9 Ekim 2016 Pazar

                             Oyuncusuna filmi dar eden 10 zalım yönetmen

     Yönetmenler, yönetmenlerimiz, onlar titiz çalışmaları uğruna nice oyuncuyu sefil etmiş, mide spazmı geçirtmiş, türlü zalımlıklar yapmıştır. Ama bir sorun neden yapmışlar? Her şey filmlerinin daha güzel ve daha kusursuz olmasını istemelerinden dolayı. Normal insanların aksine hayata estetik penceresinden bakan yönetmenlerin tek amacı ellerindeki filmin mükemmele yakın olmasını hatta mükemmel olmasını sağlamak. Aşağıya listelediğim oyuncularına etmediğini bırakmayan yönetmenlerin pek çoğu her şeyi sahne daha inandırıcı olsun diye yaptılar aslında. Her ne kadar Shelley Duvall kel kalma sınırına gelse de Tippi Hedren sinirden hastanelik olsa da, Maria Schneider psikolojik tedavi görse de onlar her röportajında kendilerine hayatı zehreden yönetmenlerin onlara çok büyük hayat dersi verip oyunculuklarını geliştirdiğini inkar etmiyorlar.

     Yönetmen ve oyuncusu arasında sado mazo bir ilişki var bence, yoksa hangi şartta bir insan kendisine etmediğini bırakmayan birine minnettar olduğunu söyler. Gerçi ben hala Shelley ablanın Kubrick hakkında sarf ettiği sevgi dolu sözlerin silah zoruyla filan söyletildiğini düşünüyorum. Kadın röportaj verirken kameranın arkasında Kubrick’in elinde tabancayla beklediğini görür gibiyim. “Bir kötü söz söyle sana zibilyon kere çekim tekrarlatırım Safinaz!” diye kadını tehdit de etmiş olabilir. Sözü uzatmadan sinema dünyasının set arkalarında yaşanan sanatsal mahalle kavgalarını ayağınıza getiriyorum. Okurken çekirdekleri hazır etmeyi unutmayın.   

Öncelikle her yönetmen Francis Ford Coppola gibi oyuncularıyla sevgi dolu bir tablo oluşturmuyor


1992 yapımı Bram Stoker’s Dracula filminin yönetmeni Francis Ford Coppola’nın filmin kızıl cazibesi Lucy’ye can veren Sadie Frost ile olan sevimli resmindeki samimiyet adeta resimden taşmış. Vampir dişleriyle yönetmenin halıfleksten hallice sakallı yüzünü dişleyen Sadie ne kadar da mutlu. Hele yanakları dişlenen yönetmen Coppola’nın mutluluğuna ne demeli? Adam şu karede resmen mutluluğun resmini çizmiş.

Her oyuncunun Coppola dayıda olduğu gibi yönetmenin dizinin üzerinde yeri yoktur


Yine aynı filmdeki oyuncusu Winona’yı dizine oturtup haberim yokmuş gibi çek pampa pozunu veren yönetmen Coppola dayı oyuncularıyla samimi bir dostluk kurup onları dizinde taşısa da her yönetmen Coppola gibi sevgi dolu değil. Oyuncusunu değil dizinde taşımak tuvalete gitmesine izin vermeyip sahne daha gerçekçi olsun diye rol arkadaşına cidden yumruklatan ya da sahne gerçekçi olacak diye soğuk suyla sulayanları mevcut. 

Mia Farrow’a çiğ et yediren Roman Polanski


Mia abla henüz yirmi üçünde genç bir oyuncuyken Roman Polanski’nin Ira Levin’in aynı adlı kitabından uyarladığı sonradan kült olacak filmi Rosemary’s Baby’de oynar. O zamanki beyi Frank Sinatra’nın tüm karşı çıkmalarına rağmen filmde oynamayı kabul eden Miacığın olacaklardan haberi yoktur. Saçlarını radikal bir kararla kınalı yapıncak modelinde kestiren Mia abla, filmde deccala hamile kalan bir kadına can verdiği için normal hamileler gibi eriğe karpuza aşereceğine çiğ ciğere aşeriyordu. Gerçekçi olsun diye kadına çiğ çiğ ciğer mi yedirilir Roman, ya deli dana filan olaydı kadın?

Tippi Hedren muhabbet kuşu gördüğünde bile ağlamaya başlarsa sebebi olacak Alfred Hichcock 


Söylentilere göre her şey Tippi Heren’in kendisine olan ilgisini belli eden ünlü yönetmene yüz vermemesiyle başlamış. The Birds filminin başrol kadın oyuncusu için o zamanlar mankenlik yapan Tippi hanımı seçen Hitchcock başlarda Tippi’ye iyi davransa da reddedilince çılgına dönmüş ve kadına etmediğini bırakmamış. Çekimler sırasında uyguladığı baskı yetmiyormuş gibi kadının özel hayatına bile müdahil olmaya çalışan Hitchcock, iş anlaşması yaptıkları süre boyunca Tippi’nin bir erkekle görüşmesini bile yasaklamış. Abartıp kadının peşine adam bile takmış, sette üzerine sahte olması gerekirken canlı kuş saldırtıp kadını hastanelik eden Hitchcock’ta az değilmiş doğrusu. Yaşanan onca olaydan sonra seti terk etmeye çalışan Tippi’ye oyunculuk hayatını bitirme tehditleri savuran yönetmene oyuncusunun şişko domuz diye bağırmışlığı varmış. Anam Allah’tan kan çıkmadan film bitmişte olay karakolda bitmemiş.

Zeki Müren’i sürüm sürüm süründüren Metin Erksan


Yönetmen Metin Erksan’ın İstanbul Kaldırımları filminde başrol Zeki Müren’i rol icabı süründürmesi Zeki’nin rol arkadaşı Belgin Doruk’u çok hüzünlendirmiş. Göz yaşlarına boğulan Belgin hıçkıra hıçkıra olay yerinden ayrılmış. Olaydan muhtemel Zeki Müren’in haberi yok, İstanbul Kaldırımları setinde geçen olayı sinemaseverler de Ülkü Erakalın’ın Film Karelerinde Gizlenen Anılar kitabı sayesinde öğreniyor. Filmin rüya sahnesinde Belgin’in aşkından çöllere düşen Zeki, mecnun gibi çöllerde sefil olup sürünecek. Bu sahne uzak planda çekildiği için Zeki Müren’in yüzü bile belli belirsiz görüneceğinden Belgin hanıma göre dublör kullanılabilirmiş. Sahnenin gerçekçiliği bozulmasın diye Zeki Müren orijinal olarak süründürüldüyse neden Metin Erksan adama komut verirken Zeki’nin sıcakta kan ter içinde sürünmesinden zevk alıyormuş? Belgin Doruk’un anısını anlatması aşırı derecede edebiydi, yönetmenin sözlerinin duyulduğunu fark edip kendisiyle göz göze geliş anında çakan şimşekler filan değme Kerime Nadir’lere taş çıkaracak cinstendi. Neyse efem yönetmenin yaptıklarını tasvip etmesem de Belgin hanımın yıllarca hıçkırıklarla cevap aradığı neden Zeki’yi süründürdü sorunun cevabı aslında çok basit. Az biraz Türk Sinemasıyla ilgilenen sinemasever Metin Erksan’ın kişiliğinin farkındadır. Setlerden elini eteğini çekip üniversite hocalığına yönelmesinin sebebi hayal ettiği filmleri çekecek imkanlara sahip olmaması. Susuz Yaz’la ülkemize yurt dışında ilk ödülü kazandıran Erksan, aynı filme oyuncu bulamadığı için yapımcı arkadaşı Ulvi Doğan’ı ve oyuncu olma hayallerindeki on altılık tecrübesiz Hülya Koçyiğit’i oynatır. Aynı zamanda şimdilerin entel camiasının yönetmenin baş yapıtı saydığı Sevmek Zamanı ilk çıktığı zaman konusunun farklılığı yüzünden seyirci çekmez diye hiçbir sinemada oynatılmamış. Adamın gişe rekoru kıran tek filmi Acı Hayat ise tam bir piyasa filmi, o kadar piyasa filmi ki Ümit Besen’inden İbrahim Erkal’ına Küçük Emrah’ından Kenan İmirzalıoğlu’na hatta Bülent İnal’ına kadar bir çok kişi filmin yeniden çevriminde oynamış. Sevdiği kızı zengin züppesine kaptıran fakir gencin sonradan zengin olup sevgilisini kapan züppenin bacısına musallat olması konulu filmlerin ilkini Metin Erksan çekmiş. Paraya ihtiyacı olduğu için çektiği filmlerden biri olduğunu dillendirdiği bu tip filmleri severek çekmeyen yönetmen, muhtemel paraya ihtiyacı olduğu için çekmiş İstanbul Kaldırımları filmini. Zaten Belgin Doruk’un sözleri de bunu teyit eder nitelikte. Yönetmen Zeki Müren’e sürünmesi için bağırırken “Sürün de gör bakalım Zeki Müren beyefendi, filim çevirmek bu kadar kolay mı anla. Bu iş iki şarkı söyleyip milyonları cebe indirmeye benzemez…” diye söyleniyormuş. Hayal ettiği filmleri anlattığı kalantorların Vesikalı Yarim filminde aşktan bahseden Sabiha’ya arkadaşının “Gençken cebini doldurmaya bak, bizim meslekte güzelliğin bitince para etmezsin” diye öğüt vermesi gibi bırak bu sanat işlerini de para edecek film yapmaya bak dediği bir yönetmenden bahsediyoruz. Belgin hanım neden süründürüyor sorusunun cevabını ilk başta almış aslında, film çevirmek o kadar değil.

Montajda atacağız biz onu canım ya deyip atmayan Paul Verhoeven


Temel İçgüdü filminin üstteki sahnesini hatırlamayan yoktur herhalde. İzleyen erkek seyircilerin hafızasına altı kırmızı kalemle çizilircesine kazınan sahneye hayat veren Sharon Stone hanım donsuz çektiği sahnenin filmde kullanılacağını bilmiyormuş. Yönetmen Paul Verhoeven montajda atarız biz onu demiş ama seks sattırır sözünü filan mı hatırlamış nedir sahneyi montajda attırmamış. Aman Yarabbi Sharon abla galada diğer izleyicilerle izlediği filmdeki meşhur sahnenin atılmadığını görünce neredeyse yönetmeni paralayacakmış. Tabiki paralamamış ama röportajında söylediğine göre yönetmenin suratına bir yumruk atamayışı çok fena içine oturmuş kadının. Kızmasının sebebiyse görüntünün atılmamasından çok kadına atarız deyipte atmamalarındanmış. Şu kadına bari galadan önce Sharoncuğum şu senin göz ziyafeti çektiren görüntün var ya işte biz montajda o görüntüye baka baka bi kaldık kesmeye elimiz gitmedi haberin olsun deseydin keşkem Paul ağabey. 

O sansür kurulundan geçmez zaten atarız biz onu Sevda deyip atmayan Halit Refiğ


Yönetmen Halit Refiğ’in aynı zamanda Yeşilçam’da göç temasını işleyen ilk film olan filmi Gurbet Kuşlarındaki meşhur sahnesinin kahramanı olan Sevda Ferdağ “O film Yeşilçam’da köyden büyük kente göç temasını işleyen ilk film olacakken bir sahnede görünen göğsüm yüzünden sinema tarihinde kadın göğsünü bu kadar net gösteren ilk film oldu…” diyor. Allah sizi inandırsın insan neresiyle güleceğini şaşırıyor ama film bu göğüs yüzünden elli küsur yıl sonra ceza aldı. Halit Refiğ’in de Paul Verhoeven gibi seks sattırır mantığında olmasından olsa gerek çekim sırasında kendiliğinden gelişen seksi sahneyi iki türlü montajlatmış. Efsane bir çakallık yapan yönetmen o devirde sansür kurulundan zinhar geçmeyecek sahnenin kesilmiş halini sansür kuruluna verip onay alınca tüm sinemalara sahnenin kesilmemiş haldeki kopyasını dağıtmış. Ne yalan söyleyelim reklamın iyisi kötüsü olmaz Türk sinemasının dünya sinemasına armağan ettiği ilkler Rio Olimpiyatlarındaki toplam madalyalarımızdan bile azdır. O yüzden sinema tarihinde kadın göğsünün bu kadar net göründüğü ilk film olması özelliğiyle de olsa Gurbet Kuşları da o göğsün sahibi Sevda hanım da önemlidir.

Maria Schneider’e senaryoda olmayan sahneyi oynatan Bernardo Bertolucci


Bu konu aslında çok mühim bir konu, sinema sektörünün ışıltısının arkasında karanlık bir yüzü de var. Bertolucci ne kadar önemli bir yönetmen de olsa senaryoda olmayan bir sahneyi özellikle de Paris’te Son Tango filminde olduğu gibi aşağılayıcı bir sahneyi oyuncusuna oynatmaya hakkı yok. Bu yapılan resmen suç, psikolojik bir tecavüzden hiç farkı yok. Sinema sektöründe genellikle genç oyuncuların başına bu tip olaylar gelir. Genç, tecrübesiz ve oyuncu olmaya hevesli oyuncu adayları özellikle de kadınlar mutlaka film daha çok satar mantığıyla ( seks sattırır mantığı ) Maria Schneider’in yaşadığı tipten olaylar yaşar. Genç bir kız ve orta yaşlı bir adam arasında geçen haddinden fazla erotik bir aşkı anlatan Paris’te Son Tango filminin yönetmeni Bernardo Bertolucci senaryoda olmamasına rağmen içinde tereyağı olan bir anal seks sahnesini kadın oyuncusuna oynatmış. Filme bu sahnenin nasıl bir katkı yaptığıysa hala muamma, film zaten erotik ve seks sattırır mattosuna yeterince hizmet ediyorken neden böyle bir sahneye ihtiyaç duyulmuş? Maria hanımı depresyona soksun diye mi?

Yıllarca unutulmayacak bir sahne çekmek istediğini o sahnede oynayacak kadın oyuncuya söylemeyen Kartal Tibet


Kartal Tibet’in yönettiği İffet filminin meşhur taksi sahnesini bilmeyen yoktur. Aşırı rahatsız edici ve kadın izleyicileri germe özelliği barındıran sahne sayesinde bir arkadaşımın kendisini sürekli arabasıyla evine bırakmaya çalışan erkek arkadaşından ayrıldığını biliyorum. Muhtemel çocuk parasıyla kızın gözünü boyamaya filan çalışıyordu ama İffet filmindeki korku ögesinden hallice sahne beynine kazınan arkadaşım erkek arkadaşının teklifinin altında bir şoför Cemillik görüyordu. Yani arkadaşa hak vermemekte elde değil. Yıllar sonra konu hakkında açıklama yapan Faruk Peker, filmdeki sahnenin sanılanın aksine tecavüz değil fantezi olduğunu savunsa da kadın kısmı bir kere korktu Faruk. Değil röportaj vermek senarist imzalı bildiri yayınlasan inanmazlar. Faruk Peker verdiği röportajda yönetmen Kartal Tibet’in sahne çekilmeden evvel kendini kenara çekip üzerinden elli yıl bile geçse hatırlanacak bir sahne istiyorum demiş. Gözün arkada kalmasın Kartal ağabey o sahne üzerinden yıllar geçse bile sinema yaşadığı sürece unutulmaz. 

Nebahat Çehre’yi hedef tahtası yapan Yılmaz Güney


Yılmaz Güney ve Nebahat Çehre’nin sansasyonel ilişkisini takip etmek isteyenler dönemin gazetelerine bakabilir. Cidden tam film yapılacak cinsten bir ilişki yaşamışlar öyle ki Barcelona Barcelona filmideki Maria Elena ve Juan Antonio çiftini görünce benim aklıma Yılmaz Güney ve Nebahat Çehre geldi. Anlamıyorum bir insan nasıl sevdiği kişiye karşı resimdeki tavra bürünür? Ya eli titrese de sevdiği kadını vursa garanti ardından da kendini vururdu.  

Olmadı yeniden Shelley diye detaycılığın suyunu çıkaran Stanley Kubrick


Listede gördüğünüz yönetmenler içinde en zalımlardan olan yönetmen Kubrick’in ne kadar detaycı olduğunu bilmeyen yok. E Allah bereket versin elinde film var ki yüz küsur defa tekrar yaptırıyor, bizdeki gibi sis makinası yok diye sigara dumanıyla sis efekti yok Hollywood’da. Konumuz sinemayı sektöre çeviren Hollywood’dan çok The Shining filmini Shelley ablaya cehenneme çeviren Kubrick. Gerçi söz konusu Kubrick’se oyunculara yaptığı zalımlıklar teferruattır zira yönetmenin aynı filmde oynayan erkek başrol Jack Nicholson ağabeye de çeşitli zalımlıkları olmuş. Meşhur kapı kırma sahnesini oyuncuya defalarca tekrar ettiren Kubrick bununla da yetinmeyip set arasında gel bi fotonu çekeyim diye kandırdığı Jack Nicholson’a dakikalarca poz verdirmiş. Jack aman fotom nasıl çıktı diye meraklanırken bir de görmüş ki zalım yönetmen Nicholson’u flulayıp kızı ve kendisinin aynadan yansımasını netlemiş. Jack ağabeyi de rolüne uygun olsun diye cidden cinnete sürükleyen zalım yönetmenin asıl hedefi ise hiç kuşkusuz bir yıl süren çekim döneminin hayatının en kötü dönemi olduğunu dillendiren Shelley bacı olmuş. Set ekibinin bile kadına sebepsiz yere kötü davranmasına anlam veremediği yönetmen yüzünden saçları dökülmeye başlayan Shelley sette yaşadıkları yüzünden cidden ağlama krizlerine girmiş. Yönetmenin kızının yaptığı set arkası çekimlerine bile yansıyan zalımlıklarda dökülen saçlarını Kubrick’in eline veren Shelley çok dertli. Kubrick ise kadının saçlarını kameraya gösterip muzipçe gülüyor. Shelley abla saç telini kameraya gösterip saçlarının döküldüğünden her gün yerlerden saçlarını topladığından filan dert yanıyor. O sırada setteki elemanlarla konuşan Kubrick, Shelley’in dert yandığını görünce araya girip “Lütfen Shelley’e sempati göstermeyin, bünyesinde alerji yapıyor…” diye kadıncağıza laf sokuyor. Hele son sahnede asıl cinneti Shelley ablaya yaşatmış resmen Kubrick. Konu şöyle ki, Shelley ablanın canlandırdığı Vendy karakteri oğlunu cinnet getiren Jack'ten kurtarmak için elde satır boyutlarında bıçakla bahçeye çıkacak. Fakat izleyenlerde bilir ki otelin çıkış kapısı maşallah kale kapısı gibi, ancak yirmi bir pare top atışıyla açılacak cinsten. Gene izleyenlerin çok iyi hatırlayacağı gibi Shelley abla da 1.80 boylarında 45 kiloluk Temel Reis’in sevdiceği Safinaz ebatlarında bir kadın. Kubrick action diye bağırdığında o kale kapısından hallice otel kapısını açacak gürbüzlükte bir ablamız hiç değil, üstüne bir de yapay kar yüzünden kapı iyice sıkışmış. Ve tabi ki Shelley ablamız yönetmen komut verdiğinde kapıyı açamaz gidip kapıyı açıp kadını cinnete sürükleyen Kubrick ağabeyimiz ise bu kısımda adeta yürek yemiş gibi. Çünkü Shelley ablamız elindeki satır büyüklüğündeki bıçağı bi ara yönetmene doğru tehditle sallıyordu filan.

Kim Basinger hakkında sette gıybet çeviren Adrian Lyne


Seks sattırır tarzı filmlerin yönetmeni Adrian Lyne (adamın günahını almayalım, belki farklı filmler de çevirmiş olabilir ) Dokuz Buçuk Hafta filminin başrol kadın oyuncusu Kim Basinger’e neden kıl kapmışta hakkında gıybet çevirmiş yahu? Hem koskoca yönetmene yakışıyor mu seksi sarışın hakkında set ekibiyle oturup gıybet çevirmek diyebilirsiniz. Olay şöyle ki yönetmen Adrian oyuncusu Kim’in sette olmaktan hoşlanmadığını düşünüyor hatta buna benzer bir konuşması sırasında Kim’i yakalamış filan. Yıllar sonra Kim Basinger’in yaptığı açıklamadan sette olmaktan cidden hoşlanmadığını anlıyoruz. Güzel oyuncu rol arkadaşı Mickey Rourke’in koktuğunu söyleyip bu kokunun onu rahatsız ettiğinden bahsediyordu. Adrian Lyne ağabey kadın hakkında gıybet çevireceğine Mickey ağabeyi bir hamama götürse sorun ortadan kalkarmış. Mickey ağabey ise bu konudaki sessizliğini koruyor ama garanti bir köşede Adrian ağabeyle çekirdek eşliğinde gıybet çeviriyorlardır.

Roman Polanski ve Faye Dunaway’ın Çin Mahallesinde tuvalet kavgası


Oy aman aman burada resmen işler pislikleşmiş. Sette işemeli sıçmalı ayin mi yapmışlar nedir? Yönetmen Roman Polanski’nin çocuk istismarı davasından dolayı Amerika’dan kaçmadan evvel çevirdiği son filmi olan Çin Mahallesi filminde yönetmen ile oyuncusu Faye Dunaway’in yıldızları pek birbirini tutmamış anlaşılan. Şöyle ki Faye abla tuvaleti geldiğini söylemiş ama Polanski kadına dersi kırmak için tuvaleti bahane eden öğrenci muamelesi yapıp izin vermemiş. Faye abla da bir fincanın içine çişini yapıp çişli fincanı da yönetmenin yüzüne fırlatmış. Bundan sonrasında Polanski ne yapmış bilmiyorum ama böyle bir durumda ben olsam önce bir güzel banyo yapar sonra da o oyuncuyu setten kovardım. Film Faye Dunaway’la tamamlandığına göre ya Polanski’yi sakinleştirmişler ya da yönetmen bu durumda kadını haklı bulmuş.

Sahne gerçekçi olsun diye kışın ortasında oyuncularına soğuk su fışkırttıran Murat Saraçoğlu


Orhan Kemal’in aynı adlı eserinden uyarlama olan 72. Koğuş filminin zalım yönetmeni Murat Saraçoğlu önceki hayatında Nazi subayı mıymış nedir? Sahne gerçekçi olsun diye içinde Yavuz Bingöl ve Kerem Alışık’ın da bulunduğu onca oyuncuyu soyup hortumla yıkamış suyun buz gibi olduğuna değinmemize gerek yok. Bu ne zalımlıktır Murat? Hiçbirine acımadın bari yaşına hürmeten resimdeki üç yaşlı dayıya ılık su sıktırsaydın. Sahne gerçekçi olsun diye kaç oyuncuyu zebil ettin hocam sen? Ya adamlar zatürre olup sana dava açsalardı?

Sahne daha gerçekçi olsun diye Edwart Norton’a  Brad Pitt’e gerçekten yumruk atmasını söyleyen David Fincher


Aman bu yönetmenlerin sahne gerçekçi olsun takıntısından da gına geldi. Hocam o zaman siz sevişme ya da ölüm sahnelerini filan da mı gerçekçi olsun diye orijinale uygun yapıyorsunuz? Ama bir dakika şimdi Kareteci Kız filmindeki Bülent Kayabaş’ın aşırı inandırıcı ölüm sahnesini hatırladım da biraz gerçekçilikte göz çıkarmaz sanki ne bileyim. Ölürken karnındaki çekyat yastığı görünmese yeterli. Ama Fight Clup’teki yumruk sahnesi bence sahne gerçekliğinden çok yönetmenin Brad Pitt ağabeye kurduğu zalım komplosu. Zira aynı yumruk sırasında Edwart ağabey hunharcasına gülerken David ağabeyin hiç sahne gerçekliğine takmışlığı yok. Bu sahnedeki asıl amaç Brad’in ağzını burnunu kaydırıp cazibesini alaşağı ederek kadınların adama olan beğenisinin ters tepmesini sağlamak. Ama Brad ağabey maaşallah ayaklı cazibe merkezi gibi olduğu içün ondaki cazibeyi değil sıska Edward’ın minik yumruğu Mike Tyson’un yumruğu bile dağıtamayacağından zalım yönetmen David umduğunu bulamadı.

Tabi bu durumda oyuncular da balatayı sıyırıp yönetmene saldırabiliyor


Ünlü Alman yönetmen Werner Herzog en iyi düşmanı olarak adlandırdığı oyuncu Klaus Kinski ile olan dostluğunu ve Kinski’nin hayatını konu alan My Best Friends isimli belgesele konu olan dostluk cidden insanın içini ısıtmıyor. Çekim sırasında yönetmen Herzog’un çileden çıkıp Kinski’ye önce seni sonra kendimi öldürürüm tarzı bağırmasından sonra Alman yönetmenin soyunun sopunun araştırılması gerektiğini düşündüm. Zira bu haykırışta çok fena Türk tipi bir duruş var, Anadolu’nun bağrından değil Münih’in göbeğinden çıkan adam niye kavgalı sevgilisine haykıran Türk genci gibi haykırmış oyuncusuna? Üstteki resimde de Kinski yönetmeni Herzog’un ölüm tehdidine cevap veriyor, görüldüğü üzere ikili tam tencere kapak arkadaşlık havasında yaşıyorlarmış. Zahir entel sinema ortamında dostluklar da böyle yaşanıyormuş. Yönetmenle oyuncu önce gırtlak gırtlağa sonra  da aşağıdaki resimde de olduğu gibi kucak kucağa.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder