9 Ocak 2017 Pazartesi

              Yeşilçam Filmi Tadında Bir Fransız Filmi: A Ma Soeur



Türkçeye Kız Kardeşim adıyla çevrilen 2001 yapımı A Ma Soeur fiziksel görünüş olarak birbirine hiç benzemeyen iki kız kardeşin arasındaki karmaşık ilişkiye odaklanıyor. Kızlar birbirinden nefret mi ediyor, çirkin olan kardeş güzel ablayı kıskanıyor mu yoksa film her şeye rağmen iki kardeşin sevgisine mi odaklanıyor? Belki de film tüm hepsini harmanlayayım demiş. Ben filme Slavoj Zizek misali açıklama getirmeyeceğim. Meraklısı açıp izleyebilir, benim değineceğim nokta 2001 yapımı filmin bildiğin Yeşilçam klişelerinden besleniyor olması.


Yani öyle böyle klişe değil sayın sinemaseverler, filmde bi masum ev kızını zengin züppelere peşkeş çekmek için içkili partiye götürüp, partide zavallı kıza zorla içki içiren yollu abla yok. Her an filmin bir köşesinden meşhur koşusunu yaparak fırlayan Hülya Koçyiğit’in karşısındaki kötü adama ağlayarak “Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla…” diye bağıracağını sanıyorsunuz. Okurken bu ne biçim Fransız filmi kardeş yönetmen Fransız numarası yapan Türk olmasın diye derin düşüncelere dalabilirsiniz. 


Ama yok kardeşim, yok. Kadın bildiğin Fransız filmleri çeken Fransız bir yönetmen. Acaba kadın bunalımlı bir anında televizyon karıştırırken alıcılarına Türk kanalı karışmışta Catherine hanım da “Ay ne farklı bir film!” diye rast geldiği Önder Somer’li Hülya Koçyiğit’li bir filmi mi izlemiş diye düşünmeden edemiyor insan. Yazının başında Yeşilçam klişeleri barındırıyor dedim diye filmi atmışlar melodramı sanmayın, A Ma Soeur bilinen tüm Fransız filmi klişelerini de barındırıyor. Fransız filmlerinin olmazsa olmazı olan çıplaklık A Ma Soeur’da da mevcut, hem de fazlasıyla. Hatta o kadar fazla ki film Kanada’da çocuk pornosu diye yasaklanmış. Çünkü filmin başrollerinden biri olan Anais karakterini canlandıran oyuncu film çekilirken henüz on dört yaşındaymış. Yani bayağı sansasyonel bir filmle de karşı karşıyayız. Filmin Yeşilçam’ı aratmayan klişelerine sırayla değinerek çözümlemesini yapmayı planlıyorum.

İnsanın aklına öz mü sorusunu getiren kardeşler

 
Filmi izleyen herkesin aklında olan soru, bunlar ne biçim kardeş yahu? Evet, sokakta görsek kardeş olduğunu düşünmeyeceğimiz bir ikiliyle karşı karşıyayız. Ama bu tip birbirine benzemeyen kardeşlerle gerçek hayatta da karşı karşıya geliyoruz.


Ünlü oyunca Ingrid Bergman ve İtalyan yönetmen Roberto Rossellini’nin ikizleri de birbirine pek benzemeyen kardeşlere örnek. Yani filmin kastsal sorunu birbirine pek benzemeyen kardeşler değil. Zaten biraz dikkat ederseniz en azından saç ve göz rengi olarak uyumlu olan kardeşler pek göze batmıyor. Sadece kızlardan birisi Yunan tanrıçası kadar güzelken diğerinin çirkin daha doğrusu obez olması göze batıyor. Bence asıl kast sorunu resimde görülen ebeveynlerden Elena ve Anais gibi çocukların doğabileceğini düşünmek.


Yahu hiç mi biyoloji dersi görmediniz sayın kast, ya da derste mi uyudunuz? Şu ikilinin Selanik göçmeni gibi çocuğu mu olur? Filmde anne karakteriyle karşılaştığınız ilk sahnede kadının köken olarak Fas, Cezayir ya da Mısırlı olduğunu düşünüyorsunuz. Araştırdım, Mısırlıymış. Orijinal hayattaki eşi de filmdeki eşi gibi bir tip ve ikilinin çocuğunun tabi ki de üstteki Selanik göçmeni gibi kızlarla alakası yok. Film kast konusunda da Yeşilçam’ımızın efsane kastını aratmıyor. Biz de az alışkın değiliz kumral bir ikili olan Kartal Tibet ve Hülya Koçyiğit'in Kinder çikilotalarının reklam yüzü gibi duran Ömerciğin ebeveynleri olduğuna.


Elena ve Anais’in hikayesine geri dönecek olursak. İkilinin zıtlığını yönetmen film boyunca gözümüze sokar durur. Anais sürekli güzel ablasını kıskanır, giyeceği elbise konusunda bile ona özenir. Hatta Elena’nın bir diyaloğu kardeşinin abartılmış taklitçiliği üzerinedir. “Sen yakında benim sevgilime de göz dikersin!” diye çemkiriyordu güzel Elana şişko bacısına. Ben o diyalogdan Ananis’in ablasının sevgilisinden gizliden gizliye hoşlandığını bile düşünmüştüm. Ama kızın ablasına olan kıskançlığı bu kadar basit değil. İkili arasında tuhaf bir kardeşlik bağı var. Birbirlerini seviyorlar mı yoksa nefret mi ediyorlar net belli değil, belki de senaryoya sanatsallık katan şey bu bilinmemezlik.

Çocuklarıyla ilgisiz zengin ebeveyn çıkmazı


Elena ve Anais yaz tatilini geçirmek için ailesiyle beraber yazlığa gider. Fakat ne işkolik babası ne de baca gibi sigara tüttüren, boş zamanlarında da havuz başında güneşlenen anası kızlarla doğru düzgün ilgilenmez. Elena ve Anais tek başlarına dışarı çıkamadıkları için de istemeseler de dışarı çıkabilmek için yapışık ikiz gibi beraber takılırlar. Elana’nın kardeşi Anais’e karşı tavırları başlarda sizi sinir eder. Kardeşine karşı bayağı gaddarca sözleri vardır. Kiloları yüzünden rencide ettiği yetmiyormuş gibi bir de sofrada herkesin içinde tombiş bacısına “Domuz gibi yiyip midemi bulandırıyorsun!” diye fırça atar. Anası önce Elena’ya karşı Anais’in aşırı kilolarını “Ama kızım, biliyorsun ki kardeşinin durumu hormonal. Bu yüzden kilo alıyor!” diye savunur sanırsınız. Ama filmin ilerleyen kısımlarında o da kızının kilolarına karşı laf eder, herkesin içinde kızına şişko denmesini hazmedemedi zahir haspam. Malum kendisi iki çocuk doğurmasına rağmen hala 36 beden bir seksi olduğu için kızlarından birinin duba gibi olmasını gururuna yediremiyor olsa gerek. Havuz başında uzanıp bronzlaşmaya çalışacağına şu çocuğu bir doktora götür hanım, yavrucak bu yaşında yağ bağlamış. Kamu spotunu da verdiğimize göre filmi tahlile devam edelim.

Kardeş kardeşi bıçaklar dönüp yine kucaklar tarzı kardeşlik anlayışı



Aslında filmi dikkatle izlerseniz Elena ve Anais’in birbirlerinden başka sığınacakları kimse de yoktur. Baba işkoliklikten tatilin yarısında karısını kızını yazlıkta bırakıp işinin başına koşar, ana elde sigara havuz başında güneşlenir. Elena ve Anais’te kavga edip dursalar da gece gene birbirlerine sarılıp yatarlar. Kızlar kardeş kardeşi bıçaklar dönüp yine kucaklar atasözümüzü matto edinen tarzda bir kardeşlik sürdürmektedirler. Ta ki çapkın bir İtalyan olan Fernando ile yolları kesişene kadar.



Yemek yemek için bir mekana giren Elena ve Anais yer bulamaz, yanı boş olan genç bir delikanlı da kızlara yanına oturabileceklerini söyler. Yalnız çocuğun yüzüne bakan ortalama bir Yeşilçam seyircisi o gözlerde sinsi bir Önder Somer gülüşü görür. Fakat gözü yemekten başka bir şey görmeyen Anais ve zayıf kalayım diye beyni bile erimiş Elena sinsi Fernando’dan hiç işkillenmez. Anais’te yemek yiyecek bir yer olsun da neresi olursa olsun diye Feranado’nun yanına oturur. Elena ise kardeşini tanımadıklarının yanına oturulmaz diye azarlar, fakat kızı kaldırıp çocuğun yanına kendisi yerleşir. Anais bu duruma pek alınmaz çünkü onun aklında sadece yemekler vardır. Fernando, Elena’ya iş atmak için size bir şey ısmarlayayım dediğinde kırk beş kiloluk ablası kibarlık uğruna kahve isterken tombik Anais’imiz muzlu tatlı ister.

Filmdeki tek işlevi yemek yemekmiş gibi duran aşırı tombul karakter


Yalnız kız cidden yemeğin hakkını vererek yiyor. Kapıcılar Kralı’ndaki dedikoducu Makbule hanımın, filmdeki tek işlevi yemek yemek olan kızıyla beraber sinema tarihinin en iştahlı karakteri olmayı başarıyor. Bu konuda cidden tebrik edilesi, film boyunca anası ve ablasının iki misli yemek yemiştir. Zaten anasıyla ablasını üst üste koyup sırtında taşıyabilecek bir cüsseye sahip. Ne kadar azar işitirse işitsin vazgeçemeyeceği tek şey yemek bu kızın. Tabi Anais yemekleri gömerken ablası da Fernando’yla işi pişiriyor. 

Masum genç kızı ağına düşürmeye çalışan zengin züppe


Önder Somer’i tercih etme sebebim Yeşilçam’ın kaliteli ve yakışıklı kötü adamı olması. Çünkü Önder bey diğer Yeşilçam kötülerine oranla eğitimli, zengin ve yakışıklı olmasıyla bilinir. O asla masum genç kızlara zorla sahip olmaz, yakışıklılığını, tatlı dilini ve üzerinde bol miktarda bulunan şeytan tüyünü kullanır. Fernando da tıpkı Önder beyin İtalyan versiyonu gibidir, hatta adamın Önder’in İtalya’daki yansıması olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Fernando da Önder gibi zengindir, eğitim almaktadır ve yakışıklıdır. Liseli Elena’yı ilk gördüğünde ağına odaklanan Önder Somer bakışı atar. Bunu izleyici olarak biz görürüz ama genç ve tecrübesiz liseli Elena göremez. Obur bacısı bile “Yahu bu İtalyan dediğin tek kelimeyi anlamıyor, kibarlıktan anlıyormuş gibi yapıyor!” diye ablasından daha zeki olduğunu gösterir. Çünkü Fernando’nun onları daha doğrusu Elena’yı ilk gördüğünden beri aklında olan tek bir şey vardır. Ve onu elde etmek için elinden geleni yapar. Adam tatilde Fransa’da Fransız kız düşüreyim diye Fransızca bile öğrenmiş. Kızsak da azminden dolayı kendisini tebrik etmek gerekiyor, adam donanımlı gelmiş.

Bir saf kız ağa düşürücüsü olarak spor araba


Kafe çıkışı yeni tanıştığı gençle şehir turuna çıkan Elena rahatlığı da uluslararası camia literatüründe Fransız kızı rahatlığının yansıması olsa gerek. Tombalak bacısı Anais yemekten sonra Fernardo onları eve bırakacak sanırken bunlar bizim toparlağı bırakıp şehir turuna çıktılar. Bir de garibim Anais ablası olmadan eve giremeyeceği için saatlerce kapıda ablasının gelmesini bekledi.

Kızının sevgilisine ecel terleri döktüren otoriter baba


Elena Fernando’yu ailesiyle tanıştırmaya karar verir, burada bir Fransız rahatlığı mı var ne dersiniz. Sonuçta Yeşilçam’da baba, sevgiliyle değil izdivaç düşünülen gençle tanıştırılır, o da babadan onay istemek için. Fakat kızların babasının yemek sırasında Fransız şarabını yudumlarken bir yandan da Fernando’yu Hüsnü komiserin kızı Zeliha’nın Boğaziçili sevgilisini sorguya çektiği gibi sorguya çekmesi adamın hiçte tipik Fransız babası olmadığının bir göstergesidir. Fakat Fernando da az değil, biz aileden hukukçuyuz, babam ticaret hukuku okumamı istiyor diye yedi sülalesini övdükten sonra ama ben bir taraftan da idealistim diye böbürleniyor. Hayır, sanki uluslararası tıp okuyor da bir iki yıl Afrika’daki çocuklara aşı kampanyasında görev yapacak sanırsın. O sırada kızların babası garanti şarap şişesini bunun kafasına geçirme planları içinde de hanımı araya girip adamı sakinleştirmeye çalışıyor.

Bir yanı namus kumkuması diğer yanı seks düşkünü kız 


Garanti kızların anasının aklına uyan ahali havuz başında güneşlenmeye çıkıyor. Anais ve çevresinin aşırı uyumsuzluğu en iyi bu sahnede görülüyor. Çünkü film boyunca Anais ailesinden ve çevresinden kopukluğuyla bas bas bağırıyor. Sıska ablası ve 36 beden anasının aksine bıngıl bıngıl takılan Anais, ailesinin tamamının aksine güneşlenmekten hoşlanmaz. Sürekli suya girer, yeşil başlı gövel ördek gibi havuzda takılan Anais'in cinsellik konusunda da ablasından faklı düşünceleri vardır. Ablası kendisini seven birisiyle, o sevmeyen birisiyle birlikte olmak ister. Böylece kendisini gerçekten seven bir erkeği ilk görüşte tanıyacağını düşünür. Fakat Anais bir yandan da bakire olmak ister. ( Kız Şahan’ın Dişi Yakarış skecindeki üç çocuğu olan ama aynı zamanda bakire de olan Nevriye Budak’ın çocukluğu mu acaba? ) Kızın bir yanı sevgili arayışı içindeyken diğer yanı da Yeşilçam melodramlarının eksik olmayan öğesi teliyle duvağıyla, beyazlar içinde, sevdiği erkeğin olmak isteyen saf genç kızdır. Ablasını erkeklerle çabuk münasebete girdiği için basit ve aptal bulur. Ama havuzda bir yandan iskelenin ayağına öbür yandan havuzun demirliğine erkekmiş gibi sarılıp femme fatalmışçasına öpüşür. Yani en başından beri Anais’in istediği ablası gibi bir kız olmaktır. Onun gibi ince, onun gibi güzel, onun gibi erkeklerin dikkatini çekecek bir kız olma isteği ablasına olan nefretinin tek sebebidir.

Sürekli avına odaklanan timsah bakışlarıyla dolanan kötü adam


Öte yandan Yeşilçam züppesinin filmdeki ayağı olan Fernando her karede niyetini daha fazla belli etmektedir. Fakat anasının kızı Elana güneşlenmekten çocuğun niyetini bir türlü göremez. Çocuk havuz başında bile hormonlarını düşünerek bikinili sevgilisini röntler. Çünkü Fernando aptal değildir, hukuk okuyan Fernardo reşit olmayan bir kızla cinsel ilişkiye girmenin hukuk sisteminde mabadından kan aldıracak yaptırımları olduğunun farkındadır. On altısındaki Elena’yla ilişkiye girerse başına geleceklerden onu avukat babasının bile kurtaramayacağını bilir. Zaten yaz okulunda bütünlemeyle ders vermeye bile kızacak kadar disiplinli bir babaya sahip olan Fernando’nun zekası hukuk gibi bir bölümde kalmadan ders vermesinden belli. Yani zavallı Elena’nın bu kurnaz tilki karşısında hiç şansı olmadığını daha en başından bilir izleyici.

Bir kötü yola düşüş belirtisi olarak ruj sürme


İtalyan usulü Önder Somer’in ağına düşmesi an meselesi olan Elena gecenin körü makyaja başlayınca izleyici Önder Somer ve ağının yakınlarda olduğunu anlar. Tam o sırada Fernando balkon kapısını çalar. Köşeyi Dönen Adam’ın Şükran’ı kadar yaratıcı olmasa da Elena da sevgilisini ailesine duyurmadan eve alır. 


Yalnız ailesini de tebrik etmek lazım, kızların gece dışarı çıkmasına izin yok. Hatta yalnız başlarına gündüz dışarı çıkmalarına bile izin yok ama on altılık çocuk odasına sevgilisini alıyor hem de iki defa ama ne anasının ne babasının haberi olmuyor. Kış uykusuna mı yatıyorlar anlamadım ki? Fernando Elena’yı ilişkiye ikna etmek için bayağı dil döküyor, hatta bir ara beni sevmiyor musun tribi bile atıyor. Ama Elena’nın anası babası en ufak bir ses duyup da kızların odasını basmıyor.

Gözler kalbin aynasıdır şarkı sözümüze nazire yapan bakış açıları


Fernando ne kadar dil dökerse döksün izleyici onun Elena’ya olan hislerinin aşk olmadığını çok iyi anlıyor. Tek amacı kızla ilişkiye girebilmek, bir kere gözlerine bile bakmıyor kızın. Yeşilçam’ın kibar kötü adamı Önder bey gibi gözleri hep başka yerde, hatta Önder’in bile kibarlıktan arada bir ağına düşüreceği kızın gözüne baktığını görürsünüz. Ama Fernando bu konuda cidden odun, kızın yüzünde bile baktığı tek yer dudakları. Bu kadar da abazan olunmaz ki Fernando, Avrupa’da yaygın bir inanış olan İtalyan erkekler romantiktir söylentisinin arkasına yaslanmışsın. Ama bildiğin aç kurt gibi dolanıyorsun, sanki hukuk değil de makine mühendisliği okuyor gibisin. Şu filme Türkçe dublaj yapsak kimse senin İtalyan olduğunu düşünmez. Eli yüzü düzgün bir Anadolu çocuğunun liseli sevgilisine ilişkiye girmek için dil döktüğünü düşünür.


Sevgilisinin eski sevgililerinin çetelesini tutan genç kız


Elena’nın da hiç Elenalık bir durumu yok, o da bildiğin liseli Serap. Yahu neredeyse “ Ben ilk sevgilin miyim canısı?” diye soracakmış çocuğa. Ama film daha Fransız filmi olsun diye “ Ben yattığın ilk kız değilim değil mi?” diye soruyor. Allah’tan Fernando bu konuda da net ve doğru cevap veriyor. Kızım sen tatilde kız düşürmek için gittiği ülkenin dilini öğrenecek kadar abartmış birinin bakir olacağını filan mı düşünüyorsun? Onun Roma’da bile birbirinden habersiz üç beş sevgilisi vardır.

Erkeğin diline pelesenk olan senden öncekiler gelip geçiciydi aşkım klişesi


Evet, Fernando şimdide yüz yılın klişeleri içinde ilk üçe girecek klişeyi söyler. Senden öncekilerin ne önemi var? Sen benim tek aşkımsın, onlar geçiciydi. Çocuğa beş dakika bakınca sizin de gözünüzün önüne Pervin Par’ı acımasızca kandırmaya çalışan sinsi bir Önder Somer gelmiyor mu? Yahu bu Fernando’nun soy ağacına yanlışlıkla bir Türk filan mı karışmış, yoksa üste belirttiğim klişe cümle tüm Akdeniz ülkelerine mal olmuş bir klişe mi?


Bakınız üstteki resimde aynı klişe sözü salon çapkını Önder de ağına düşüreceği saf kızceğize söylemiyorsa ben de evdeki Yeşilçam izleyicisi diplomamı yırtarım.

Gizli gizli cima yapan çiftleri dikizleyen meraklı 


Öte yandan tombalak Anais’imiz de uyumamış ablasıyla Fernando’yu röntlüyor. Kendisini sevmeyen bir sevgili bulup, aşkın nasıl olmayacağını öğrenmek yerine Fernando’nun ilişkiye girebilmek için ablasına sıraladığı yalanları dinlese kızcağız genç yaşında aşk profesörü olur. Bak kızım ileride karşına ilişkiye girebilmek için bu kadar dil döken bir lavuk çıkarsa bil ki o seni sevmiyordur, sakın sözlerine kanma. Gitsin tuvalette peçetelerle takılsın zevat, bir de Shakespeare karakterleri gibi şatafatlı aşk lafları ediyor züppe.

 Yeşilçam esas kızının olmazsa olmaz repliği ben senin bildiğiniz kızlara benzemem


Fernando Yeşilçam züppesine bağlarda Elena geri durur mu? O da hemen sert esas kıza bağlayıp “Ben sizin bildiğiniz kızlardan değilim!” diye triplere girer. Ve bu tribi atan kız bir Ayşe bir Cansu değil Elena. Namı uluslararası camiada kolay kız olarak anılan Fransız kızlarına mensup Elena. Kendisini kağıt mendil gibi kullanma derdinde olan sevgilisine cinsel ilişkiyi basitlik olarak algıladığını söylüyor. Hani şu kız ülkemizde yaşasa Kezban da Kezban diye sosyal medya ortamlarında eziklenir. Acaba bize yabancılar bizden farklı diye anlatılan her şey bir masaldan mı ibaretti. Yoksa insan cidden Haldun Taner’in dediği gibi aynı kumaştan mı yapılma? Film insanları çeşitli felsefik düşüncelere, sosyolojik yorumlamalara itmiyor değil. Anam 2001 Fransız sineması 60’ların Yeşilçam’ına bağlamış, Fransızlarla Türklerin insan olmak dışında bir benzerliği mi varmış? Diyesi geliyor insanın.


Filiz de karşısına geçip “Filiz sevişelim mi?” diyen kötü adama az çemkirmedi “Ben sizin bildiğiniz kızlardan değilim!” diye. Hani sadece biz bilinen o  basit kızlardan değildik, yıllarca bizi kandırdın mı Yeşilçam? Fransızlar da mı bizim bildiğimiz kızlardan değilmiş? Kısa süreli bir beyin humması yaşatan filmde ilerleyen sahneler klişe konusunda daha da şoka sokuyor.

Sevgiliyle ilişkiye girmek için mezhebi genişlik sınırlarını zorlayıp "Aşık olan iki kişinin sevişmesinde ne zarar var?" diye duygu sömürüsüne giren erkek modeli 


Eğer kız inatçı çıkarsa en bilindik taktik olan beni sevmiyorsun duygu sömürüsüne gitmeyi deniyor Fernardo. Aşağı yukarı aynı coğrafyanın insanı olan Akdenizlileri gram tanıyorsam ikna için kıza döktüğü dilin tam tersi düşünce yapısına sahiptirler. Fernardo bey ve ülkemizdeki yansımaları kız arkadaşıyla ilişkiye girmek için en modern düşünce yapısına sahipmiş gibi kıza dil dökerken arkadaş ortamında cinsel ilişkiden vermek, ilişkiye girdiği kızdan yollu diye bahseden tiplerdir. Kıza sürekli beni sevmiyorsun, sevsen kendini benden uzak tutmazdın. Bir birini seven iki gencin beraber olmasında ne sakınca olabilir ki? Gibi klişeleri sıralarlar.


Fernardo odaya geldiği ilk andan beri yatağa atma derdinde olduğu Elena’ya aşktan bahseder, ben seni seviyorum senin de beni istediğini sanmıştım diye dil döker.  Amacına ulaşmak için on altılık kızın deneyimsizliğinden faydalanmaya çalışır. “Birçok erkek karşısındaki kızın bakire olduğunu duyunca korkar, geri çekilir ama ben sana tamamen sahip olmak istiyorum. Çünkü seni seviyorum!” der Elena’ya. Bu sözlerin Yeşilçam’daki evlilik vaadiyle kandırmaktan farkı yoktur. Tıpkı Yeşilçam’ın tatlı dilli, mavi gözlü yakışıklısı Önder Somer gibi saf kızı kağıt mendil gibi kullanmayı içerir bu sözler.

Aşkı bahane ederek amacına ulaşma girişimleri


Yahu iki karakter birbirlerine o kadar benziyor ki Fernardo, Önder’e babalık davası açsa kazanır. Çünkü tıpkı Fernardo da Önder gibi kutsal amacı uğruna her türlü yalanı söylemekten çekinmez. Yakışıklılığı sayesinde etkisi altına aldığı genç kızın zaten aşktan uçup giden aklını iyice bulandırır. Bir sevişme uğruna Elena’ya aşkta aşk diye diretip bir şiir okumadığı kalan Fernardo, ne hikmetse beş dakika sonra “Eğer derdin bekaretse, bekaretini bozmadan da ilişkiye girebiliriz!” diye ağız değiştirebiliyor. Kadının canını acıttığı için dinen yasak olan ters ilişkiyi bile aşkın kanıtıymış gibi yutturmaya çalışıyor Elena’ya. Tıpkı Önder’in pembe panjurlu yuva masalıyla temiz ev kızını yatağa attığı gibi Fernardo da aşkımız da aşkımız diye reşit olmayan kızla beraber olmak istiyor.

Ağına düşürdüğü kızı hunharca kullanma


Fernardo, tatil bitimine kadar tatlı diliyle kandırdığı Elena’yla istediğini yapacağına emindir. Tıpkı Yeşilçam’dan üstadı Önder gibi kızı denize nazır yerlerde gezmelere götürür. Tenhalarda öpe öpe bir kaldığı güzel Elena’dan tatil bitimine kadar ne kaparsa kardır. Onlar sahilde cilveleşirken Anais’te ötede kumda filan oynar.

Kesinlikle bir kurt kadar kurnaz kötü adam ve kırmızı başlıklı kız saflığında masum genç kız


Aşk masallarıyla kandırılan Elena saflık sınırlarını Yeşilçam’ın temiz ev kızları gibi zorlar. Gülüşünden çakallık akan Fernando’nun aşkı sürekli cinsel ilişkiye getirmesinden bir türlü şüpheye düşmeyen Elena, ilk seferde ilişkiye giremediği için bile kendini suçlar. O sırada bacısı Anais bir yerlerde tıkınırken anası da havuz başında sigara içerek güneşlenmektedir. Babası olacak işkolikte ortaklar işi batıracak diye tatilini yarıda kesip işine geri dönme derdindedir. Genelde Önder’in ağına düşüreceği saf ve temiz genç kızın da bu tip ailevi sorunları olur. Ya maddi durumu kötüdür, ya ebeveynlerinden biri hastadır ya da psikopat ağabeylerinden çok çekmektedir. Yani kızları bu yalı çapkınlarının zalım pençelerine iten çevresel sorunları Yeşilçam’da da modern Fransız sinemasında da vardır.

Pembe panjurlu yuvayla kandırılan saf kız kötü emellere alet edilir


Yeşilçam’ın asla değişmeyen, değişmesi de mümkün görünmeyen en önemli klişesiyse pembe panjurlu yuva vaadiyle iğfal edilen saf genç kızdır. Önder Somer’in başını çektiği, zengin ve yakışıklı salon beyefendisi tarafından gönül eğlendirmek için seçilen güzel olduğu kadar da saf genç kızlar Yeşilçam kast sistemine göre kötü emellere alet edilmeye mahkumdur. Elena da bu genç kızlar kadar olmasa da gençliğinin getirdiği tecrübesizlikle Fernando’nun yalanlarına inanır. Anasının mücevher kutusundan yürüttüğü bir yüzüğü bu bizim nişan yüzüğümüz olsun aşkım diye eline veren Fernando’ya kanar. Genç Elena opal mor bir yüzüğe Fernando’nun onu gördüğü ilk andan beri istediği şeyi verir. 

Zengin züppenin koket anası ev basar


Fernando, Elena’yı kandırmak için Yeşilçam klişesi tarzı dil dökerken, kızı inandırmak için anası üzerine bile yemin etmiştir. Ben o sahneyi görünce ay bunların annelerine olan bağları bile Yeşilçamvari demiştim. Filmin sonuna doğru Fernando’nun anası bir yüzük için “ Opal yüzüğüm de değerli yüzüğüm de!” diye ev basınca Fernando’nun o yemini Gollum’dan beter yüzük sevdalısı anasından kurtulmak için ettiğini anladım. Kadın Korkusuz Korkak filminin sevimsiz ev sahibi Bedia hanım iticiliğiyle ev basıp, ne olduğunu anlamayan kızların anasına da kibarca laf sokuyor. Oğlum değerli yüzüğümü kızınıza vermiş artık senin kızın ne yaptıysa oğluşuma moduna giren koket, resmen üstü kapalı senin yelloz kızın oğlumu baştan çıkarıp yüzüğümün üstüne kondu demeye getiriyor. Bu anne modelinin hangi ülke sinemasında yaygın olarak görüldüğünü bilmek için alim olmaya gerek yok. Yalnız kızların anası da girdiği şoktan mıdır nedir “Benim kocam yapmaz!” moduna giren yurdum kadını gibi “Benim kızım öyle bir şey yapmaz!” moduna girip garip anam, çilekeş anama bağladı.

Yaşadığı ilişkinin bedelini genç kızın ödemesi


Artık Avrupa sineması da Yeşilçam gibi bönlük düşmanı olduğundan mıdır nedir, kurnaz erkek karakter her şekilde paçayı yırtarken abiden dayak yemek, aileden azar işitmek hep saf genç kıza kalır. Önder’in ağına düşüp, iğfal edilen saf ve temiz genç kızımız Yeşilçam’da ağabey dayağı yemekten mahalle baskısına maruz kalmaya kadar her çileyi çeker. A Ma Soeur’da ise kurnaz erkek arkadaşı tarafından nişan yüzüğüyle kandırılan Elena bekaretini kaybedince önce anası olacak tiryaki tarafından fırçalanır. İnsanı gerçekten hayrete düşüren vaka ise babasının kızını bekaret kontrolüne götürecek olmasıdır. Yahu ne bekareti sayın yönetmen, 21. Yüzyılda Avrupa’da bekaret kontrolü mü kaldı? Şok olmuş bir biçimde Yeşilçam’ın ilk göç temasını işleyen filmi, Gurbet Kuşları’nda, evin küçük kızı Fatma’nın hikayesiyle iç içe geçen Elena’nın hikayesini izlerken bulursunuz kendinizi. “Ne alakası var bacım, üç beş klişe bulmuşsun diye Fransız filmi A Ma Soeur’u Yeşilçam filmi Gurbet Kuşları’na nasıl benzetiyorsun?” diyebilirsiniz. Ama Elena ve Fatma’nın hikayesini bir birine bağlayan şey zengin züppe tarafından kandırılıp bekaretlerinin bozulması değil. İkiliye sinema evreninde paralel hayatı yaşatan şey kızların sonu. Şöyle ki Gurbet Kuşları filminde Fatma, mahallenin yollusu Mualla tarafından göz hapsine alınır. Mualla, zengin beylerin parti ortamlarına parti kızı düşüren birisidir. Genç, güzel ve Anadolu’dan büyük şehre ilk defa gelen, gözü açılmamış Fatma tam onun aradığı kızdır. Orhan ise Mualla’nın kız götürdüğü partilere giden çapkın bir züppe. Fatma’yı ilk görüşte gözüne kestiren Orhan, diğer arkadaşları gibi gözü açılmamış kızın üzerine gitmez. Kızı onu sevdiğine inandırmak için ince işleyip sık dokuyan Orhan, Fatma’yı kendine aşık edince beklediği anın geldiğini düşünür. Ve kızı elinden tutup ailesinin kışlık köşküne götürür, mevsim yaz olduğu için köşke bakan kahya dışında evde kimse yoktur. Kıza pembe panjurlu ev masalları anlatan Orhan, zaten çocuk ruhlu olan Fatma ile koca köşkte kovalamaca oynar. Ama izleyici Orhan’ın kızı oraya oyun oynamaya getirmediğini bilir, uzun sözün kısası evlilik vaadiyle kandırılan Fatma bekaretini kaybedince ağabeylerinin korkusuna evden kaçıp kötü yola düşer. Ağabeyleri Selim’le Murat’ta İstanbul kazan onlar kepçe kardeşleri Fatma’yı arar. Niyetleri kardeşlerini öldürmektir ama Fatma onlardan önce davranıp köşeye sıkışınca intihar etmeyi seçer. Yani kız ne kadar intihar etse de onu öldüren kız ölünce pişmanlıktan birbirini döven ağabeyleridir.


Elena’nın hikayesine ise yukarıda değinmiştim. Fatma’nın sonunun başlangıcı Orhan’la, Elena’nın sonunun başlangıcı ise Fernardo ile tanışınca oldu. Elena’nın bekaretini kaybettiğini öğrenen aile kızı muayene ettirmek için tatili yarıda kesip eve dönüş yoluna çıkar.  Mola yerinde karşılarına çıkan eli baltalı, Fatih Akın kılıklı bir adam tarafından saldırıya uğrayan aileden Elena kafasına yediği balta yüzünden ölür. Eli baltalı adam önce anneye tecavüze yeltenir ama kadın direnince onu da boğarak öldürür, adamdan kaçmaya çalışan Anais ise ormanda adamın tecavüzüne uğrar.


Daha doğrusu biz ailenin yok ediliş kısmını Anais’in gözlerinden izledik. Fakat filmi dikkatle izlersek ablası ve annesini öldüren kişinin eli baltalı bir manyak değil de Anais olduğunu anlarız. Şöyle ki yazımda da değindiğim gibi Anais film boyunca ablası tarafından rencide edilir, kıza öz ablası uyuz it gibi davranır. Anası olacak seksi desen güneşlenmek ve sigara içmekten arta kalan vaktinde şişman kızının yediğine içtiğine laf eder. Kız havuz çıkışı annesinin güneş kremini alır ve kadın almadan önce izin alır mısın diye kızını tersler. Yunan tanrıçası gibi güzel bir ablaya sahip olan Anais, ablası cinsel ilişkiye girdiğinde bile kıskançlıktan ağlar. Ablası ve Fernardo sevişti diye dayağı bile Anais yer. Her ne kadar ablasından nefrette etse onu bir yanıyla kendisine benzeten Anais, Elena’ya bir yanıyla da sıkı sıkıya bağlıdır. Ve eve dönüş yolunda annesinden nefret ettiğini, onun ölmesini istediğini söyleyen Elena, Feranando’ya inanıp onunla birlikte oldu diye kendine de kızgındır. Yani Anais’in takıntılı, aşağılanmış beynine ölüm sinyalleri gönderir. Filmin sonunda anneyi ve ablayı yok eden eli baltalı, Fatih Akın tipli adam aslında Anais’tir. En başında da söylediğim gibi Anais ebat olarak fotosentez yapan anası ve kahveyle beslenen bacısının toplamından daha fazladır. Arabadan çıkıp bir baltayla arabanın camını kırması, uyuyan ablasını ve yaşananlardan sonra tükenmişlik sendromuna yakalanan anasını öldürmesi çok da zor olmamıştır.


Yani kızların ikisini de sona götüren yanlış erkek tercihi olsa da hayatlarını sonlandıran kardeşleri olmuştur. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder