Oyuncusuna filmi dar eden 10 zalım yönetmen
Yönetmenler,
yönetmenlerimiz, onlar titiz çalışmaları uğruna nice oyuncuyu sefil etmiş, mide
spazmı geçirtmiş, türlü zalımlıklar yapmıştır. Ama bir sorun neden yapmışlar? Her
şey filmlerinin daha güzel ve daha kusursuz olmasını istemelerinden dolayı. Normal
insanların aksine hayata estetik penceresinden bakan yönetmenlerin tek amacı
ellerindeki filmin mükemmele yakın olmasını hatta mükemmel olmasını sağlamak. Aşağıya
listelediğim oyuncularına etmediğini bırakmayan yönetmenlerin pek çoğu her şeyi
sahne daha inandırıcı olsun diye yaptılar aslında. Her ne kadar Shelley Duvall
kel kalma sınırına gelse de Tippi Hedren sinirden hastanelik olsa da, Maria
Schneider psikolojik tedavi görse de onlar her röportajında kendilerine hayatı
zehreden yönetmenlerin onlara çok büyük hayat dersi verip oyunculuklarını
geliştirdiğini inkar etmiyorlar.
Yönetmen ve
oyuncusu arasında sado mazo bir ilişki var bence, yoksa hangi şartta bir insan
kendisine etmediğini bırakmayan birine minnettar olduğunu söyler. Gerçi ben
hala Shelley ablanın Kubrick hakkında sarf ettiği sevgi dolu sözlerin silah
zoruyla filan söyletildiğini düşünüyorum. Kadın röportaj verirken kameranın
arkasında Kubrick’in elinde tabancayla beklediğini görür gibiyim. “Bir kötü söz
söyle sana zibilyon kere çekim tekrarlatırım Safinaz!” diye kadını tehdit de
etmiş olabilir. Sözü uzatmadan sinema dünyasının set arkalarında yaşanan
sanatsal mahalle kavgalarını ayağınıza getiriyorum. Okurken çekirdekleri hazır
etmeyi unutmayın.
Öncelikle
her yönetmen Francis Ford Coppola gibi oyuncularıyla sevgi dolu bir tablo
oluşturmuyor
1992 yapımı Bram Stoker’s Dracula filminin yönetmeni Francis
Ford Coppola’nın filmin kızıl cazibesi Lucy’ye can veren Sadie Frost ile olan
sevimli resmindeki samimiyet adeta resimden taşmış. Vampir dişleriyle yönetmenin
halıfleksten hallice sakallı yüzünü dişleyen Sadie ne kadar da mutlu. Hele yanakları
dişlenen yönetmen Coppola’nın mutluluğuna ne demeli? Adam şu karede resmen mutluluğun resmini çizmiş.
Her
oyuncunun Coppola dayıda olduğu gibi yönetmenin dizinin üzerinde yeri yoktur
Yine aynı filmdeki oyuncusu Winona’yı dizine oturtup haberim
yokmuş gibi çek pampa pozunu veren yönetmen Coppola dayı oyuncularıyla samimi
bir dostluk kurup onları dizinde taşısa da her yönetmen Coppola gibi sevgi dolu
değil. Oyuncusunu değil dizinde taşımak tuvalete gitmesine izin vermeyip sahne
daha gerçekçi olsun diye rol arkadaşına cidden yumruklatan ya da sahne gerçekçi
olacak diye soğuk suyla sulayanları mevcut.
Mia Farrow’a
çiğ et yediren Roman Polanski
Mia abla henüz yirmi üçünde genç bir oyuncuyken Roman
Polanski’nin Ira Levin’in aynı adlı kitabından uyarladığı sonradan kült olacak
filmi Rosemary’s Baby’de oynar. O zamanki beyi Frank Sinatra’nın tüm karşı
çıkmalarına rağmen filmde oynamayı kabul eden Miacığın olacaklardan haberi
yoktur. Saçlarını radikal bir kararla kınalı yapıncak modelinde kestiren Mia
abla, filmde deccala hamile kalan bir kadına can verdiği için normal hamileler
gibi eriğe karpuza aşereceğine çiğ ciğere aşeriyordu. Gerçekçi olsun diye
kadına çiğ çiğ ciğer mi yedirilir Roman, ya deli dana filan olaydı kadın?
Tippi Hedren
muhabbet kuşu gördüğünde bile ağlamaya başlarsa sebebi olacak Alfred Hichcock
Söylentilere göre her şey Tippi Heren’in
kendisine olan ilgisini belli eden ünlü yönetmene yüz vermemesiyle başlamış. The
Birds filminin başrol kadın oyuncusu için o zamanlar mankenlik yapan Tippi
hanımı seçen Hitchcock başlarda Tippi’ye iyi davransa da reddedilince çılgına
dönmüş ve kadına etmediğini bırakmamış. Çekimler sırasında uyguladığı baskı
yetmiyormuş gibi kadının özel hayatına bile müdahil olmaya çalışan Hitchcock, iş
anlaşması yaptıkları süre boyunca Tippi’nin bir erkekle görüşmesini bile yasaklamış.
Abartıp kadının peşine adam bile takmış, sette üzerine sahte olması gerekirken
canlı kuş saldırtıp kadını hastanelik eden Hitchcock’ta az değilmiş doğrusu. Yaşanan
onca olaydan sonra seti terk etmeye çalışan Tippi’ye oyunculuk hayatını bitirme
tehditleri savuran yönetmene oyuncusunun şişko domuz diye bağırmışlığı varmış. Anam
Allah’tan kan çıkmadan film bitmişte olay karakolda bitmemiş.
Zeki Müren’i
sürüm sürüm süründüren Metin Erksan
Yönetmen Metin Erksan’ın İstanbul Kaldırımları
filminde başrol Zeki Müren’i rol icabı süründürmesi Zeki’nin rol arkadaşı
Belgin Doruk’u çok hüzünlendirmiş. Göz yaşlarına boğulan Belgin hıçkıra hıçkıra
olay yerinden ayrılmış. Olaydan muhtemel Zeki Müren’in haberi yok, İstanbul
Kaldırımları setinde geçen olayı sinemaseverler de Ülkü Erakalın’ın Film
Karelerinde Gizlenen Anılar kitabı sayesinde öğreniyor. Filmin rüya sahnesinde
Belgin’in aşkından çöllere düşen Zeki, mecnun gibi çöllerde sefil olup sürünecek.
Bu sahne uzak planda çekildiği için Zeki Müren’in yüzü bile belli belirsiz
görüneceğinden Belgin hanıma göre dublör kullanılabilirmiş. Sahnenin gerçekçiliği
bozulmasın diye Zeki Müren orijinal olarak süründürüldüyse neden Metin Erksan
adama komut verirken Zeki’nin sıcakta kan ter içinde sürünmesinden zevk
alıyormuş? Belgin Doruk’un anısını anlatması aşırı derecede edebiydi, yönetmenin
sözlerinin duyulduğunu fark edip kendisiyle göz göze geliş anında çakan
şimşekler filan değme Kerime Nadir’lere taş çıkaracak cinstendi. Neyse efem yönetmenin
yaptıklarını tasvip etmesem de Belgin hanımın yıllarca hıçkırıklarla cevap
aradığı neden Zeki’yi süründürdü sorunun cevabı aslında çok basit. Az biraz
Türk Sinemasıyla ilgilenen sinemasever Metin Erksan’ın kişiliğinin farkındadır.
Setlerden elini eteğini çekip üniversite hocalığına yönelmesinin sebebi hayal
ettiği filmleri çekecek imkanlara sahip olmaması. Susuz Yaz’la ülkemize yurt
dışında ilk ödülü kazandıran Erksan, aynı filme oyuncu bulamadığı için yapımcı
arkadaşı Ulvi Doğan’ı ve oyuncu olma hayallerindeki on altılık tecrübesiz Hülya
Koçyiğit’i oynatır. Aynı zamanda şimdilerin entel camiasının yönetmenin baş
yapıtı saydığı Sevmek Zamanı ilk çıktığı zaman konusunun farklılığı yüzünden
seyirci çekmez diye hiçbir sinemada oynatılmamış. Adamın gişe rekoru kıran tek
filmi Acı Hayat ise tam bir piyasa filmi, o kadar piyasa filmi ki Ümit Besen’inden
İbrahim Erkal’ına Küçük Emrah’ından Kenan İmirzalıoğlu’na hatta Bülent İnal’ına
kadar bir çok kişi filmin yeniden çevriminde oynamış. Sevdiği kızı zengin
züppesine kaptıran fakir gencin sonradan zengin olup sevgilisini kapan züppenin
bacısına musallat olması konulu filmlerin ilkini Metin Erksan çekmiş. Paraya ihtiyacı
olduğu için çektiği filmlerden biri olduğunu dillendirdiği bu tip filmleri
severek çekmeyen yönetmen, muhtemel paraya ihtiyacı olduğu için çekmiş İstanbul
Kaldırımları filmini. Zaten Belgin Doruk’un sözleri de bunu teyit eder
nitelikte. Yönetmen Zeki Müren’e sürünmesi için bağırırken “Sürün de gör
bakalım Zeki Müren beyefendi, filim çevirmek bu kadar kolay mı anla. Bu iş iki
şarkı söyleyip milyonları cebe indirmeye benzemez…” diye söyleniyormuş. Hayal ettiği
filmleri anlattığı kalantorların Vesikalı Yarim filminde aşktan bahseden Sabiha’ya arkadaşının “Gençken cebini doldurmaya bak, bizim meslekte güzelliğin bitince para etmezsin”
diye öğüt vermesi gibi bırak bu sanat işlerini de para edecek film yapmaya bak
dediği bir yönetmenden bahsediyoruz. Belgin hanım neden süründürüyor sorusunun
cevabını ilk başta almış aslında, film çevirmek o kadar değil.
Montajda
atacağız biz onu canım ya deyip atmayan Paul Verhoeven
Temel İçgüdü filminin üstteki sahnesini
hatırlamayan yoktur herhalde. İzleyen erkek seyircilerin hafızasına altı
kırmızı kalemle çizilircesine kazınan sahneye hayat veren Sharon Stone hanım
donsuz çektiği sahnenin filmde kullanılacağını bilmiyormuş. Yönetmen Paul
Verhoeven montajda atarız biz onu demiş ama seks sattırır sözünü filan mı
hatırlamış nedir sahneyi montajda attırmamış. Aman Yarabbi Sharon abla galada
diğer izleyicilerle izlediği filmdeki meşhur sahnenin atılmadığını görünce
neredeyse yönetmeni paralayacakmış. Tabiki paralamamış ama röportajında
söylediğine göre yönetmenin suratına bir yumruk atamayışı çok fena içine
oturmuş kadının. Kızmasının sebebiyse görüntünün atılmamasından çok kadına
atarız deyipte atmamalarındanmış. Şu kadına bari galadan önce Sharoncuğum şu
senin göz ziyafeti çektiren görüntün var ya işte biz montajda o görüntüye baka
baka bi kaldık kesmeye elimiz gitmedi haberin olsun deseydin keşkem Paul
ağabey.
O sansür
kurulundan geçmez zaten atarız biz onu Sevda deyip atmayan Halit Refiğ
Yönetmen Halit Refiğ’in aynı zamanda Yeşilçam’da göç temasını
işleyen ilk film olan filmi Gurbet Kuşlarındaki meşhur sahnesinin kahramanı
olan Sevda Ferdağ “O film Yeşilçam’da köyden büyük kente göç temasını işleyen
ilk film olacakken bir sahnede görünen göğsüm yüzünden sinema tarihinde kadın
göğsünü bu kadar net gösteren ilk film oldu…” diyor. Allah sizi inandırsın
insan neresiyle güleceğini şaşırıyor ama film bu göğüs yüzünden elli küsur yıl
sonra ceza aldı. Halit Refiğ’in de Paul Verhoeven gibi seks sattırır mantığında
olmasından olsa gerek çekim sırasında kendiliğinden gelişen seksi sahneyi iki
türlü montajlatmış. Efsane bir çakallık yapan yönetmen o devirde sansür
kurulundan zinhar geçmeyecek sahnenin kesilmiş halini sansür kuruluna
verip onay alınca tüm sinemalara sahnenin kesilmemiş haldeki kopyasını
dağıtmış. Ne yalan söyleyelim reklamın iyisi kötüsü olmaz Türk sinemasının
dünya sinemasına armağan ettiği ilkler Rio Olimpiyatlarındaki toplam
madalyalarımızdan bile azdır. O yüzden sinema tarihinde kadın göğsünün bu kadar
net göründüğü ilk film olması özelliğiyle de olsa Gurbet Kuşları da o göğsün
sahibi Sevda hanım da önemlidir.
Maria
Schneider’e senaryoda olmayan sahneyi oynatan Bernardo Bertolucci
Bu konu aslında çok mühim bir konu, sinema
sektörünün ışıltısının arkasında karanlık bir yüzü de var. Bertolucci ne kadar
önemli bir yönetmen de olsa senaryoda olmayan bir sahneyi özellikle de Paris’te
Son Tango filminde olduğu gibi aşağılayıcı bir sahneyi oyuncusuna oynatmaya
hakkı yok. Bu yapılan resmen suç, psikolojik bir tecavüzden hiç farkı yok. Sinema
sektöründe genellikle genç oyuncuların başına bu tip olaylar gelir. Genç,
tecrübesiz ve oyuncu olmaya hevesli oyuncu adayları özellikle de kadınlar
mutlaka film daha çok satar mantığıyla ( seks sattırır mantığı ) Maria
Schneider’in yaşadığı tipten olaylar yaşar. Genç bir kız ve orta yaşlı bir adam
arasında geçen haddinden fazla erotik bir aşkı anlatan Paris’te Son Tango
filminin yönetmeni Bernardo Bertolucci senaryoda olmamasına rağmen içinde
tereyağı olan bir anal seks sahnesini kadın oyuncusuna oynatmış. Filme bu
sahnenin nasıl bir katkı yaptığıysa hala muamma, film zaten erotik ve seks
sattırır mattosuna yeterince hizmet ediyorken neden böyle bir sahneye ihtiyaç
duyulmuş? Maria hanımı depresyona soksun diye mi?
Yıllarca unutulmayacak bir sahne çekmek istediğini o sahnede oynayacak
kadın oyuncuya söylemeyen Kartal Tibet
Kartal Tibet’in yönettiği İffet filminin
meşhur taksi sahnesini bilmeyen yoktur. Aşırı rahatsız edici ve kadın
izleyicileri germe özelliği barındıran sahne sayesinde bir arkadaşımın kendisini
sürekli arabasıyla evine bırakmaya çalışan erkek arkadaşından ayrıldığını
biliyorum. Muhtemel çocuk parasıyla kızın gözünü boyamaya filan çalışıyordu ama
İffet filmindeki korku ögesinden hallice sahne beynine kazınan arkadaşım erkek
arkadaşının teklifinin altında bir şoför Cemillik görüyordu. Yani arkadaşa hak
vermemekte elde değil. Yıllar sonra konu hakkında açıklama yapan Faruk Peker,
filmdeki sahnenin sanılanın aksine tecavüz değil fantezi olduğunu savunsa da kadın
kısmı bir kere korktu Faruk. Değil röportaj vermek senarist imzalı bildiri
yayınlasan inanmazlar. Faruk Peker verdiği röportajda yönetmen Kartal Tibet’in
sahne çekilmeden evvel kendini kenara çekip üzerinden elli yıl bile geçse
hatırlanacak bir sahne istiyorum demiş. Gözün arkada kalmasın Kartal ağabey o
sahne üzerinden yıllar geçse bile sinema yaşadığı sürece unutulmaz.
Nebahat
Çehre’yi hedef tahtası yapan Yılmaz Güney
Yılmaz Güney ve Nebahat Çehre’nin
sansasyonel ilişkisini takip etmek isteyenler dönemin gazetelerine bakabilir. Cidden
tam film yapılacak cinsten bir ilişki yaşamışlar öyle ki Barcelona Barcelona
filmideki Maria Elena ve Juan Antonio çiftini görünce benim aklıma Yılmaz Güney
ve Nebahat Çehre geldi. Anlamıyorum bir insan nasıl sevdiği kişiye karşı
resimdeki tavra bürünür? Ya eli titrese de sevdiği kadını vursa garanti
ardından da kendini vururdu.
Olmadı
yeniden Shelley diye detaycılığın suyunu çıkaran Stanley Kubrick
Listede gördüğünüz yönetmenler içinde en
zalımlardan olan yönetmen Kubrick’in ne kadar detaycı olduğunu bilmeyen yok. E Allah
bereket versin elinde film var ki yüz küsur defa tekrar yaptırıyor, bizdeki
gibi sis makinası yok diye sigara dumanıyla sis efekti yok Hollywood’da. Konumuz
sinemayı sektöre çeviren Hollywood’dan çok The Shining filmini Shelley ablaya
cehenneme çeviren Kubrick. Gerçi söz konusu Kubrick’se oyunculara yaptığı
zalımlıklar teferruattır zira yönetmenin aynı filmde oynayan erkek başrol Jack
Nicholson ağabeye de çeşitli zalımlıkları olmuş. Meşhur kapı kırma sahnesini
oyuncuya defalarca tekrar ettiren Kubrick bununla da yetinmeyip set arasında
gel bi fotonu çekeyim diye kandırdığı Jack Nicholson’a dakikalarca poz
verdirmiş. Jack aman fotom nasıl çıktı diye meraklanırken bir de görmüş ki
zalım yönetmen Nicholson’u flulayıp kızı ve kendisinin aynadan yansımasını netlemiş.
Jack ağabeyi de rolüne uygun olsun diye cidden cinnete sürükleyen zalım
yönetmenin asıl hedefi ise hiç kuşkusuz bir yıl süren çekim döneminin hayatının
en kötü dönemi olduğunu dillendiren Shelley bacı olmuş. Set ekibinin bile
kadına sebepsiz yere kötü davranmasına anlam veremediği yönetmen yüzünden
saçları dökülmeye başlayan Shelley sette yaşadıkları yüzünden cidden ağlama
krizlerine girmiş. Yönetmenin kızının yaptığı set arkası çekimlerine bile
yansıyan zalımlıklarda dökülen saçlarını Kubrick’in eline veren Shelley çok
dertli. Kubrick ise kadının saçlarını kameraya gösterip muzipçe gülüyor. Shelley
abla saç telini kameraya gösterip saçlarının döküldüğünden her gün yerlerden
saçlarını topladığından filan dert yanıyor. O sırada setteki elemanlarla
konuşan Kubrick, Shelley’in dert yandığını görünce araya girip “Lütfen Shelley’e
sempati göstermeyin, bünyesinde alerji yapıyor…” diye kadıncağıza laf sokuyor. Hele
son sahnede asıl cinneti Shelley ablaya yaşatmış resmen Kubrick. Konu şöyle ki,
Shelley ablanın canlandırdığı Vendy karakteri oğlunu cinnet getiren Jack'ten kurtarmak için elde satır boyutlarında bıçakla bahçeye çıkacak. Fakat izleyenlerde
bilir ki otelin çıkış kapısı maşallah kale kapısı gibi, ancak yirmi bir pare
top atışıyla açılacak cinsten. Gene izleyenlerin çok iyi hatırlayacağı gibi
Shelley abla da 1.80 boylarında 45 kiloluk Temel Reis’in sevdiceği Safinaz
ebatlarında bir kadın. Kubrick action diye bağırdığında o kale kapısından
hallice otel kapısını açacak gürbüzlükte bir ablamız hiç değil, üstüne bir de
yapay kar yüzünden kapı iyice sıkışmış. Ve tabi ki Shelley ablamız yönetmen
komut verdiğinde kapıyı açamaz gidip kapıyı açıp kadını cinnete sürükleyen
Kubrick ağabeyimiz ise bu kısımda adeta yürek yemiş gibi. Çünkü Shelley ablamız
elindeki satır büyüklüğündeki bıçağı bi ara yönetmene doğru tehditle sallıyordu
filan.
Kim Basinger hakkında sette gıybet çeviren Adrian Lyne
Seks sattırır tarzı filmlerin yönetmeni
Adrian Lyne (adamın günahını almayalım, belki farklı filmler de çevirmiş olabilir ) Dokuz Buçuk Hafta filminin başrol kadın oyuncusu Kim Basinger’e
neden kıl kapmışta hakkında gıybet çevirmiş yahu? Hem koskoca yönetmene
yakışıyor mu seksi sarışın hakkında set ekibiyle oturup gıybet çevirmek
diyebilirsiniz. Olay şöyle ki yönetmen Adrian oyuncusu Kim’in sette olmaktan
hoşlanmadığını düşünüyor hatta buna benzer bir konuşması sırasında Kim’i
yakalamış filan. Yıllar sonra Kim Basinger’in yaptığı açıklamadan sette
olmaktan cidden hoşlanmadığını anlıyoruz. Güzel oyuncu rol arkadaşı Mickey
Rourke’in koktuğunu söyleyip bu kokunun onu rahatsız ettiğinden bahsediyordu. Adrian
Lyne ağabey kadın hakkında gıybet çevireceğine Mickey ağabeyi bir hamama
götürse sorun ortadan kalkarmış. Mickey ağabey ise bu konudaki sessizliğini
koruyor ama garanti bir köşede Adrian ağabeyle çekirdek eşliğinde gıybet
çeviriyorlardır.
Roman
Polanski ve Faye Dunaway’ın Çin Mahallesinde tuvalet kavgası
Oy aman aman burada resmen işler pislikleşmiş. Sette işemeli
sıçmalı ayin mi yapmışlar nedir? Yönetmen Roman Polanski’nin çocuk istismarı
davasından dolayı Amerika’dan kaçmadan evvel çevirdiği son filmi olan Çin
Mahallesi filminde yönetmen ile oyuncusu Faye Dunaway’in yıldızları pek
birbirini tutmamış anlaşılan. Şöyle ki Faye abla tuvaleti geldiğini söylemiş
ama Polanski kadına dersi kırmak için tuvaleti bahane eden öğrenci muamelesi
yapıp izin vermemiş. Faye abla da bir fincanın içine çişini yapıp çişli fincanı
da yönetmenin yüzüne fırlatmış. Bundan sonrasında Polanski ne yapmış bilmiyorum
ama böyle bir durumda ben olsam önce bir güzel banyo yapar sonra da o oyuncuyu
setten kovardım. Film Faye Dunaway’la tamamlandığına göre ya Polanski’yi
sakinleştirmişler ya da yönetmen bu durumda kadını haklı bulmuş.
Sahne
gerçekçi olsun diye kışın ortasında oyuncularına soğuk su fışkırttıran Murat
Saraçoğlu
Orhan Kemal’in aynı adlı eserinden uyarlama
olan 72. Koğuş filminin zalım yönetmeni Murat Saraçoğlu önceki hayatında Nazi
subayı mıymış nedir? Sahne gerçekçi olsun diye içinde Yavuz Bingöl ve Kerem
Alışık’ın da bulunduğu onca oyuncuyu soyup hortumla yıkamış suyun buz gibi
olduğuna değinmemize gerek yok. Bu ne zalımlıktır Murat? Hiçbirine acımadın
bari yaşına hürmeten resimdeki üç yaşlı dayıya ılık su sıktırsaydın. Sahne gerçekçi
olsun diye kaç oyuncuyu zebil ettin hocam sen? Ya adamlar zatürre olup sana
dava açsalardı?
Sahne daha gerçekçi olsun diye Edwart Norton’a Brad Pitt’e gerçekten yumruk atmasını
söyleyen David Fincher
Aman bu
yönetmenlerin sahne gerçekçi olsun takıntısından da gına geldi. Hocam o zaman
siz sevişme ya da ölüm sahnelerini filan da mı gerçekçi olsun diye orijinale
uygun yapıyorsunuz? Ama bir dakika şimdi Kareteci Kız filmindeki Bülent Kayabaş’ın
aşırı inandırıcı ölüm sahnesini hatırladım da biraz gerçekçilikte göz çıkarmaz
sanki ne bileyim. Ölürken karnındaki çekyat yastığı görünmese yeterli. Ama
Fight Clup’teki yumruk sahnesi bence sahne gerçekliğinden çok yönetmenin Brad
Pitt ağabeye kurduğu zalım komplosu. Zira aynı yumruk sırasında Edwart ağabey
hunharcasına gülerken David ağabeyin hiç sahne gerçekliğine takmışlığı yok. Bu sahnedeki
asıl amaç Brad’in ağzını burnunu kaydırıp cazibesini alaşağı ederek kadınların
adama olan beğenisinin ters tepmesini sağlamak. Ama Brad ağabey maaşallah
ayaklı cazibe merkezi gibi olduğu içün ondaki cazibeyi değil sıska Edward’ın
minik yumruğu Mike Tyson’un yumruğu bile dağıtamayacağından zalım yönetmen
David umduğunu bulamadı.
Tabi bu durumda oyuncular da balatayı sıyırıp yönetmene saldırabiliyor
Ünlü Alman yönetmen Werner Herzog en iyi düşmanı olarak
adlandırdığı oyuncu Klaus Kinski ile olan dostluğunu ve Kinski’nin hayatını konu
alan My Best Friends isimli belgesele konu olan dostluk cidden insanın içini
ısıtmıyor. Çekim sırasında yönetmen Herzog’un çileden çıkıp Kinski’ye önce seni
sonra kendimi öldürürüm tarzı bağırmasından sonra Alman yönetmenin soyunun
sopunun araştırılması gerektiğini düşündüm. Zira bu haykırışta çok fena Türk
tipi bir duruş var, Anadolu’nun bağrından değil Münih’in göbeğinden çıkan adam
niye kavgalı sevgilisine haykıran Türk genci gibi haykırmış oyuncusuna? Üstteki
resimde de Kinski yönetmeni Herzog’un ölüm tehdidine cevap veriyor, görüldüğü
üzere ikili tam tencere kapak arkadaşlık havasında yaşıyorlarmış. Zahir entel
sinema ortamında dostluklar da böyle yaşanıyormuş. Yönetmenle oyuncu önce
gırtlak gırtlağa sonra da aşağıdaki resimde de olduğu gibi kucak kucağa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder