KARA FİLMİN OLMAZSA OLMAZI 11
YIRTICI FEMME FATALE
Sinema Tarihinin tartışmasız en renkli karakterleri onlar. Nefret edeni kadar seveni de bolca bulunan Femme Fatale karakterler sinemaya kara filmle girip renk katmasını bilmişlerdir. Kara Film türünün karakteristik özelliği olan Femme Fatale ablalarımız sayesinde sinema siyah beyaz zamanlarında bile renklenmiş alev almış. Ama nasıl almasın ki? Rita Hayworth’un Gilda’sının kızıl saçları alev alev ekrandan taşarken Femme Fatale’ler zaferini tüm sinema camiasına ilan etti.
Yukarıda
tarihi Kara Filmlere (Film Noir) kadar dayanıyor desek de Femme Fatale’lerin
reel hayatta mazisi te Adem babamızla Havva anamıza kadar uzanır. Tevrat’ta yer
alan bilgilere göre Adem babamızın Havva anamızdan önceki hanımı Lilith ( üvey
anamız ) acık fettan bir kadınmış. Adem babamıza sürekli karşı çıkarmış,
feminist okumalara göre erkeğin kadından üstün olmadığı savunan Lilith dünya
hatta öbür dünya tarihinin ilk feministidir. Fakat tarihe adını ilklerle
yazdıran Lilith hanım Adem babamıza asilendiği için cennetten kovulur. Lilith
kendisi gibi cennetten kovulan şeytanla takılırken yalnızlıktan cennet günleri
hüzün içinde geçen Adem babamız, kadınsızlıktan Bülent Kayabaş gibi çıldırmasın
diye yanına eş olarak Havva anamız yaratılmış. Uysal, anaç kadının simgesi olan
Havva anamız Lilith hanımın tersine Adem babamızın sözünden hiç çıkmazmış. Tabi
Lilith hanım, mutluluktan cennette şen şakrak takılan Adem ve Havva tablosundan
haberdar olunca küplere biner. Adem’e secde etmediği için cennetten kovulan
sevgilisi şeytanla birlik olan Lilith hanım, Adem babamızla Havva anamızın
mutluluğunu bozmak için bir tuzak kurar. Yılan kılığında cennete giren şeytan
Havva anamıza yasak meyvenin çok tatlı olduğunu söyler. Zaten onu yasak kılan da
bu tadıdır, bu tatlı şeyi yemenin ne zararı olabilir ki diye kandırılan Havva
anamız Adem babamıza elinde yasak meyveyle gider. Bazı kaynaklara göre meyveyi
yiyince cennette cima yapmışlar, bazı kaynaklara göre de bağırsakları çalışmaya
başladığı için cennetin içine etmişler. Kaynaklar bu konuda tutarsız olsa da
hepsinin hem fikir olduğu nokta Adem babamızla Havva anamızın şeytanın aklına
uyup yasak meyveyi yemesi Allah’ın onları cennetten kovmasına neden olması.
Lilith hanım bu durumda
kahkahalar atarak, cehennemde bir şömine başında şarabını mı yudumlamıştır
bilinmez ama Havva anamız ve Adem babamız dünyada çok çekmiştir. Dünyada
yaşadıkları uzun zaman zarfında evlat acısı bile çeken Havva anamızla Adem babamız
Lilith’in ne kadar kurnaz ve tehlikeli bir kadın olduğunun da göstergesi. Havva
anamız dünyadaki tüm kadınların ortak noktası olsa da sanki bazı kadınların
kulağına Lilith hanım birkaç şey fısıldıyor gibi. Uysal, sessiz, sakin, kadının
simgesi olan Havva anamızın aksine dişli, kurnaz, zeki ve tuttuğunu koparan
şeytani bir kadın olan Lilith hanım senaristlerin daha fazla dikkatini çekmiş
olmalı.
Sinemasal dünyada Havva anamızın karşılığı olan
kızlar genelde aklından kurnazlık geçmeyen saf ve temiz kızlardır. Bu
kızcağızlar çoğu kez tuzaklara düşer, şeytanı simgeleyen kötü niyetli
erkeklerin ağına takılır. Yani Havva anamızın sinemaya yansıması olan bu saf
kızcağızlar da Havva anamızın dünyadaki günleri gibi acı çeker. Saflıklarının
bedelini ağır öderler, ama bu bedeller de onlara ders olur.
Öte yandan sinema
dünyasında Lilith’in karşılığı olan kadınlar ise Femme Fatale ablalardır.
Ağızlarından sigara eksik olmayan Femme Fatale ablalar kendi çıkarları için
ağına düşürdükleri bir erkeği acımasızca sömürürler. Pençelerini geçirdikleri
aşktan gözü kör olmuş erkeği film boyunca inim inim inleten Femme Fatale
ablalar az zalım değildir. Yasadışı işlerle meşgul olan Femme Fatale ablalar
kanunu yanıltmak için önce dedektifleri ağlarına düşürür. Kendilerine aşık
ettikleri dedektifleri amaçları doğrultusunda kullanmaktan çekinmeyen, sinsi ve
kurnaz Femme Fatale’ler her ne kadar açık verse de kendilerine aşık dedektifler
tarafından açıkları her daim kapatılır. Fakat tıpkı örnek alınarak
yaratıldıkları Lilith gibi onlar da ilahi gücün karşısında tutunamaz. Lilith’in
cennetten kovulması gibi Femme Fatale ablalar da filmin sonunda ya ölür ya da
ölür. Kaçarları yoktur, mutlaka ya bir çatışmada yaralanıp hık diye giderler ya
eski sevgilileri ya da kocaları tarafından öldürülürler. Tabi akrep gibi dara
gelince kendilerini öldürdüklerine de az şahit olmayız, ama ölürken yanlarında
mutlaka bir adet saftorik aşıkta götürürler. Sinemanın tartışmasız en renkli
karakterleri olan Femme Fatale ablaların geçmişindeki Lilith faktörünü
öğrendiğimize göre beyaz perdenin Lilith kadar kurnaz ve acımasız Femme Fatale
ablalarıyla tanışmaya ne dersiniz?
Cebinde
silah varken asla bir kadınla öpüşmemelisin sözünü hafızalara kazıyan Helen
Grayle (Murder My Sweet)
Kendi halinde bir
dedektif olan Philip Marlowe’nin ofisine gelen yakışıklı bir genç olan Lindsay
Marriott çalınan bir mücevheri para karşılığı hırsızlardan geri alacağını ama
buluşmaya yalnız gitmek istemediğini söyler. Adamın çekindiği bir takım şeyler
vardır, işin aslını dedektif Philip’e anlatmaz. Philip’te eşek değil ya önce yanaşmaz
bu gizemli işe ama paraya sıkışıktır ve adam yüklü miktarda para teklif
etmiştir. Dedektif olmasına rağmen para için korumalık teklifini de kabul eder.
Fakat o ne? Mücevheri almaya gittikleri gece arabasında etrafı gözleyen Philip
silah sesi duyar, müşterisine bakmaya giderken de kafasına bir adet odun yer. Müşterisi Lindsay da sizlere ömür olmuştur. Adam
bu karanlık mücevher soygunu işine istemese de dahil olmuştur, mücevherin
sahibi olan bay Grayle’nin evine gittiğinde adamın güzel olduğu kadar da
meraklı kızı Ann ile karşılaşır. Kız üvey annesinden zırnık hazzetmez,
müstakbel üvey annenin bacağıyla ilk karşılaştığınızda siz de kızın neden üvey
annesini sevmediğini anlarsınız. Kadın kocasının yanında çalınan mücevherin
peşine düşen dedektifi bacak gücüyle etkilemeye çalışır. Zaten kocası olacak
sübyancı iki yüz yaşına girmiş, kızından beş yaş büyük kadınla evlenmiş başına
geleceği çeksin üzülmezsiniz de o dedektife yazık be. Adam Helen olacak
haspanın çalıntı olduğu bile şüpheli mücevherini bulacağım diye tek işi tıbbın
yardımını da alıp ona buna şantaj yapmak olan Jules Amthor’un elinde bonzai
çekmişe döndü. Helen hanım ve Lindsay Marriott beyin gizli ilişkisinden
haberdar olan Jules Amthor bey ikiliye şantaj yapınca Helen kocasının kendisine
hediye ettiği değerli gerdanlığı Jules’e verir. Kocasına da mücevherin
çalındığını söyler, yaşlı kocası her ne kadar Helen’e köpek gibi aşık olsa da
“mücevher senin köpeğin olsun hayatım.” Deyip milyarlık gerdanlığın üzerine bir
bardak su içecek değil ya. Polise mücevherin çalındığını haber verir, olaya
polis karışınca etekleri tutuşan Helen ve Lindsay gizli ilişkileri ortaya
çıkmasın diye Jules’ten gerdanlığı geri almak isterler. Ama ortalık daha beter
karışır, sevgilisinin ölümüne pek kederlenmeyen Helen kendini bu çıkmazdan
kurtarmak için mücevher cinayetinin peşinde olan dedektif Philip’in aklını
güzelliğiyle çelmeye çalışır. Zavallı Philip kurnaz ve seksi Helen yüzünden
Jules’in bonzai çetesinin eline düşer, üstüne zeka konusunda hamsinin gerisinde
olan Moose Malloy da sekiz sene evvel kendisini evlilik vaadiyle kandırıp
ortadan kaybolan Velma’yı bulması konusunda Philip’i darlar durur. Adamın
haline acıya acıya bir kalırsınız seksi Helen ve meraklı Ann’in arasında kalan
Philip cebinde silah varken bir kadınla öpüşmeye bile tövbe eder. Her ne kadar
adama zavallı desek de o da evli barklı seksi kadınların iki gülüşüne hemen
kanacak kadar saf olmasaymış canım. Bir de polis dedektifi olmuşsun Philip bu
ne saftoriklik canım, işin içinden kör olmadan sıyrıldığına şükret sen.
Akademisyenlerin
sadık eş olmadıklarını 1944 yılında kanıtlayan Alice Reed (The Woman İn The
Window)
Hollywood Sabahattin
Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sının Yeşilçam’dan önce keşfetmiş sayın
sinemaseverler. Filmi izlerken şoklardan şok beğendim, çünkü kara film olmasını
bir kenara bırakırsak özellikle resme aşık olma motifiyle The Woman İn The
Window bildiğin Kürk Mantolu Madonna. Profesör Richard Wanley kendisi gibi
kodaman profesör arkadaşlarıyla nefsi müdafaa konusunda konuşurken başına
geleceklerden habersizdir. Evli ve iki çocuklu bir akademisyen olan Richard bey
amca ay çok yedim hazımsızlık yaptı bir çıkıp dolanayım diye otelinden çıktığı
sırada karşı vitrinde genç ve güzel bir kadının resmini görür. Tabi güzellik
karşısında etkilendi diye adamı suçlamak olmaz, eyvallah da amcamız kendisinden
çakmak isteyen kadının resimdeki güzel abla olduğunu görünce cozutur. Kadın
bunu evine kahve içmeye çağırır, evet femme fatale ablamız Alice de sırf çakmak
verdi diye sokakta gördüğü adamları evine kahve içmeye davet eder. Yani bu
kısım da pek olmamış sevgili Fritz Lang, sokaktan adam toplayan femme fatale mi
olur? Metropolis’i çeken adama yakışıyor mu böyle kusurlu senaryo? Zaten bu
zalım Hollywood seni bozmuş. Neyse yönetmenin govunu yapmayı bir kenara bırakıp
filme dönersek femme fatale ablamız Alice, akademisyen dayıyı evine kahve
içmeye davet ediyordu. Hadi kız çakmak verdin diye seni evine davet etti de,
sen evli barklı, çoluklu çocuklu adamsın sana yakışıyor mu Richard çocuğun
yaşındaki kızı güzel buldun diye evine kahve içmeye gitmek? Hayır, gittin de ne
oldu? Kadının dostu evi bastı, aşırı asabi bir dost olduğu için sizin sanatsal
sohbetinizi anlayamayan dost bey üzerine saldırdı. Canını kurtarayım derken
adamı öldürdünüz, sonra da rahmetliden kurtulalım diye halıya sardığınız adamın
cesedini ormana bıraktınız. Ceketin de tellere takıldı, cinayet davasıyla
ilgilenen dedektifte kankan çıktı. Ha yakalandık ha yakalanacağız diye üç buçuk
atarken cinayete şahit olan bir şantajcı da size musallat oldu. Sürekli para
isteyen şantajcıdan da kurtulalım diye adamı zehirlemeye kalktınız ama bir
femme fataleye göre hafif saf olan Alice onu da başaramadı. En son her şey
ortaya çıkacak hanım kafamda merdane kıracak korkusuyla şarapla kendini
zehirlemeye çalıştın. Yani Richardcığım bu kadar entrikaya bulaşacağına seni
evine davet eden genç ve güzel kıza teşekkür edip, teklifini reddetsen kıyamet
mi kopardı? Alice’yi de femme fatalların yüz karası diye aldım listeme, güzel
olmasa orta yaş bunalımındaki profesörü bile tavlayamazdı bu kafayla.
Seyircilerden utanmıyorsun bari Çifte Tazminat’ın Phyllis’inden utan.
Ayağından
gümüş halhallı femme fatale Phyllis Dietrichson (Double İndemnity)
Film, ben çok günah
işledim kiliseye de gittim rahip bulamadım ölmek üzereyim bari şu ses
kaydediciye itirafta bulunayım diyen Walter’in itiraflarıyla açılır. Bir
sigorta şirketinde çalışan Walter’in hayatı sigorta yapmak için gittiği
Dietrichsonların evinde gördüğü gümüş halhallı Phyllis ile tanışınca alt üst
olur. Ama maalesef Phyllis evin güzel kızı değil hanımıdır. Mr. Dietrichson ile
evli olan Phyllis, zengin kocasını öldürüp malının mülkünün üzerine konmayı
uzun zamandır planlamasına rağmen suçu üzerine yıkacağı bir enayi etrafında
yoktur. Ta ki eve sigorta yapmak için gelen Walter ile karşılaşana kadar.
Walter’in kendisinden etkilendiğini anlayan Phyllis, adamı kocasını öldürüp
kaçmaya ikna eder. Walter de az değildir, kocasının ölmesini isteyen Phyllis’e
kocana hayat sigortası yaptıralım çifte tazminattan daha fazla para alırsın
diye akıl verir. Sanki seksi ve halhallı bir sarışın olan Phyllis’in senin
abazan aklının vereceği öneriye ihtiyacı varmış gibi. Şeytani bir plan yapan
ikili Phyllis’in kocasını öldürüp bir valize koyar, Walter de adamın kılığına
girip içinde rahmetlinin olduğu valizle trene biner. Zaten ölmüş olan adamı
trenden atıp öldü süsü vererek sigortadan çifte tazminat almaya çalışan ikili
Walter’in çalıştığı sigorta şirketinin zeki sigortacısı Barton Keyes’i bile
atlatmayı başarır ama sonunda kurdukları tuzak kendi ayaklarına da dolanır.
Phillis’in üvey kızı Lola, babasının tasvip etmediği bir genç olan Nino ile
çıkmaktadır ama Lola sonra Nino’dan ayrılır. Walter’in yanına giden Lola
babasının ölümünden üvey annesinin sorumlu olduğunu, onun başka bir erkekle
ilişkisi olduğunu söyler. Lola'nın sözleriyle şüphelenmeye başlayan Walter, bir gece Lola’nın
eski sevgilisi Nino’nun Phyllis’in evine gittiğini görünce kafasında kurmaya
başlar. Phyllis’in aslında Nino’yla ilişkisi olduğunu, Nino’nun göstermelik
olarak Lola’yla sevgili gibi davrandığını, ikilinin tek amacının Mr.
Dietrichson’u öldürmek olduğunu ama bunun için bir enayi aradıklarını düşünen Walter,
Phyllis’in kendisini kullandığını düşünür. Öte yandan Phyllis’te kendisinden
bir anda uzaklaşan sevgilisi Walter’i üvey kızı Lola ile görünce Walter ve
Lola’nın ilişkisi olduğunu sanır. Birbirinden habersiz olarak
aldatıldıklarını sanan Phyllis ve Walter birbirlerinden nefret etmeye başlar.
Anam koca film boyunca Phyllis için yapmadığı kalmayan, planlayıp tasarlayarak
adam bile öldüren Walter, bu kadın beni aldatıyor diye anlamadan dinlemeden
Kartal Tibet tipi yanlış anlama yüzünden kadını vurur. Tabi yanlış anlaşılan
kadın olan Phyllis’te bir Hülya Koçyiğit olmadığı için beni sevmiyorsan Lola’yı
hiç sevemezsin diye el kadar tabancasıyla Walter’i vurur.
Çok tatlı
bulduğu erkekler tarafından tatlı bulunmazsa psikopata bağlayan Carmen Stemwood
(The Big Sleep)
Gene Philip Marlowe (
ama bu sefer Humphrey Bogart oynuyor ) gene güzel oldukları kadar da tehlikeli
ve seksi kadınlar. Üstelik bu seferkiler kardeş… General Sternwood’un küçük kızı Carmen’e kumar
borcu yüzünden şantaj yapılmaktadır. Bu konuda General’e evladı gibi sevdiği
dedektif Regan yardımcı olmaktadır fakat Regan, Eddie Mars’ın güzel karısı Mona
ile kaçmıştır. Bu yüzden de General olayı çözsün diye dedektif Philip’i
çağırır. Philip’i daha evin kapısından girer girmez evin küçük ve seksi
kızı Carmen karşılar. Saçlarıyla
oynayıp, kedi gibi sırnaşıkça konuşan Carmen kendini Philip’in kollarına atar.
Carmen hanım zaten kendini tatlı bulduğu her erkeğin kollarına atmasıyla
bilinir, güzel olduğu kadar kurnaz da olan ablası Vivian ise bacısının arkasını
toplamak için gangsterlerle anlaşma yapar. Carmen femme fataledir ama çocuksu
bir arsızlıktan ötesi yoktur Carmen’de. Ablası Vivian ise femme fatalenin
kurnazlığına sahip olsa da kardeşi için yaptığı fedakarlıklarla femme fatale
olmayı kıl payı kaçırmış. Çünkü bir femme fatale kendisinden başka kimseyi
düşünmez, sevdiği erkeği bile kullanmaktan çekinmez. Carmen’in pençelerinden
kurtulup şantaj davasına odaklanan Philip ise her zamanki Philip’tir. Güzel
kadına asla dayanamayan Philip’in Carmen’den uzak tavrı ablası Vivian’dan
hoşlanmasından çok Carmen’deki çocuksu ama tehlikeli olan tavrın karanlık
yanıydı. İçince dünyayı unutan, yanında cinayet işlense en son haberi olan bir
kadın hiçbir erkeğe cazip gelmez. Kadında bir ofsayt olduğunu görür görmez
anlayan dedektif Philip’in şoför Nebahat’a bile iş atıp Carmen’e yüz
vermemesinin başka bir açıklaması olamaz.
Plajda
topuklu ayakkabıyla yürüyen kadından korkacaksın mesajını veren Kathie Moffat (Out
Of The Pass)
Eski dedektif yeni
benzinci Jeff Bailey eski patronu Whit’in adamı Joe tarafından ziyaret edilir.
Whit, Jeff’ten kendisini vergi borcuyla tehdit eden Eels’ten vergi kayıtlarını
almasını ister. Jeff daha önce Whit’in kırk bin dolarını çarpıp kayıplara
karışan sevgilisi Kathie’yi bulmakla görevlendirilmiş ama Kathie hanıma aşık
olunca işler sarpa sarmış. Whit’te para umurumda değil bana Kathie’yi getir,
onu gördüğünde neden onu bu kadar istediğimi anlayacaksın demişti zaten adama.
Nasıl gaza geldiyse kadını görür görmez aşık olup onun için Whit gibi zengin ve
tehlikeli bir adamı karşısına alan Jeff, parayı pulu unutup Kathie ile bir dağ
evine kaçar. Fakat Jeff’in ortağı dedektif Fisher bunları bulur, Jeff ve
Kathie’ye şantaj yapar. Kathie hanımsa bizi buldu Whit’e yetiştirecek diye
Fisher’i vurup evden kaçar. Fisher’in cesedini gömüp ortalığı toplamakta Jeff’e
kalır, sevdiği kadını arasa da bulamayan Jeff uzak bir kasabada benzinci açar.
Filmin buraya kadarki kısmı Jeff’in sevgilisi Ann’e başına gelenleri anlattığı
kısımdır ama izleyici asıl şoku Jeff’in Whit ile konuşmaya gittiği kısımda
yaşar. Jeff, Whit’le konuşmaya gittiğinde Kathie’nin de Whit’in yanında
olduğunu görür. İşte bu kısımdan sonra daha profesyonel femme fatale ablalarla
karşı karşıyayız sayın sinemaseverler. Çünkü Kathie ne Carmen gibi histeriktir
ne Alice gibi beceriksiz ne de Phyllis’e gibi aşık olacak kadar tedbirsiz.
Kathie dolandırdığı sevgilisi Whit’in yanına gidip hiç bir şey olmamış gibi
hayatına devam edecek kadar pervasızdır. Güzel olduğu için ondan vazgeçemeyecek
Whit’in zengin hayatına sığınıp, uğruna her şeyi bırakan Jeff’e de başka çarem
yoktu ama ben seni seviyorum diyecek kadar sinsidir. Çünkü o kendisinden başka
kimseyi sevmez, Fisher’i vurup suçu Jeff’e atacak kadar arsızdır. Onu tamamen
kendisine bağlamak isteyen Whit, Kathie’ye Eels’i öldürdüğüne dair bir
itirafname yazdırıp bu itirafnameyi de kasada saklar. Ama Kathie’nin yıllar
önce onu bırakıp Jeff’le kaçmasının intikamını da almaya kararlı olan Whit,
adamı Joe’ye Jeff’i çağırttırır. Amaçları Eels’i öldürüp suçu da Jeff’e
atmaktır, Kathie de itirafname yüzünden onunla kalmaya mecbur olacaktır. Kathie
hanımın bundan haberi vardır ama kendini kurtarmak için Jeff’in başının belaya
girmesine hiç ses çıkarmaz. Filmin sonunda Whit gibi tehlikeli bir adamı bile öldürmeyi
başaran Kathie hanımın Jeff’e beni seveceksin, benimle geleceksin, benden
nefret etmeyeceksin tarzı emir içerikli sözleri bile Jeff’i sevmesinden çok
erkeklerin aşkıyla beslenen bir femme fatale olmasının göstergesiydi. Jeff ya
da Whit olması fark etmez bir femme fatale kendisine aşık erkeklerin
enerjileriyle beslenen bir yaşam formudur. Kadının soyadı bile Türkçedeki mahvetten
türemiş gibi Moffat.
Akrep burcu
kadınının sözlük anlamı femme fatale Diane Tremayne (Angel Face)
Ay bu femme fatalelerin
ağına da hep Robert Mitchum ağabey düşüyor yahu. Sanırım kendisinde femme
fatalelerin ağına düşüp sürüm sürüm sürünecek erkek tipi var. Aslında Angel
Face’nin Diane’si de öyle kurnaz bir fettan olmaktan çok saf bir kızcağız gibi
görünüyor. Ama filmin sonunda şeytani bir akrep olduğunu anlıyoruz. Film zengin
bir dulken ünlü bir yazarla evlenen Catherine Tremayne’nin rahatsızlanmasıyla
başlıyor. Kadın inatla polislere birisinin onu öldürmek için gazı bilerek
açtığını söylüyor ama polisler bir delil bulamıyor. Ambulans Şoförü olan Frank
Jessup’un olaya dahil oluşu ise Frank beyin sadakatsiz bir çapkın olmasından
kaynaklanıyor. Film boyunca bu topraklara çok tanıdık gelen bir erkek
tiplemesine can veren Frank, sevgilisi olmasına rağmen güzel bir kız olan
Diane’ye karşı kayıtsız kalamıyor. Üvey annesi Catherine’nin ölümüyle şoka
girip piyano başında ağlayan Diane’yi ilk gördüğündeki bakışı bile adamın ne cins
bir zevat olduğunun göstergesi. Tabi bu bakış Diane’nin de dikkatini çekmiş
olmalı ki, ileride gerçekleştirmeyi planladığı cinayete Frank’tan uygun ortak
bulamayacağını düşünen genç kız onu ağına düşürmek için elinden geleni yapıyor.
Kız arkadaşıyla buluşmadan önce bir kafeye giden Frank, Diane’nin de ardından
geldiğini görünce sanki kız arkadaşıyla randevusu olan o değilmiş gibi
davranıyor. Üstelik kıza yemek hazırlatmış ama Diane ile yemeğe çıkmak için
kızı telefonda ekiyor. Diane de sabahtan Frank’ın kız arkadaşı Mary ile buluşup
akşam Frank’la yemekte olduğunu yetiştiriyor, amacımız Frank’la iş ortaklığı
gibi bir yalan atsa da Mary yutmuyor tabi bu durumu. Ve kendisini yedekte tutan
Frank’tan ayrılıp başkasını buluyor. Frank ise Diane’nin asıl amacının üvey
annesi Catherine’yi öldürmek olduğunu anlayınca kızı terk etmeye çalışıyor.
Fakat Diane’nin güzel yüzüne sırt çevirmekte kolay değil, öte yandan Diane de
üvey annesinin arabasını bozup kadını öldürme derdinde. Bu amacına ulaşıyor ama
işler ters gidiyor ve motoruyla oynanmış arabaya babası da biniyor. Üvey
annesinin yanında babasının da öldüğünü öğrenince deliye dönen genç kız kriz
geçiriyor. Babasına olan hastalıklı sevgisi yüzünden femme fataleliğini unutan
Diane her şeyi itiraf etse de avukatı mirastan men edilmeyi bırak deli diye
seni tımarhaneye kapatırlar deyip kızı korkutuyor. Frank ise ne kadar severse
sevsin tehlikeli bir kadın olduğunu anladığı Diane ile yapamayacağını anlayınca
dötün dötün kürkçü dükkanına dönmeye çalışır. Ama Mary de "Sorun Diane'de değil, aynı gün o eve Bill de gitti ama o değil sevgilin olmasına rağmen sen Diane’ye
iş attın!" diye bunu kalaylar. Kadın haklı, kim Frank gibi sadakat yoksunu bir adamla
evlenir ki? Mary’den umduğunu bulamayan Frank, Diane’yi terk edip gitmeyi
planlarken yaşadığı ölüm şoklarıyla aklı iyice giden genç kadın, Frank’ın da
kendini terk edeceğini anlayınca akrebe bağlar. Ama o aynı zamanda küçük bir
femme fatale olduğu için tehlike anında sadece kendisini değil zamanında ağına
düşürdüğü erkeği de götürür.
Eski
kocasıyla yeni kocasına ortak soygun yaptırıp paralarla kaçmaya çalışan Anna (Criss
Cross)
Steve eski karısı Anna’yı hala unutamamıştır, ama Anna’yla
boşanma sebepleri de hep onun hatası olduğu için kadının karşısına çıkmaya yüzü
yoktur. Anna desen çile çekmiş, mağrur eski eş konumunda olduğu için hiç öyle
fettan bir femme fatale olduğunu belli etmez. Slim Dundee adında S beden bir
gangsterle evlenen Anna, önceleri cefakar bir eski eş gibi ex kocası Steve’ye
litfin bini ırımı Dındı ikimizi di ildirir ışkım diye ağlar. Sonra da Steve’yi
Dundee ile ortak banka soygunu işine girmeye ikna eder. O paralarla beraber
kaçarız, ben seni seviyorum. Dundee ile mecburiyetten evlendim, hem bana kötü
davranıyor, her gün ağzımı burnumu kırıyor diye Steve’ye ağlar. Saf aşık Steve
de melek görünümlü femme fatale eski hanımının sözlerine inanır. Dundee ile
soygun işi için anlaşır fakat soygun günü ortalık karışır, muhtemelen Anna, soyguna ikna etmek için Steve’ye söylediği
yalanların aynını Slim’e de söylemiştir. Slim, soygun sırasında Steve’yi
öldürmeye çalışır. Steve soygundan kırık bir kolla kurtulur ama Anna’nın ortada
olmadığını anlayınca Slim’in ona zarar verdiğini sanır. Yani bu femme fataleler
Burt Lancaster ağabeyi bile ayakta uyutmuş sayın izleyiciler. Adamın aklına
Anna’nın ona bir yamuk yaptığı asla gelmiyor, yaralı haliyle Anna’yı Slim’den
kurtaracağım diye yollara düşüyor. Yahu Steve kolun alçıda, o kırık kolla
Anna’yı nasıl kurtarmayı düşünüyorsun Allah aşkına? Slim’in kafasını alçılı
kolla mı kırmayı planlıyorsun yoksa? Anna da Anna diye kadını arıyorsun,
bulunca da kadının femme fatal yüzünü görüp ağlamaklı oluyorsun beni kandırdın
mı şimdi diye. Ay daha yeni mi anladın lepiska saçlım, kadın seni kandırmış
işte. Kadın seni bu kadar saf olmasaydın diye tersliyor, sen hala beni hiç mi
sevmedin Anna modundasın. Sonunda Slim evi basıp madem Anna’yı bu kadar
seviyorsunuz sizi beraber öldüreyim diye ikinizi kurşun yağmuruna tutuyor. Sen
ölürken bile saf saf ekrana bakıyorsun! Ne diyeyim Steve, bir yığın femme
fatale bir yığın saf erkeği vahşi cazibesiyle darma duman etti de sen o saf
erkeklerin madalyalı safıydın.
Ünlü bir
avukat olan kocasına sevgilisini savunduran Elsa Bannister (The Lady From
Shanghai)
Namlı bir kaptan olan
Michael O’Hara görür görmez etkisinde kaldığı güzel Elsa’nın yörüngesine girer.
fakat kadının ünlü bir avukat olan Arthur Bannister’in eşi olduğunu öğrenince
evli kadınla olmak delikanlı adamı bozar diyerek kadından uzaklaşmaya çalışır.
Fakat Elsa gibi bir kadını unutmakta kolay değildir, üstelik Elsa ısrarcı bir
şekilde kocasıyla çıkacakları yat gezisinde onlara kaptanlık yapması için
etrafında dolanırken. Kadının teklifini kabul edip yat kaptanlığı yapmaya razı
olur ama mavi tur boyunca Elsa’ya olan aşkı daha da artar. Üstelik Elsa’ya
kocası ve onun dışında aşık olan bir kişi olduğunu daha öğrenir. Arthur’un iş
ortağı olan George Grispy de Elsa’ya aşıktır ama onun derdi başkadır. Michael’e
beni öldürmen karşılığında sana beş bin dolar veririm diye tutturan Grispy’i
Michael önce deli sanır ve adamın teklifini reddeder. Ama Elsa sürekli
denizleri aşta gel kurbanın olam kurtar beni Arthur’dan ne olur diye yakışıklı
kaptan Michael’e şarkılar okur. Arthur’dan nefret ediyorum ama beni asla
boşamaz, beraber kaçalım diye Michael’in aklına kötü fikirler sokan Elsa
sayesinde Grispy'nin saçma teklifini kabul eder. Fakat bilmediği şeyler vardır,
Grispy’nin teklifi zaten düzmecedir. Grispy beni öldüreceğin yerde buluşacağız
der amacı ise Arthur’u öldürüp suçu Michael’in üzerine atmaktır. Bu sayede Elsa
ile arasındaki iki engeli birden kaldıracaktır. Ayrıca Arthur’un ölümü
sayesinde hem Elsa hem de iş ortaklığı yüzünden çok büyük bir paraya konacaktır.
Ama Grispy de bu planı yaparken ülkenin en kurnaz avukatıyla karşı karşıya olduğunu
unutmuştur. O gözlü ağabey taş gibi karısıyla milyonlarca dolarını sana yedirir
mi Grispy? Sen onu öldüreceğim derken o seni öldürdü bak, ama planda değişmeyen
tek şey cinayetin her şeyden habersiz Michael’in başında patlamasıydı.
İşlemediği suç yüzünden mahkemeye düşen Michael, Elsa’nın kendine oyun
oynadığını anlar. Fakat Elsa’nın verdiği akılla mahkemeden kaçmayı da ihmal
etmez. Çin Panayırında Elsa ile hesaplaşmayı beklerken Elsa’nın yanında bir
adette Arthur’la karşılaşır. Gözlü ve burunlu bir ağabeyimiz olan Arthur önce
ona ihanet eden tuzakçı karısı Elsa’yı sonra da karısıyla kaçmaya çalışan iri
kemikli kaptan Michael’i öldürmeye kalkar. Mekan bol aynalı olduğu için
birbirlerini bulmakta güçlük çeken Elsa ve Arthur, Allah ne verdiyse ortalığa
kurşun yağdırır. İkisi de vurulan silahşörlerden Arthur önce mevlasına
kavuşurken Elsa, ağına düşürdüğü saf sevgilisine ölmek istemiyorum diye
çemkirir. Ölürken bile ağına düşürdüğü erkeği sömürme derdi olan efsane femme
fatalemiz Elsa’nın ruhuna bir Fatiha’yı çok görmeyin.
Pandora gibi
kutusuna giden sarışın olduğu kadar da meraklı femme fatale Gabrielle (Kiss Me
Deadly)
Dedektif Mike Hammer
arabasıyla otobanda giderken karşısına trençkotlu bir sarışın çıkar. İsmi
Christina olan tuhaf kadın birilerinden kaçıyordur ama kimden kaçtığını Mike
ağabeye söylemez, radyoda Christina’nın tarifine uyan tehlikeli bir akıl
hastasının hastaneden kaçtığı anons edilir ama kadın Mike’ye deli olmadığını
söyleyip, onu otobüs durağına götürmesi için yalvarır. Eğer durağa varamazsak
beni hatırla der ve tam da kızın dediği gibi durağa varamazlar. Christina
Mike’nin yüzünü görmediği adamlar tarafından öldürülür, bayıltılan Mike de
arabasıyla uçurumdan yuvarlanır. Fakat
şansı yaver giden adam kurtulur ve polis tarafından arabasına aldığı kadın
hakkında sorgulanır, olay hakkında bir şey bilmediğini söylese de polis memleket
meselesiymiş gibi bildiği her şeyi anlatmasını ister. Tabi bu kadar gizem Mike
Hammer’in dikkatini çeker kızın ölümünü yakın arkadaşı olan komiserin tüm karşı çıkmalarına rağmen araştırır. Kızın yaşadığı eve gidip ev arkadaşı Lilly
Carver’i arar, beni de öldürecekler diye korkudan üç buçuk atan başka bir
sarışınla karşılaşır. Adının Lilly olduğunu söyleyen sarışın anlattıklarıyla
Mike’nin aklını daha da karıştırır. Christina’nın kötü niyetli kişiler
tarafından öldürüldüğünü ve bunların şimdi de kendi peşinde olduğunu söyleyen
kız korkudan mala bağlamıştır. Kızı alıp evine götüren Mike, Christina’nın
cinayetini araştırırken evde bıraktığı korkak Lilly bir anda seksi kediye
dönüşür. Mike’nin aklını karıştırmaya çalışan genç kadın, Mike’nin
Christina’nın ölümüyle alakalı bulduğu en büyük ipucu olan alevli kutuyu
yürütür. Film boyunca korkudan titreyen Lilly sinema tarihinin en saman
altından su yürüten femme fatalesidir. Zira kendisi öldürülen gariban
Christina’nın ev arkadaşı Lilly bile değildir. Hakiki Lilly, Christina’yı
öldürenler tarafından öldürülmüş yerine geçen seksi sarışın da cinayeti
araştıran Mike Hummer’in aklını karıştırsın diye olay yerine bırakılmış. Yalnız
haddinden fazla meraklı olan seksi sarışın Gabrielle, Christina’nın ölümüne
neden olan gizemli kutunun içinde ne olduğunu merak ederek sonunu hazırlar.
Femme fatalelerin en bahtsızı olan Gabrielle’nin ölümü cidden ibretlikti.
Kendisine
daha rahat bir hayat sunmak için soyguna karışan kocasını genç sevgilisine
öldürtmeye çalışan Sherry Peatty (The Killing)
Kubrick’in yarattığı
bir femme fatale olan Sherry, sevgilisi tarafından terk edilip ortada kalınca
saf bir adama yamanmış fettan bir kadın gibi duruyor. Yakup Kadri
Karaosmanoğlu’nun Yaban romanındaki Cennet’i andıran Sherry femme fatalelerin
en pisliklerinden. Kendisine deli gibi aşık, yaşlı ve pısırık George ile mutsuz
bir evliliği olan Sherry para manyağı bir fettandır. Kocası onu mutlu etmek
için büyük bir soygun işine karışır, Sherry bu soygundan haberdar olunca genç
sevgilisine haber verir. Amacı ortalığı karıştırıp, soygun parasını da kapıp
sevgilisiyle kaçmaktır. George karısı Sherry’yi mutlu etmek için eski mahkum
Johnny Clay’ın teklifini kabul eder, soyguna bir gün kala Sherry ortalığı
karıştırmak için kocası George’ye zırlaya zırlaya gidip Johnny’nin ona tecavüz
ettiğini söyler. Halbuki o Johnny’ye hallenmiştir. Karısının sözlerini kutsal
bir gerçekmiş gibi kabullenen George, Johnny’yi öldürmek ister ama Sherry aman
sevgilim soygundan sonra öldürürsün diye onu yatıştırır. Soygun günü işler ters
gitmeye başlar, soygundan sonra herkes parayı getirecek olan Johnny’i beklerken
Sherry’nin sevgilisi elinde silahla mekanı basıp soygun parası bekleyen
adamlara soygun yapmaya çalışır. Arbedede herkes birbirine girer, Sherry’nin
sümüklü sevgilisi de kurşunların hedefi olur. Yaralı halde eve gidip karısının
kaçmaya çalıştığını anlayan George madem beni sevmiyorsun, beni kandırdın, para
da yok, ben de ölüyorum ölürken yanımda seni de götüreyim diye femme fatale
hanımını kurşun yağmuruna tutar. Ve bir femme fatalemiz daha sizlere ömür olur,
yalnız Allah için Sherry ablamız iyi öldü. Ölmeden evvel saf kocasına sen niye
ölmedin ayol en zayıf halka diye trip bile atmışlığı vardı kadının.
Psikolojik
sorunları olan dedektifin kafasını karıştırma uzmanı femme fatale Judy Barton (Vertigo)
Dedektif John Ferguson
yükseklik korkusu olmasına rağmen polis olabilmek için bu gerçeği gizlemiş
fakat bir hırsız kovalamacası sırasında hırsız çatıya çıktığı için zor anlar
yaşamıştır. Başka bir polis arkadaşıyla damda hırsız kovalarken yükseklik
korkusu yüzünden dengesini kaybedip çatıdan yuvarlanan John, düşeceğim
korkusuyla kendisine yardım eli uzatan arkadaşına da elini vermez. Aksi gibi
John kiremitlere zamk gibi yapışmışken ona yardım etmeye çalışan arkadaşı da
dengesini kaybedip çatıdan düşer. Arkadaşının ölümünden dolayı kendini suçlayan
John psikolojik destek görür. Tam iyileştiği sırada karşısına çıkan eski bir
dostun teklifiyle hayatı kararan John, adeta bir sazan gibi femme fatalenin
ağına takılır. John’un arkadaşı Gavin, karısı Madeleine’nin intihar eğilimli
bir kadın olduğunu ve John’un karısını takip edip onu bunalım içinde olduğu şu
günlerde intihardan kurtarmasını ister. John bu tuhaf işi kabul eder ama
Madeleine’nin haddinden fazla güzel olması aklını karıştırır. Bir süre sonra
John iş için takip ettiği arkadaşının güzel karısı Madeleine’ye aşık olur.
Madeleine, John’un gözleri önünde kendini serin sulara atar, John kar kış
demeden kadının ardından suya atlar. Kadını tanıdıkça aşkı iyice artan John,
Madeleine’yi intihardan vazgeçirmeye çalışır. Fakat Madeleine’nin gözleri
önünde intihar etmesine engel olamaz. Madeleine’yi kaybetmenin acısıyla iyice
derinleşen bir bunalıma giren John, tedavi görmesine rağmen hastaneden çıkar
çıkmaz Madeleine’ye çok benzeyen bir kızın peşine düşer. Kızı Madeleine sanan
John isminin Judy olduğunu öğrendiği kızı takibe alır. Fakat Judy’i
araştırınca çakal arkadaşının karısı Madeleine’nin malına mülküne konmak için
oynadığı oyunu öğrenir. Judy, Madeleine çok benzediği için Gavin tarafından
seçilir. Karısını öldürüp mirasının üzerine konma derdindeki Gavin’in tek
ihtiyacı karısının intiharına şahitlik edecek birisidir. Judy ve Gavin’in
Madeleine’yi öldürmek için kurdukları planda John’u oyuna getirmek Judy’ye
düşer. Zaten aklı mesleğinde yaşadığı olaylar yüzünden karışık olan John’u
güzelliğiyle ağına düşürmekte zorlanmayan Judy’nin sonu da diğer femme
fatalelerden farklı olmaz. Filmin sonunda öbür tarafı boylayan Judy, Havva
anamızla Lilith arasında sıkışmış kalmış bir karakter olmanın bedelini ödedi
sanki. Tıpkı Havva anamız gibi şeytan ( Gavin) tarafından kandırılan Judy,
zavallı bir kadının ölümüne ses çıkarmadığı hatta para için bu işi kabul ettiği
için de ağır bir Lilith’ti. Filmi ilk izlediğimde Judy’nin işin cinayete
varacağından haberi yoktu da Gavin, Madelein’in ölü bedenini kiliseden atınca
mı olayı çaktı dedim. Ama filmi ikinci defa izleyince Judy’nin bu ölümden
habersiz olsa bile sonradan vicdan azabıyla Gavin’i ihbar etmek yerine adamın
verdiği para ve mücevherlerin ışığında sessiz kalması onun da pek masum
olmadığının göstergesiydi.
Uğruna kocası cinayet işlemiş birine göre fazlasıyla fettan takılan Laura Manion
(Anotomy of Murder)
Maddi sıkıntılar
içindeki avukat Paul Biegler’in kapısını genç ve güzel Laura çalar. Kucağındaki
finoyla koltuğa yayılan Laura, Paul’den kocası Frederick’i savunmasını ister.
Kocası Frederick, Laura’ya tecavüz eden bir adamı öldürdüğü için hapse
düşmüştür. Buraya kadar her şey normaldir, bir adam karısına tecavüz edildiğini
öğrenince deliye dönüp cinayet işlemiştir ve karısı da kocasını kurtarsın diye
avukat aramaktadır. Ama Allah aşkına film boyunca tecavüze uğrayan Laura o
kadar femme fatalece tavırlar içindedir ki ben hep Laura’nın tecavüze
uğramadığını, işin içinde bir pislik olduğunu Laura’nın da ağır bir femme fatale
olduğunu sanmıştım. Kocası umurunda değilmiş gibi barlarda erkeklerle dans
eden, seksi giyinip şen dullar gibi takılan ablanın hem kocasının hem de
tecavüz etti diye iftira attığı adamın başını yaktığını sanmıştım. Avukat
Paul’e bile iş atan Laura yaptıklarıyla avukatın bile sinirlerini laçka
etmişti. Filmin sonunda kadının haklı olduğu ortaya çıksa da Laura sinema
tarihinin en femme fatale tavırlı kadını olarak kalacak. Tavırlarıyla on numara
bir femme fatale görüntüsü çizen Laura’nın tek sorunu bir femme fatale göre
fazla saf ve mağdur olması idi.
Ustaya saygı
duruşu bonusu: Herkesi mat eden kadın Mata Hari
1931 yapımı Greta
Garbo’nun hayat verdiği Mata Hari birinci dünya savaşı sırasında devletlerarası
gizli bilgiler taşıyan, casusluk yapmış bir hanım abla olarak femme fatalelik
konusunda elime hiç biriniz su dökemezsiniz mesajını veriyor. Daha ne denebilir
ki Lilith hanımın saf kalite evladı sayılır kadın. Gerçi hayatı kurşuna
dizilerek son bulmuş ama Mata Hari femme fatalelik müessesesinin politik
boyutuna da güzel bir örnek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder