17 Ocak 2017 Salı

           KARA FİLMİN OLMAZSA OLMAZI 11 YIRTICI FEMME FATALE

   Sinema Tarihinin tartışmasız en renkli karakterleri onlar. Nefret edeni kadar seveni de bolca bulunan Femme Fatale karakterler sinemaya kara filmle girip renk katmasını bilmişlerdir. Kara Film türünün karakteristik özelliği olan Femme Fatale ablalarımız sayesinde sinema siyah beyaz zamanlarında bile renklenmiş alev almış. Ama nasıl almasın ki? Rita Hayworth’un Gilda’sının kızıl saçları alev alev ekrandan taşarken Femme Fatale’ler zaferini tüm sinema camiasına ilan etti.



    Dosta da düşmana da korku salan Femme Fatale’ler, Allah yarattı demeden ağına düşürdükleri erkekleri sürüm sürüm süründürmesiyle tanınırlar. Amacına ulaşmak için her fırıldağı çevirmekten geri kalmayan Femme Fatale’ler asla elini ateşe sokmaz. Çünkü ağına düşürüp beynini fındık ebatına getirdiği bir adet erkek, onun aşkı uğruna ateşlere bodoslama dalar.


   Yukarıda tarihi Kara Filmlere (Film Noir) kadar dayanıyor desek de Femme Fatale’lerin reel hayatta mazisi te Adem babamızla Havva anamıza kadar uzanır. Tevrat’ta yer alan bilgilere göre Adem babamızın Havva anamızdan önceki hanımı Lilith ( üvey anamız ) acık fettan bir kadınmış. Adem babamıza sürekli karşı çıkarmış, feminist okumalara göre erkeğin kadından üstün olmadığı savunan Lilith dünya hatta öbür dünya tarihinin ilk feministidir. Fakat tarihe adını ilklerle yazdıran Lilith hanım Adem babamıza asilendiği için cennetten kovulur. Lilith kendisi gibi cennetten kovulan şeytanla takılırken yalnızlıktan cennet günleri hüzün içinde geçen Adem babamız, kadınsızlıktan Bülent Kayabaş gibi çıldırmasın diye yanına eş olarak Havva anamız yaratılmış. Uysal, anaç kadının simgesi olan Havva anamız Lilith hanımın tersine Adem babamızın sözünden hiç çıkmazmış. Tabi Lilith hanım, mutluluktan cennette şen şakrak takılan Adem ve Havva tablosundan haberdar olunca küplere biner. Adem’e secde etmediği için cennetten kovulan sevgilisi şeytanla birlik olan Lilith hanım, Adem babamızla Havva anamızın mutluluğunu bozmak için bir tuzak kurar. Yılan kılığında cennete giren şeytan Havva anamıza yasak meyvenin çok tatlı olduğunu söyler. Zaten onu yasak kılan da bu tadıdır, bu tatlı şeyi yemenin ne zararı olabilir ki diye kandırılan Havva anamız Adem babamıza elinde yasak meyveyle gider. Bazı kaynaklara göre meyveyi yiyince cennette cima yapmışlar, bazı kaynaklara göre de bağırsakları çalışmaya başladığı için cennetin içine etmişler. Kaynaklar bu konuda tutarsız olsa da hepsinin hem fikir olduğu nokta Adem babamızla Havva anamızın şeytanın aklına uyup yasak meyveyi yemesi Allah’ın onları cennetten kovmasına neden olması.



   Lilith hanım bu durumda kahkahalar atarak, cehennemde bir şömine başında şarabını mı yudumlamıştır bilinmez ama Havva anamız ve Adem babamız dünyada çok çekmiştir. Dünyada yaşadıkları uzun zaman zarfında evlat acısı bile çeken Havva anamızla Adem babamız Lilith’in ne kadar kurnaz ve tehlikeli bir kadın olduğunun da göstergesi. Havva anamız dünyadaki tüm kadınların ortak noktası olsa da sanki bazı kadınların kulağına Lilith hanım birkaç şey fısıldıyor gibi. Uysal, sessiz, sakin, kadının simgesi olan Havva anamızın aksine dişli, kurnaz, zeki ve tuttuğunu koparan şeytani bir kadın olan Lilith hanım senaristlerin daha fazla dikkatini çekmiş olmalı.

  
   Sinemasal dünyada Havva anamızın karşılığı olan kızlar genelde aklından kurnazlık geçmeyen saf ve temiz kızlardır. Bu kızcağızlar çoğu kez tuzaklara düşer, şeytanı simgeleyen kötü niyetli erkeklerin ağına takılır. Yani Havva anamızın sinemaya yansıması olan bu saf kızcağızlar da Havva anamızın dünyadaki günleri gibi acı çeker. Saflıklarının bedelini ağır öderler, ama bu bedeller de onlara ders olur.


   Öte yandan sinema dünyasında Lilith’in karşılığı olan kadınlar ise Femme Fatale ablalardır. Ağızlarından sigara eksik olmayan Femme Fatale ablalar kendi çıkarları için ağına düşürdükleri bir erkeği acımasızca sömürürler. Pençelerini geçirdikleri aşktan gözü kör olmuş erkeği film boyunca inim inim inleten Femme Fatale ablalar az zalım değildir. Yasadışı işlerle meşgul olan Femme Fatale ablalar kanunu yanıltmak için önce dedektifleri ağlarına düşürür. Kendilerine aşık ettikleri dedektifleri amaçları doğrultusunda kullanmaktan çekinmeyen, sinsi ve kurnaz Femme Fatale’ler her ne kadar açık verse de kendilerine aşık dedektifler tarafından açıkları her daim kapatılır. Fakat tıpkı örnek alınarak yaratıldıkları Lilith gibi onlar da ilahi gücün karşısında tutunamaz. Lilith’in cennetten kovulması gibi Femme Fatale ablalar da filmin sonunda ya ölür ya da ölür. Kaçarları yoktur, mutlaka ya bir çatışmada yaralanıp hık diye giderler ya eski sevgilileri ya da kocaları tarafından öldürülürler. Tabi akrep gibi dara gelince kendilerini öldürdüklerine de az şahit olmayız, ama ölürken yanlarında mutlaka bir adet saftorik aşıkta götürürler. Sinemanın tartışmasız en renkli karakterleri olan Femme Fatale ablaların geçmişindeki Lilith faktörünü öğrendiğimize göre beyaz perdenin Lilith kadar kurnaz ve acımasız Femme Fatale ablalarıyla tanışmaya ne dersiniz?

Cebinde silah varken asla bir kadınla öpüşmemelisin sözünü hafızalara kazıyan Helen Grayle (Murder My Sweet)


   Kendi halinde bir dedektif olan Philip Marlowe’nin ofisine gelen yakışıklı bir genç olan Lindsay Marriott çalınan bir mücevheri para karşılığı hırsızlardan geri alacağını ama buluşmaya yalnız gitmek istemediğini söyler. Adamın çekindiği bir takım şeyler vardır, işin aslını dedektif Philip’e anlatmaz. Philip’te eşek değil ya önce yanaşmaz bu gizemli işe ama paraya sıkışıktır ve adam yüklü miktarda para teklif etmiştir. Dedektif olmasına rağmen para için korumalık teklifini de kabul eder. Fakat o ne? Mücevheri almaya gittikleri gece arabasında etrafı gözleyen Philip silah sesi duyar, müşterisine bakmaya giderken de kafasına bir adet odun yer.  Müşterisi Lindsay da sizlere ömür olmuştur. Adam bu karanlık mücevher soygunu işine istemese de dahil olmuştur, mücevherin sahibi olan bay Grayle’nin evine gittiğinde adamın güzel olduğu kadar da meraklı kızı Ann ile karşılaşır. Kız üvey annesinden zırnık hazzetmez, müstakbel üvey annenin bacağıyla ilk karşılaştığınızda siz de kızın neden üvey annesini sevmediğini anlarsınız. Kadın kocasının yanında çalınan mücevherin peşine düşen dedektifi bacak gücüyle etkilemeye çalışır. Zaten kocası olacak sübyancı iki yüz yaşına girmiş, kızından beş yaş büyük kadınla evlenmiş başına geleceği çeksin üzülmezsiniz de o dedektife yazık be. Adam Helen olacak haspanın çalıntı olduğu bile şüpheli mücevherini bulacağım diye tek işi tıbbın yardımını da alıp ona buna şantaj yapmak olan Jules Amthor’un elinde bonzai çekmişe döndü. Helen hanım ve Lindsay Marriott beyin gizli ilişkisinden haberdar olan Jules Amthor bey ikiliye şantaj yapınca Helen kocasının kendisine hediye ettiği değerli gerdanlığı Jules’e verir. Kocasına da mücevherin çalındığını söyler, yaşlı kocası her ne kadar Helen’e köpek gibi aşık olsa da “mücevher senin köpeğin olsun hayatım.” Deyip milyarlık gerdanlığın üzerine bir bardak su içecek değil ya. Polise mücevherin çalındığını haber verir, olaya polis karışınca etekleri tutuşan Helen ve Lindsay gizli ilişkileri ortaya çıkmasın diye Jules’ten gerdanlığı geri almak isterler. Ama ortalık daha beter karışır, sevgilisinin ölümüne pek kederlenmeyen Helen kendini bu çıkmazdan kurtarmak için mücevher cinayetinin peşinde olan dedektif Philip’in aklını güzelliğiyle çelmeye çalışır. Zavallı Philip kurnaz ve seksi Helen yüzünden Jules’in bonzai çetesinin eline düşer, üstüne zeka konusunda hamsinin gerisinde olan Moose Malloy da sekiz sene evvel kendisini evlilik vaadiyle kandırıp ortadan kaybolan Velma’yı bulması konusunda Philip’i darlar durur. Adamın haline acıya acıya bir kalırsınız seksi Helen ve meraklı Ann’in arasında kalan Philip cebinde silah varken bir kadınla öpüşmeye bile tövbe eder. Her ne kadar adama zavallı desek de o da evli barklı seksi kadınların iki gülüşüne hemen kanacak kadar saf olmasaymış canım. Bir de polis dedektifi olmuşsun Philip bu ne saftoriklik canım, işin içinden kör olmadan sıyrıldığına şükret sen.    

Akademisyenlerin sadık eş olmadıklarını 1944 yılında kanıtlayan Alice Reed (The Woman İn The Window)


   Hollywood Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sının Yeşilçam’dan önce keşfetmiş sayın sinemaseverler. Filmi izlerken şoklardan şok beğendim, çünkü kara film olmasını bir kenara bırakırsak özellikle resme aşık olma motifiyle The Woman İn The Window bildiğin Kürk Mantolu Madonna. Profesör Richard Wanley kendisi gibi kodaman profesör arkadaşlarıyla nefsi müdafaa konusunda konuşurken başına geleceklerden habersizdir. Evli ve iki çocuklu bir akademisyen olan Richard bey amca ay çok yedim hazımsızlık yaptı bir çıkıp dolanayım diye otelinden çıktığı sırada karşı vitrinde genç ve güzel bir kadının resmini görür. Tabi güzellik karşısında etkilendi diye adamı suçlamak olmaz, eyvallah da amcamız kendisinden çakmak isteyen kadının resimdeki güzel abla olduğunu görünce cozutur. Kadın bunu evine kahve içmeye çağırır, evet femme fatale ablamız Alice de sırf çakmak verdi diye sokakta gördüğü adamları evine kahve içmeye davet eder. Yani bu kısım da pek olmamış sevgili Fritz Lang, sokaktan adam toplayan femme fatale mi olur? Metropolis’i çeken adama yakışıyor mu böyle kusurlu senaryo? Zaten bu zalım Hollywood seni bozmuş. Neyse yönetmenin govunu yapmayı bir kenara bırakıp filme dönersek femme fatale ablamız Alice, akademisyen dayıyı evine kahve içmeye davet ediyordu. Hadi kız çakmak verdin diye seni evine davet etti de, sen evli barklı, çoluklu çocuklu adamsın sana yakışıyor mu Richard çocuğun yaşındaki kızı güzel buldun diye evine kahve içmeye gitmek? Hayır, gittin de ne oldu? Kadının dostu evi bastı, aşırı asabi bir dost olduğu için sizin sanatsal sohbetinizi anlayamayan dost bey üzerine saldırdı. Canını kurtarayım derken adamı öldürdünüz, sonra da rahmetliden kurtulalım diye halıya sardığınız adamın cesedini ormana bıraktınız. Ceketin de tellere takıldı, cinayet davasıyla ilgilenen dedektifte kankan çıktı. Ha yakalandık ha yakalanacağız diye üç buçuk atarken cinayete şahit olan bir şantajcı da size musallat oldu. Sürekli para isteyen şantajcıdan da kurtulalım diye adamı zehirlemeye kalktınız ama bir femme fataleye göre hafif saf olan Alice onu da başaramadı. En son her şey ortaya çıkacak hanım kafamda merdane kıracak korkusuyla şarapla kendini zehirlemeye çalıştın. Yani Richardcığım bu kadar entrikaya bulaşacağına seni evine davet eden genç ve güzel kıza teşekkür edip, teklifini reddetsen kıyamet mi kopardı? Alice’yi de femme fatalların yüz karası diye aldım listeme, güzel olmasa orta yaş bunalımındaki profesörü bile tavlayamazdı bu kafayla. Seyircilerden utanmıyorsun bari Çifte Tazminat’ın Phyllis’inden utan. 

Ayağından gümüş halhallı femme fatale Phyllis Dietrichson (Double İndemnity)


   Film, ben çok günah işledim kiliseye de gittim rahip bulamadım ölmek üzereyim bari şu ses kaydediciye itirafta bulunayım diyen Walter’in itiraflarıyla açılır. Bir sigorta şirketinde çalışan Walter’in hayatı sigorta yapmak için gittiği Dietrichsonların evinde gördüğü gümüş halhallı Phyllis ile tanışınca alt üst olur. Ama maalesef Phyllis evin güzel kızı değil hanımıdır. Mr. Dietrichson ile evli olan Phyllis, zengin kocasını öldürüp malının mülkünün üzerine konmayı uzun zamandır planlamasına rağmen suçu üzerine yıkacağı bir enayi etrafında yoktur. Ta ki eve sigorta yapmak için gelen Walter ile karşılaşana kadar. Walter’in kendisinden etkilendiğini anlayan Phyllis, adamı kocasını öldürüp kaçmaya ikna eder. Walter de az değildir, kocasının ölmesini isteyen Phyllis’e kocana hayat sigortası yaptıralım çifte tazminattan daha fazla para alırsın diye akıl verir. Sanki seksi ve halhallı bir sarışın olan Phyllis’in senin abazan aklının vereceği öneriye ihtiyacı varmış gibi. Şeytani bir plan yapan ikili Phyllis’in kocasını öldürüp bir valize koyar, Walter de adamın kılığına girip içinde rahmetlinin olduğu valizle trene biner. Zaten ölmüş olan adamı trenden atıp öldü süsü vererek sigortadan çifte tazminat almaya çalışan ikili Walter’in çalıştığı sigorta şirketinin zeki sigortacısı Barton Keyes’i bile atlatmayı başarır ama sonunda kurdukları tuzak kendi ayaklarına da dolanır. Phillis’in üvey kızı Lola, babasının tasvip etmediği bir genç olan Nino ile çıkmaktadır ama Lola sonra Nino’dan ayrılır. Walter’in yanına giden Lola babasının ölümünden üvey annesinin sorumlu olduğunu, onun başka bir erkekle ilişkisi olduğunu söyler. Lola'nın sözleriyle şüphelenmeye başlayan Walter, bir gece Lola’nın eski sevgilisi Nino’nun Phyllis’in evine gittiğini görünce kafasında kurmaya başlar. Phyllis’in aslında Nino’yla ilişkisi olduğunu, Nino’nun göstermelik olarak Lola’yla sevgili gibi davrandığını, ikilinin tek amacının Mr. Dietrichson’u öldürmek olduğunu ama bunun için bir enayi aradıklarını düşünen Walter, Phyllis’in kendisini kullandığını düşünür. Öte yandan Phyllis’te kendisinden bir anda uzaklaşan sevgilisi Walter’i üvey kızı Lola ile görünce Walter ve Lola’nın ilişkisi olduğunu sanır. Birbirinden habersiz olarak aldatıldıklarını sanan Phyllis ve Walter birbirlerinden nefret etmeye başlar. Anam koca film boyunca Phyllis için yapmadığı kalmayan, planlayıp tasarlayarak adam bile öldüren Walter, bu kadın beni aldatıyor diye anlamadan dinlemeden Kartal Tibet tipi yanlış anlama yüzünden kadını vurur. Tabi yanlış anlaşılan kadın olan Phyllis’te bir Hülya Koçyiğit olmadığı için beni sevmiyorsan Lola’yı hiç sevemezsin diye el kadar tabancasıyla Walter’i vurur. 

Çok tatlı bulduğu erkekler tarafından tatlı bulunmazsa psikopata bağlayan Carmen Stemwood (The Big Sleep)


   Gene Philip Marlowe ( ama bu sefer Humphrey Bogart oynuyor ) gene güzel oldukları kadar da tehlikeli ve seksi kadınlar. Üstelik bu seferkiler kardeş…  General Sternwood’un küçük kızı Carmen’e kumar borcu yüzünden şantaj yapılmaktadır. Bu konuda General’e evladı gibi sevdiği dedektif Regan yardımcı olmaktadır fakat Regan, Eddie Mars’ın güzel karısı Mona ile kaçmıştır. Bu yüzden de General olayı çözsün diye dedektif Philip’i çağırır. Philip’i daha evin kapısından girer girmez evin küçük ve seksi kızı Carmen karşılar.  Saçlarıyla oynayıp, kedi gibi sırnaşıkça konuşan Carmen kendini Philip’in kollarına atar. Carmen hanım zaten kendini tatlı bulduğu her erkeğin kollarına atmasıyla bilinir, güzel olduğu kadar kurnaz da olan ablası Vivian ise bacısının arkasını toplamak için gangsterlerle anlaşma yapar. Carmen femme fataledir ama çocuksu bir arsızlıktan ötesi yoktur Carmen’de. Ablası Vivian ise femme fatalenin kurnazlığına sahip olsa da kardeşi için yaptığı fedakarlıklarla femme fatale olmayı kıl payı kaçırmış. Çünkü bir femme fatale kendisinden başka kimseyi düşünmez, sevdiği erkeği bile kullanmaktan çekinmez. Carmen’in pençelerinden kurtulup şantaj davasına odaklanan Philip ise her zamanki Philip’tir. Güzel kadına asla dayanamayan Philip’in Carmen’den uzak tavrı ablası Vivian’dan hoşlanmasından çok Carmen’deki çocuksu ama tehlikeli olan tavrın karanlık yanıydı. İçince dünyayı unutan, yanında cinayet işlense en son haberi olan bir kadın hiçbir erkeğe cazip gelmez. Kadında bir ofsayt olduğunu görür görmez anlayan dedektif Philip’in şoför Nebahat’a bile iş atıp Carmen’e yüz vermemesinin başka bir açıklaması olamaz. 

Plajda topuklu ayakkabıyla yürüyen kadından korkacaksın mesajını veren Kathie Moffat (Out Of The Pass)


   Eski dedektif yeni benzinci Jeff Bailey eski patronu Whit’in adamı Joe tarafından ziyaret edilir. Whit, Jeff’ten kendisini vergi borcuyla tehdit eden Eels’ten vergi kayıtlarını almasını ister. Jeff daha önce Whit’in kırk bin dolarını çarpıp kayıplara karışan sevgilisi Kathie’yi bulmakla görevlendirilmiş ama Kathie hanıma aşık olunca işler sarpa sarmış. Whit’te para umurumda değil bana Kathie’yi getir, onu gördüğünde neden onu bu kadar istediğimi anlayacaksın demişti zaten adama. Nasıl gaza geldiyse kadını görür görmez aşık olup onun için Whit gibi zengin ve tehlikeli bir adamı karşısına alan Jeff, parayı pulu unutup Kathie ile bir dağ evine kaçar. Fakat Jeff’in ortağı dedektif Fisher bunları bulur, Jeff ve Kathie’ye şantaj yapar. Kathie hanımsa bizi buldu Whit’e yetiştirecek diye Fisher’i vurup evden kaçar. Fisher’in cesedini gömüp ortalığı toplamakta Jeff’e kalır, sevdiği kadını arasa da bulamayan Jeff uzak bir kasabada benzinci açar. Filmin buraya kadarki kısmı Jeff’in sevgilisi Ann’e başına gelenleri anlattığı kısımdır ama izleyici asıl şoku Jeff’in Whit ile konuşmaya gittiği kısımda yaşar. Jeff, Whit’le konuşmaya gittiğinde Kathie’nin de Whit’in yanında olduğunu görür. İşte bu kısımdan sonra daha profesyonel femme fatale ablalarla karşı karşıyayız sayın sinemaseverler. Çünkü Kathie ne Carmen gibi histeriktir ne Alice gibi beceriksiz ne de Phyllis’e gibi aşık olacak kadar tedbirsiz. Kathie dolandırdığı sevgilisi Whit’in yanına gidip hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam edecek kadar pervasızdır. Güzel olduğu için ondan vazgeçemeyecek Whit’in zengin hayatına sığınıp, uğruna her şeyi bırakan Jeff’e de başka çarem yoktu ama ben seni seviyorum diyecek kadar sinsidir. Çünkü o kendisinden başka kimseyi sevmez, Fisher’i vurup suçu Jeff’e atacak kadar arsızdır. Onu tamamen kendisine bağlamak isteyen Whit, Kathie’ye Eels’i öldürdüğüne dair bir itirafname yazdırıp bu itirafnameyi de kasada saklar. Ama Kathie’nin yıllar önce onu bırakıp Jeff’le kaçmasının intikamını da almaya kararlı olan Whit, adamı Joe’ye Jeff’i çağırttırır. Amaçları Eels’i öldürüp suçu da Jeff’e atmaktır, Kathie de itirafname yüzünden onunla kalmaya mecbur olacaktır. Kathie hanımın bundan haberi vardır ama kendini kurtarmak için Jeff’in başının belaya girmesine hiç ses çıkarmaz. Filmin sonunda Whit gibi tehlikeli bir adamı bile öldürmeyi başaran Kathie hanımın Jeff’e beni seveceksin, benimle geleceksin, benden nefret etmeyeceksin tarzı emir içerikli sözleri bile Jeff’i sevmesinden çok erkeklerin aşkıyla beslenen bir femme fatale olmasının göstergesiydi. Jeff ya da Whit olması fark etmez bir femme fatale kendisine aşık erkeklerin enerjileriyle beslenen bir yaşam formudur. Kadının soyadı bile Türkçedeki mahvetten türemiş gibi Moffat.

Akrep burcu kadınının sözlük anlamı femme fatale Diane Tremayne (Angel Face)


   Ay bu femme fatalelerin ağına da hep Robert Mitchum ağabey düşüyor yahu. Sanırım kendisinde femme fatalelerin ağına düşüp sürüm sürüm sürünecek erkek tipi var. Aslında Angel Face’nin Diane’si de öyle kurnaz bir fettan olmaktan çok saf bir kızcağız gibi görünüyor. Ama filmin sonunda şeytani bir akrep olduğunu anlıyoruz. Film zengin bir dulken ünlü bir yazarla evlenen Catherine Tremayne’nin rahatsızlanmasıyla başlıyor. Kadın inatla polislere birisinin onu öldürmek için gazı bilerek açtığını söylüyor ama polisler bir delil bulamıyor. Ambulans Şoförü olan Frank Jessup’un olaya dahil oluşu ise Frank beyin sadakatsiz bir çapkın olmasından kaynaklanıyor. Film boyunca bu topraklara çok tanıdık gelen bir erkek tiplemesine can veren Frank, sevgilisi olmasına rağmen güzel bir kız olan Diane’ye karşı kayıtsız kalamıyor. Üvey annesi Catherine’nin ölümüyle şoka girip piyano başında ağlayan Diane’yi ilk gördüğündeki bakışı bile adamın ne cins bir zevat olduğunun göstergesi. Tabi bu bakış Diane’nin de dikkatini çekmiş olmalı ki, ileride gerçekleştirmeyi planladığı cinayete Frank’tan uygun ortak bulamayacağını düşünen genç kız onu ağına düşürmek için elinden geleni yapıyor. Kız arkadaşıyla buluşmadan önce bir kafeye giden Frank, Diane’nin de ardından geldiğini görünce sanki kız arkadaşıyla randevusu olan o değilmiş gibi davranıyor. Üstelik kıza yemek hazırlatmış ama Diane ile yemeğe çıkmak için kızı telefonda ekiyor. Diane de sabahtan Frank’ın kız arkadaşı Mary ile buluşup akşam Frank’la yemekte olduğunu yetiştiriyor, amacımız Frank’la iş ortaklığı gibi bir yalan atsa da Mary yutmuyor tabi bu durumu. Ve kendisini yedekte tutan Frank’tan ayrılıp başkasını buluyor. Frank ise Diane’nin asıl amacının üvey annesi Catherine’yi öldürmek olduğunu anlayınca kızı terk etmeye çalışıyor. Fakat Diane’nin güzel yüzüne sırt çevirmekte kolay değil, öte yandan Diane de üvey annesinin arabasını bozup kadını öldürme derdinde. Bu amacına ulaşıyor ama işler ters gidiyor ve motoruyla oynanmış arabaya babası da biniyor. Üvey annesinin yanında babasının da öldüğünü öğrenince deliye dönen genç kız kriz geçiriyor. Babasına olan hastalıklı sevgisi yüzünden femme fataleliğini unutan Diane her şeyi itiraf etse de avukatı mirastan men edilmeyi bırak deli diye seni tımarhaneye kapatırlar deyip kızı korkutuyor. Frank ise ne kadar severse sevsin tehlikeli bir kadın olduğunu anladığı Diane ile yapamayacağını anlayınca dötün dötün kürkçü dükkanına dönmeye çalışır. Ama Mary de "Sorun Diane'de değil, aynı gün o eve Bill de gitti ama o değil sevgilin olmasına rağmen sen Diane’ye iş attın!" diye bunu kalaylar. Kadın haklı, kim Frank gibi sadakat yoksunu bir adamla evlenir ki? Mary’den umduğunu bulamayan Frank, Diane’yi terk edip gitmeyi planlarken yaşadığı ölüm şoklarıyla aklı iyice giden genç kadın, Frank’ın da kendini terk edeceğini anlayınca akrebe bağlar. Ama o aynı zamanda küçük bir femme fatale olduğu için tehlike anında sadece kendisini değil zamanında ağına düşürdüğü erkeği de götürür.  

Eski kocasıyla yeni kocasına ortak soygun yaptırıp paralarla kaçmaya çalışan Anna (Criss Cross)


   Steve eski karısı Anna’yı hala unutamamıştır, ama Anna’yla boşanma sebepleri de hep onun hatası olduğu için kadının karşısına çıkmaya yüzü yoktur. Anna desen çile çekmiş, mağrur eski eş konumunda olduğu için hiç öyle fettan bir femme fatale olduğunu belli etmez. Slim Dundee adında S beden bir gangsterle evlenen Anna, önceleri cefakar bir eski eş gibi ex kocası Steve’ye litfin bini ırımı Dındı ikimizi di ildirir ışkım diye ağlar. Sonra da Steve’yi Dundee ile ortak banka soygunu işine girmeye ikna eder. O paralarla beraber kaçarız, ben seni seviyorum. Dundee ile mecburiyetten evlendim, hem bana kötü davranıyor, her gün ağzımı burnumu kırıyor diye Steve’ye ağlar. Saf aşık Steve de melek görünümlü femme fatale eski hanımının sözlerine inanır. Dundee ile soygun işi için anlaşır fakat soygun günü ortalık karışır, muhtemelen Anna,  soyguna ikna etmek için Steve’ye söylediği yalanların aynını Slim’e de söylemiştir. Slim, soygun sırasında Steve’yi öldürmeye çalışır. Steve soygundan kırık bir kolla kurtulur ama Anna’nın ortada olmadığını anlayınca Slim’in ona zarar verdiğini sanır. Yani bu femme fataleler Burt Lancaster ağabeyi bile ayakta uyutmuş sayın izleyiciler. Adamın aklına Anna’nın ona bir yamuk yaptığı asla gelmiyor, yaralı haliyle Anna’yı Slim’den kurtaracağım diye yollara düşüyor. Yahu Steve kolun alçıda, o kırık kolla Anna’yı nasıl kurtarmayı düşünüyorsun Allah aşkına? Slim’in kafasını alçılı kolla mı kırmayı planlıyorsun yoksa? Anna da Anna diye kadını arıyorsun, bulunca da kadının femme fatal yüzünü görüp ağlamaklı oluyorsun beni kandırdın mı şimdi diye. Ay daha yeni mi anladın lepiska saçlım, kadın seni kandırmış işte. Kadın seni bu kadar saf olmasaydın diye tersliyor, sen hala beni hiç mi sevmedin Anna modundasın. Sonunda Slim evi basıp madem Anna’yı bu kadar seviyorsunuz sizi beraber öldüreyim diye ikinizi kurşun yağmuruna tutuyor. Sen ölürken bile saf saf ekrana bakıyorsun! Ne diyeyim Steve, bir yığın femme fatale bir yığın saf erkeği vahşi cazibesiyle darma duman etti de sen o saf erkeklerin madalyalı safıydın.

Ünlü bir avukat olan kocasına sevgilisini savunduran Elsa Bannister (The Lady From Shanghai)


   Namlı bir kaptan olan Michael O’Hara görür görmez etkisinde kaldığı güzel Elsa’nın yörüngesine girer. fakat kadının ünlü bir avukat olan Arthur Bannister’in eşi olduğunu öğrenince evli kadınla olmak delikanlı adamı bozar diyerek kadından uzaklaşmaya çalışır. Fakat Elsa gibi bir kadını unutmakta kolay değildir, üstelik Elsa ısrarcı bir şekilde kocasıyla çıkacakları yat gezisinde onlara kaptanlık yapması için etrafında dolanırken. Kadının teklifini kabul edip yat kaptanlığı yapmaya razı olur ama mavi tur boyunca Elsa’ya olan aşkı daha da artar. Üstelik Elsa’ya kocası ve onun dışında aşık olan bir kişi olduğunu daha öğrenir. Arthur’un iş ortağı olan George Grispy de Elsa’ya aşıktır ama onun derdi başkadır. Michael’e beni öldürmen karşılığında sana beş bin dolar veririm diye tutturan Grispy’i Michael önce deli sanır ve adamın teklifini reddeder. Ama Elsa sürekli denizleri aşta gel kurbanın olam kurtar beni Arthur’dan ne olur diye yakışıklı kaptan Michael’e şarkılar okur. Arthur’dan nefret ediyorum ama beni asla boşamaz, beraber kaçalım diye Michael’in aklına kötü fikirler sokan Elsa sayesinde Grispy'nin saçma teklifini kabul eder. Fakat bilmediği şeyler vardır, Grispy’nin teklifi zaten düzmecedir. Grispy beni öldüreceğin yerde buluşacağız der amacı ise Arthur’u öldürüp suçu Michael’in üzerine atmaktır. Bu sayede Elsa ile arasındaki iki engeli birden kaldıracaktır. Ayrıca Arthur’un ölümü sayesinde hem Elsa hem de iş ortaklığı yüzünden çok büyük bir paraya konacaktır. Ama Grispy de bu planı yaparken ülkenin en kurnaz avukatıyla karşı karşıya olduğunu unutmuştur. O gözlü ağabey taş gibi karısıyla milyonlarca dolarını sana yedirir mi Grispy? Sen onu öldüreceğim derken o seni öldürdü bak, ama planda değişmeyen tek şey cinayetin her şeyden habersiz Michael’in başında patlamasıydı. İşlemediği suç yüzünden mahkemeye düşen Michael, Elsa’nın kendine oyun oynadığını anlar. Fakat Elsa’nın verdiği akılla mahkemeden kaçmayı da ihmal etmez. Çin Panayırında Elsa ile hesaplaşmayı beklerken Elsa’nın yanında bir adette Arthur’la karşılaşır. Gözlü ve burunlu bir ağabeyimiz olan Arthur önce ona ihanet eden tuzakçı karısı Elsa’yı sonra da karısıyla kaçmaya çalışan iri kemikli kaptan Michael’i öldürmeye kalkar. Mekan bol aynalı olduğu için birbirlerini bulmakta güçlük çeken Elsa ve Arthur, Allah ne verdiyse ortalığa kurşun yağdırır. İkisi de vurulan silahşörlerden Arthur önce mevlasına kavuşurken Elsa, ağına düşürdüğü saf sevgilisine ölmek istemiyorum diye çemkirir. Ölürken bile ağına düşürdüğü erkeği sömürme derdi olan efsane femme fatalemiz Elsa’nın ruhuna bir Fatiha’yı çok görmeyin. 

Pandora gibi kutusuna giden sarışın olduğu kadar da meraklı femme fatale Gabrielle (Kiss Me Deadly) 


   Dedektif Mike Hammer arabasıyla otobanda giderken karşısına trençkotlu bir sarışın çıkar. İsmi Christina olan tuhaf kadın birilerinden kaçıyordur ama kimden kaçtığını Mike ağabeye söylemez, radyoda Christina’nın tarifine uyan tehlikeli bir akıl hastasının hastaneden kaçtığı anons edilir ama kadın Mike’ye deli olmadığını söyleyip, onu otobüs durağına götürmesi için yalvarır. Eğer durağa varamazsak beni hatırla der ve tam da kızın dediği gibi durağa varamazlar. Christina Mike’nin yüzünü görmediği adamlar tarafından öldürülür, bayıltılan Mike de arabasıyla uçurumdan yuvarlanır.  Fakat şansı yaver giden adam kurtulur ve polis tarafından arabasına aldığı kadın hakkında sorgulanır, olay hakkında bir şey bilmediğini söylese de polis memleket meselesiymiş gibi bildiği her şeyi anlatmasını ister. Tabi bu kadar gizem Mike Hammer’in dikkatini çeker kızın ölümünü yakın arkadaşı olan komiserin tüm karşı çıkmalarına rağmen araştırır. Kızın yaşadığı eve gidip ev arkadaşı Lilly Carver’i arar, beni de öldürecekler diye korkudan üç buçuk atan başka bir sarışınla karşılaşır. Adının Lilly olduğunu söyleyen sarışın anlattıklarıyla Mike’nin aklını daha da karıştırır. Christina’nın kötü niyetli kişiler tarafından öldürüldüğünü ve bunların şimdi de kendi peşinde olduğunu söyleyen kız korkudan mala bağlamıştır. Kızı alıp evine götüren Mike, Christina’nın cinayetini araştırırken evde bıraktığı korkak Lilly bir anda seksi kediye dönüşür. Mike’nin aklını karıştırmaya çalışan genç kadın, Mike’nin Christina’nın ölümüyle alakalı bulduğu en büyük ipucu olan alevli kutuyu yürütür. Film boyunca korkudan titreyen Lilly sinema tarihinin en saman altından su yürüten femme fatalesidir. Zira kendisi öldürülen gariban Christina’nın ev arkadaşı Lilly bile değildir. Hakiki Lilly, Christina’yı öldürenler tarafından öldürülmüş yerine geçen seksi sarışın da cinayeti araştıran Mike Hummer’in aklını karıştırsın diye olay yerine bırakılmış. Yalnız haddinden fazla meraklı olan seksi sarışın Gabrielle, Christina’nın ölümüne neden olan gizemli kutunun içinde ne olduğunu merak ederek sonunu hazırlar. Femme fatalelerin en bahtsızı olan Gabrielle’nin ölümü cidden ibretlikti. 

Kendisine daha rahat bir hayat sunmak için soyguna karışan kocasını genç sevgilisine öldürtmeye çalışan Sherry Peatty (The Killing)


   Kubrick’in yarattığı bir femme fatale olan Sherry, sevgilisi tarafından terk edilip ortada kalınca saf bir adama yamanmış fettan bir kadın gibi duruyor. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban romanındaki Cennet’i andıran Sherry femme fatalelerin en pisliklerinden. Kendisine deli gibi aşık, yaşlı ve pısırık George ile mutsuz bir evliliği olan Sherry para manyağı bir fettandır. Kocası onu mutlu etmek için büyük bir soygun işine karışır, Sherry bu soygundan haberdar olunca genç sevgilisine haber verir. Amacı ortalığı karıştırıp, soygun parasını da kapıp sevgilisiyle kaçmaktır. George karısı Sherry’yi mutlu etmek için eski mahkum Johnny Clay’ın teklifini kabul eder, soyguna bir gün kala Sherry ortalığı karıştırmak için kocası George’ye zırlaya zırlaya gidip Johnny’nin ona tecavüz ettiğini söyler. Halbuki o Johnny’ye hallenmiştir. Karısının sözlerini kutsal bir gerçekmiş gibi kabullenen George, Johnny’yi öldürmek ister ama Sherry aman sevgilim soygundan sonra öldürürsün diye onu yatıştırır. Soygun günü işler ters gitmeye başlar, soygundan sonra herkes parayı getirecek olan Johnny’i beklerken Sherry’nin sevgilisi elinde silahla mekanı basıp soygun parası bekleyen adamlara soygun yapmaya çalışır. Arbedede herkes birbirine girer, Sherry’nin sümüklü sevgilisi de kurşunların hedefi olur. Yaralı halde eve gidip karısının kaçmaya çalıştığını anlayan George madem beni sevmiyorsun, beni kandırdın, para da yok, ben de ölüyorum ölürken yanımda seni de götüreyim diye femme fatale hanımını kurşun yağmuruna tutar. Ve bir femme fatalemiz daha sizlere ömür olur, yalnız Allah için Sherry ablamız iyi öldü. Ölmeden evvel saf kocasına sen niye ölmedin ayol en zayıf halka diye trip bile atmışlığı vardı kadının. 

Psikolojik sorunları olan dedektifin kafasını karıştırma uzmanı femme fatale Judy Barton (Vertigo)


Dedektif John Ferguson yükseklik korkusu olmasına rağmen polis olabilmek için bu gerçeği gizlemiş fakat bir hırsız kovalamacası sırasında hırsız çatıya çıktığı için zor anlar yaşamıştır. Başka bir polis arkadaşıyla damda hırsız kovalarken yükseklik korkusu yüzünden dengesini kaybedip çatıdan yuvarlanan John, düşeceğim korkusuyla kendisine yardım eli uzatan arkadaşına da elini vermez. Aksi gibi John kiremitlere zamk gibi yapışmışken ona yardım etmeye çalışan arkadaşı da dengesini kaybedip çatıdan düşer. Arkadaşının ölümünden dolayı kendini suçlayan John psikolojik destek görür. Tam iyileştiği sırada karşısına çıkan eski bir dostun teklifiyle hayatı kararan John, adeta bir sazan gibi femme fatalenin ağına takılır. John’un arkadaşı Gavin, karısı Madeleine’nin intihar eğilimli bir kadın olduğunu ve John’un karısını takip edip onu bunalım içinde olduğu şu günlerde intihardan kurtarmasını ister. John bu tuhaf işi kabul eder ama Madeleine’nin haddinden fazla güzel olması aklını karıştırır. Bir süre sonra John iş için takip ettiği arkadaşının güzel karısı Madeleine’ye aşık olur. Madeleine, John’un gözleri önünde kendini serin sulara atar, John kar kış demeden kadının ardından suya atlar. Kadını tanıdıkça aşkı iyice artan John, Madeleine’yi intihardan vazgeçirmeye çalışır. Fakat Madeleine’nin gözleri önünde intihar etmesine engel olamaz. Madeleine’yi kaybetmenin acısıyla iyice derinleşen bir bunalıma giren John, tedavi görmesine rağmen hastaneden çıkar çıkmaz Madeleine’ye çok benzeyen bir kızın peşine düşer. Kızı Madeleine sanan John isminin Judy olduğunu öğrendiği kızı takibe alır. Fakat Judy’i araştırınca çakal arkadaşının karısı Madeleine’nin malına mülküne konmak için oynadığı oyunu öğrenir. Judy, Madeleine çok benzediği için Gavin tarafından seçilir. Karısını öldürüp mirasının üzerine konma derdindeki Gavin’in tek ihtiyacı karısının intiharına şahitlik edecek birisidir. Judy ve Gavin’in Madeleine’yi öldürmek için kurdukları planda John’u oyuna getirmek Judy’ye düşer. Zaten aklı mesleğinde yaşadığı olaylar yüzünden karışık olan John’u güzelliğiyle ağına düşürmekte zorlanmayan Judy’nin sonu da diğer femme fatalelerden farklı olmaz. Filmin sonunda öbür tarafı boylayan Judy, Havva anamızla Lilith arasında sıkışmış kalmış bir karakter olmanın bedelini ödedi sanki. Tıpkı Havva anamız gibi şeytan ( Gavin) tarafından kandırılan Judy, zavallı bir kadının ölümüne ses çıkarmadığı hatta para için bu işi kabul ettiği için de ağır bir Lilith’ti. Filmi ilk izlediğimde Judy’nin işin cinayete varacağından haberi yoktu da Gavin, Madelein’in ölü bedenini kiliseden atınca mı olayı çaktı dedim. Ama filmi ikinci defa izleyince Judy’nin bu ölümden habersiz olsa bile sonradan vicdan azabıyla Gavin’i ihbar etmek yerine adamın verdiği para ve mücevherlerin ışığında sessiz kalması onun da pek masum olmadığının göstergesiydi.  

Uğruna kocası cinayet işlemiş birine göre fazlasıyla fettan takılan Laura Manion (Anotomy of Murder)


   Maddi sıkıntılar içindeki avukat Paul Biegler’in kapısını genç ve güzel Laura çalar. Kucağındaki finoyla koltuğa yayılan Laura, Paul’den kocası Frederick’i savunmasını ister. Kocası Frederick, Laura’ya tecavüz eden bir adamı öldürdüğü için hapse düşmüştür. Buraya kadar her şey normaldir, bir adam karısına tecavüz edildiğini öğrenince deliye dönüp cinayet işlemiştir ve karısı da kocasını kurtarsın diye avukat aramaktadır. Ama Allah aşkına film boyunca tecavüze uğrayan Laura o kadar femme fatalece tavırlar içindedir ki ben hep Laura’nın tecavüze uğramadığını, işin içinde bir pislik olduğunu Laura’nın da ağır bir femme fatale olduğunu sanmıştım. Kocası umurunda değilmiş gibi barlarda erkeklerle dans eden, seksi giyinip şen dullar gibi takılan ablanın hem kocasının hem de tecavüz etti diye iftira attığı adamın başını yaktığını sanmıştım. Avukat Paul’e bile iş atan Laura yaptıklarıyla avukatın bile sinirlerini laçka etmişti. Filmin sonunda kadının haklı olduğu ortaya çıksa da Laura sinema tarihinin en femme fatale tavırlı kadını olarak kalacak. Tavırlarıyla on numara bir femme fatale görüntüsü çizen Laura’nın tek sorunu bir femme fatale göre fazla saf ve mağdur olması idi.

Ustaya saygı duruşu bonusu: Herkesi mat eden kadın Mata Hari


   1931 yapımı Greta Garbo’nun hayat verdiği Mata Hari birinci dünya savaşı sırasında devletlerarası gizli bilgiler taşıyan, casusluk yapmış bir hanım abla olarak femme fatalelik konusunda elime hiç biriniz su dökemezsiniz mesajını veriyor. Daha ne denebilir ki Lilith hanımın saf kalite evladı sayılır kadın. Gerçi hayatı kurşuna dizilerek son bulmuş ama Mata Hari femme fatalelik müessesesinin politik boyutuna da güzel bir örnek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder