Türkçeye Kız Kardeşim adıyla çevrilen 2001 yapımı A Ma Soeur
fiziksel görünüş olarak birbirine hiç benzemeyen iki kız kardeşin arasındaki
karmaşık ilişkiye odaklanıyor. Kızlar birbirinden nefret mi ediyor, çirkin olan
kardeş güzel ablayı kıskanıyor mu yoksa film her şeye rağmen iki kardeşin
sevgisine mi odaklanıyor? Belki de film tüm hepsini harmanlayayım demiş. Ben
filme Slavoj Zizek misali açıklama getirmeyeceğim. Meraklısı açıp izleyebilir,
benim değineceğim nokta 2001 yapımı filmin bildiğin Yeşilçam klişelerinden
besleniyor olması.
Yani öyle böyle klişe değil sayın sinemaseverler, filmde bi
masum ev kızını zengin züppelere peşkeş çekmek için içkili partiye götürüp,
partide zavallı kıza zorla içki içiren yollu abla yok. Her an filmin bir
köşesinden meşhur koşusunu yaparak fırlayan Hülya Koçyiğit’in karşısındaki kötü
adama ağlayarak “Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla…” diye bağıracağını
sanıyorsunuz. Okurken bu ne biçim Fransız filmi kardeş yönetmen Fransız
numarası yapan Türk olmasın diye derin düşüncelere dalabilirsiniz.
Ama yok kardeşim, yok. Kadın bildiğin Fransız filmleri çeken Fransız
bir yönetmen. Acaba kadın bunalımlı bir anında televizyon karıştırırken
alıcılarına Türk kanalı karışmışta Catherine hanım da “Ay ne farklı bir film!”
diye rast geldiği Önder Somer’li Hülya Koçyiğit’li bir filmi mi izlemiş diye
düşünmeden edemiyor insan. Yazının başında Yeşilçam klişeleri barındırıyor dedim
diye filmi atmışlar melodramı sanmayın, A Ma Soeur bilinen tüm Fransız filmi
klişelerini de barındırıyor. Fransız filmlerinin olmazsa olmazı olan çıplaklık
A Ma Soeur’da da mevcut, hem de fazlasıyla. Hatta o kadar fazla ki film
Kanada’da çocuk pornosu diye yasaklanmış. Çünkü filmin başrollerinden biri olan
Anais karakterini canlandıran oyuncu film çekilirken henüz on dört yaşındaymış.
Yani bayağı sansasyonel bir filmle de karşı karşıyayız. Filmin Yeşilçam’ı
aratmayan klişelerine sırayla değinerek çözümlemesini yapmayı planlıyorum.
İnsanın aklına öz mü sorusunu getiren kardeşler
Filmi izleyen herkesin aklında olan soru, bunlar ne biçim
kardeş yahu? Evet, sokakta görsek kardeş olduğunu düşünmeyeceğimiz bir ikiliyle
karşı karşıyayız. Ama bu tip birbirine benzemeyen kardeşlerle gerçek hayatta da
karşı karşıya geliyoruz.
Ünlü oyunca Ingrid Bergman ve İtalyan yönetmen Roberto
Rossellini’nin ikizleri de birbirine pek benzemeyen kardeşlere örnek. Yani
filmin kastsal sorunu birbirine pek benzemeyen kardeşler değil. Zaten biraz
dikkat ederseniz en azından saç ve göz rengi olarak uyumlu olan kardeşler pek
göze batmıyor. Sadece kızlardan birisi Yunan tanrıçası kadar güzelken diğerinin
çirkin daha doğrusu obez olması göze batıyor. Bence asıl kast sorunu resimde
görülen ebeveynlerden Elena ve Anais gibi çocukların doğabileceğini düşünmek.
Yahu hiç mi biyoloji dersi görmediniz sayın kast, ya da
derste mi uyudunuz? Şu ikilinin Selanik göçmeni gibi çocuğu mu olur? Filmde
anne karakteriyle karşılaştığınız ilk sahnede kadının köken olarak Fas, Cezayir
ya da Mısırlı olduğunu düşünüyorsunuz. Araştırdım, Mısırlıymış. Orijinal
hayattaki eşi de filmdeki eşi gibi bir tip ve ikilinin çocuğunun tabi ki de
üstteki Selanik göçmeni gibi kızlarla alakası yok. Film kast konusunda da
Yeşilçam’ımızın efsane kastını aratmıyor. Biz de az alışkın değiliz kumral bir
ikili olan Kartal Tibet ve Hülya Koçyiğit'in Kinder çikilotalarının
reklam yüzü gibi duran Ömerciğin ebeveynleri olduğuna.
Elena ve Anais’in hikayesine geri dönecek olursak. İkilinin
zıtlığını yönetmen film boyunca gözümüze sokar durur. Anais sürekli güzel
ablasını kıskanır, giyeceği elbise konusunda bile ona özenir. Hatta Elena’nın
bir diyaloğu kardeşinin abartılmış taklitçiliği üzerinedir. “Sen yakında benim
sevgilime de göz dikersin!” diye çemkiriyordu güzel Elana şişko bacısına. Ben o
diyalogdan Ananis’in ablasının sevgilisinden gizliden gizliye hoşlandığını bile
düşünmüştüm. Ama kızın ablasına olan kıskançlığı bu kadar basit değil. İkili
arasında tuhaf bir kardeşlik bağı var. Birbirlerini seviyorlar mı yoksa nefret
mi ediyorlar net belli değil, belki de senaryoya sanatsallık katan şey bu
bilinmemezlik.
Çocuklarıyla ilgisiz zengin ebeveyn çıkmazı
Elena ve Anais yaz tatilini geçirmek için ailesiyle beraber
yazlığa gider. Fakat ne işkolik babası ne de baca gibi sigara tüttüren, boş
zamanlarında da havuz başında güneşlenen anası kızlarla doğru düzgün
ilgilenmez. Elena ve Anais tek başlarına dışarı çıkamadıkları için de
istemeseler de dışarı çıkabilmek için yapışık ikiz gibi beraber takılırlar.
Elana’nın kardeşi Anais’e karşı tavırları başlarda sizi sinir eder. Kardeşine
karşı bayağı gaddarca sözleri vardır. Kiloları yüzünden rencide ettiği
yetmiyormuş gibi bir de sofrada herkesin içinde tombiş bacısına “Domuz gibi
yiyip midemi bulandırıyorsun!” diye fırça atar. Anası önce Elena’ya karşı
Anais’in aşırı kilolarını “Ama kızım, biliyorsun ki kardeşinin durumu hormonal.
Bu yüzden kilo alıyor!” diye savunur sanırsınız. Ama filmin ilerleyen
kısımlarında o da kızının kilolarına karşı laf eder, herkesin içinde kızına
şişko denmesini hazmedemedi zahir haspam. Malum kendisi iki çocuk doğurmasına
rağmen hala 36 beden bir seksi olduğu için kızlarından birinin duba gibi
olmasını gururuna yediremiyor olsa gerek. Havuz başında uzanıp bronzlaşmaya
çalışacağına şu çocuğu bir doktora götür hanım, yavrucak bu yaşında yağ
bağlamış. Kamu spotunu da verdiğimize göre filmi tahlile devam edelim.
Kardeş kardeşi bıçaklar dönüp yine kucaklar tarzı kardeşlik
anlayışı
Aslında filmi dikkatle izlerseniz Elena ve Anais’in
birbirlerinden başka sığınacakları kimse de yoktur. Baba işkoliklikten tatilin
yarısında karısını kızını yazlıkta bırakıp işinin başına koşar, ana elde sigara
havuz başında güneşlenir. Elena ve Anais’te kavga edip dursalar da gece gene
birbirlerine sarılıp yatarlar. Kızlar kardeş kardeşi bıçaklar dönüp yine
kucaklar atasözümüzü matto edinen tarzda bir kardeşlik sürdürmektedirler. Ta ki
çapkın bir İtalyan olan Fernando ile yolları kesişene kadar.
Yemek yemek için bir mekana giren Elena ve Anais yer bulamaz,
yanı boş olan genç bir delikanlı da kızlara yanına oturabileceklerini söyler. Yalnız
çocuğun yüzüne bakan ortalama bir Yeşilçam seyircisi o gözlerde sinsi bir Önder
Somer gülüşü görür. Fakat gözü yemekten başka bir şey görmeyen Anais ve zayıf
kalayım diye beyni bile erimiş Elena sinsi Fernando’dan hiç işkillenmez.
Anais’te yemek yiyecek bir yer olsun da neresi olursa olsun diye Feranado’nun
yanına oturur. Elena ise kardeşini tanımadıklarının yanına oturulmaz diye
azarlar, fakat kızı kaldırıp çocuğun yanına kendisi yerleşir. Anais bu duruma
pek alınmaz çünkü onun aklında sadece yemekler vardır. Fernando, Elena’ya iş
atmak için size bir şey ısmarlayayım dediğinde kırk beş kiloluk ablası kibarlık
uğruna kahve isterken tombik Anais’imiz muzlu tatlı ister.
Filmdeki tek işlevi yemek yemekmiş gibi duran aşırı tombul
karakter
Yalnız kız cidden yemeğin hakkını vererek yiyor. Kapıcılar
Kralı’ndaki dedikoducu Makbule hanımın, filmdeki tek işlevi yemek yemek olan kızıyla
beraber sinema tarihinin en iştahlı karakteri olmayı başarıyor. Bu konuda
cidden tebrik edilesi, film boyunca anası ve ablasının iki misli yemek
yemiştir. Zaten anasıyla ablasını üst üste koyup sırtında taşıyabilecek bir
cüsseye sahip. Ne kadar azar işitirse işitsin vazgeçemeyeceği tek şey yemek bu
kızın. Tabi Anais yemekleri gömerken ablası da Fernando’yla işi pişiriyor.
Masum genç kızı ağına düşürmeye çalışan zengin züppe
Önder Somer’i tercih etme sebebim Yeşilçam’ın kaliteli ve
yakışıklı kötü adamı olması. Çünkü Önder bey diğer Yeşilçam kötülerine oranla
eğitimli, zengin ve yakışıklı olmasıyla bilinir. O asla masum genç kızlara
zorla sahip olmaz, yakışıklılığını, tatlı dilini ve üzerinde bol miktarda
bulunan şeytan tüyünü kullanır. Fernando da tıpkı Önder beyin İtalyan versiyonu
gibidir, hatta adamın Önder’in İtalya’daki yansıması olması kuvvetle
muhtemeldir. Çünkü Fernando da Önder gibi zengindir, eğitim almaktadır ve
yakışıklıdır. Liseli Elena’yı ilk gördüğünde ağına odaklanan Önder Somer bakışı
atar. Bunu izleyici olarak biz görürüz ama genç ve tecrübesiz liseli Elena
göremez. Obur bacısı bile “Yahu bu İtalyan dediğin tek kelimeyi anlamıyor,
kibarlıktan anlıyormuş gibi yapıyor!” diye ablasından daha zeki olduğunu
gösterir. Çünkü Fernando’nun onları daha doğrusu Elena’yı ilk gördüğünden beri
aklında olan tek bir şey vardır. Ve onu elde etmek için elinden geleni yapar.
Adam tatilde Fransa’da Fransız kız düşüreyim diye Fransızca bile öğrenmiş.
Kızsak da azminden dolayı kendisini tebrik etmek gerekiyor, adam donanımlı
gelmiş.
Bir saf kız ağa düşürücüsü olarak spor araba
Kafe çıkışı yeni tanıştığı gençle şehir turuna çıkan Elena
rahatlığı da uluslararası camia literatüründe Fransız kızı rahatlığının
yansıması olsa gerek. Tombalak bacısı Anais yemekten sonra Fernardo onları eve
bırakacak sanırken bunlar bizim toparlağı bırakıp şehir turuna çıktılar. Bir de
garibim Anais ablası olmadan eve giremeyeceği için saatlerce kapıda ablasının
gelmesini bekledi.
Kızının sevgilisine ecel terleri döktüren otoriter baba
Elena Fernando’yu ailesiyle tanıştırmaya karar verir, burada
bir Fransız rahatlığı mı var ne dersiniz. Sonuçta Yeşilçam’da baba, sevgiliyle
değil izdivaç düşünülen gençle tanıştırılır, o da babadan onay istemek için.
Fakat kızların babasının yemek sırasında Fransız şarabını yudumlarken bir
yandan da Fernando’yu Hüsnü komiserin kızı Zeliha’nın Boğaziçili sevgilisini
sorguya çektiği gibi sorguya çekmesi adamın hiçte tipik Fransız babası
olmadığının bir göstergesidir. Fakat Fernando da az değil, biz aileden
hukukçuyuz, babam ticaret hukuku okumamı istiyor diye yedi sülalesini övdükten
sonra ama ben bir taraftan da idealistim diye böbürleniyor. Hayır, sanki
uluslararası tıp okuyor da bir iki yıl Afrika’daki çocuklara aşı kampanyasında
görev yapacak sanırsın. O sırada kızların babası garanti şarap şişesini bunun
kafasına geçirme planları içinde de hanımı araya girip adamı sakinleştirmeye
çalışıyor.
Bir yanı namus kumkuması diğer yanı seks düşkünü kız
Garanti kızların anasının aklına uyan ahali havuz başında
güneşlenmeye çıkıyor. Anais ve çevresinin aşırı uyumsuzluğu en iyi bu sahnede
görülüyor. Çünkü film boyunca Anais ailesinden ve çevresinden kopukluğuyla bas
bas bağırıyor. Sıska ablası ve 36 beden anasının aksine bıngıl bıngıl takılan Anais,
ailesinin tamamının aksine güneşlenmekten hoşlanmaz. Sürekli suya girer, yeşil başlı gövel ördek gibi havuzda takılan Anais'in cinsellik konusunda da ablasından faklı düşünceleri vardır. Ablası kendisini
seven birisiyle, o sevmeyen birisiyle birlikte olmak ister. Böylece kendisini
gerçekten seven bir erkeği ilk görüşte tanıyacağını düşünür. Fakat Anais bir
yandan da bakire olmak ister. ( Kız Şahan’ın Dişi Yakarış skecindeki üç çocuğu
olan ama aynı zamanda bakire de olan Nevriye Budak’ın çocukluğu mu acaba? ) Kızın
bir yanı sevgili arayışı içindeyken diğer yanı da Yeşilçam melodramlarının
eksik olmayan öğesi teliyle duvağıyla, beyazlar içinde, sevdiği erkeğin olmak
isteyen saf genç kızdır. Ablasını erkeklerle çabuk münasebete girdiği için
basit ve aptal bulur. Ama havuzda bir yandan iskelenin ayağına öbür yandan
havuzun demirliğine erkekmiş gibi sarılıp femme fatalmışçasına öpüşür. Yani en
başından beri Anais’in istediği ablası gibi bir kız olmaktır. Onun gibi ince,
onun gibi güzel, onun gibi erkeklerin dikkatini çekecek bir kız olma isteği
ablasına olan nefretinin tek sebebidir.
Sürekli avına odaklanan timsah bakışlarıyla dolanan kötü adam
Öte yandan Yeşilçam züppesinin filmdeki ayağı olan Fernando
her karede niyetini daha fazla belli etmektedir. Fakat anasının kızı Elana
güneşlenmekten çocuğun niyetini bir türlü göremez. Çocuk havuz başında bile hormonlarını
düşünerek bikinili sevgilisini röntler. Çünkü Fernando aptal değildir, hukuk
okuyan Fernardo reşit olmayan bir kızla cinsel ilişkiye girmenin hukuk
sisteminde mabadından kan aldıracak yaptırımları olduğunun farkındadır. On
altısındaki Elena’yla ilişkiye girerse başına geleceklerden onu avukat
babasının bile kurtaramayacağını bilir. Zaten yaz okulunda bütünlemeyle ders
vermeye bile kızacak kadar disiplinli bir babaya sahip olan Fernando’nun zekası
hukuk gibi bir bölümde kalmadan ders vermesinden belli. Yani zavallı Elena’nın
bu kurnaz tilki karşısında hiç şansı olmadığını daha en başından bilir
izleyici.
Bir kötü yola düşüş belirtisi olarak ruj sürme
İtalyan usulü Önder Somer’in ağına düşmesi an meselesi olan
Elena gecenin körü makyaja başlayınca izleyici Önder Somer ve ağının yakınlarda
olduğunu anlar. Tam o sırada Fernando balkon kapısını çalar. Köşeyi Dönen
Adam’ın Şükran’ı kadar yaratıcı olmasa da Elena da sevgilisini ailesine
duyurmadan eve alır.
Yalnız ailesini de tebrik etmek lazım, kızların gece dışarı
çıkmasına izin yok. Hatta yalnız başlarına gündüz dışarı çıkmalarına bile izin
yok ama on altılık çocuk odasına sevgilisini alıyor hem de iki defa ama ne
anasının ne babasının haberi olmuyor. Kış uykusuna mı yatıyorlar anlamadım ki?
Fernando Elena’yı ilişkiye ikna etmek için bayağı dil döküyor, hatta bir ara
beni sevmiyor musun tribi bile atıyor. Ama Elena’nın anası babası en ufak bir
ses duyup da kızların odasını basmıyor.
Gözler kalbin aynasıdır şarkı sözümüze nazire yapan bakış
açıları
Fernando ne kadar dil dökerse döksün izleyici onun Elena’ya
olan hislerinin aşk olmadığını çok iyi anlıyor. Tek amacı kızla ilişkiye
girebilmek, bir kere gözlerine bile bakmıyor kızın. Yeşilçam’ın kibar kötü adamı
Önder bey gibi gözleri hep başka yerde, hatta Önder’in bile kibarlıktan arada
bir ağına düşüreceği kızın gözüne baktığını görürsünüz. Ama Fernando bu konuda
cidden odun, kızın yüzünde bile baktığı tek yer dudakları. Bu kadar da abazan
olunmaz ki Fernando, Avrupa’da yaygın bir inanış olan İtalyan erkekler
romantiktir söylentisinin arkasına yaslanmışsın. Ama bildiğin aç kurt gibi
dolanıyorsun, sanki hukuk değil de makine mühendisliği okuyor gibisin. Şu filme
Türkçe dublaj yapsak kimse senin İtalyan olduğunu düşünmez. Eli yüzü düzgün bir
Anadolu çocuğunun liseli sevgilisine ilişkiye girmek için dil döktüğünü
düşünür.
Sevgilisinin eski sevgililerinin çetelesini tutan genç kız
Elena’nın da hiç Elenalık bir durumu yok, o
da bildiğin liseli Serap. Yahu neredeyse “ Ben ilk sevgilin miyim canısı?” diye
soracakmış çocuğa. Ama film daha Fransız filmi olsun diye “ Ben yattığın ilk
kız değilim değil mi?” diye soruyor. Allah’tan Fernando bu konuda da net ve
doğru cevap veriyor. Kızım sen tatilde kız düşürmek için gittiği ülkenin dilini
öğrenecek kadar abartmış birinin bakir olacağını filan mı düşünüyorsun? Onun
Roma’da bile birbirinden habersiz üç beş sevgilisi vardır.
Erkeğin diline pelesenk olan senden öncekiler gelip geçiciydi
aşkım klişesi
Evet, Fernando şimdide yüz yılın klişeleri içinde ilk üçe
girecek klişeyi söyler. Senden öncekilerin ne önemi var? Sen benim tek
aşkımsın, onlar geçiciydi. Çocuğa beş dakika bakınca sizin de gözünüzün önüne
Pervin Par’ı acımasızca kandırmaya çalışan sinsi bir Önder Somer gelmiyor mu?
Yahu bu Fernando’nun soy ağacına yanlışlıkla bir Türk filan mı karışmış, yoksa
üste belirttiğim klişe cümle tüm Akdeniz ülkelerine mal olmuş bir klişe mi?
Bakınız üstteki resimde aynı klişe sözü salon çapkını Önder
de ağına düşüreceği saf kızceğize söylemiyorsa ben de evdeki Yeşilçam
izleyicisi diplomamı yırtarım.
Gizli gizli cima yapan çiftleri dikizleyen meraklı
Öte yandan tombalak Anais’imiz de uyumamış ablasıyla
Fernando’yu röntlüyor. Kendisini sevmeyen bir sevgili bulup, aşkın nasıl
olmayacağını öğrenmek yerine Fernando’nun ilişkiye girebilmek için ablasına
sıraladığı yalanları dinlese kızcağız genç yaşında aşk profesörü olur. Bak
kızım ileride karşına ilişkiye girebilmek için bu kadar dil döken bir lavuk
çıkarsa bil ki o seni sevmiyordur, sakın sözlerine kanma. Gitsin tuvalette
peçetelerle takılsın zevat, bir de Shakespeare karakterleri gibi şatafatlı aşk
lafları ediyor züppe.
Fernando Yeşilçam züppesine bağlarda Elena geri durur mu? O
da hemen sert esas kıza bağlayıp “Ben sizin bildiğiniz kızlardan değilim!” diye
triplere girer. Ve bu tribi atan kız bir Ayşe bir Cansu değil Elena. Namı
uluslararası camiada kolay kız olarak anılan Fransız kızlarına mensup Elena. Kendisini kağıt mendil gibi kullanma derdinde olan sevgilisine cinsel ilişkiyi
basitlik olarak algıladığını söylüyor. Hani şu kız ülkemizde yaşasa Kezban da
Kezban diye sosyal medya ortamlarında eziklenir. Acaba bize yabancılar bizden
farklı diye anlatılan her şey bir masaldan mı ibaretti. Yoksa insan cidden
Haldun Taner’in dediği gibi aynı kumaştan mı yapılma? Film insanları çeşitli
felsefik düşüncelere, sosyolojik yorumlamalara itmiyor değil. Anam 2001 Fransız
sineması 60’ların Yeşilçam’ına bağlamış, Fransızlarla Türklerin insan olmak
dışında bir benzerliği mi varmış? Diyesi geliyor insanın.
Filiz de karşısına geçip “Filiz sevişelim mi?” diyen kötü
adama az çemkirmedi “Ben sizin bildiğiniz kızlardan değilim!” diye. Hani sadece
biz bilinen o basit kızlardan değildik,
yıllarca bizi kandırdın mı Yeşilçam? Fransızlar da mı bizim bildiğimiz
kızlardan değilmiş? Kısa süreli bir beyin humması yaşatan filmde ilerleyen
sahneler klişe konusunda daha da şoka sokuyor.
Sevgiliyle ilişkiye girmek için mezhebi genişlik sınırlarını
zorlayıp "Aşık olan iki kişinin sevişmesinde ne zarar var?" diye duygu sömürüsüne
giren erkek modeli
Eğer kız inatçı çıkarsa en bilindik taktik olan beni
sevmiyorsun duygu sömürüsüne gitmeyi deniyor Fernardo. Aşağı yukarı aynı
coğrafyanın insanı olan Akdenizlileri gram tanıyorsam ikna için kıza döktüğü
dilin tam tersi düşünce yapısına sahiptirler. Fernardo bey ve ülkemizdeki
yansımaları kız arkadaşıyla ilişkiye girmek için en modern düşünce yapısına
sahipmiş gibi kıza dil dökerken arkadaş ortamında cinsel ilişkiden vermek,
ilişkiye girdiği kızdan yollu diye bahseden tiplerdir. Kıza sürekli beni
sevmiyorsun, sevsen kendini benden uzak tutmazdın. Bir birini seven iki gencin
beraber olmasında ne sakınca olabilir ki? Gibi klişeleri sıralarlar.
Fernardo odaya geldiği ilk andan beri yatağa atma derdinde
olduğu Elena’ya aşktan bahseder, ben seni seviyorum senin de beni istediğini
sanmıştım diye dil döker. Amacına
ulaşmak için on altılık kızın deneyimsizliğinden faydalanmaya çalışır. “Birçok
erkek karşısındaki kızın bakire olduğunu duyunca korkar, geri çekilir ama ben
sana tamamen sahip olmak istiyorum. Çünkü seni seviyorum!” der Elena’ya. Bu
sözlerin Yeşilçam’daki evlilik vaadiyle kandırmaktan farkı yoktur. Tıpkı Yeşilçam’ın
tatlı dilli, mavi gözlü yakışıklısı Önder Somer gibi saf kızı kağıt mendil gibi
kullanmayı içerir bu sözler.
Aşkı bahane ederek amacına ulaşma girişimleri
Yahu iki karakter birbirlerine o kadar benziyor ki Fernardo,
Önder’e babalık davası açsa kazanır. Çünkü tıpkı Fernardo da Önder gibi kutsal
amacı uğruna her türlü yalanı söylemekten çekinmez. Yakışıklılığı sayesinde
etkisi altına aldığı genç kızın zaten aşktan uçup giden aklını iyice
bulandırır. Bir sevişme uğruna Elena’ya aşkta aşk diye diretip bir şiir
okumadığı kalan Fernardo, ne hikmetse beş dakika sonra “Eğer derdin bekaretse,
bekaretini bozmadan da ilişkiye girebiliriz!” diye ağız değiştirebiliyor.
Kadının canını acıttığı için dinen yasak olan ters ilişkiyi bile aşkın
kanıtıymış gibi yutturmaya çalışıyor Elena’ya. Tıpkı Önder’in pembe panjurlu
yuva masalıyla temiz ev kızını yatağa attığı gibi Fernardo da aşkımız da
aşkımız diye reşit olmayan kızla beraber olmak istiyor.
Ağına düşürdüğü kızı hunharca kullanma
Fernardo, tatil bitimine kadar tatlı diliyle kandırdığı
Elena’yla istediğini yapacağına emindir. Tıpkı Yeşilçam’dan üstadı Önder gibi
kızı denize nazır yerlerde gezmelere götürür. Tenhalarda öpe öpe bir kaldığı
güzel Elena’dan tatil bitimine kadar ne kaparsa kardır. Onlar sahilde
cilveleşirken Anais’te ötede kumda filan oynar.
Kesinlikle bir kurt kadar kurnaz kötü adam ve kırmızı
başlıklı kız saflığında masum genç kız
Aşk masallarıyla kandırılan Elena saflık sınırlarını
Yeşilçam’ın temiz ev kızları gibi zorlar. Gülüşünden çakallık akan Fernando’nun
aşkı sürekli cinsel ilişkiye getirmesinden bir türlü şüpheye düşmeyen Elena,
ilk seferde ilişkiye giremediği için bile kendini suçlar. O sırada bacısı Anais
bir yerlerde tıkınırken anası da havuz başında sigara içerek güneşlenmektedir.
Babası olacak işkolikte ortaklar işi batıracak diye tatilini yarıda kesip işine
geri dönme derdindedir. Genelde Önder’in ağına düşüreceği saf ve temiz genç
kızın da bu tip ailevi sorunları olur. Ya maddi durumu kötüdür, ya
ebeveynlerinden biri hastadır ya da psikopat ağabeylerinden çok çekmektedir.
Yani kızları bu yalı çapkınlarının zalım pençelerine iten çevresel sorunları
Yeşilçam’da da modern Fransız sinemasında da vardır.
Pembe panjurlu yuvayla kandırılan saf kız kötü emellere alet
edilir
Yeşilçam’ın asla değişmeyen, değişmesi de mümkün görünmeyen
en önemli klişesiyse pembe panjurlu yuva vaadiyle iğfal edilen saf genç kızdır.
Önder Somer’in başını çektiği, zengin ve yakışıklı salon beyefendisi tarafından
gönül eğlendirmek için seçilen güzel olduğu kadar da saf genç kızlar Yeşilçam
kast sistemine göre kötü emellere alet edilmeye mahkumdur. Elena da bu genç
kızlar kadar olmasa da gençliğinin getirdiği tecrübesizlikle Fernando’nun
yalanlarına inanır. Anasının mücevher kutusundan yürüttüğü bir yüzüğü bu bizim
nişan yüzüğümüz olsun aşkım diye eline veren Fernando’ya kanar. Genç Elena opal
mor bir yüzüğe Fernando’nun onu gördüğü ilk andan beri istediği şeyi
verir.
Zengin züppenin koket anası ev basar
Fernando, Elena’yı kandırmak için Yeşilçam klişesi tarzı dil
dökerken, kızı inandırmak için anası üzerine bile yemin etmiştir. Ben o sahneyi
görünce ay bunların annelerine olan bağları bile Yeşilçamvari demiştim. Filmin
sonuna doğru Fernando’nun anası bir yüzük için “ Opal yüzüğüm de değerli yüzüğüm
de!” diye ev basınca Fernando’nun o yemini Gollum’dan beter yüzük sevdalısı
anasından kurtulmak için ettiğini anladım. Kadın Korkusuz Korkak filminin
sevimsiz ev sahibi Bedia hanım iticiliğiyle ev basıp, ne olduğunu anlamayan
kızların anasına da kibarca laf sokuyor. Oğlum değerli yüzüğümü kızınıza vermiş
artık senin kızın ne yaptıysa oğluşuma moduna giren koket, resmen üstü kapalı
senin yelloz kızın oğlumu baştan çıkarıp yüzüğümün üstüne kondu demeye
getiriyor. Bu anne modelinin hangi ülke sinemasında yaygın olarak görüldüğünü
bilmek için alim olmaya gerek yok. Yalnız kızların anası da girdiği şoktan
mıdır nedir “Benim kocam yapmaz!” moduna giren yurdum kadını gibi “Benim kızım
öyle bir şey yapmaz!” moduna girip garip anam, çilekeş anama bağladı.
Yaşadığı ilişkinin bedelini genç kızın ödemesi
Artık Avrupa sineması da Yeşilçam gibi bönlük düşmanı
olduğundan mıdır nedir, kurnaz erkek karakter her şekilde paçayı yırtarken
abiden dayak yemek, aileden azar işitmek hep saf genç kıza kalır. Önder’in
ağına düşüp, iğfal edilen saf ve temiz genç kızımız Yeşilçam’da ağabey dayağı
yemekten mahalle baskısına maruz kalmaya kadar her çileyi çeker. A Ma Soeur’da
ise kurnaz erkek arkadaşı tarafından nişan yüzüğüyle kandırılan Elena
bekaretini kaybedince önce anası olacak tiryaki tarafından fırçalanır. İnsanı
gerçekten hayrete düşüren vaka ise babasının kızını bekaret kontrolüne
götürecek olmasıdır. Yahu ne bekareti sayın yönetmen, 21. Yüzyılda Avrupa’da
bekaret kontrolü mü kaldı? Şok olmuş bir biçimde Yeşilçam’ın ilk göç temasını
işleyen filmi, Gurbet Kuşları’nda, evin küçük kızı Fatma’nın hikayesiyle iç içe
geçen Elena’nın hikayesini izlerken bulursunuz kendinizi. “Ne alakası var
bacım, üç beş klişe bulmuşsun diye Fransız filmi A Ma Soeur’u Yeşilçam filmi
Gurbet Kuşları’na nasıl benzetiyorsun?” diyebilirsiniz. Ama Elena ve Fatma’nın
hikayesini bir birine bağlayan şey zengin züppe tarafından kandırılıp
bekaretlerinin bozulması değil. İkiliye sinema evreninde paralel hayatı yaşatan
şey kızların sonu. Şöyle ki Gurbet Kuşları filminde Fatma, mahallenin yollusu
Mualla tarafından göz hapsine alınır. Mualla, zengin beylerin parti ortamlarına
parti kızı düşüren birisidir. Genç, güzel ve Anadolu’dan büyük şehre ilk defa
gelen, gözü açılmamış Fatma tam onun aradığı kızdır. Orhan ise Mualla’nın kız
götürdüğü partilere giden çapkın bir züppe. Fatma’yı ilk görüşte gözüne
kestiren Orhan, diğer arkadaşları gibi gözü açılmamış kızın üzerine gitmez.
Kızı onu sevdiğine inandırmak için ince işleyip sık dokuyan Orhan, Fatma’yı
kendine aşık edince beklediği anın geldiğini düşünür. Ve kızı elinden tutup
ailesinin kışlık köşküne götürür, mevsim yaz olduğu için köşke bakan kahya
dışında evde kimse yoktur. Kıza pembe panjurlu ev masalları anlatan Orhan,
zaten çocuk ruhlu olan Fatma ile koca köşkte kovalamaca oynar. Ama izleyici
Orhan’ın kızı oraya oyun oynamaya getirmediğini bilir, uzun sözün kısası
evlilik vaadiyle kandırılan Fatma bekaretini kaybedince ağabeylerinin korkusuna
evden kaçıp kötü yola düşer. Ağabeyleri Selim’le Murat’ta İstanbul kazan onlar
kepçe kardeşleri Fatma’yı arar. Niyetleri kardeşlerini öldürmektir ama Fatma
onlardan önce davranıp köşeye sıkışınca intihar etmeyi seçer. Yani kız ne kadar
intihar etse de onu öldüren kız ölünce pişmanlıktan birbirini döven
ağabeyleridir.
Elena’nın hikayesine ise yukarıda değinmiştim. Fatma’nın
sonunun başlangıcı Orhan’la, Elena’nın sonunun başlangıcı ise Fernardo ile
tanışınca oldu. Elena’nın bekaretini kaybettiğini öğrenen aile kızı muayene
ettirmek için tatili yarıda kesip eve dönüş yoluna çıkar. Mola yerinde karşılarına çıkan eli baltalı,
Fatih Akın kılıklı bir adam tarafından saldırıya uğrayan aileden Elena kafasına
yediği balta yüzünden ölür. Eli baltalı adam önce anneye tecavüze yeltenir ama
kadın direnince onu da boğarak öldürür, adamdan kaçmaya çalışan Anais ise ormanda
adamın tecavüzüne uğrar.
Daha doğrusu biz ailenin yok ediliş kısmını Anais’in
gözlerinden izledik. Fakat filmi dikkatle izlersek ablası ve annesini öldüren
kişinin eli baltalı bir manyak değil de Anais olduğunu anlarız. Şöyle ki
yazımda da değindiğim gibi Anais film boyunca ablası tarafından rencide edilir,
kıza öz ablası uyuz it gibi davranır. Anası olacak seksi desen güneşlenmek ve
sigara içmekten arta kalan vaktinde şişman kızının yediğine içtiğine laf eder.
Kız havuz çıkışı annesinin güneş kremini alır ve kadın almadan önce izin alır
mısın diye kızını tersler. Yunan tanrıçası gibi güzel bir ablaya sahip olan
Anais, ablası cinsel ilişkiye girdiğinde bile kıskançlıktan ağlar. Ablası ve
Fernardo sevişti diye dayağı bile Anais yer. Her ne kadar ablasından nefrette
etse onu bir yanıyla kendisine benzeten Anais, Elena’ya bir yanıyla da sıkı
sıkıya bağlıdır. Ve eve dönüş yolunda annesinden nefret ettiğini, onun ölmesini
istediğini söyleyen Elena, Feranando’ya inanıp onunla birlikte oldu diye
kendine de kızgındır. Yani Anais’in takıntılı, aşağılanmış beynine ölüm
sinyalleri gönderir. Filmin sonunda anneyi ve ablayı yok eden eli baltalı,
Fatih Akın tipli adam aslında Anais’tir. En başında da söylediğim gibi Anais
ebat olarak fotosentez yapan anası ve kahveyle beslenen bacısının toplamından
daha fazladır. Arabadan çıkıp bir baltayla arabanın camını kırması, uyuyan
ablasını ve yaşananlardan sonra tükenmişlik sendromuna yakalanan anasını
öldürmesi çok da zor olmamıştır.
Yani kızların ikisini de sona götüren yanlış erkek tercihi
olsa da hayatlarını sonlandıran kardeşleri olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder