbul’da filminden sonra Hollywood sineması da sivri köpek dişli vampir ekolünü başlatmıştır. Bela Lugosi hariç Hollywood sinemasındaki bütün vampirler sivri köpek dişlerine sahiptir.  Atıf Kaptan’ın Drakula’yı oynamayıp Drakula olduğu filmde Atıf bey adeta vampir olmak için doğmuş gibi. Asalet ve tavırlarındaki etkileyicilik, siyah beyaz filmde bile dikkat çeken donuk mavi gözleriyle bütünleşip adamı insanüstü bir hale getirmiş. Vampir öldürme konusunda bir dünya markası olmayan avukat Azmi kafasına küreği geçirdiğinde bile Drakula’nın asaleti bozulmamıştı. Birkaç konuyu es geçersek Drakula İstanbul’da filmi Bram Stoker’in kitabına sadık kalma konusunda Hollywood’dan bile daha inatçıdır. Öyle ki film, 1931 ve 1958 yapımı Hollywood Dracula’larından çok 1992 yapımı F. Ford Coppola’nın Bram Stoker’in kitabından uyarladığı Dracula’ya benzer. Tabi erotik kısımları hariç. Gerçi yerli Mina’mız Güzin’in küvetteki duş sahnesi dönemine göre bayağı erotik sayılır. Sigara ile mezarlıkta sis efekti yapma konusuyla sinemanın para kadar pratik zeka işi de olduğunu gösteren film, Drakula’mız Atıf Kaptan’ın şatosunun duvarlarında tırmandığı kısmı ise özel bir platform üzerinde süründürdükleri Atıf beyi kamera oyunu ile çekmeleri ile oluşturmuşlardır. Vallahi adam 1953 şartlarında Gary Oldman’dan iyi sürünmüş.

Hollywood’un sivri köpek dişli ilk vampiri Kont Drakula (Horror of Dracula)1958


Efendim bu filmimizde Jonathan Harker ve Van Helsing vampirleri yok etme ve dünyayı kurtarma derneğinden arkadaşmış gibi tespit ettikleri vampirimiz Kont Drakula’yı öldürme planları yaparlar. Jonathan Kütüphaneci ayağı çekerek Drakula’nın şatosuna gelir ve adamı öldürmenin yollarını arar. Bu sırada şatoda hoş bir hatunla karşılaşır, ama ne hikmetse Drakula’ya bu kadın kim diye sormaz. Kadın Jonathan’a beni bu şatoda Drakula esir tutuyor beni buradan kaçırın diye dram yapsa da ilk fırsatta Jonathan’ı sömürmeye çalışır. Öyle ki Jonathan’ı vampir kadının elinden bile Kont Drakula kurtarır. Fakat nankör Jonathan hayatımı kurtardı demeyip Drakula’yı öldürmeye çalışır. Ama bir kuş beyinli olduğu için Drakula dururken önce kadınlar diyerek adamın karısını öldürür. Kadının çığlığına uyanan Drakula, Jonathan malını da vampir yapar. Jonathan’ı aramaya gelen Van Helsing bey, adamın günlüğünü bulup Jonathan’ın da vampir olduğunu öğrenip arkadaşının son dileğini yerine getirir ve Jonathan’ın kalbine kazığı saplar. Acı haberi Jonathan’ın nişanlısı Lucy’e vermeye gider ama Drakula, Lucy’i Van Helsing’den önce bulup sömürmeye başlamıştır. Kızcağız da kansızlıktan yataklara düşer. Bu filmde Jonathan, Mina ile değil kızıl bomba Lucy ile nişanlıdır. Karısını öldüren Jonathan’dan intikam almak için adamın nişanlısına musallat olan Drakula, Lucy’i öldürünce Van Helsing, Lucy’nin ölüp vampir olduğundan şüphelenir. Mezarı başında kızı bekler ve onun da kalbine kazık çakar. İkinci hanımı da öldürülen Drakula bu sefer de Lucy’nin ağabeyi Arthur’dan intikam almak için Arthur’un karısı Mina’ya musallat olur. Bu filmin vampiri Kont Drakula diğer vampirdaşlarının aksine kalbine kazık saplanarak değil de Kont Orlok gibi gün ışığına maruz kalarak sizlere ömür olur. Kişisel fikrimce sinema tarihinin en mağdur vampiri olan 1958 yapımı Dracula hanımdan yana da pek bahtsızdı. Adam ölümsüz ömrümü kadınsız geçirmeyeyim diyor ama sürekli karılarının kalbine kazık çakıp duruyorlardı. Günah ayol, zaten filmin sonunda da Van Helsing tarafından gün ışığına maruz bırakılarak hunharca katledilmiş, kül olmuştu. Kalan aile yadigarı değerli yüzüğü de Van Helsing tarafından cebe indirilmişti.

Vampir öldüreyim derken vampir olan Gorca’nın tüm sülalesini yok ettiği Black Sabbath 1963


Boris Karloff, Frankenstein canavarı olarak başladığı fantastik sinema hayatında mumyadan sonra vampir de olarak tüm canavarlara hayat vermenin haklı gururunu yaşıyor olmalı. Black Sabbath filminin son halkası Upir kısmında Tatar bir vampiri öldürmeye ant içen Rus Gorca, vampiri öldürmek için peşinden gitmeden önce ailesindekilere benden uzun zaman haber alamazsanız bilin ki ölmüşümdür der. Eğer eve uzun bir zaman sonra dönersem sakın beni içeri almayın diye de ailesini uyarır. Ama evlat işte aylar sonra çıkagelen babalarını kapıda koymaya vicdanları el vermez ve babaları sandıkları vampire dönüşmüş adamı eve alırlar. E Gorca bu salak aileyi sömürmeyip de ne yapsın yani? Adam baştan uyarmış bunları, vampire dönüşürsem sizin için tehlikeliyim beni eve almayın diye. Eve davet alarak giren Gorca bey amca önce torununu öldürür, zaten yavrucak bu zekaya sahip bir ailenin elinde fazla yaşamazdı. Dede en azından o aileden uzaklaştırarak yavrucağı kurtardı. Sonra da sırayla oğlu ve gelinini, en son da kızı ve damat adayı asilzadeyi höpürdeten Gorca sinema tarihinin en hanzo vampiriydi.

Tüm kasabaya korku salan bir adet canavarımsı kambur uşak ve feminen oğul sahibi Kont Von Krolock (The Fearless Vampire Killers)1967


Roman Polanski’nin parodi vampir filmi Korkusuz Vampir Avcıları, vampir klişesini komedi unsurları ile birleştirse de kasabaya korku salan vampirimiz Kont Von Krolock, kültürü olsun, tavırları ve soğuk asaletiyle olsun tam bir beyefendi vampirdi. Dans konusunda da yetenekli olan Krolock, tabutu kızak gibi kullanan ve bir bütün kurdu pişirmeden mideye indiren kambur uşağı sayesinde kasabadaki tüm kızları tek tek tespit edip sömürdüğü için kasaba halkı kızlarını sarımsak bahçesine çevirdikleri odalarda saklıyordu. Hancının güzel kızı Sarah, kambur uşak tarafından fark edilince kızı çimerken yakalayan zalım Krolock, kızı şatosuna kaçırır. Kızını almak için kontun şatosuna giden hancı Shagal, vampirler tarafından kanı son damlasına kadar emildikten sonra hanın kapısına bırakılır. Umutsuz bir şekilde vampir avlamaya çalışan profesör Abronsius ile asistanı Alfred ise kaçırılan Sarah’ı kurtarmak ve vampir Krolock’u öldürmek için kontun şatosuna gider. Kontun efemine oğlu Herbert’in asistan Alfred’e hafiften yürüdüğü, Alfred’in ise güzel Sarah’ı kurtarmaya çalıştığı filmde profesör Abronsius ile hancı Shagal’ın performansı efsaneydi. Fakat bu parodi vampir filminin en hatırlanacak detayı yönetmen Polanski’nin cinayete kurban giden karısı Sharon Tate ile tanışmasını sağlayan film olması.  

Vampir camiasının sevgiye aç Burhan Altıntop’u Kont Dracula (Nosferatu) 1979


Aman yarabbi, Alman yapımı Nosferatu’nun yeniden çevrimi olan 1979 yapımı filmde Kont Dracula’yı canlandıran Klaus Kinski bu kadar az makyajla ilk versiyondaki vampirimiz Orlok’un makyajla yakalayamadığı ürkütücülüğü yakalamış. İlk versiyondaki abartılı makyajla Orlok ürkütmekten çok güldürürken ikinci versiyonda tıraşlanmış kafası, pudralanmış yüzü, tavşan dişleri ve takma tırnaklarıyla minimal bir makyaj ile de korkutabileceğini göstermiş yönetmen. Tabi bunda vampiri oynayan Klaus Kinski’nin karakteristik çirkinliğinin de payı büyük. Fakat ne yalan söyleyelim çirkin ama yetenekli bir oyuncu olan Kinski, sinema camiasının en sevgiye aç vampiri Drakula’yı adeta yaşamış. Yönetmen Werner Herzog da benim gibi ilk versiyondaki Orlok’un kadından yana bahtsız olmasına üzülmüş olacak ki, Drakula’nın karşısına belki de vampir serilerinin en taş kadını Isabelle Adjani’yi getirmiş. Yani en azından bu yönüyle yüzü gülsün garibin demiş zahir, çünkü Isabelle hanımı bilen bilir kendisinin yanında vampir serilerinin en taş kadınlarından Monica Belluci bile sönük kalır.

Teenager sinemasının korkunçlu vampiri Amy Peterson (Fright Night) 1985


Seksenlere doğru Hollywood klas vampirlerimizi alıp ergen işi filmlerin içine yerleştirmeye başlamıştı. Yani artık Hollywood’da vampir filmlerinin kalitesi iyice düşmüştü, gerçi seksenli yıllarda içinde kalite geçen bir film görmekte biraz zor ya. İşte ergen filmlerine vampir klişesi eklenen filmlerden biri olan yan komşusunun vampir olduğunu etrafındakilere anlatmaya çalışan liseli Cherley’in dramı konulu bir film Fright Night. Aslına bakarsanız filmin asıl vampiri Jerry Dandrige ama ben Jerry bey yerine vampire çevirdiği Amy’nin üsteki fotosunu bloğuma eklemeye karar verdim. Resimde de gördüğünüz üzere portakal rengi gözleri ve kendinden korkunçlu seksenler göz makyajlıyla, pirana dişli, pitbull ağızlı Amy, filmin afişinde bile korku öğesi olarak kullanılmış. Aslında günümüzde göreni güldüren bir görünüme sahip korkunçlu vampirimiz Amy hanıma sosyal medyamız pek yabancı değil. Bir çığlık eşliğinde aniden ekranı kaplayan görüntüsüyle nice eşek şakalarına konu olan ve açmayın korkunçlu kadın var söyleminin hedefi olan korkunçlu kadın o.  

Şato görmüş eski vampirlerden asil ve aşık Drakula (Bram Stoker’s Dracula) 1992


Bram Stoker’ın orta Avrupa civarında anlatılan vampir hikayelerini derleyip tarihi bir şahsiyetle özdeşleştirerek edebiyat camiasına aktardığı kitabı Drakula’nın içine erotizm katılarak uyarlandığı 1992 yapımı Bram Stoker’s Dracula, F. Ford Coppola’nın anlatım tekniğiyle beyaz perdeye aktarılmış. Gary Oldman’ın başarılı oyunculuğuyla dikkat çeken filmde Drakula’nın avukatı Jonathan’ın Romanya’daki şatoya varışıyla hayatı kararıyor. Kont Drakula ile ilk kez karşılaşan seyirci Drakula’yı uzun yıllar kana hasret sanır. Hayır, yanlışlıkla yüzünü kesen Jonathan’ın usturada kalan kanına aşkla bakmasını kastetmiyorum. Adam sanki uzun zaman canlı görmemiş ve kan içemediği için bin yaşında gibi kırış buruş, saçlar desen Fatih’in Eflak’a sefer düzenlediği dönemden beri kesilmemiş misali upuzun. Oysa gelinleri öyle mi gencecik ve tazecik kızlar, sanırsın Drakula yememiş yedirmiş, içmemiş içirmiş. Jonathan’ın karısı Mina’yı yıllar evvel intihar eden hanımına benzettiği için kızın peşine düşüyor tamam da ne diye kalkıp Lucy’ye musallat oluyor onu anlamadım. Tabi her vampirin kaçınılmaz sonundan o da kaçamıyor ve Van Helsing’in gazabına uğrayıp sizlere ömür oluyor. Ah ah sinema camiasının en karizma vampiriydi.

Bir simyacının ölümsüzlük mekanizmasını yanlışlıkla bulup vampire dönüşen antikacı Jesus (Cronos) 1993


Antikacı Jesus bey torunu Aurora ile oynayan kendi halinde sevimli bir antikacıyken bir gün at hırsızı kılıklı bir adam dükkanına gelip melek şeklindeki heykeli dikkatle inceleyip çıkar. Adamın ardından dükkana plaza görmüş, beyaz yakalı bir at hırsızı olan Angel de la Guardia gelir ve melek şeklindeki heykeli satın alır. Angel’in ölüm döşeğindeki zengin amcası ölümsüzlük hikayelerinden medet uman bir elemandır ve eline geçen bir kitapta bir simyacının ölümsüzlük mekanizmasını bulduğu yazmaktadır. 1930’lu yıllarda yaşanan bir depremde göçük altında kalan, kalbine tesadüfen kazık saplanmış, aşırı yaşlı adam ölümsüzlük mekanizmasını bulan simyacıdır ve mekanizmayı melek şeklinde bir heykelin içine saklamıştır. İşte Angel’in zengin amcası bu mekanizmayı bulabilmek için Angel’e Meksika sınırlarındaki tüm melek şeklindeki heykelleri satın aldırır. Fakat Jesus’un antikacı dükkanındaki heykeli Jesus içini böcek bastığı için açınca ölümsüzlük mekanizmasını bulur. Torunu Aurora ile böcek şeklindeki altından mekanizmayı incelerlerken mekanizma Jesus’un eline saplanır ve kanını emer. Mekanizmanın nasıl kullanılacağını Angel’in zengin ve hasta amcası biliyorken mekanizmayı ne olduğunu bile anlamadan sadece kendini daha zinde hissettirdiği için kullanan Jesus, birden kana ilgi duymaya başlar. Gittikleri baloda burnu kanayan bir adamım kanını içmeye çalışırken Angel tarafından kaçırılır. Adamı döverken öldürdüğünü sanan Angel, onu bir arabayla uçurumdan yuvarlasa da herkesin öldüğünü sandığı Jesus, cenaze levazımatçısının elinden kaçıp ölümsüzlük mekanizması hakkında bilgisi olan tek kişinin yanına gider. Guillermo Del Toro’nun ilk uzun metraj filmi olan Cronos, Latin sinemasının dramını vampir filmine bile taşımasıyla dikkat çekiyor. Hayır, salya sümük ağlatmalı İran sinemasında bile vampir filmi çekilmiş ama o bile bu kadar izlerken ağlamaya meyletmeli bir film değil. Jesus’un çaresizliği sayesinde Kont Orlok’tan bile daha zavallı bir vampir gördük.

Sinema camiasının en zıt karakterli vampir kankaları Lestat ve Louis (İnterview with the Vampire) 1994


Vampirle Görüşme filmi hanımının ölümünden sonra hayattan soğuyan ve kendini içkiye veren Louis karakterinin depresyonu ile başlar. Louis, bir vampir olan ve kendisine arkadaş arayan Lestat tarafından hart diye ısırmak suretiyle vampir yapılır. Vampir olan Louis’ten sonra sinema tarihinin ilk sonsuz hayatı istemediğini seslice dile getiren bunalımlı vampiriyle karşı karşıya kalırız. Zira 1931 yapımı ilk Drakula’dan itibaren beyazperdeye çıkan tüm vampirler gizliden gizliye lanetli ölümsüzlüklerinin ezikliğini çekip, uzun ama lanetli ömürlerinden dert yansalar da kimse Louis kadar cesur olup ölümsüzlüğünden dert yanmamıştı. Vampir olmak istemediğini, insan kanıyla beslenmeyeceğini Lestat’a söylese de kansızlığa daha fazla dayanamayıp, özünden kaçamayan Louis, boş bir evde annesinin vebadan ölmesi üzerine yalnız kalan yavrucak Claudia’nın kanını sömürmüştü. Claudia’yı evlat edinen ikili yanlarına bu kıvırcık bücürü de alarak sonsuz yaşamlarına devam etmişlerdi. Fakat Louis’in bunalımının üzerine bir de büyüyüp kadın olmak isteyen Claudia’nın ergenliği eklenince Lestat için de sonsuz hayat hafiften zehir olmaya başlamıştı. Bir de Louis’e hafiften meyleden bücür Claudia, Lestat’ı etkisiz hale getirmek için ona ölü kanı içirip adamı öldürmeye filan çalıştı. Lestat’tan kaçan Louis ve Claudia bu sefer de başka bir vampir grubu olan Armand ve ekibiyle karşılaştı. Armand hafiften etkilendiği Louis’i de onlarla kalmaya iknaya çalıştı, ama Lestat’tan kaçarken Armand’a yakalanan Claudia bunu da istemedi. Öte yandan ölü kanı içip mideyi bozan Lestat, kendisiyle röportaj yapmak isteyen gazeteci Daniel’i de Daniel’in ısrarına dayanamayıp vampir yaptı. O değil de içinde gençliğinin baharında dört adet çıtır oldukları kadar da seksi Hollywood yakışıklısı barındıran film, herhalde sinema tarihinin en seksi vampir filmiydi. Şuna bak Brad Pitt vampir, Tom Cruise vampir, Antonio Banderas vampir yetmezmiş gibi bir de filmin sonlarına doğru Christian Slater de vampir oldu.    

Soğuk İskandinav ikliminin arkadaş canlısı vampiri Eli (Let Me İn) 2008


Oskar soğuk İskandinav insanının soğukluğundan nasibini almış içine kapanık bir çocuktur. Okuldaki arkadaşları tarafından dışlanan hatta şiddete maruz kalan Oskar, bir gün sadece geceleri dışarı çıkan yaşıtı bir kızla tanışır ve arkadaş olur. Oskar’ın bilmediği ise arkadaşının bir vampir olduğudur, diğer tüm vampirler gibi güneşe alerjisi olan ve kan içmeye mecbur olan Eli, Oskar’a karşı oldukça iyi niyetlidir. Hatta onu havuzda gördüğü şiddetten bile kurtarır. Vampir de olsa çocuk çocuktur ve arkadaşa ihtiyacı vardır. Eli ise kendisi gibi naif ve kırılgan bir arkadaş olarak Oskar’ı seçmiştir. İkilinin samimi dostluğu ve kuzeyin muhteşem manzarası filme sıcak bir hava katmıştı.  

İnsan kanı içmek yerine insanlardan uzakta kan satın alarak yaşamayı amaçlayan Eve ve Adam (Only Lovers Left Alive) 2013


Müzik tutkunu Adam ve aşırı kültürlü karısı Eve insanlardan uzakta sade bir yaşamı seçmiş iki entel vampirdir. Para ile kan satın alarak hayatta kalan ikilinin tüm dengeleri Eve’nin uyumsuz ikizi Ava’nın yanlarına gelmesi ile bozulur. Ava kalkıp Adam’ın dış dünya ile tek iletişim kaynağı Ian’ın kanını son damlasına kadar höpürdetince Ian sizlere ömür olur ve Ian’ın arkadaşları kayıplara karışan Ian’ı aramaya başlar. Fark edilmekten korkan ikili bu sefer de Eve’nin tedarikçisi Bilal’in yanına Lübnan’a gider. Fekat Bilal onlar gibi ölümsüz bir vampir olmadığı için yaşlılığın pençesine düşmüştür. Bilal’den de umduğunu bulamayan ikili Lübnan sokaklarında dolanırken aşık iki gençle karşılaşır ve onları sömürmeye karar verir. Jim Jarmusch, özünden kaçmaya çalışan iki vampir üzerinden kim olduğunuz gerçeğinden kaçamazsınız en iyisi kabullenin diye izleyiciye mesaj mı vermek istiyor diye sorgulamayın. Sinemanın nevi şahsına münhasır yönetmenlerinden Jim beyin ne yapmaya çalıştığını bilmek ya da anlamaya çalışmak David Lynch’ı anlamaya çalışmaktan bile daha zor. Şahsen ben Adem ve Havva hikayesine kadar indim filmi izlerken.

İran’ın Amerikan yapımı ilk vampir filminin kara çarşaflı dişi vampiri (A Girl Walks Home Alone at Night)


İran’da yasaklanan filmi izleyen izleyicide, muhtemelen İran’ı hiç görmemiş, ailesi 1979’da Avrupa ya da Amerika’ya kaçmış İran kökenli bir yönetmen çekmiş olmalı hissi uyandırıyor. Araştırdım gerçekten de filmin yönetmeni Birleşik Krallık doğumlu muhtemel anne İngiliz baba İranlı bir ablaymış. Zaten vampir ablamızın oldukça feminist davranıp önce fahişelere kötü davranan torbacıyı öldürmesi, sonra da ağaç yaşken eğilir misali bir oğlan çocuğunu korkutması ardından da fahişe bir kadına zorla uyuşturucu enjekte eden adamı öldürmesi yönetmenin kadın olduğu izlenimini veriyordu. Filmde fahişe Şirin’i canlandıran kadın yönetmenmiş dedikten sonra filmin kara çarşaflı, feminist vampirine gelelim. Filmde gece yarısı kaykayla ya da kaykaysız dolaşan vampir abla, sürmeli kocaman gözleri ve pelerin görünümü verdiği kara çarşafıyla ben vampirim dercesine adeta bağırıyor ama o kadar cinayete rağmen kimsenin bundan şüphelendiği yok. Gölge gibi öldüreceği insanları takip ediyor ama bir Allah’ın kulu bizim vampir ablayı görmüyor. Hepsini geçtim de boynunda at nalı ebatlarında sex dövmesi olan kötü adamımız nasıl oluyor da İran sokaklarında elini kolunu sallaya sallaya gezebiliyor? Kostüm balosuna Kont Drakula olarak katılan Arash hoşlandığı kız Şeyda’dan yüz bulamayınca haplı haplı sokaklara düşüyor ve karşısına çıkan vampir ablaya sarılıyor. Bu da ilk gördüğü erkeğe aşık olan salak ergen misali Arash’a aşık oluyor. Yani tamam aşka saygımız var da, o sarılma anında hiç mi şunun boynunu bir ısırayım diye geçirmez aklından vampir ablamız? Anlamak mümkün değil. Yavrucuğum sen vampirsin vampir. Vallahi filmin tek orijinal yanı kara çarşafın vampirlerin bir numaralı aksesuarı pelerin yerine kullanılmasıydı.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder